TÂCEDDİN b. ZEKERİYYÂ

Tâcüddîn b. Zekeriyyâ b. Sultân el-Abşemî el-Ümevî el-Osmânî el-Hindî en-Nakşibendî (ö. 1050/1640)

Nakşibendiyye-Ahrâriyye tarikatının Tâciyye şubesinin kurucusu.

Müellif:

Delhi’nin Senbhel kasabasında doğdu. Bazı eserlerinde adını Abşemî, Ümevî, Osmânî nisbeleriyle birlikte kaydetmiş (Muʿarrebü’r-Reşeḥât, vr. 2b) ve soyunun Hz. Osman’a ulaştığını belirtmiştir (Risâle fi’l-cevâbi ʿan baʿżi fiʿli’ṣ-ṣûfiyye, vr. 2a). Abşemî nisbesi, onun Kureyş’in Abdümenâfoğulları’ndan Abdüşems koluna mensup olduğunu göstermektedir (Sem‘ânî, VIII, 367-368). Tâceddin, genç yaşta mürşid bulmak için çıktığı yolculuğu sırasında Ecmîr’e uğrayıp Çiştiyye tarikatının kurucusu Muînüddin Hasan el-Çiştî’nin kabrinde inzivaya çekildi. Burada onun ruhaniyetinden Üveysîlik tarikiyle zikir aldı. Delhi’de Çiştî şeyhi Hamîdüddin Nâgevrî’nin kabri yanında uzun müddet bu zikirle meşgul oldu. Ancak bununla yetinmeyip tekrar bir mürşid aramaya başladı. Senbhel’de tanıştığı Seyyid Ali Kıvâm’ın halifesi Şeyh Allahbahş (İlâhbahş) eş-Şüttârî’ye intisap ederek on yıl kadar hizmetinde bulundu. Ondan Aşkıyye, Kādiriyye, Çiştiyye ve Medâriyye tarikatlarından icâzet aldı. Allahbahş’ın 19 Ramazan 1002’de (8 Haziran 1594) vefatının ardından Nakşibendiyye-Ahrâriyye tarikatı şeyhi Bâkī-Billâh’a intisap etti. Bâkī-Billâh’tan Nakşibendiyye hilâfeti alıp Senbhel’de irşad faaliyetine başladı. Onun kendisine intisap etmek isteyenlere icâzetli olduğu tarikatların herhangi birinden zikir telkin ettiğini öğrenen Bâkī-Billâh bir mektup yazarak bu hususta kendisini uyardı. Tâceddin bu olaydan sonra müridlerini sadece Nakşibendiyye usulüyle eğitti.

Bâkī-Billâh’ın 25 Rebîülâhir 1012’de (2 Ekim 1603) vefatının ardından Senbhel’den ayrıldı. Hindistan ve Keşmir’in birçok şehrini dolaştıktan sonra Mekke’ye yerleşti. Kendisine mürid olanlar arasında ilmi ve takvâsıyla tanınan Ahmed Allân da bulunduğu için burada “şeyhu Ahmed Allân” diye meşhur oldu. Birçok defa Hindistan’a gitti. Pîrdaşı İmâm-ı Rabbânî bir mektubunda onun Hindistan’a gelmesini özlemle beklediklerini yazar (Mektûbât, I, 257). Bu seyahatlerin sonuncusunda Lahor’a uğradı, oradan Basra’ya geçti. Basra’da aralarında Lahsâ (Ahsâ) Valisi Yahyâ b. Ali Paşa’nın da bulunduğu birçok kişi müridleri arasına katıldı. 18 Cemâziyelevvel 1050’de (5 Eylül 1640) Mekke’de vefat eden Tâceddin b. Zekeriyyâ, Kuaykıân dağının eteğinde hazırlatmış olduğu kabre defnedildi. Ölüm tarihini 22 Rebîülevvel 1052 (20 Haziran 1642) olarak kaydedenler de vardır. Müridlerinden Seyyid Mahmûd b. Eşref el-Hüseynî Tuḥfetü’s-sâlikîn fî ẕikri Tâci’l-ʿârifîn adlı bir menâkıbnâme kaleme almıştır.

