MUHYİDDİN KARAMÂNÎ

(ö. 957/1550)

Halvetî-Gülşenî tarikatına mensup şeyh.

Müellif:

Hakkında hazırlanan mahkeme sicil zaptında (aş.bk.) adı Mehmed, babasının adı Hızır şeklinde kaydedilmiştir. Memleketi Karaman’a nisbetle Karamanlı Şeyh diye meşhur olmuştur. Dinî ilimleri tahsil edip etmediği bilinmeyen şeyhin aynı sicilde ümmî olduğuna vurgu yapılır. Menâkıb-ı İbrâhim Gülşenî müellifi Muhyî-yi Gülşenî, Mısır’a gidip Halvetiyye-Gülşeniyye tarikatının kurucusu İbrâhim Gülşenî’ye intisap eden Muhyiddin Karamânî’nin burada Mısır Valisi Çoban Mustafa Paşa’nın dikkatini çektiğini, Mustafa Paşa İstanbul’a çağrıldıktan sonra İbrâhim Gülşenî’den Gebze’de yaptırdığı külliyenin (Çoban Mustafa Paşa Külliyesi) hankahına Muhyiddin Karamânî’yi şeyh olarak görevlendirmesini istediğini söyler. Muhyî’nin anlattığına göre Gülşenî, Karamânî’nin seyrüsülûkünü tamamlaması gerektiğine işaret etmiş ve bu haliyle görevlendirilirse Hallâc-ı Mansûr gibi idam edilebileceğini söylemiş, Mustafa Paşa ise koruması altında bulunan şeyhe hiç kimsenin bir şey yapamayacağını belirterek ona güvence vermiştir (Menâkıb, s. 379, 381). Külliye 930 (1524) yılında inşa edildiğine göre Muhyiddin Karamânî Gebze’ye bu tarihte veya daha sonra gelmiş olmalıdır. Burada ve İstanbul’da birçok mürid edinen Karamânî’nin ardından Edirne’ye gittiği anlaşılmaktadır.

Bazı görüşleri yüzünden zındıklıkla suçlanan Muhyiddin Karamânî, Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi’nin fetvasıyla 957’de (1550) idam edilmiştir. Matrakçı Nasuh, Târîh-i Sultan Süleyman (Süleymannâme) adlı eserinde onun birtakım şeytânî vesveselere ve nefsânî kuruntulara kapılarak dinden çıktığı (Yurdaydın, II, 169-170), Nev‘îzâde Atâî ise vahdet-i vücûd meselesinde hata ettiği (Zeyl-i Şekāik, s. 63) için katledildiğini söyler. Ebüssuûd Efendi de Karamânî’nin kesin naslarla sabit olan şeriat hükümlerini inkâr ederek zındık olduğu ve Hz. Peygamber’i tahkir ettiği için idam edildiğini belirtir (Düzdağ, s. 310).

Muhyiddin Karamânî’nin idam tarihini Atâî ve Muhyî 957, Matrakçı Nasuh ise gün ve ay zikredip 3 Şâban 957 (17 Ağustos 1550) olarak verir (Yurdaydın, II, 169). Ahmet Yaşar Ocak’ın, Karamânî hakkındaki mahkeme sicilinin başında ölüm tarihiyle ilgili dönemin şairlerinden Kandî’nin düşürdüğü “Karamânî’ye lânet” mısraının 950 tarihini gösterdiğini söylemesi (Osmanlı Toplumunda Zındıklar, s. 321) doğru değildir; zira bu mısra 957’ye karşılık gelmektedir. Sicil defterinde Karamânî ile ilgili kaydın öncesinde yer alan kayıtlarda 957 ve 958 tarihlerinin bulunması da 957 tarihinin doğru olduğunu göstermektedir (Erünsal, XXIV [2004], s. 146-147). Karamânî’nin ölümü hakkında ayrıca “lâş-ı hûk” (domuz leşi) ve, “Tu‘me-i seg şüd Karamânî pelîd” (Pis Karamânî köpeklere lokma oldu) şeklinde ağır hakaret içeren tarihler de düşürülmüştür (a.g.e., s. 146). Matrakçı Nasuh onun idam edildikten sonra bir ata bağlanarak sürüklendiğini yazar (Yurdaydın, II, 170).

