ZÂY

Arap alfabesinin on birinci harfi.

Müellif:

Osmanlı alfabesinin on üçüncü, Türk alfabesinin yirmi dokuzuncu harfi olup ebced düzeninde yedinci sırada yer aldığından sayı değeri yedidir. Arapça’da yazım (grafi) bakımından benzediği râ harfinden ayırmak amacıyla “zây-ı mu‘ceme / rây-ı mu‘ceme” diye tanımlanır. Kāmus Tercümesi’ne göre (IV, 997) Arap alfabesinde bu harfin “zâ’, zây, zeyy, zey, ze’y” şeklinde beş söylenişi vardır; çoğulu “ezvâ’, ezvâ, ezvî, ezyâ’”dır. Fenike dilinde ve Ârâmîce’de adı “zai” olup “silâh” anlamındadır. İbrânîce’de “zain” (zayin) şeklinde söylenir. Yunanca’da ise “dzéta” (zeta) diye anılır ve “zeytin ağacı” anlamına geldiği belirtilir. Halîl b. Ahmed’e göre Arap dilinde zâ’ kelimesi “obur” demektir (el-Ḥurûf, s. 29). Yunanca, Latince gibi alfabelerde yer alan ze biçiminin (z) Fenike alfabesi biçiminden (I) geliştiği görülmektedir.

Başta Arapça bütün Sâmî dillerde yumuşak-ıslıklı-açık bir ses olarak görülen zây fonemi Halîl b. Ahmed’e ve Sîbeveyhi’ye göre dil ucu ile ön dişlerin az üstünden çıkar, açık (cehr) ve yumuşak (rihv) bir ses kalitesine sahiptir (el-Kitâb, IV, 433-434, 435). Halîl b. Ahmed ve Sîbeveyhi’nin “ön dişler” ifadesi mutlak olduğundan sonraki dil, kıraat ve tecvid âlimleri bunu daha çok “üst ön dişler” diye algılamakla birlikte alt ön dişlerin veya her ikisinin de mümkün ve câiz olduğunu söyleyenler vardır (krş. Mekkî b. Ebû Tâlib, s. 209-210; Dânî, s. 105; Abdülvehhâb b. Muhammed el-Kurtubî, s. 79). Halîl b. Ahmed z, s, ṣ harflerini, mahreçlerinin başlangıç noktasını dil ucu teşkil ettiğinden “dil ucu harfleri” (el-hurûfü’l-eseliyye) olarak tanımlamış, çağdaş dilcilerden İbrâhim Enîs de bu görüşü benimsemiştir (el-Eṣvâtü’l-luġaviyye, s. 66). Ayrıca çağdaş fonetikçiler “zây”ı diş – diş eti harflerinden (esnânî-lisevî) saymıştır (Gānim Kaddûrî el-Hamed, el-Medḫal, s. 87). Dil ucu ön diş köklerine, hatta diş etlerine dayanırken aradaki boşluğun ve menfezin son derece dar olmasından kaynaklanan hava sıkışması sebebiyle sürtünme ve deprenmeye, ayrıca diş aralarından havanın kuvvetle çıkmasına bağlı ıslıklı bir ses oluşur. Bu deprenme ve titreme “râ”daki tekrara benzerse de titreme “râ”da dil yüzeyi uzunluğunca, “zây”da ise genişliğince meydana gelir. Bu üç fonemde ıslıklılık niteliği güçlü olduğundan kadim dil, kıraat ve tecvid âlimleri sadece bunları ıslık harfleri (hurûfü’s-safîr) diye nitelemiş ve ıslık gücü bakımından s, ṣ, z şeklinde sıralamıştır (İbrâhim Enîs, s. 67). Yine çağdaş dilci ve fonetikçiler bu üç ıslıklıya s̱, ẕ, ş, ẓ, f fonemlerini de eklemiştir. İbn Sînâ’ya göre z, s ve ş mahrecine yakın yerden çıkar, ancak “z”nin telaffuzunda dil ucu daha basık, dil ucu gerisi daha kalkık, üst damak yüzeyine daha yakın konumda bulunur (Meḫâricü’l-ḥurûf, s. 17). İbn Sînâ, Farsça’da “zây”ın “sîn”e, Hârizm dilinde “sîn”in “zây”a, ayrıca “zây”ın “dâd”a benzer biçimde söylendiğini belirtir (a.g.e., s. 22, 44).