Tâceddin b. Zekeriyyâ, Hicaz bölgesine ve Yemen’e gönderdiği halifeleri vasıtasıyla Nakşibendiyye’nin Araplar arasında yayılmasını sağlamış, onunla birlikte Nakşibendiyye’nin Ahrâriyye kolundan Tâciyye ismiyle bir şube doğmuştur (Harîrîzâde, I, vr. 196b, 200a). Tâciyye silsilesi Tâceddin b. Zekeriyyâ, Bâkī-Billâh, Mevlânâ Hâce Emkenâkî, Derviş Muhammed Emkenâkî, Muhammed Zâhid Vahşî vasıtasıyla Ubeydullah Ahrâr’a ulaşır (Tâceddin b. Zekeriyyâ, Risâle fî uṣûli’ṭ-ṭarîḳati’n-Naḳşibendiyye, vr. 47b-48a). Şeyh Tâceddin’den sonra halifeleri Ebü’l-Vefâ Ahmed b. Muhammed el-Acîl, Seyyid Mahmûd el-Hindî ve Muhammed Abdülbâkī ez-Zebîdî ile ayrı ayrı silsileler meydana gelmiş, bunlardan Seyyid Mahmûd el-Hindî ile devam eden silsileden Abdülganî en-Nablusî, Muhammed Abdülbâkī ile devam eden silsileden de Harîrîzâde hilâfet almıştır (Tibyân, I, vr. 200b).

