TENSÎK

Bir ifadede yer alan kelimeleri birbiriyle uyumlu biçimde güzel sıralama anlamında bedî‘ terimi.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: İSMAİL DURMUŞBölüme Git
    Sözlükte “sıralamak, inci vb. şeyleri düzgün dizmek, sözün kelimelerini inci dizisi gibi sıralamak” anlamındaki nesk kökünden türeyen tensîk “düzgün b…
  • 2/2Müellif: MUSTAFA İSMET UZUNBölüme Git
    TÜRK EDEBİYATI. Türk edebiyatında tensîk Fars edebiyatının etkisiyle “tensîk-i sıfât” ve “siyâkatü’l-a‘dâd” şeklinde de geçmektedir. Bu sanat için gün…

Müellif:

Sözlükte “sıralamak, inci vb. şeyleri düzgün dizmek, sözün kelimelerini inci dizisi gibi sıralamak” anlamındaki nesk kökünden türeyen tensîk “düzgün biçimde dizmek” demektir (Lisânü’l-ʿArab, “nsḳ” md.). Bu edebî sanat kaynakların birçoğunda hüsn-i nesak diye geçer; ayrıca hüsnü’t-tenessuk, tertîb, hüsnü’t-tertîb, hüsnü’l-irtibât şeklinde de anılır. Bedî‘ ilminde tensîk, bir beyit veya ibare içinde yer alan kelime yahut cümleciklerin edebî zevke uygun ve üslûba güzellik verecek biçimde sıralanmasıdır. Konuyla ilgili en geniş açıklamayı “hüsnü’n-nesak” adıyla İbn Ebü’l-İsba‘ el-Mısrî yapmıştır. Mısrî’ye göre hüsn-i nesak nesirde kelimelerin, şiirde beyitlerin edebî zevki okşayacak bir uyumla dizilmesidir. Bu dizilme atıf harfleriyle yapılabileceği gibi bu harfler kullanılmadan da olur. Burada en önemli şey, kelimelerin cümle ve beyitlerde düzenli ve mükemmel sıralanması yanında aralarında tam bir uyum ve kaynaşmanın bulunması, ayrı veya dizim içinde iken aynı güzelliği ve mükemmelliği korumasıdır. Sıralamada önem dereceleri, olayların kronolojik seyri, mantıkî silsile ve fiilî durum gibi hususlar esas alınır. Kur’ân-ı Kerîm’de, “Sonunda ‘Ey arz, suyunu yut! Ey gök sen de yağmuru tut!’ denildi. Su kesildi, iş bitirildi, gemi Cûdî’ye demirledi ve zalim güruh için ‘lânet olsun’ denildi” meâlindeki âyette (Hûd 11/44) sıralamada kronoloji ve fiilî durum esas alınmıştır. Çünkü amaç, Nûh tûfanında uzun zaman gemide kalan insanlarla diğer canlıların bir an önce buradan kurtulup karaya ayak basmasının sağlanması olduğundan âyet her tarafı kaplayan suların çekilmesini belirten ibare ile başlamakta, yerde tekrar su birikmemesi ve karaya çıkanların bundan zarar görmemesi için yağmura kesilmesi emredilmekte, ardından suların kesildiği ve işin bittiği (ölenlerin öldüğü, kalanların kaldığı) haber verilmektedir. Geminin ileriki nesillere ibret olarak sabit bir yerde bulunması için Cûdî’de karar kılması da işin bitmesine bağlıdır. Âyetin zalimlere beddua ile sona ermesi helâk olayının zulüm yüzünden meydana geldiğini ve sadece zalimleri kapsadığını bildirme amacı taşıdığından vak‘alar dizisinin sonunda yer alması gerekir (İbn Ebü’l-İsba‘, Taḥrîrü’t-Taḥbîr, s. 425-428; Bedîʿu’l-Ḳurʾân, s. 164-165).

