Mescid-i Harâm’da Hacerülesved’in tam karşısında Kâbe’ye 19 m. uzaklıkta yer alır. Suya bu isim “bol ve akıcı olma, Cebrâil’in konuşma sesi, akarken çıkardığı ses, şimşek sesi, nereden geldiği belli olmayan ses” anlamlarındaki zemzem ile (zemzeme, zemmezem, zümmezim, zemmizem) arasında bir ilişki kurularak verilmiştir. Hz. İsmâil’in annesi Hâcer’in, uzun arayışlardan sonra İsmâil’i bıraktığı yerde suyun kaynağından fışkırarak aktığını görünce, “Yavaş yavaş ak, dur!” demesi veya etrafa yayılmaması için çevresini kumla çevirmesinden dolayı bu adı aldığı da ileri sürülmüştür. İbn Abbas zemzeme “su sesi” mânasını verir. Kelimenin Farsça’da “atların su içerken çıkardıkları ses” anlamındaki “zemzeme”den türetildiği de söylenmiştir (Mes‘ûdî, I, 242; Yâkūt, III, 148); ancak zemzemin Arapça asıllı bir kelime olması ihtimali daha kuvvetlidir (Kāmus Tercümesi, IV, 329; Takıyyüddin el-Fâsî, I, 405). Hz. İsmâil’in adıyla da anılan (Bi’ru İsmâil) kuyuya Mekke için önemine işaret eden, fiziksel ve kimyasal özelliklerine gönderme yapan, sayısı altmışa kadar ulaşan isimler verilmiştir: Şebbâa, Mürviye, Nâfia, Âfiye, Meymûne, Berre, Maznûne, Kâfiye, Mu‘zibe, Şîfâu Sukm, Taâmu Tu‘m, Hezmetü Cibrîl bunlardan bazılarıdır (Şâmî, I, 214-224; Ahmed b. Ali eş-Şâfiî, s. 14-17). Kur’ân-ı Kerîm’de yer almayan zemzem kelimesi hadislerde sıkça geçer. Kitâb-ı Mukaddes’te Hâcer ile oğlunun hikâyesinin anlatıldığı bölümde zikredilen su kaynağı da (Tekvîn, 16/14; 21/19) Zemzem Kuyusu olmalıdır. Kuyunun ilk defa Cebrâil tarafından Hz. Âdem için açılıp tûfandan sonra kaybolduğu, Kâbe’nin inşasından itibaren ortaya çıktığı veya Âd kavmi zamanına kadar uzanan bir geçmişinin bulunduğu yolunda rivayetler varsa da (Şâmî, I, 221; Ali b. Tâceddin es-Sincârî, I, 281) genel kanaat Hâcer ile oğlu İsmâil’in Mekke’ye götürülmesinin ardından açılmış olduğu şeklindedir.
Rivayete göre Hz. İbrâhim’in kendilerine bıraktığı az miktardaki su ve erzakın tükenmesi üzerine ıssız Mekke vadisinde oğlu İsmâil’in susuzluktan ölmesinden endişe eden Hâcer, Safâ ile Merve tepeleri arasında su aramaya başlamış, gidiş gelişlerinin sayısı yediye ulaştığında Merve tepesinde iken oğlunu bıraktığı yerden bir ses işiterek Cebrâil tarafından kazılan topraktan su kaynadığını farketmiştir. Çıkan su ile İsmâil’in oynadığını görmüş ve suyun önünü keserek bir gölcük oluşturmaya çalışmıştır. Kur’an’da “ekin bitmeyen bir vadi” olarak nitelenen (İbrâhîm 14/37) çorak Mekke vadisinde kendilerine su ihsan ettiği için Allah’a şükreden Hâcer, avucu ile suyu kabına doldururken aynı zamanda etrafını çevirmeye uğraşıyordu (Fâkihî, II, 7-9). Hz. Peygamber, “Allah İsmâil’in annesine rahmet eylesin; eğer suyun önünü kapatmasaydı zemzem şarıl şarıl akıp giden bir ırmak olurdu” demiştir (Müsned, I, 347; V, 121; Buhârî, “Enbiyâʾ”, 9, “Müsâḳāt”, 10). Bir taraftan zemzem suyundan içen bir taraftan da çocuğunu emziren Hâcer’e Cebrâil’in, “Bu suyun yok olacağından, kaybolup çekileceğinden korkma. Burası Allah’ın evidir, Allah dostlarını korur. Bu Allah’ın misafirlerinin içeceği bir sudur” dediği rivayet edilir (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 9). Zemzemin İsmâil’in topuklarını birçok defa yere vurması esnasında çıktığı da nakledilir (Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, I, 240). Öte yandan Hâcer’in zemzemi ararken Safâ ile Merve tepeleri arasında yedi defa gidip gelmesi hac ve umre menâsiki içerisinde yer alan sa‘yin temelini teşkil etmiştir (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 9). Hâcer ile İsmâil’e yerden su çıkması olayına başta Kitâb-ı Mukaddes olmak üzere hıristiyan ve yahudi kaynaklarında da yer verilir.