Eserleri. 1. Âdâbü’l-mürîdîn (Âdâbü’l-meşîḫa ve’l-mürîdîn) (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2448, vr. 38b-70a, Yazma Bağışlar, nr. 2931, vr. 10b-52b; İÜ Ktp., FY, nr. 870, vr. 101b-130a). 2. Hüccetü’l-mürîdîn (Risâle fi’l-cevâbi ʿan baʿżı fiʿli’ṣ-ṣûfiyye). Birçok zâhir ulemâsının bid‘at kabul ettiği musâfaha, hırka, halvet gibi tasavvufî uygulamaların bid‘at olmadığını ortaya koymak amacıyla kaleme alınmıştır (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 367, vr. 86b-106b; Âşir Efendi, nr. 157, vr. 1b-36a). 3. Nefḥatü’l-ilâhiyye fî ṭarîḳati’n-Naḳşibendiyye (Vâridâtü Şeyḫ Tâciddîn b. Zekeriyyâ). Müellif bu eserinde Nakşibendiyye silsilesini kaydettikten sonra tarikatın âdâb ve usulünü ele almıştır (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, AY, nr. 971, vr. 182a-190a; Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 3935, vr. 87b-93a). Tâciyye diye bilinen ve birçok nüshası bulunan eserin adı kütüphane kataloglarında ve bazı kaynaklarda Nefḥatü’l-ilâhiyye fî mevʿiẓeti’n-nefsi’z-zekiyye, Silsiletü ṭarîḳi’s-sâdeti’n-Naḳşibendiyye, Risâle fî beyâni muʿteḳadâti’s-sâdâti’n-Naḳşibendiyye, Risâle fî uṣûli’ṭ-ṭarîḳati’n-Naḳşibendiyye, Risâle fî âdâbi’ṭ-ṭarîḳati’n-Naḳşibendiyye şeklinde kaydedilmiştir. Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir nüshasının kapağında (Serez, nr. 1530, vr. 158a-167a) “eserin Ahmed b. Allân tarafından yapılan tercümesi” şeklinde yer alan kayıt doğru değildir. Eseri Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî Miftâḥu’l-maʿiyye fî ṭarîḳi’n-Naḳşibendiyye adıyla şerhetmiş, bu şerh Osman Bahrî b. Muhammed Emîn tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (İstanbul 1289). 4. Câmiʿu’l-fuʾâd. Bazı kaynaklarda yanlışlıkla Câmiʿu’l-fevâʾid diye kaydedilen eserde vera‘, tevekkül, mücâhede, muhabbet, fakr, zühd, rızâ, vahdet-i vücûd, cem‘, tefrika, semâ, raks, hırka, sohbet, uzlet gibi konular ele alınmıştır (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 367/1; İÜ Ktp., AY, nr. 5490). Müellif eserin başında, kendisine gelen bir talep üzerine önce Kuşeyrî’nin er-Risâle’sini şerhetmeye niyetlendiğini, ancak ömrünün yetmeyeceğini düşünerek bundan vazgeçip Câmiʿu’l-fuʾâd’ı yazdığını söyler. Bazı kayıtlarda müellife nisbet edilen Fevâʾidü’l-Ḳuşeyrî de bu eser olmalıdır. Tâceddin b. Zekeriyyâ ayrıca Abdurrahman-ı Câmî’nin Nefeḥâtü’l-üns’ü ile (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1967-1968; Dârü’l-kütübi’l-Mısriyye, nr. 9795) Fahreddin Safî’nin Reşeḥât-ı ʿAynü’l-ḥayât’ını Farsça’dan Arapça’ya (Taʿrîbü’r-Reşeḥât/Muʿarrebü’r-Reşeḥât) çevirmiştir (Süleymaniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 170, Hâlet Efendi-Ek, nr. 67; Nuruosmaniye Ktp., nr. 2344). Bunların dışında bazı kasidelerinin toplandığı Risâle fi’l-ḳaṣâʾid adlı bir eseri (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 367, vr. 107a-113a), velâyet hakkında küçük bir risâlesi (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, AY, nr. 971, vr. 190b-192a) ve Tuḥfetü’l-mülûk fî maʿrifeti men enṣafe bi’s-sülûk, Risâle fî beyâni sülûkü’l-Kübreviyye, eṣ-Ṣırâṭü’l-müstaḳīm, Esrârü’l-ʿibâde, Risâle der Bâb-ı Envâʿ-i Ṭıb adlı başka eserleri vardır. Onun yemek pişirme ve ağaç dikme usulleriyle ilgili eserler de kaleme aldığı belirtilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA
Tâceddin b. Zekeriyyâ, Muʿarrebü’r-Reşeḥât, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi-Ek, nr. 67, vr. 2b; a.mlf., Risâle fi’l-cevâb ʿan baʿżı fiʿli’ṣ-ṣûfiyye, Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 157, vr. 2a; a.mlf., Risâle fî uṣûli’ṭ-ṭarîḳati’n-Naḳşibendiyye, Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 474, vr. 47b-48a; Sem‘ânî, el-Ensâb, VIII, 367-368; İmâm-ı Rabbânî, Mektûbât, İstanbul, ts. (Fazilet Neşriyat), I, 257; Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1967-1968; Muhibbî, Ḫulâṣatü’l-es̱er, I, 18-19, 346-347, 464-470; II, 283; III, 50-51; Harîrîzâde, Tibyân, I, vr. 196b-202a; M. Hâşim-i Kişmî, Berekât: Zübdetü’l-Makāmât, İmam-ı Rabbani ve Yolundakiler (trc. A. Faruk Meyan), İstanbul 1974, s. 51-57; Muhammad Sâdiq Dihlawî, The Kalimât al-Sâdiqîn (trc. Muhammad Saleem Akhtar), New Delhi 1990, s. 24-25; Abdülhay el-Hasenî, Nüzhetü’l-ḫavâṭır, Beyrut 1420/1999, V, 499, 507-508; Brockelmann, GAL, II, 552-553; Suppl., II, 286-287, 618; Îżâḥu’l-meknûn, I, 356; II, 66, 664; Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 244; II, 280; S. de Laugier de Beaurecueil, Manuscrits d’Afghanistan, Kahire 1964, s. 62; J. S. Trimingham, The Sufi Orders in Islam, Oxford 1971, s. 93-95; S. A. A. Rizvi, Muslim Revivalist Movements in Northern India, New Delhi 1993, s. 198-199; Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend: Hayatı, Görüşleri, Tarîkatı, İstanbul 2002, s. 136, 206-208, 265-266, 393, 404; Abdullah Muhammed el-Habeşî, Câmiʿu’ş-şürûh ve’l-ḥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, III, 1780-1781; Muʿcemü’l-maḫṭûṭâti’l-mevcûde fî mektebâti İstânbûl ve Ânâṭûlî (haz. Ali Rıza Karabulut), [baskı yeri ve tarihi yok], I, 359; Nesîm Ahmed Ferîdî Emrûhî, “Tâcüddîn b. Zekeriyyâ”, UDMİ, VI, 18-21.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 342-343 numaralı sayfalarda yer almıştır.