Müstakil olarak da ele alınan tensîku’s-sıfât sanatında bir mevsufla ilgili sıfatlar övme, yerme veya bir hususu açıklama amacına yönelik olarak ardarda sıralanır. Bu sanattan “cem‘u’l-evsâf” adıyla ilk söz eden kişi Kādî Ebü’l-Hasan el-Cürcânî’dir (el-Vesâṭa, s. 47). İbn Kayyim el-Cevziyye sıralanan sıfatlar arasında bağlaç kullanılmamasını şart koşar (el-Fevâʾid, s. 211). Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’de, ”الْمَلِكُ الْقُدُّوسُ السَّلَامُ الْمُؤْمِنُ الْمُهَيْمِنُ الْعَزِيزُ الْجَبَّارُ الْمُتَكَبِّرُ…“ ”الْخَالِقُ الْبَارِئُ الْمُصَوِّرُ…“ (O mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh, esenlik veren, güven veren, gözetip koruyan, üstün olan, istediğini kuvvetiyle yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır … O yaratan, var eden, şekil verendir) (el-Haşr 59/23-24) âyetlerinde övme, Kalem sûresinin (68) 10-13. âyetlerinde yerme ve Tahrîm sûresinin (66) 5. âyetinde sıfatların açıklama amacıyla sıralanışı görülmektedir. Şu hadiste de açıklama amacıyla sıfatların ardarda gelmesi söz konusudur:

ألا أخبركم بأحبّكم إليّ وأقربكم منّي مجالس يوم القيامة: أحاسنكم أخلاقا، المواطئون أكنافا، الذين يألفون ويؤلفون. ألا أخبركم بأبغضكم إليّ وأبعدكم منّي مجالس يوم القيامة: أسوؤكم أخلاقا، الثرثارون، المتفيهقون.

(Size kıyamet gününde benim en çok sevdiklerimi, meclisleri bana en yakın olanlarınızı haber vereyim mi? Bunlar ahlâkı en güzel ve alçak gönüllü olanlarınız, insanlarla iyi geçinen, onları seven ve sevilenlerinizdir. Size kıyamet gününde en sevmediğim, meclisleri bana en uzak kimseleri de haber vereyim mi? Bunlar sizin en kötü ahlâklılarınız, geveze ve boşboğaz olanlarınızdır) (Müsned, IV, 193, 194; Tirmizî, “Birr”, 71).

Dizim güzelliği bazan zıtların mantıkî bir taksimle aynı ifade içinde birleştirilip kaynaştırılmasından da ileri gelebilir. Ebû Nüvâs’ın şu kıtası buna örnektir: ”وإذا جلست إلى المدام وشربها / فاجعل حديثك كله في الكأس // وإذا نزعت عن الغواية فليكن / لله ذاك النزع لا للناس“ (İşret meclisinde isen bütün sözlerin kadeh üzerine olsun / Sefahati bırakacaksan bu bırakışın insanlar için değil Allah için olsun) (Dîvân, II, 13). Burada iki karşıt tema (mücûn ve zühd) ifadede aynı şeymiş gibi kaynaştırılarak bir uyum içinde ortaya konulmuştur. İki karşıt temanın kaynaşmasını sağlayan ortak unsur iyilikte de kötülükte de riyanın çirkinliğinin vurgulanmasıdır.