Zemzem toprak üstünde akan tek gözeli bir kaynak iken Hz. İbrâhim tarafından kuyu haline getirildi (Fâkihî, II, 9) ve açılmasından itibaren Hâcer oğlu ile birlikte kuyunun çevresinde yaşamaya başladı. Zemzem aynı zamanda Mekke’de hayat emârelerinin görülmesini sağladı ve Yemen-Suriye güzergâhında seyahat edenlerin dikkatini çekti. Anayurtları Yemen olan Cürhümlüler’den bir kafile, yolculukları esnasında Mekke’nin kurulduğu yerde mola verdikleri bir sırada uzakta bir yerin üzerinde kuşların uçuştuğunu görünce bunun bir su kaynağına işaret olabileceğini düşünerek aralarından iki kişiyi oraya gönderdiler. Böylece suyun varlığından haberdar oldular ve Mekke’ye yerleşmeye karar verip Hâcer’e başvurdular. Hâcer zemzemden faydalanmaları dışında su üzerinde hak iddia etmemeleri şartıyla onların Mekke’ye yerleşmesine izin verdi (Buhârî, “Enbiyâʾ”, 9; Taberî, I, 256). Mekke’nin iskânına zemin hazırlayan Zemzem Kuyusu, Hz. İbrâhim ve oğlu İsmâil tarafından temelleri yükseltilen Kâbe ile bütünleşerek Mescid-i Harâm’ın kutsal sayılan mekânlarından biri haline geldi. Daha sonra hac ve umre için Mekke’ye gelenler bu sudan çok yararlandı. Zemzem sadece Mekke Haremi’nin değil Kâbe’nin kuyusu ve bütünleyicisi olarak görüldü (Cevâd Ali, VI, 396).
Mekke’de çoğalan Cürhümlüler, zamanla ataları İbrâhim ile oğlu İsmâil’in sünnetini terkedip Allah’ın evine saygısızlık göstermeye, dışarıdan şehre gelenlere karşı kötü davranmaya başladılar. Rivayete göre bu yüzden zemzem bir süre sonra çekildi (İbn Hişâm, I, 132). Cürhümlüler seylü’l-arim dolayısıyla bölgeye gelen Huzâa ve onları destekleyen Kinâneoğulları’yla giriştikleri mücadelede yenilgiye uğradılar. Bunun üzerine Hacerülesved’i yerinden söküp bir yere gömdükten sonra içine kıymetli eşyalar atılan Zemzem Kuyusu’nu kapatıp yerini belirsiz duruma getirdiler ve ardından Yemen tarafına gittiler. Asırlarca üzerinden sel sularının geçtiği kuyu tamamen kapandı (Ezrakī, II, 41; Harbî, s. 484-485). Daha sonra Zemzem Kuyusu, Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib tarafından yeniden ortaya çıkarıldı. Rivayete göre Abdülmuttalib’e rüyasında Mescid-i Harâm’da karınca yuvasının yakınında bulunan Zemzem Kuyusu’nu kazması emredilmiş, Mekkeliler’in o zaman kurban mahalli olarak kullandıkları İsâf ve Nâile putları arasındaki bu yeri kazmaya başladığında putlarına bir zarar gelir endişesiyle Kureyşliler’den tepki görmüş, baskılara rağmen Abdülmuttalib’in kararlı tutumu üzerine Kureyşliler direnmekten vazgeçmiştir (İbn İshak, s. 3-5). Abdülmuttalib, hayatta bulunan tek oğlu Hâris’in yardımıyla Zemzem Kuyusu’nu meydana çıkardı. Kuyunun çevresini onarması sırasında Kureyşliler kendisini rencide ettiler. Savunmasız kalan Abdülmuttalib on erkek çocuğu dünyaya geldiği takdirde birini kurban etmeyi adadı. Arzusu gerçekleşince oğulları arasında çektiği kura Abdullah’a çıktı, onun yerine 100 deve kurban ederek adağını yerine getirdi. Kuyunun ortaya çıkarılmasından sonra uhdesindeki sikāye ve rifâde görevlerine Zemzem Kuyusu’nun bakımı işi de eklenince Abdülmuttalib’in toplumdaki itibarı daha da arttı.