Başında “Sicill-i Şeyh Karamânî ez-Zındîk” ibaresi bulunan iki sayfalık sicil kaydı (İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Rumeli Sadâreti Mahkemesi Sicili, nr. 20/2, vr. 105b-106a) onun hakkında ileri sürülen görüşleri ortaya koymaktadır. Burada adları sayılan on şahidin ifadesine göre Karamânî, Allah’ın vücudundan başka varlık olmadığını, Allah ile (vâcibü’l-vücûd) mahlûk (mümkinü’l-vücûd) arasında hiçbir fark bulunmadığını, zâtın bir, isimlerin farklı olduğunu, ulûhiyyeti bütün eşyaya isnat etmeyenlerin kâfir sayıldığını, hıristiyanların ulûhiyyeti üçe hasrettikleri için küfre girdiklerini, şeriatın emirlerinin itibarî olduğunu, bir şeyi haram kabul edersen haram, helâl kabul edersen helâl olacağını, dünyada haram diye bir şeyin bulunmadığını, livâta ve zinanın helâl sayıldığını, öldükten sonra dirilmenin gerçekleşmeyeceğini, bütün evliya ve enbiyaya verilenlerin kendisinde bilfiil mevcut olduğunu, Resûlullah, Ali, Şeyh Attâr ve sâhib-i Fusûsü’l-hikem (İbnü’l-Arabî) dışında kendisinden üstün bir kimsenin bulunmadığını, Allah’ı görmenin ne dünyada ne de âhirette mümkün olduğunu, mümkündür diyenlerin yalancı sayıldığını ileri sürmüştür. Bu iddialara Muhyiddin Karamânî’nin cevap verip vermediği bilinmemektedir. Ebüssuûd Efendi’nin şeyhin idamından sonra verdiği bir fetvadan onun görüşlerinden vazgeçtiğini defalarca açıklayarak tövbe ettiği, fakat bunun tutuklanmasından sonra gerçekleştiği için kabul edilmediği anlaşılmaktadır (Düzdağ, s. 310).

Muhyî-yi Gülşenî, Menâkıb’ında Ebüssuûd Efendi’nin talebesi olduğunu söyleyerek kendisinden övgüyle söz ettiği halde Karamânî’nin idamı konusunda onun hisleriyle hareket ettiğini belirtir. Muhyî, Muhyiddin Karamânî’nin Gebze’deki hankahın şeyhliğini yürüttüğü sırada 931’de (1525) Ebüssuûd Efendi’nin külliyenin medresesine müderris tayin edildiğini, burada iki talebesinin medreseyi bırakıp Karamânî’ye mürid olmasından rahatsızlık duyup onun hakkında kötü sözler söylediğini, bu sebeple aralarında bir husumet doğduğunu, şeyhin sohbetleri esnasında, “Niçin bu meclislere Çivioğlu ve Yavsîoğlu (Ebüssuûd) gelmez, niçin kendilerine yazık ederler?” diyerek Ebüssuûd Efendi’yi küçümser tarzda konuştuğunu belirtir. Yine Muhyî’nin anlattığına göre Ebüssuûd Efendi, Rumeli kazaskeri olduktan sonra Kanûnî Sultan Süleyman ile birlikte Edirne’de bulunduğu bir sırada bazı kişilerin şikâyetini dikkate alarak Karamânî’yi Sultan Bayezid Camii’nde bir ulemâ heyetiyle birlikte sorguya çekmiş, fakat şeyh sorulan sorulara uygun cevaplar vermesi üzerine serbest bırakılmıştır. Şahitlerin mahkemede yalan söylediğini kaydeden Muhyî, Karamânî’nin sohbetlerini kendisinin de dinlediğini, konuşmalarında şeriata aykırı hiçbir şey duymadığını belirtmektedir; bununla birlikte sohbetleri esnasında halkı küçümsemesinin ve bütün şeyh, müftü ve âlimlerin kendi meclisine katılıp istifade etmesi gerektiğini ileri sürmesinin bir gurur eseri olduğunu ve bu tavrının kendisine zarar verdiğini ifade etmektedir (Menâkıb, s. 360, 378-383). Ancak Ebüssuûd Efendi ile Muhyiddin Karamânî hakkında bu bilgileri veren ve değerlendirmeleri yapan Muhyî-yi Gülşenî’nin Karamânî ile aynı tarikata mensup olduğu unutulmamalıdır.