Başta tabakat ve terâcim kitaplarında biyografi sahibinin tanıtıldığı cümleler olmak üzere sanatlı nesir parçalarında, özellikle edebî mektuplar ve makāmât türü eserlerde tensîku’s-sıfâta dair bol örnek bulunmaktadır; “Fülânün… hasenü’s-sîre, nakıyyü’s-serîre, tayyibü’l-a‘râk, kerîmü’l-ahlâk, tâhirü’n-neseb, zâhirü’l-haseb, hamîdü’ş-şemâil, kesîrü’l-fezâil” gibi. Bu tür metinlerde sıralamada geçen seci ve aliterasyonlar tensîkin güzelliğini arttırır. Diğer taraftan manzumelerde veya Kur’an âyetleri gibi üstün edebî metinlerde bir beyit yahut ifade içinde tescî, takfiye, tarsî‘, tesmît, teczie, taştîr, tefvîf ve mümâselet gibi adlarla anılan kafiyeli, secili, aliterasyonlu, vezinli unsurların bulunması ifadenin güzelliğine güzellik katar: ”إِنَّ الْأَبْرَارَ لَفِي نَعِيمٍ ۰ وَإِنَّ الْفُجَّارَ لَفِي جَحِيمٍ“ (Naîm içindedir ebrâr, cahîm içindedir füccâr) (el-İnfitâr 82/13-14). Aynı şekilde manzumelerdeki sıralamada cem‘, tefrik, taksim, siyâkatü’l-a‘dâd, leff ü neşr ve müzâvece gibi bedî‘ nevilerinin bulunması dizim güzelliğini etkiler. Mütenebbî’nin bir hükümde (tanıma hükmü) yedi ismi birleştirdiği (siyâkatü’l-a‘dâd) beyti bu türdendir: ”فالخيل والليل والبيداء تعرفني / والرمح والسيف والقرطاس والقلم“ (At, gece ve çöl tanır beni / Mızrak-kılıç, kitap-kalem de) (Dîvân, III, 339). Kur’ân-ı Kerîm’de kıyamet günü insanların ashâbü’l-meymene, ashâbü’l-meş’eme ve sâbikūn adıyla üç sınıfa ayrılacağı belirtildikten sonra her birinin durumunun ve niteliklerinin ayrıntılı şekilde beyan edilmesi (el-Vâkıa 56/8-48), yine hadislerde iyi ve kötü hasletler, insan grupları vb. açıklanırken yapılan sınıflama ve sıralamalar taksim ve tensîk sanatlarının güzel örneklerindendir. Hz. Peygamber’in edebî sanatlarla övüldüğü uzun manzumeler olan bedîiyyâtta ve onların şerhlerinde tensîk sanatıyla ilgili güzel beyitler görülür. Özellikle Safiyyüddin el-Hillî ile Abdülganî en-Nablusî’nin beyitleri birer şaheser kabul edilir: ”والذّئب سلم والجنّيّ أسلم / والثعبان كلم والأموات في الرجم“ (Kurt selâma durdu, cin müslüman oldu / Yılan konuştu, dile geldi ölüler kabirlerinde) (Safiyyüddin el-Hillî, s. 249).

”كالطود في عظم، كالبدر في شرف / كاللّيث في هيبة كالغيث في كرم“ (Dağdı azamette, dolunaydı şerefte / Aslandı heybette, yağmurdu cömertlikte) (Nablusî, s. 214). Burada da görüldüğü gibi kategorik sıralamalar tensîk sanatına ayrı bir güzellik katmaktadır. Bunlardan ilk beyitte mûcizelere, ikinci beyitte benzetmelere dahil olan unsurlar ardarda sıralanmıştır. Kasidelerde beytü’l-kasîd de (en güzel beyit) lafzı ve anlamıyla kendine yeterli olduğu, önündeki ve sonundaki beyit dizisiyle tam bir uyum ve kaynaşma halinde bulunduğu için hüsn-i nesakın örneklerinden kabul edilmiştir (a.g.e., a.y.).

Fars edebiyatında tensîk-i sıfât olarak adlandırılan bu tür bazan övgü, bazan da hiciv maksadıyla kullanılmıştır. İran edebiyatının en eski metinlerinden olan Avesta’da tensîk örneklerine çokça rastlanır. XII ve XIII. yüzyıllarda nesirde sözü süslemek ve çeşitlendirmek için bu sanattan yararlanılmıştır. Şiirde Horasan akımının temsilcisi sayılan Unsurî tensîk sanatını şiirlerinde en çok kullanan şairdir.