Kuyu açılırken içerisinden iki adet heykelin yanında silâh, kılıç, zırh ve çeşitli süs eşyasıyla üzerinde Arapça ibareler bulunan bazı taşların çıkması bu eşyaların kuyuya adak olarak atıldığını göstermektedir (a.g.e., s. 4; Fâkihî, II, 12, 15). Çıkan eşyada Kureyşliler’in hak iddia etmeleri üzerine bunları fal oku çekmek suretiyle bölüştüren Abdülmuttalib kendi payına düşen kıymetli eşyaları Kâbe’ye ayırdı ve başta kapısı olmak üzere Kâbe’de ilk süslemeyi o gerçekleştirdi. Ayrıca Zemzem Kuyusu’na biri su dökünmek, diğeri içmek için iki havuz yaptırdı. Bu havuzlar bazı Kureyşli gençler tarafından geceleri bozuluyor, ertesi gün Abdülmuttalib, oğullarıyla birlikte bunları onarıyordu. Zemzem Mekke’de çıkan çeşitli sulara göre daha bol, daha temiz ve lezzetli bir kaynaktı. Kâbe’yi ziyarete gelenler zemzemden faydalanıyor ve memleketlerine de götürüyorlardı. İslâm öncesinde yılda bir defa Zemzem Kuyusu’nun etrafında tören düzenlenir, böylece suyun yıl boyunca eksilmeyeceğine inanılırdı. Mekkeliler’in inancına göre şâban ayının ortalarındaki bir gece kuyunun su seviyesi yükselir, tadı çok güzel olurdu; bu gecede herkesin katıldığı törenler yapılırdı (İbn Cübeyr, s. 103-104).
Çocukluk ve gençlik yıllarında sikāye görevini yerine getiren amcası Ebû Tâlib’e kuyunun bakımı sırasında yardım eden Hz. Muhammed’in hayatında zemzemin çok özel bir yeri vardır. Onun dört beş yaşlarında sütannesinin yanında iken, on yaşlarında bulunurken, kendisine ilk vahiy geldiğinde Hira’da ve Mi‘rac gecesinde olmak üzere dört defa göğsünün yarılarak kalbinin çıkarılıp zemzemle yıkandığı rivayet edilir (Şâmî, II, 82-86). İnşirâh sûresinin, “Biz senin göğsünü açıp genişletmedik mi?” meâlindeki ilk âyeti, Hz. Muhammed’in çıkarılan kalbinin zemzemle yıkandıktan sonra ilim ve hikmetle doldurulup tekrar yerine konulduğu şeklinde yorumlanmıştır (Buhârî, “Tevḥîd”, 37, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 261-263). Resûl-i Ekrem, Ebû Tâlib’den diğer amcası Abbas’a intikal eden zemzemle ilgili görevi (sikāye) Mekke fethinin ardından tekrar Abbasoğulları’na verdi. Fetih günü Kâbe putlardan temizlenince Hz. Peygamber ve beraberindekiler Zemzem Kuyusu’ndan kovalarla su çekerek Kâbe’nin içini ve dışını yıkadılar. Daha sonra da Kâbe’nin yılda bir veya iki defa zemzemle yıkanması âdet oldu (İbn Cübeyr, s. 108). Mekke fethinde Mescid-i Harâm’da devesinin üzerinde iken kendisine getirilen zemzemi içen Resûlullah, Vedâ haccında ve umreleri sırasında Kâbe’yi tavaf ettikten sonra Makām-ı İbrâhim’in arkasında iki rek‘at tavaf namazı kılar ve Zemzem Kuyusu’na giderek zemzem içerdi. Onun bu uygulaması sebebiyle hac ve umrede tavafın ardından kılınan namazdan sonra kuyunun başına gidip su içmek, mümkünse üzerine dökmek veya serpmek, hac günlerinde Mina’ya gitmeden önce bunu tekrarlamak bir gelenek halini almıştır. Tavafın ardından içilen zemzem ve yapılan sa‘y, Allah’ın yardımıyla Hâcer’in su arayışını ve anne sevgisini simgeler.
Zemzem tarih boyunca Kâbe’yi ziyaret edenlerin su ihtiyacını karşılamıştır. Zemzemin susuzluğun yanı sıra yemek ihtiyacını da giderdiğine dair İslâm öncesine ve sonrasına ait çok sayıda örnek vardır. Hz. Peygamber’in dadısı Ümmü Eymen onun sabahleyin zemzem içerek güne başladığını, bazan gün boyunca yemek yemediğini söyler (İbn Sa‘d, I, 133). Ebû Tâlib’in kızı Ümmü Hânî’nin evinde içine zemzem konan kova “aç doyuran” diye meşhur olmuştur (Fâkihî, II, 47). Mekke’de zemzem dışında hiçbir su kaynağı halktan ilgi görmüyordu. Emevîler’in Mekke valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî’nin Zemzem Kuyusu’nun yanına yaptırdığı çeşme de rağbet görmemiş ve Abbâsîler’in ilk Mekke valisi Dâvûd b. Ali tarafından yıktırılmıştır (Ezrakī, II, 108; Fâkihî, III, 150).