Kur’an kıraatinde Hamza ile Kisâî “dâl”dan önce gelen sâkin “sâd”ı “zây”a yakın biçimde telaffuz eder: “Aṣdaḳu, taṣdiye, f’aṣda‘, taṣdîḳa, yuṣdire” örneklerinde görüldüğü gibi. Diğer kurra, “sâd”ın zây sesine kaymaması için “sâd”ı kalınlık niteliğini öne çıkararak daha belirgin biçimde çıkarır. Onlara göre bu durumdaki “sâd”ın “zây”a benzer telaffuzu hoş değildir. Bazı Arap lehçelerinde ise bu konumdaki sâd hâlis zây olarak telaffuz edilir. “Sâd”ın harekeli olması durumunda ise böyle bir değişim ve dönüşüm söz konusu değildir. Ancak İbn Cinnî, bu durumdaki harekeli “sâd”ın zây sesi “koklatılarak” (işmâm) çıkarılmasını câiz görmüştür (Sırru ṣınâʿati’l-iʿrâb, I, 57). Mahreç veya sıfat aynîliği yahut yakınlığı bulunan harfler birbirine yakın olduğunda birbirini fonetik yönden etkileyebilir. Dolayısıyla sâkin “sîn”i “cîm”in izlemesi halinde “cîm”in zây telaffuzuna kaymaması için özellikle sîn öz sesiyle belirgin biçimde çıkarılır: “Yescüdü, yescüdûn, fe’scüdû, mescûr, mescûnîn, yüsceru” vb. Kur’an örneklerinde olduğu gibi. Sâkin “cîm”i “sîn”in izlemesi durumunda da “sîn”in “zây”a kaymasını önlemek amacıyla cîm ve sîn belirgin şekilde kıraat edilir, “rics, ecsâm” gibi. Ayrıca sâkin “cîm”den sonra veya önce zây gelirse “zây”ın sîn telaffuzuna kaymaması için belirgin biçimde çıkarılması gerekir, “ricz, rucz, yüzcî” gibi. Yine sâkin “zây”ı dâl veya tâ izlerse “zây”ın “sîn”e kaymasını önlemek amacıyla belirgin şekilde kıraati gerekli görülmüştür: “Keneztüm, tezderî, li yezdâdû” vb. Kur’an örneklerinde olduğu gibi.

İdgam veya ibdâl türü ses dönüşümlerinin başında zây ile başlayan fiilin iftiâl kalıbına aktarılması durumunda “tâ”nın “dâl”a dönüşmesi gerekir ”زان ⟵ ازتان ⟵ ازدان، زلف ⟵ ازتلف ⟵ ازدلف“ gibi. Bu durumda “tâ”nın “zây”a dönüşerek şeddelenmesini de câiz görenler olmuştur: (ازان، ازلف). Özellikle Ebû Amr ve râvisi Hişâm b. Ammâr’ın kıraatinde ”ت، د، ذ، س“ harflerinin “zây”a idgamı câizdir: “İle’l-cenneti zümerâ, küllemâ ḫabet zidnâhum, türîdü zînete’l-hayâti, ve âteynâ Dâvûde Zebûrâ, ḳad zeyyennâ, iz zâgat, nüfûsü züvvicet” vb. Kur’an örneklerinde olduğu gibi. Halîl b. Ahmed sâd ve “zây”ın birbirine idgamını câiz görmüştür. “İfḥaṣ Zerede, ecviz Sâbiren” gibi (el-Ḥurûf ve’l-edevât, s. 192, 194). Yine Halîl b. Ahmed, ıslıklılık özelliği kaybolacağından z, s, ṣ ıslıklılarının, ṭ, s̱, ẕ fonemlerine idgamını doğru görmediği gibi “dâd”daki istitâle (uzatarak telaffuz etme) sıfatı engel olduğundan z, s, ṣ ıslıklılarının ona, onların “dâd”a idgamını da doğru bulmamıştır (a.g.e., s. 196, 197).