BİBLİYOGRAFYA
et-Taʿrîfât, “Tensîḳ” md.; Tehânevî, Keşşâf (Dahrûc), I, 519, 673; Müsned, IV, 193, 194; Ebû Nüvâs, Dîvân (nşr. Îliyyâ Selîm Hâvî), Beyrut 1987, II, 13; Ebü’l-Hasan İbn Tabâtabâ, ʿİyârü’ş-şiʿr (nşr. Abbas Abdüssâtir), Beyrut 1402/1982, s. 54-59; Mütenebbî, Dîvân (Ukberî, et-Tibyân fî şerḥi’d-Dîvân içinde, nşr. Mustafa es-Sekkā v.dğr.), Beyrut 1397/1978, III, 80, 339; Ebü’l-Hasan el-Cürcânî, el-Vesâṭa beyne’l-Mütenebbî ve ḫuṣûmih (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim – Ali M. el-Bicâvî), Kahire-Beyrut 1386/1966, s. 47-48; İbn Sinân el-Hafâcî, Sırrü’l-feṣâḥa, Beyrut 1402/1982, s. 268-269; Reşîdüddin Vatvât, Ḥadâʾiḳu’s-siḥr fî deḳāʾiḳi’ş-şiʿr (nşr. Abbas İkbâl), Tahran 1342, s. 51-52; Fahreddin er-Râzî, Nihâyetü’l-îcâz fî dirâyeti’l-iʿcâz (nşr. Bekrî Şeyh Emîn), Beyrut 1985, s. 291; İbn Ebü’l-İsba‘, Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 425-428, 536-539; a.mlf., Bedîʿu’l-Ḳurʾân (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1392/1972, s. 164-165, 246-247; Şehâbeddin Mahmûd, Ḥüsnü’t-tevessül ilâ ṣınâʿati’t-teressül (nşr. Ekrem Osman Yûsuf), Bağdad 1480/1980, s. 248; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, Kahire, ts. (Dârü’l-kütüb), VII, 131; Safiyyüddin el-Hillî, Şerḥu’l-Kâfiyeti’l-bedîʿiyye (nşr. Nesîb Neşâvî), Dımaşk 1402/1982, s. 249; İbn Kayyim el-Cevziyye, el-Fevâʾidü’l-müşevviḳ ilâ ʿulûmi’l-Ḳurʾân, Kahire, ts. (Mektebetü’l-Mütenebbî), s. 211-213; İbn Hicce, Ḫizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 415-416; Süyûtî, Muʿterekü’l-aḳrân fî iʿcâzi’l-Ḳurʾân (nşr. Ali M. el-Bicâvî), Kahire 1973, I, 404-405; Abdülganî b. İsmâil en-Nablusî, Nefeḥâtü’l-ezhâr, Beyrut 1404/1984, s. 214-216; Sâmî ed-Dehhân, Şerḥu Dîvâni Ṣarîʿi’l-ġavânî, Dımaşk 1376/1957, s. 325; Celâleddin Hümâî, Fünûn-ı Belâġat ve Ṣınâʿât-ı Edebî, Tahran 1363 hş., II, 292-293; Ahmed Matlûb, Muʿcemü’l-muṣṭalaḥâti’l-belâġıyye ve teṭavvürühâ, Bağdad 1406/1986, II, 348-351, 367-369, 434, 436, 444; Hüseyin Hatîbî, Fenn-i Nes̱r der Edeb-i Fârsî, Tahran 1375 hş., s. 239-240; Perîsâ Sencâbî, “Tensîḳ-ı Ṣıfât”, DMBİ, XVI, 221-222.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 465-467 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

TÜRK EDEBİYATI. Türk edebiyatında tensîk Fars edebiyatının etkisiyle “tensîk-i sıfât” ve “siyâkatü’l-a‘dâd” şeklinde de geçmektedir. Bu sanat için günümüzde “sürekli niteleme, kerteleme, tırmanma” gibi adlar teklif edilmiştir. Osmanlı belâgat literatüründe Mutavvel Tercümesi’nden itibaren Teshîlü’l-arûz ve’l-kavâfî ve’l-bedâyi‘, Arûz-i Türkî (Sanâyi-i Şi‘riyye ve İlm-i Bedî‘), Belâgat-ı Lisân-ı Osmânî ve Mebâni’l-inşâ gibi eserlerde yer alan tensîk sanatı son eserde sanâyi-i ma‘neviyye, diğerlerinde sanâyi-i lafzıyye arasında zikredilmiştir. Bu farklılık, Kaya Bilgegil’in işaret ettiği gibi edâya sağladığı âhenk yönünden lafız sanatlarıyla, mânaya verdiği kuvvet yönünden mâna sanatlarıyla irtibatlandırılmasından kaynaklanmış görünmektedir.