Zemzem Kuyusu birincisi ağızdan itibaren 12,80 m., ikincisi kayalar içine oyulmuş haliyle 17,20 m. uzunluğunda iki bölümden meydana gelir, derinliği de 30 metredir. IX. yüzyıldan itibaren bilinen kayıtlara göre 1,5 ile 2,5 m. arasında değişen kuyunun çapı, örülmemiş ve kaya içinde kazılmış olan yerinde bir insanın içine girip çalışmasına yetecek genişliktedir. Zemzemin biri Hacerülesved, diğeri Ebûkubeys dağı ve Safâ tepesi, bir diğeri Merve tepesi hizasından 13 m. aşağıdan çıkıp kuyuyu besleyen üç kaynağı vardır. Hacerülesved’in karşısında bulunan, ağzı 45 cm. uzunluğunda ve 30 cm. yükseklikteki kaynak zemzemin ana kaynağıdır. Zemzemin kutsiyetiyle ilgili haberlerde de Hacerülesved tarafındaki kaynak öne çıkarılmaktadır (Kurtubî, IX, 370). Muhtemelen 1027 (1618) yılındaki çalışmalar, Ebûkubeys dağı ile Safâ tepesi tarafındaki kaynakları işlevsiz hale getirmiş ve bunlardan sayıları yirmi bire kadar ulaşan küçük çatlaklardan su sızmaya başlamıştır (Ali b. Tâceddin es-Sincârî, III, 565). Zemzemin su seviyesi mevsimlere, hatta günlere göre değişiklik arzeder. Abbâsî döneminden itibaren su seviyesini yükseltmek için en çok kullanılan yöntem kuyunun tabanını genişletmek olmuştur. 223 (838) ve 224 yıllarında kuyudaki su miktarının çok azaldığına bizzat şahit olan Ezrakī kuyunun tabanını genişleterek suyun arttırılmasına çalışıldığını ve 225’te (840) yağan yağmurlarla, gelen sellerle tekrar eski seviyesine çıktığını kaydeder (Aḫbâru Mekke, II, 61). 1068 yılı Zilkade’sinde de (Ağustos 1658) benzer bir durum ortaya çıkmış, su seviyesi ciddi oranda azalarak Zilhicce (Eylül) ayında en düşük seviyeye inmiştir (Abdullah b. Muhammed el-Gāzî el-Mekkî el-Hanefî, I, 603).
Abdülmuttalib devrinden itibaren zemzem bazan hurma veya kuru üzümle tatlandırılarak içiliyordu. Abdülmuttalib develerini sağar ve sütlerini balla karıştırıp zemzemle beraber hacılara dağıtırdı (Ezrakī, I, 114). Evliya Çelebi, dünya suları lezzetini taşımayan ve biraz tuzlu olan zemzemin gün içinde bile farklı özellikler gösterdiğini ve sabahtan itibaren yatsıya kadar gül, menekşe, yasemin gibi çiçeklerin yanında saf süt kokusu hissedildiğini kaydeder (Seyahatnâme, IX, 386). Eyüp Sabri Paşa, zemzem binasının açılmasından sonra ilk alınan suyun çok güzel olduğunu söyler ve bunu su kaymağı diye niteler (Mir’âtü’l-Haremeyn, I, 976-978). XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren başta İngilizler olmak üzere bazı Batılı devletler, Osmanlı Devleti’nin Mekke’deki etkinliğini azaltmak ve hac ziyaretini engellemek kastıyla sözde tahliller yaptırarak zemzemin koleranın ana maddesini teşkil ettiğini ileri sürmüşlerse de Osmanlı Devleti zemzemi tahlil ettirip bu iddiaların asılsızlığını ortaya koymuş ve bu husus Batılı seyyahlar tarafından da doğrulanmıştır (Sarıyıldız, s. 296-300).
Sahâbî Ebû Râfi‘in kuyunun yanına ağaçtan oyduğu su tasları zemzemin bilinen en eski su kaplarıdır. Zamanla zemzem taşımak ve ikram etmek üzere çeşitli eşyalar imal edildi. Topkapı Sarayı Müzesi’nde sergilenen, kıymetli taşlarla süslü altın zemzem ibrikleri bunların en gelişmiş örnekleri arasında sayılabilir. Mekke’de, zemzem koymaya mahsus sırça kap veya şişeye “zevrak” denir, Osmanlı döneminde hacılara zemzem dağıtan görevlilere yollanan hediyeleri bildiren mektuba da zevrak adı verilirdi. Hz. Peygamber zamanından itibaren, Abdülmuttalib’in yaptırmış olduğu iki havuzdan Hacerülesved’in önündeki içmek, kuyunun arka tarafındaki ise abdest almak için kullanılırdı (Ezrakī, II, 59). Üzerinde herhangi bir korunak bulunmayan kuyudan çıkrık veya makara ile çıkarılan zemzem kovalarla bu iki havuza dökülürdü. Velîd b. Abdülmelik zamanında Mekke valisi olan Hâlid b. Abdullah el-Kasrî, Hacerülesved’in karşısına bir direk diktirerek üzerine koydurduğu kandillerle hac aylarında tavaf edenlerin çevrelerini ve kuyuyu aydınlattı (Fâkihî, II, 245). Yine bu dönemde, Mekke’nin fethinden sonra sadece zemzemle ilgili işlere bakan sikāye görevlisi için kuyunun yakınında özel bir yer inşa edildi.
Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr döneminde zemzem işlerine bakanlardan birinin kuyuya düşmesi üzerine etrafı taştan örülmüş kısa bir duvarla çevrili olan Zemzem Kuyusu’na ilk ızgara yapıldı ve çevresine mermer döşendi. Izgara sayısını ikiye çıkaran Mehdî-Billâh, Hâcer’in İsmâil’i yanına bıraktığı ağacı merkeze alıp basit bir çardakla kapatılan kuyunun üzerine bir kubbe yaptırdı. 220’de (835) Mu‘tasım-Billâh bu kubbeyi kaldırarak, sac ağacından iç kısmı altınla kaplanan ve dönemin en güzel süslemelerini içeren bir tavanın yer aldığı büyük kubbeli hale getirdi. Tavanın saçaklarına hac zamanlarında Zemzem Kuyusu’nu aydınlatacak kandiller koydurdu ve havuzların bulunduğu yerin tavanını mozaikle kaplattı. Abbâsîler zemzem binasının görünmesine özel önem veriyorlardı. Onların başlattığı bu çalışmalar daha sonra da sürdürüldü. Osmanlılar’a kadar zemzem binasında bazı tamirat ve tâdilât yapıldı. Osmanlı devrinde, gerek yerli halkın gerekse hac mevsimlerinde hacıların zemzemden rahatça faydalanmaları için çeşitli tedbirler alındı. 933’te (1527) başlayan zemzem binasını yenileme faaliyetleri 948 (1541) yılında Emîr Hoşgeldi tarafından tamamlandı. Kuyunun üzerine bir saçak, onun üzerine de kurşunla kaplanmış bir kubbe inşa edildi; ahşap tavan süslemeleri ve zemin mermerleri yenilendi. 1021’de (1612) Sultan I. Ahmed kuyunun giriş kısmına demir bir kafes koydurarak daha emniyetli hale getirdi. Kuyunun demir ağızlığı üzerine çıkan dört kişi, buradaki demir kafeslere dayanıp demir makaralar ve demir çatal kovalarla devamlı su çekerlerdi. Evliya Çelebi, su çekmede elleri ayakları kınalı Araplar’dan kırk kişinin dörder kişilik gruplar halinde nöbetleşe görev yaptığını kaydeder (Seyahatnâme, IX, 386). Sultan I. Abdülhamid zamanında zemzem binası yenilendi, zemzemle ilgili hadisler binanın çeşitli yerlerine yazıldı. Kitâbesinde, I. Abdülhamid’in bu işi gerçekleştirmekten duyduğu sevinç ve kuyunun İsmâil ile annesi Hâcer’in zamanındaki özelliklerinin aynen korunduğu vurgulanmaktadır.
Sikāye görevlisi tek başına hacıların ihtiyacını karşılayamaz duruma gelince Mescid-i Harâm’ın çeşitli yerlerinde sakalar görevlendirildi. Osmanlı döneminde İslâm ülkelerinin her vilâyetinden gelen hacılar için bir saka görevlendirildi. Bunların başkanlığı da genellikle Âl-i Zübeyr’den bir kişiye veriliyordu. Zemzem üzeri açık olan havuzlarda depolanır, hacılar buradaki musluklardan zemzem içerlerdi. Osmanlı Devleti’nin sonlarına doğru iki kapalı depo yapıldı ve su çekmek için pompa yerleştirildi. Ta‘mîrât-ı âliye müdürlüğü göreviyle Hicaz’a gönderilen Hezarfen Edhem Efendi’nin, ziyaretçilerin içine düşmesini önlemek maksadıyla Zemzem Kuyusu’nun üstünü kafes şeklinde yekpâre kurşun dökerek kapatması Osmanlılar’ın kuyuyla ilgili son icraatı olmalıdır. Mekke’nin idaresi Suûdî ailesine geçtikten sonra, zemzem binası izdihama yol açtığından Mescid-i Harâm’ın genişletilmesi esnasında ortadan kaldırılıp suyun akıtıldığı sebil önce Mescid-i Harâm’ın altındaki kısma alındı, merdivenlerle aşağıya açılan girişi de revakların önüne doğru çekildi. Bunun tavafı engellemesi üzerine giriş tamamen kapatılarak Mescid-i Harâm’ın çeşitli yerlerine konulan soğutma özelliğine sahip sebillerle zemzem dağıtımı yoluna gidildi. Zemzemî denilen görevlilerin sayısı arttırılıp Mekke, Mina ve Arafat’ta hacılara düzenli biçimde zemzem dağıtılmaya ve ziyaretçilerin zemzem binasına gelmeden ihtiyaçları karşılanmaya çalışıldı.
