VERRÂK, Ebû Bekir

Ebû Bekr Muhammed b. Ömer b. Fazl el-Verrâk el-Hakîm et-Tirmizî (ö. 280/893)

İlk sûfî müelliflerden.

Müellif:

Aslen Tirmizli olup daha çok Belh’te ikamet etmiştir. Bir dönem hadis rivayetinde bulunmuş, fakat daha sonra müridliğe engel teşkil ettiği gerekçesiyle hadis rivayetini bırakmıştır (Kuşeyrî, s. 347). İlk dönem kaynaklarında yer almayan bir bilgiye göre ünlü muhaddis Ebû Îsâ et-Tirmizî’nin dayısıdır (Lâmiî, s. 174). Devrin önemli sûfîlerinden Ahmed b. Hadraveyh ve özellikle Hakîm et-Tirmizî’nin sohbetlerinden istifade etti. Ebû Ali el-Cûzcânî ve Ebû Saîd el-Harrâz kendileriyle görüştüğü bilinen diğer sûfîlerdir. Mâtürîdiyye mezhebinin başlangıç dönemine ait es-Sevâdü’l-aʿẓam’ın müellifi Hakîm es-Semerkandî onun yetiştirdiği talebeler arasında yer alır. “Müeddibü’l-evliyâ” unvanıyla anılan Verrâk Tirmiz’de vefat etti.

Verrâk’ın fikirlerinin şekillenmesinde velâyet konusundaki görüşleriyle tanınan Hakîm et-Tirmizî’nin önemli etkisinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Onun, şeyhi gibi “Hakîm” sıfatıyla şöhret kazanmasının sebebi de bu olmalıdır. İlk dönem kaynaklarında Hakîm et-Tirmizî’ye dair hemen bütün menkıbeler ondan nakledilmiştir. Verrâk halkı âlimler, fakirler (sûfîler) ve emîrler şeklinde üç gruba ayırır. Bunlardan her birinin kendi sorumluluk alanlarına göre davranmasını toplumun sağlıklı biçimde varlığını sürdürmesinin temel şartı kabul eder. Ona göre âlimlerin sorumluluğu ibadetle, sûfîlerinki ahlâkla, idarecilerinki geçimle alâkalıdır. Âlimlerin bozulması şeriata bağlılığın gevşemesine, sûfîlerin bozulması halkın ahlâkının zayıflamasına, idarecilerin bozulması geçim sıkıntısına sebebiyet verir. Her kesim kendisiyle ilgili hususlara özen göstermeli ve birbirleriyle münasebetlerine dikkat etmelidir. Aksi takdirde toplumun çözülüp dağılması kaçınılmazdır. Verrâk devlet adamlarının âlimlerden uzak durdukları sürece bozulacaklarını, âlimlerin devlet adamlarıyla içli dışlı oldukları sürece fesada uğrayacaklarını, dervişlerin hürmet ve itibar talep ettikçe durumlarının kötüleşeceğini söyler. Ahlâkla tasavvuf erbabı arasında kurduğu ilişki çerçevesinde sûfîlere önemli bir görev yükleyen Verrâk onların sorumluluk alanına giren ahlâkın bozulması durumunda fâsıkların sâlihlere, zalimlerin âdillere, kâfirlerin müslümanlara galip geleceğini öne sürer. Ebû Bekir el-Verrâk, sûfîler arasında yaygın olan bir yönteme başvurmak suretiyle zühd kelimesini onu teşkil eden harflere dayanarak tanımlamaya çalışır. Buna göre zühd (ز هـ د) ziyneti, hevâyı ve dünyayı terketmekten ibarettir. Zühdün iman ve amel yönüne dikkat çeken Verrâk zühdü ve fıkhı bir yana bırakıp ilim namına kelâmla uğraşan kimsenin zındık, fıkıhla kelâmı bir kenara atıp zühd ile iktifa edenin bid‘atçı, zühd ve kelâmı terkederek fıkıhla yetinmeye kalkışan kimsenin fâsık olacağını söyler. Kurtuluş bunların her birinden nasibini almakla mümkündür.