Cevdet Paşa’nın Belâgat-ı Osmâniyye ve Diyarbekirli Said Paşa’nın Mîzânü’l-edeb adlı eserlerinde sanâyi-i lafzıyye ve ma‘neviyye arasında tensîk konusu bulunmazken Reşid Paşa ve Muallim Nâci’nin eserlerinde tensîke yer verilmiştir. Muallim Nâci irtikāî ve inhitâtî diye ikiye ayırdığı tensîki şöyle tanımlanmıştır: “Sıra ile zikrolunacak şeyleri aşağıdan yukarı yahut yukarıdan aşağı tertip üzere irad etmektir.” Nâci tensîk-i irtikāîye şu örneği vermiştir: “Esselâm ey emîr-i Âl-i resûl / Esselâm ey enîs-i cân-ı Betûl // Esselâm ey nühüfte nûr-ı celî / Esselâm ey fürûğ-ı kalb-i Alî // Esselâm ey şehîd-i gam-perver / Esselâm ey hafîd-i peygamber.” Muallim Nâci bu örnek için şu açıklamayı yapmaktadır: Şair Hz. Hüseyin’e önce “enîs-i cân-ı Betûl”, ardından “fürûğ-ı kalb-i Alî”, daha sonra “hafîd-i peygamber” demek suretiyle onun değerini nesebiyle irtibatlandırarak gittikçe yükselen niteliklerle anıp selâmlamakta ve zihinlerde onun yerini daha da belirginleştirmektedir.

Recâizâde Mahmud Ekrem Ta‘lîm-i Edebiyyât’ta konuya iki ayrı başlık altında temas etmiştir. Konuyu önce Batı retoriğinden hareketle ele almış, kaynağı olan Emile Lefranc’ın tanımını tercüme ederek “sâid” ve “hâbit” taksimiyle “tedrîc” başlığı altında vermiştir: “Bir nevi mecazdır ki onunla müellif hayalden hayale, fikirden fikre derece derece çıkarak veya inerek istediği noktaya vâsıl olur.” Recâizâde tedrîc-i sâide Abdülhak Hâmid’in şu cümlelerini örnek göstermiştir: “Târık b. Ziyâd nefer değil, serdar değil bir ordu idi, bir kale idi … Târık b. Ziyâd ordu değil, kale değil bir iklim idi.” Daha sonra “tensîk-i sıfât” başlığıyla konuya tekrar temas etmiş, “Eşhas ve eşyadan birini tavsif için sıfât-ı mütevâliye irad etmektir” şeklinde bir tanım vermiştir. Ayrıca tekellüfsüz bir şekilde kullanılmasının gereği üzerinde önemle durduğu sıfatların tabiilikten uzaklaşmadan sıralanması halinde makbul, sanat göstermek maksadıyla gelişigüzel ardarda sıralanmasının yersiz olacağını söylemiş ve şu örneği yazmıştır: “Hâsılı mehd-i insâniyyet, mescid-i aksâ-yı diyânet, evvelîn-i dershâne-yi hikmet, dârü’l-muallimîn-i ma‘rifet, numûne-i umrân-ı medeniyyet, meşrik-i envâr-ı ma‘delet olan Asya kıtası …” Nâmık Kemal’den aktarılan bu cümlede Asya kıtası insanlığın doğduğu yer olmaktan başlanıp medeniyet eserlerinin bulunduğu yer diye övülmüş, ardından adalet nurlarının ilk parladığı bir bölge olarak nitelendirilmiştir.

Muallim Nâci’nin tensîk için yaptığı tanım Recâizâde’nin tedrîc için yaptığı tanımla örtüşmekte, ilkinin irtikāî-inhitâtî taksimi ikincisinin sâid-hâbit şeklindeki bölümlemesiyle uyum göstermektedir. Eskilerin tensîk veya tensîk-i sıfât dedikleri sanatı Recâizâde doğrudan sıfat kullanımının dışındaki anlatımlar için tedrîc sözüyle karşılamaktadır. Kâzım Yetiş’in tedrîcin ilk defa Ta‘lîm-i Edebiyyât’ta görüldüğünü söylemesi bu farklı anlayışa işaret sayılmalıdır. Bu durumda tensîk-i sıfâtın aynı amaçla ve bilhassa sıfatların sıralanmasından ibaret bir farklılığı söz konusudur. Türk Dil Kurumu’nun Edebiyat ve Söz Sanatı Terimleri Sözlüğü’nde de (Ankara 1948, s. 65) tensîk ve tedrîce iki ayrı sanat gibi ayrı başlıklar altında yer verilmiştir. Ancak Muallim Nâci ve Recâizâde’nin örnekleri incelendiğinde ifadelerde kullanılan kelimelerin sıfat veya isim olmasının çok önemli bir fark teşkil etmediği görülür. Her iki sanatta tanıtılan veya övülenlerin daha iyi anlatılması, zihinde en güzel biçimde canlandırılması gibi maksatlar öne çıkmaktadır. Bu iç içe giriş sanatın Arap edebiyatındaki değerlendirmesinden kaynaklanmaktadır.