Hz. İbrâhim ve İsmâil’in uyguladığı gelenekleri düzenleyen Hz. Peygamber ashabına bol bol zemzem içmelerini ve memleketlerine götürmelerini tavsiye etmiş, bizzat kendisi de Mekke’den Medine’ye sık sık zemzem getirtmiştir (Tirmizî, “Ḥac”, 112; Fâkihî, II, 48-51). Bazı Mekkeliler şehir dışına giderken beraberlerinde zemzem götürürlerdi. Taş, toprak ve topraktan yapılan nesnelerin Harem sınırları dışına çıkarılması konusunda âlimler arasında farklı görüşler bulunsa da zemzem suyunun dışarıya çıkarılması ittifakla câizdir. Zaruret olmadıkça zemzemin temizlik için kullanılması uygun görülmemiştir.
Resûl-i Ekrem’in uygulama ve tavsiyeleri doğrultusunda tarih ve edebiyat kitapları ile diğer bazı kaynaklarda zemzemin faziletine dair rivayetler bir araya getirilmiş, hadis kitaplarında bununla ilgili özel bölümler açılmıştır. Hz. Peygamber, “Bizimle münafıklar arasındaki alâmet bizim zemzemi bol bol içmemizdir; çünkü onlar asla zemzemi bolca içemezler” şeklindeki sözleriyle (Abdürrezzâk es-San‘ânî, V, 112-113; Müsned, III, 394; İbn Mâce, “Menâsik”, 78) zemzemden bolca içilmesini iman alâmeti ve nifaktan uzak olma işareti olarak nitelendirmiştir. Zemzem, kıbleye dönülerek besmele okunduktan sonra sağ elle ve üç nefeste gözü sudan ayırmadan, “Allahım! Senden faydalı ilim, geniş rızık ve her türlü hastalıktan şifa diliyorum” duasıyla içilmeli ve Allah’a hamdedilmelidir. Yaygın olan görüş diğer içeceklerin aksine zemzemin ayakta içilmesi yolundadır. “Zemzem hangi niyetle ve ne maksatla içilirse ona şifa olur” (Müsned, III, 357; İbn Mâce, “Menâsik”, 78); “Hataları döken zemzeme bakmak ibadettendir” (Müsned, II, 41) gibi hadislerin yanında onun çeşitli hastalıklara şifa verici özellik taşıdığına dair çok sayıda rivayet nakledilmiştir (a.g.e., II, 24 vd.). Ortaçağ’da tıpla ilgili olarak ve özellikle tıbb-ı nebevî konusunda kaleme alınan eserlerde zemzeme mutlaka yer verilmiştir.
Zemzem suyu İslâm medeniyetinin bütün coğrafyalarında apayrı bir öneme sahip olmuştur. Hz. Peygamber’in, torunları Hasan ile Hüseyin’in dünyaya gelişlerinde damaklarını zemzemle açması (a.g.e., II, 51) sonraki dönemlerde sürdürülen bir âdet haline gelmiştir. İlk defa Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ’nın, oğlu Abdullah b. Zübeyr’in cenazesini zemzemle yıkadığını kaydeden Fâkihî, Mekke’de bu uygulamanın son suyun mutlaka zemzem olması biçiminde yaygınlaştığını kaydeder (a.g.e., II, 47-48). Aynı uygulama, Mekke dışındaki yerlerde kefenlerin üzerine zemzem serpilmesi şeklinde görülmektedir. Dânişmend Gazi’nin Türkmenler’e, Malazgirt Savaşı’na hazırlık yapılırken elbiselerini temizleyerek zemzemle yıkanmış kefenlerini hazırlamalarını tavsiye etmesi gibi (DİA, VIII, 468), insanların kefenlerini hacca götürüp zemzemle yıkamaları veya zemzemle yıkadıkları ihramlarını kefen olarak kullanmaları, ramazan ayında orucun eğer varsa zemzemle açılması, ölüm döşeğindeki hastanın ağzına zemzem damlatılıp kelime-i şehâdetin telkin edilmesi gelenek halini almıştır. Osmanlı döneminde mahmil veya surre-i hümâyun vasıtasıyla Hicaz’a gönderilen ferâşet çantalarına dönüşte konulan şeyler arasında zemzem de olurdu. Mekke şerifinin padişaha yolladığı hediyelerin başında içinde zemzem bulunan murassa‘ bir ibrik ve leğen gelirdi. Ayasofya inşa edilirken kubbesi tutturulamayınca abdal kılığına giren Hızır’ın yol gösterdiği rahiplerin Mekke toprağı ve zemzemle yaptıkları harçla kubbeyi tutturmaları rivayetinde olduğu gibi (Ünver, I/1 [1949], s. 9-10) zemzem halk edebiyatında da sıkça yer almıştır. Mukaddes emanetlerin ziyarete açılması esnasında yapılan sembolik törenlerde su olarak zemzem kullanılması âdettir.
