USÛLÜ’d-DÎN

Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî’nin (ö. 493/1100) kelâma dair eseri.

Müellif:

Müellifin notuna göre 481 (1088) yılında tamamlanmıştır. Hacimleri yarım sayfa ile on altı sayfa arasında değişen doksan altı babdan (mesele) meydana gelir. Muhteva, klasik kelâm kitaplarının planına uygun şekilde üç temel esas (usûl-i selâse) üzerine kurulmuş olup baş tarafta varlık ve bilgi bahislerine, sonda imâmet konusuna yer verilmiştir. Uṣûlü’d-dîn’in muhtevasını mukaddime ile girişten sonra dört bölüm halinde bir ekle beraber tanıtmak mümkündür. Müellif mukaddimede tevhid ilmi alanında İslâm filozofları, Mu‘tezile ve Mücessime tarafından yazılan bazı eserleri incelediğini belirtir; bunların kişiyi tehlikeli düşüncelere sevkettiğini, inancı zaafa uğrattığını, bid‘atlara düşürdüğünü söyler ve bu tür eserleri okumamayı öğütler. İbn Küllâb ve Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî’nin çalışmalarına temas ederek yanlış noktalarını bilmek şartıyla bu tür eserlerden de faydalanılabileceğini kaydeder. Daha sonra “imam ve zâhid” Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin kaleme aldığı Kitâbü’t-Tevḥîd’de anlaşılması zor yerler, gereksiz bazı uzatmalar ve tertibinde düzensizlik bulunduğundan kendisinin bu eseri yazmaya gerek duyduğunu söyler. Döneminde kendi ülkesinde bir taraftan dalâlet ve bid‘at ehlinin bulunması, diğer taraftan Hanefî fakihlerinin fıkıh bahislerine dalıp tevhid ilmini ihmal etmeleri kendisini Ehl-i sünnet çizgisinde bir eser yazmaya yönelttiğini zikreder. Kitabın birinci mesele ile başlayan giriş niteliğindeki kısmında kelâm ilminin öğrenilip öğretilmesinin meşruiyeti ele alınır. Müellif “Ehl-i sünnet’ten” kaydıyla zikrettiği kelâmcıların bunu meşrû gördüğünü, ayrıca Eş‘ariyye ve Mu‘tezile’nin de bu kanaatte olduğunu, ancak hadis âlimlerinin bunu câiz görmediğini belirtir. Aslında dinin esaslarından ibaret olan kelâm meselelerinin öğrenilmesinin farz-ı ayın kabul edildiğini söyler. Ardından Sûfestâiyye eleştirilir ve klasik kelâm kitaplarında olduğu gibi bilgi bahsi işlenir (mesele: 1-8).

Eserin ilâhiyyât konularına ayrılan birinci bölümü âlemin yaratılmışlığı ve Allah’ın varlığının ispatıyla başlar; başta tevhid olmak üzere selbî-tenzîhî ve sübûtî sıfatların açıklanmasıyla devam eder, ardından irade sıfatı üzerinde durulur. Daha sonra kelâm sıfatı ele alınır; Allah’ın zâtı ile kāim olan kadîm kelâm ile insanlarca okunup duyulabilen hâdis kelâm ayırımı yapılır. Kelâmcılar arasında sadece Mâtürîdîler’ce benimsenen tekvin-mükevven konusu tartışılır. Bu arada Mâtürîdî’nin kelâm konularında Eş‘arî’den önce fikir yürüttüğüne temas edilir (s. 70). Birinci bölümün sonunda rü’yetullah meselesi üzerinde durulur ve isim-müsemmâ konusuna değinilir (mesele: 9-22). İkinci bölüme nübüvvet konularıyla girilir. Burada nübüvvetin aklen mümkün olduğu ve Hz. Âdem’le başladığı, Berâhime, yahudi ve hıristiyanlarda görüldüğü gibi peygamberlerin sadece bir kısmını benimsemenin kişiyi mânevî sorumluluktan kurtarmadığı, Hz. Muhammed’in mûcizesini Kur’an’ın teşkil ettiği hususları işlenir (mesele: 23-25). Kaderle ilgili konular, güç yetirilemeyecek şeylerle mükellef tutulma, lutuf ve vücûb alellah gibi meseleler, kebîre işleyenin dinî durumu ve imanın mahiyeti bahisleri açıklanır (mesele: 26-42).

Kitabın üçüncü bölümü sem‘iyyât konularına ayrılmıştır. Burada âhiretle ilgili meseleler şöylece yer alır: Ba‘s, mîzan, sırat, hesap, havz-ı kevser, kabir azabı, Münker ve Nekir, cennetle cehennemin şu anda mevcudiyeti ve bunların ebedî oluşu (mesele: 43-51). Bölümün daha sonraki kısmında aslında sem‘iyyâtla ilgisi bulunmayan, katledilmek suretiyle -bir bakıma zamanından önce- ölen kimsenin eceliyle ölüp ölmediği, peygamberlerin günahtan korunmuşluğu, dünyada kişinin mümin iken kâfir, kâfir iken mümin durumuna geçmesi, buna bağlı olarak imanda istisna konularına yer verilir (mesele: 52-54). Dördüncü bölüm imâmet meselelerine dairdir. Bu bölümde dört halifenin meşruiyeti, devlet başkanında aranacak nitelikler, Hz. Ali ile Muâviye arasında ortaya çıkan anlaşmazlıkta Ali’nin haklı olduğu, bununla birlikte onun vefatından sonra Muâviye’nin meşrû imam konumuna geldiği belirtilir. Dört halifenin meşruiyeti bağlamında fazilet mukayesesi müminlerle melekler, ayrıca peygamberlerle dört büyük melek için de yapılır (mesele: 55-72). Ardından yirmi üç başlık altında (mesele: 73-95) bir kısmı önceki bahislerde geçen konulara temas edilir. Bunlar arasında aklın dindeki yeri, elest bezminde insan türünden ahdin alınıp alınmadığı, evliyanın kerameti, şeriat-hakikat ilişkisi, Ehl-i sünnet’in ölçütleri gibi meseleler yer alır.