Konuyu ele alan belâgatçıların verdiği tariflerden hareketle tensîki “bir varlık ya da kavramın okuyucu veya dinleyicinin zihninde yazı yahut sözle en güzel şekilde ifade edilerek canlandırılması amacıyla en uygun kelimeler ve özellikle sıfatlar seçilip âhenk ölçülerine göre en etkili biçimde gittikçe yükselen veya alçalan bir derecelendirme ile sıralanması suretiyle ifadeye kuvvet ve güzellik kazandırılması” diye tanımlamak mümkündür. Bunun en mükemmel örneklerinden biri Mehmed Âkif’in Çanakkale şehidlerine hitabında görülmektedir: “Sen ki İslâm’ı kuşatmış boğuyorken hüsran / O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın / Sen ki rûhunla berâber gezer ecrâmı adın / Sen ki a‘sâra gömülsen taşacaksın … Heyhât / Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât … / Ey şehîd oğlu şehid, isteme benden makber / Sana âgūşunu açmış duruyor Peygamber.” Türk edebiyatında tensîkin klasik örneklerinden biri, Fuzûlî’nin Hadîkatü’s-suadâ’sında (s. 144) Hz. Hasan’ın ağzından annesi Fâtıma, babası Ali ve dedesi Hz. Muhammed muhatabı bir yahudiye tanıtılırken onların niteliklerinin en doğal biçimde ve en kolay anlaşılacak şekilde ifade eden sıfatların ardarda sıralandığı paragraftır. Nitekim Hz. Ali hakkındaki, “Vâlidim şîr-i yezdân, şâh-ı merdân, muhaddid-i cihât-ı mekârim, muhterî-i kavânîn-i merâhim, musalli’l-kıbleteyn, kurretü’l-ayn-ı seyyidü’s-sekaleyn, reîsü’l-evliyâ, enîsü’l-enbiyâ yani Aliyy-i Murtazâ” sözleri etkili bir ifadedir. Ganîzâde Mehmed Nâdirî’nin Resûl-i Ekrem’in vasfında söylediği na‘tındaki şu beyitler de bu sanatla ilgili örneklerin başında gelmektedir: “Medâr-ı hilkat-i âlem bahâr-ı tıynet-i âdem / Süvâr-ı arsa-i târem emîr-i meclis-i gabrâ // Habîb-i hazret-i izzet tabîb-i illet ü zillet / Kefîl-i rahmet-i ümmet delîl-i cennetü’l-me’vâ // Hatâ-pûşende-i müznib atâ-bahşende-i tâib / Emân-ı meşrik u mağrib emîn-i Yesrib ü Bathâ // Cenâb-ı Ahmed-i mürsel imâm-ı zümre-i kümmel / Mufassal-sâz-ı her mücmel rumûz-âmûz-ı her dânâ.”

BİBLİYOGRAFYA
Muallim Nâci, Lugat-ı Nâcî, İstanbul, ts., s. 288; a.mlf., Istılâhât-ı Edebiyye, İstanbul 1307; s. 235-236; a.mlf., Edebiyat Terimleri: Istılâhât-ı Edebiyye (haz. M. A. Yekta Saraç), İstanbul 1996, s. 164, 183-184; Fuzûlî, Hadikatü’s-süeda (haz. Şeyma Güngör), Ankara 1987, s. 144; Recâizâde Mahmud Ekrem, Ta‘lîm-i Edebiyyât, İstanbul 1299, s. 321-323, 330-331; Ahmed Reşid [Rey], Nazariyyât-ı Edebiyye, İstanbul 1328, I, 280-281; M. Kaya Bilgegil, Edebiyat Bilgi ve Teorileri-Belâgat, İstanbul 1989, s. 281-283; Kâzım Yetiş, Talîm-i Edebiyat’ın Retorik ve Edebiyat Nazariyâtı Sâhasında Getirdiği Yenilikler, Ankara 1996, s. 295, 301-302; M. A. Yekta Saraç, Klâsik Edebiyat Bilgisi Belâgat, İstanbul 2000, s. 168-169.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2011 yılında İstanbul’da basılan 40. cildinde, 467-468 numaralı sayfalarda yer almıştır.