Türk kültüründe Hacıbektaş’ta görüldüğü üzere bazı çeşmelerin suyunun diğerlerinden farklı olduğuna inanıldığı için bunlara zemzem adı verilmiştir. Ayrıca suyun bir farklılığı söz konusu edildiğinde zemzeme benzetilirdi. Bu sebeple başta İstanbul olmak üzere Osmanlı döneminde yapılan çeşmelerin kitâbelerinde zemzem suyu veya kuyusu sıkça yer alır. Hz. Peygamber’in bir niyetle içilmesini tavsiye etmesi zemzemin sadece susuzluğu gidermek amacıyla değil aynı zamanda bir ibadet şuuru içinde içilmesini sağlamış, hem maddî hem mânevî arınmaya vesile sayılmıştır. “Hayırlı insanların içeceğinden için, seçkinlerin namazgâhında namaz kılın” diyen İbn Abbas’a bu sözlerin ne anlama geldiği sorulunca, “Hayırlıların içeceği zemzem, seçkinlerin namazgâhı da altın oluğun altıdır” cevabını vermiştir (Ezrakī, I, 318; II, 53). İslâm âlimleri Mekke’de zemzemden içerken ilimlerinin artması için temennide bulunur ve zemzemin mânevî yönüne dikkat çekerlerdi. Bu çerçevede zemzem içme âdâbı ve erkânına dair kitap ve risâleler kaleme alınmıştır. Sebteli muhaddis ve seyyah Ebü’l-Kāsım et-Tücîbî (ö. 730/1329) zemzemin faziletiyle ilgili rivayetleri ayrıntılarıyla kaydetmiştir. Hacda zemzem içerken Zehebî derecesinde hadis hâfızı olmak için dua ettiği söylenen İbn Hacer el-Askalânî Mâʾü zemzem limâ şüribe leh adlı bir eser kaleme almıştır (bu eser Sâid Bekdâş tarafından Fażlü mâʾi zemzem isimli kitabın ekinde yayımlanmıştır, Mekke 1413/1993, s. 167-195). Bursa Gazzî Dergâhı’nın kurucusu Gazzî Ahmed Efendi’nin İ‘lâmü’l-mültezem bi-fazîleti zemzem adlı eseri (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 399) bu alanda yazılmış Türkçe risâlelere bir örnektir. Nâbî’nin 1089’daki (1678-79) hac ziyaretinin ardından yazdığı Tuhfetü’l-Haremeyn’in “Zikr-i Evsâf-ı Kâ‘be-i Ulyâ” başlıklı bölümünde zemzem hakkında bilgi verilmiştir. Arap ve Türk edebiyatlarında bu türden çok sayıda örnek vardır. Hacıları uğurlama ve karşılama törenleri için bestelenen ilâhiler arasında zemzem ilâhileri de yer alır. Zemzem günümüzde modern teknolojilerle çıkarılmakta ve ultraviyole ışınlarıyla dezenfekte edildikten sonra içime sunulmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “zmm” md.
M. Hüseyn-i Tebrîzî, Burhân-ı Katı (trc. Mütercim Âsım Efendi, haz. Mürsel Öztürk – Derya Örs), Ankara 2000, s. 835.
Tâcü’l-ʿarûs, “zmm”, “hzm” md.leri.
Kāmus Tercümesi, IV, 329.
Müsned, I, 75-76, 214, 253, 291, 347, 372; III, 357, 394; IV, 207; V, 121, 174.
İbn İshak, es-Sîre, s. 3-7.
Abdürrezzâk es-San‘ânî, el-Muṣannef, V, 106-119, 314-317.
İbn Hişâm, es-Sîre (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Kahire 1987, I, 129-132, 163-169.
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt (nşr. M. Abdülkādir Atâ), Beyrut 1410/1990, I, 67, 120, 133, 166; IV, 18.
Ezrakī, Aḫbâru Mekke (Melhas), I, 114, 318; II, 39-62, 108.
Fâkihî, Aḫbâru Mekke (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), Mekke 1407/1986-87, II, 5-86, 245; III, 150; V, 122.
Belâzürî, Ensâb (Zekkâr), I, 86-87; XI, 150.
Harbî, el-Menâsik ve emâkinü ṭuruḳi’l-ḥac ve meʿâlimü’l-Cezîre (nşr. Hamed el-Câsir), Riyad 1401/1981, s. 484-485.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), I, 252-256; II, 284-285; VI, 440.
İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd (nşr. Abdülmecîd et-Terhînî – Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1407/1987, VII, 286.
Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), I, 242; II, 127.
Mutahhar b. Tâhir el-Makdisî, el-Bedʾ ve’t-târîḫ (nşr. Halîl İmrân el-Mansûr), Beyrut 1417/1997, I, 240; II, 34.
Bekrî, Muʿcem, III, 701.
İbn Cübeyr, er-Riḥle, Beyrut, ts. (Dârü’ş-şarki’l-Arabî), s. 71, 76, 84, 86, 98-101, 103-104, 108, 110, 118.
Yâkūt, Muʿcemü’l-büldân, III, 148-149, 347.
Kurtubî, el-Câmiʿ, II, 128; III, 256; IX, 368-370; XVIII, 222.