Uṣûlü’d-dîn’in sonuna eklenen kısımda (mesele: 96) müellif küfür ehlinde olduğu gibi ehl-i kıble içinde de çeşitli fırkaların ortaya çıktığını, bunların en kötüsünü felsefe yaptıklarını iddia eden Karmatîler’in teşkil ettiğini belirttikten sonra filozofların da kendilerini dinî sınırların dışına çıkaran kanaatlerinin bulunduğunu ileri sürer ve Mu‘tezile’nin onlardan etkilendiğini kaydeder. Ardından İslâm mezheplerini yedi grup halinde kısaca tanıtır. Hz. Peygamber’in, ashabın ve tâbiînin yolunu izleyen Ehl-i sünnet’in fukaha, kurrâ, sûfiyye ve ehl-i hadîsten oluştuğunu söyler. Bu zümrelerle üç dört meselede farklı görüşleri bulunan Eş‘ariyye ile Küllâbiyye’nin de Ehl-i sünnet’e mensubiyet iddiasında bulunduklarını belirtir. Ehl-i sünnet’in inanç esaslarını bir liste halinde sunduktan sonra Eş‘arî ile İbn Küllâb’ın Ehl-i sünnet’ten ayrıldığı meseleleri zikreder; ardından bid‘at mezheplerini Revâfız, Havâric, Kaderiyye ve Mu‘tezile, Cebriyye, Mürcie ve Mücessime şeklinde sıralar. Sûfiyye’nin çoğunun Ehl-i sünnet içinde bulunduğunu söylemekle birlikte bunlardan bazı dalâlet ve bid‘at mezheplerinin türediğini de belirtir.

Ebû Mansûr el-Mâtürîdî’nin eserinden sonra ve Ebü’l-Muîn en-Nesefî’den önce mezhebin en önemli kitabı sayılan Uṣûlü’d-dîn muhtevası ve meselelere yaklaşımı bakımından Kitâbü’t-Tevḥîd’le paralellik arzeder. Pezdevî mukaddimede Kitâbü’t-Tevḥîd’in tertibini eleştirmişse de kendi eserinde zikrettiği epeyce meselenin yanı sıra ondan aldığı çeşitli bahisleri ikinci ve üçüncü bölümün sonuna eklemiştir. Eserde Mâtürîdî ismine atıflar yapıldığı halde (Fihrisü’l-esmâ, s. 30) Mâtürîdiyye adı geçmemektedir. Muhtevanın çeşitli yerlerindeki ifadelerden anlaşıldığı üzere müellif “Ehlü’s-sünne ve’l-cemâa” terkibiyle Hanefî-Mâtürîdîler’i kastetmiş, Küllâbiyye ile Eş‘ariyye’yi bazı meselelerdeki farklı görüşlerinden dolayı ayrı isimlerle zikretmiştir. Uṣûlü’d-dîn, konulara yaklaşımı ve ifade şekli açısından sonraki Sünnî kelâm eserlerini etkileyen ve İslâm mezheplerine bakışı açısından dikkat çeken bir eserdir.

Uṣûlü’d-dîn’in Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi (İsmail Saib Sencer, nr. 2/1261), Süleymaniye (Esad Efendi, nr. 1262) ve Kayseri Râşid Efendi (nr. 516) kütüphanelerinde yazma nüshaları bulunmaktadır. Hans Peter Linss, sadece İsmail Saib Sencer nüshasına dayanarak eserin başarılı sayılmayan bir neşrini gerçekleştirmiş (Kahire 1383/1963), eseri Şerafettin Gölcük Ehl-i Sünnet Akaidi adıyla Türkçe’ye çevirmiştir (İstanbul 1980). G. C. Anawati, Mısır’da basılan Arapça kaynak eserleri tanıttığı makalesinde (bk. bibl.) Uṣûlü’d-dîn’in başlıca kaynaklarını ve muhtevasını ele almıştır. Muhammed Hâdî Hüseyin ve Abdülhamîd Kemâlî The Nature of the Islamic State başlıklı eserlerinde Uṣûlü’d-dîn’in imâmetle ilgili bölümünü (mesele: 55-70) İngilizce’ye tercüme etmiş (Karachi 1977, s. 260-278), Daniel Gimaret, Pezdevî’nin insanın iradî fiilleri konusundaki görüşünü Uṣûlü’d-dîn’e dayanarak ortaya koymaya çalışmıştır (Théories de l’acte humain en théologie musulmane, Paris 1980, s. 190-195).


BİBLİYOGRAFYA

Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Uṣûlü’d-dîn (nşr. H. P. Linss), Kahire 1383/1963.

G. C. Anawati, “Textes arabes anciens édités en Egypte”, , VIII (1964-66), s. 292-298.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2012 yılında İstanbul’da basılan 42. cildinde, 217-218 numaralı sayfalarda yer almıştır.