Arap dilinde zây fonemi b, t, s̱, c, d, ẕ, s, ş, ṣ, ż, ṭ, ẓ, ʿ, ḳ, k, l, m, n, v ünsüzleriyle değişime girerek lafız ve anlam bakımından eşdeğer kelimelerin oluşmasına imkân vermiştir: z/s̱: mezc/mes̱c (karıştırmak), z/c: zerm/cerm (kesmek), z/d: lekz/lekd (vurmak), z/ẕ: bezz/beẕẕ (bozmak), z/s: nezġ/nesġ (dürtmek), z/ş: zikke/şikke (silâh), z/ṣ: reḳz/reḳṣ (oynamak), z/ż: vaḫz/vaḫż (dürtmek), z/ṭ: fezr/feṭr (yarmak), z/ẓ: zâhir/ẓâhir (açık) gibi. İşitme duyusunun iki harfinden (z, k) biri olan “zây”ın sesindeki titreme, deprenme, keskinlik gibi özellikler dahil olduğu fiil masdarlarında hiddet, şiddet, faaliyet, titreme, dağılma gibi ortak anlam yansımaları oluşturur (Hasan Abbas, s. 138-143). Arkaik Latince’de iki ünlü arasındaki “s”yi göstermede kullanılan z, daha sonra bu işlevi r gördüğü için milâttan önce IV. yüzyılda alfabeden çıkarılmış ve milâttan önce I. yüzyıl ortalarında Yunanca’dan aktarılan kelimelerdeki “z”yi belirtmek üzere yeniden alınmıştır. Türkçe’de ze fonemi yansımalarla (onomatope) alıntı kelimeler dışında kelime başlarında yer almaz. Arapça’dan alınan kelimelerdeki dört ze sesi (ẕ, z, ż, ẓ) tek ze sesiyle gösterilir. Baştaki “s”lerin “z”ye dönüşmesi Anadolu ağızlarında (sabah/zabah, sebze/zebze gibi) ve kısmen yazı dilinde (sanâ‘at/zanâ‘at, samg/zamk gibi) görülür. Baştaki “z”nin “s”ye dönüştüğü örneklere de rastlanır: za‘feran/safran, zukak/sokak gibi.


BİBLİYOGRAFYA

, IV, 997.

Halîl b. Ahmed, el-Ḥurûf (nşr. Ramazan Abdüttevvâb), Kahire 1389/1969, s. 29.

a.mlf., el-Ḥurûf ve’l-edevât (nşr. Hâdî Hasan Hammûdî), Maskat 1428/2007, s. 79-82, 192-199.

Sîbeveyhi, el-Kitâb (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1403/1983, IV, 433-436.

Ebü’t-Tayyib el-Lugavî, Kitâbü’l-İbdâl (nşr. İzzeddin et-Tenûhî), Dımaşk 1379-80/1960-61, I, 7, 113, 223-224, 366-369; II, 6-12, 30-37, 107-153.

İbn Cinnî, Sırru ṣınâʿati’l-iʿrâb (nşr. Hasan Hindâvî), Dımaşk 1405/1985, I, 57, 195-196.

İbn Sînâ, Meḫâricü’l-ḥurûf (nşr. ve trc. Pervîz Nâtil Hânlerî), Tahran 1333, s. 17, 22, 40, 44, 45.

Mekkî b. Ebû Tâlib, er-Riʿâye (nşr. Ahmed Hasan Ferhât), Amman 1404/1984, tür.yer.

Dânî, et-Taḥdîd fi’l-itḳān ve’t-tecvîd (nşr. Gānim Kaddûrî el-Hamed), Bağdad 1407/1988, s. 105, 132, 148-151.

Naim Hazım Onat, Arapçanın Türk Diliyle Kuruluşu, İstanbul 1944, I, 128, 184, 191, 204, 212, 218-226, 269.

C. Brockelmann, Fıḳhü’l-luġāti’s-Sâmiyye (trc. Ramazan Abdüttevvâb), Riyad 1397/1977, s. 39-40.

Gānim Kaddûrî el-Hamed, ed-Dirâsâtü’ṣ-ṣavtiyye ʿinde ʿulemâʾi’t-tecvîd, Bağdad 1406/1986, s. 404-405.

a.mlf., el-Medḫal ilâ ʿilmi eṣvâti’l-ʿArabiyye, Amman 1425/2004, s. 87, 91-92, 94, 95.

Abdüssabûr Şâhin, Es̱erü’l-ḳırâʾât fi’l-eṣvât ve’n-naḥvi’l-ʿArabî: Ebû ʿAmr b. el-ʿAlâʾ, Kahire 1408/1987, s. 124-125, 137, 145-148.

İbrâhim Enîs, el-Eṣvâtü’l-luġaviyye, Kahire, ts. (Mektebetü nehdati Mısr), s. 66-68, 121, 127, 129, 130.

Hasan Abbas, Ḫaṣâʾiṣu’l-ḥurûfi’l-ʿArabiyye ve meʿânîhâ, Dımaşk 1998, s. 48, 50, 138-143.

Abdülvehhâb b. Muhammed el-Kurtubî, el-Muvażżaḥ fi’t-tecvîd (nşr. Gānim Kaddûrî el-Hamed), Amman 1421/2000, s. 79, 80, 83, 97, 112, 168, 180-185.

İsmail Durmuş, “Harf”, , XVI, 159.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 44. cildinde, 156-157 numaralı sayfalarda yer almıştır.