Tücîbî, Müstefâdü’r-riḥle ve’l-iġtirâb (nşr. Abdülhafîz Mansûr), [baskı yeri ve tarihi yok] (ed-Dârü’l-Arabiyye), s. 302-324.
Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, el-Bidâye ve’n-nihâye (nşr. Ali Abdüssâtir v.dğr.), Kahire 1408/1988, II, 34; V, 164.
Takıyyüddin el-Fâsî, Şifâʾü’l-ġarâm bi-aḫbâri’l-Beledi’l-ḥarâm (nşr. Ömer Abdüsselâm Tedmürî), Beyrut 1405/1985, I, 397-416; II, 400.
Şemseddin es-Sehâvî, el-Cevâhir ve’d-dürer fî tercemeti Şeyḫi’l-İslâm İbn Ḥacer el-ʿAsḳalânî (nşr. Hâmid Abdülmecîd – Tâhâ ez-Zeynî), Kahire 1406/1986, I, 106, 109, 319.
Şâmî, Sübülü’l-hüdâ, I, 210-224; II, 82-86, 96, 202; V, 359.
Cârullah İbn Zahîre, el-Câmiʿu’l-laṭîf fî fażli Mekke ve ehlihâ ve binâʾi’l-Beyti’ş-şerîf (nşr. Ali Ömer), Kahire 1423/2003, s. 191-192, 238-243.
Nehrevâlî, el-İʿlâm bi-aʿlâmi Beytillâhi’l-ḥarâm (nşr. Ali Muhammed Ömer), Kahire 1425/2004, s. 169.
Evliya Çelebi, Seyahatnâme (Dağlı), IX, 386-388.
Ali b. Tâceddin es-Sincârî, Menâʾiḥu’l-kerem fî aḫbâri Mekke ve’l-Beyt ve vülâti’l-Ḥarem (nşr. Cemîl Abdullah M. el-Mısrî v.dğr.), Mekke 1419/1998, I, 281, 402; II, 90; III, 565; IV, 225-226.
Ahmed b. Ali eş-Şâfiî, İʿlâmü’l-mültezem bi-fażîleti zemzem (nşr. Remzî Sa‘deddin Dımaşkıyye, Liḳāʾü’l-ʿaşri’l-evâḫir bi’l-Mescidi’l-Ḥarâm içinde), Beyrut 1422/2001, cüz 25, s. 1-44.
Muhammed b. Ahmed es-Sabbâğ, Taḥṣîlü’l-merâm (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), Mekke 1424/2004, tür.yer.
Abdullah b. Muhammed el-Gāzî el-Mekkî el-Hanefî, İfâdetü’l-enâm (nşr. Abdülmelik b. Abdullah b. Dehîş), Mekke 1430/2009, I, 601-603.
Mir’âtü’l-Haremeyn: Mir’ât-ı Mekke, I, 975-978.
İbrâhim Rifat Paşa, Mirʾâtü’l-Ḥaremeyn, [baskı yeri ve tarihi yok], I, 255-259.
Hüseyin Abdullah Bâselâme, Târîḫu ʿimâreti’l-Mescidi’l-Ḥarâm, Cidde 1400/1980, s. 299-305.
Cevâd Ali, el-Mufaṣṣal fî târîḫi’l-ʿArab ḳable’l-İslâm, Beyrut 1980, IV, 16, 77-78; V, 315; VI, 396, 439.
Sâid Bekdâş, Fażlü mâʾi zemzem, Mekke 1413/1993.
a.mlf., Kâbe Altındaki Cennet Irmağı (trc. Hamza Tekin), İstanbul 1998.
Gülden Sarıyıldız, “XIX. Yüzyılda Hicaz’da Kolera ve Zemzem Suyu”, III. Tıp Tarihi Kongresi: İstanbul 20-23 Eylül 1993: Kongreye Sunulan Bildiriler, Ankara 1999, s. 295-300.
Mustafa S. Küçükaşcı, Cahiliye’den Emevîlerin Sonuna Kadar Haremeyn, İstanbul 2003, s. 81-84, 87.
a.mlf., Abbasiler’den Osmanlılar’a Mekke-Medine Tarihi, İstanbul 2007, s. 38-39, 51-52, 113, 174, 182, 201, 247.
Zekai Şen, Manevi ve Bilimsel Açıdan Zemzem Suyu, Cidde 2006, s. 57, 71-73.
A. Süheyl Ünver, “Ayasofya Türk Efsaneleri Hakkında”, TFA, I/1 (1949), s. 9-10.
Abdülkerim Özaydın, “Zemzem”, İA, XIII, 519-520.
a.mlf., “Dânişmend Gazi”, DİA, VIII, 468.
Jacqueline Chabbi, “Zamzam”, EI2 (İng.), XI, 440-442.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2013 yılında İstanbul’da basılan 44. cildinde, 242-246 numaralı sayfalarda yer almıştır.