Tasavvufî terbiyenin temel yöntemlerinden kabul edilen seyahati müridlerine yasaklayan Verrâk bu noktada diğer sûfîlerden ayrılır. Ona göre mürid için üç âfet söz konusudur. Bunlardan birincisi sefer, ikincisi evlenmek, üçüncüsü hadis yazmaktır. Verrâk muhtemelen bu anlayışı sebebiyle halvete önem vermiş, etrafındakilere de halveti tavsiye etmiştir. Onun bu hayatı tercih etmesinde yalnızlıktan hoşlanan tabiatının da önemli payı vardır. Nitekim ömür boyu Hızır’la karşılaşma arzusu taşıdığı ve hemen her gün yalnız başına kabristana gitmeyi âdet edindiği nakledilmektedir. Halvete rağbet etmesinin asıl sebebi ise insanlardan gelecek eziyetten kaçmak değil onlara sıkıntı vermekten sakınmaktır.

Ebû Bekir el-Verrâk’ın velâyet konusundaki görüşleri ana hatlarıyla Hakîm et-Tirmizî’nin yorumlarına dayanır. Verrâk da onun gibi hakîm kelimesini “velî”, hikmeti de “mârifet” mânasına gelecek şekilde kullanır. Verrâk’a göre hakîmler nebîlerin halefidir ve nübüvvetten sonra geriye, şer‘î hususları sağlamlaştırmaktan ibaret olan hikmetten başka bir şey kalmamıştır. Hikmetin ilk alâmeti susmak ve gerektiği kadar konuşmaktır. Mârifete erişmek isteyen kimsenin öncelikle nefsini mevki ve makam hırsından arındırması gerekir. Mârifet-yakīn ilişkisi hususunda yine şeyhi gibi imanla yakīn arasındaki ilişkiye dikkat çeken Verrâk, Allah’ın akılla değil kalbin dayanağı ve bir nur olan yakīn ile bilinebileceğini söyler. Zira kâmil iman ancak yakīn ile gerçekleşir.

Semavî kitapların tamamını okuduğu, tasavvufa dair risâleler kaleme aldığı, aynı zamanda divan sahibi bir şair olduğu kaydedilen Verrâk’ın bir eseri Risâle fi’l-ḥikme ve’t-taṣavvuf adını taşımaktadır. Eski kaynaklarda zikredilmeyen Kitâbü’l-ʿÂlim ve’l-müteʿallim de (İskenderiye Belediye Ktp., nr. B. 1218) ona nisbet edilmektedir. Bu eseri ilk defa Zâhid Kevserî neşretmiş (Kahire 1939), ardından Rif‘at Fevzî Abdülmuttalib ve Ali Abdülbâsıt Mezîd tahkik ederek yayımlamıştır (Kahire 2001).


BİBLİYOGRAFYA

Serrâc, el-Lüma‘: İslâm Tasavvufu (trc. H. Kâmil Yılmaz), İstanbul 1996, s. 60, 256.

, s. 60, 98, 107.

, s. 221.

, X, 350.

, s. 96, 245-246.

, s. 149, 241, 315, 347, 555.

, IV, 165.

Ferîdüddin Attâr, Tezkiretü’l-evliya (trc. Süleyman Uludağ), İstanbul 1991, s. 549-554.

İbn Kayyim el-Cevziyye, Medâricü’s-sâlikîn: Kur’anî Tasavvufun Esasları (trc. Ali Ataç v.dğr.), II, 325.

, s. 174.

, I, 91.

, XII, 78.

, I, 646.

B. Reinert, “Abū Bakr al-Warrāq”, , I, 265-266.

Mustafa Can, “Hakîm es-Semerkandî”, , XV, 193.

Gholam-Ali Arya, “Abū Bakr al-Warrāq”, Encyclopaedia Islamica, London 2008, I, 620-622.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 43. cildinde, 58-59 numaralı sayfalarda yer almıştır.