Muhyiddin Karamânî’nin idamından sonra onun haksız yere öldürüldüğüne inananların sayısının ciddi boyutlara ulaştığı Ebüssuûd Efendi’nin fetvalarından anlaşılmaktadır. Ebüssuûd Efendi, Karamânî’nin hangi gerekçeyle idam edildiğini açıklamakla yetinmeyip görüşlerinden vazgeçtiğini defalarca belirttiği halde niçin kabul edilmediğini, şahitlerin değişik zamanlardaki ifadelerinin birbiriyle çelişmesinin bir kusur teşkil edip etmediğini, verdiği hükümde Hanefî mezhebi dışına çıkıp çıkmadığını da açıklamak zorunda kalmıştır. Hatta, “Ulemâ taassup ettiler, zulmen katlettiler” diyenlerin zındık sayılacağını ve onların da katledilmesinin gerekeceğini belirten bir fetva ile (Düzdağ, s. 310-312) dedikoduların önüne geçmeyi hedeflediği anlaşılmaktadır. Nitekim idamının ardından Karamânî taraftarları şiddetli takibata uğramış, şair müridlerinden Sâilî (Âşık Çelebi, vr. 148b) ve Sânî hesaba çekildikten sonra serbest bırakılmış (Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı, s. 296), Halvetî-Gülşenî şeyhlerinden Hasan Zarîfî ise Nakşibendiyye şeyhi Mahmud Efendi’ye mürid olup tekkesine sığınmak suretiyle takipten kurtulmuştur (Atâî, s. 201). Muhyî’nin de bazı suçlamalarla baskı altına alınmaya çalışıldığı görülmektedir (Menâkıb, s. 362).

BİBLİYOGRAFYA
İstanbul Şer‘iyye Sicilleri Arşivi, Rumeli Sadâreti Mahkemesi Sicili, nr. 20/2, vr. 105b-106a; Âşık Çelebi, Meşâirü’ş-şuarâ, vr. 148b; Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı (haz. Mustafa İsen), Ankara 1994, s. 296; , s. 141, 360, 362, 378-383; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 63, 201; Sicill-i Osmânî, IV, 372; Ahmed Refik Gür, Osmanlı İmparatorluğunda Kadılık Müessesesi (doktora tezi, 1971), İÜ Ed. Fak., s. 129-130; Hüseyin Gazi Yurdaydın, “Düşünce ve Bilim Tarihi”, Türkiye Tarihi, İstanbul 1988, II, 169-171; İlknur Altuğ, Gebze Çoban Mustafa Paşa Külliyesi, Ankara 1989, s. 27; İsmail Safa Üstün, Heresy and Legitimacy in the Ottoman Empire in the Sixteenth Century (doktora tezi, 1991), University of Manchester, s. 133-138; Ahmet Yaşar Ocak, “Kanûnî Sultan Süleyman Devrinde Bir Osmanlı Heretiği: Şeyh Muhyiddîn-i Karamânî”, Prof. Dr. Bekir Kütükoğlu’na Armağan, İstanbul 1991, s. 473-484; a.mlf., Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 318-327, 357-363; M. Ertuğrul Düzdağ, Şeyhülislâm Ebussuûd Efendi’nin Fetvalarına Göre Kanunî Devrinde Osmanlı Hayatı: Fetâvâ-yı Ebussuûd Efendi, İstanbul 1998, s. 310-312; Reşat Öngören, Osmanlılar’da Tasavvuf, İstanbul 2000, s. 300-307; a.mlf., “Şerîatın Kestiği Parmak: Kanûnî Sultan Süleyman Devrinde Îdam Edilen Tarîkat Şeyhleri”, İLAM Araştırma Dergisi, I/1, İstanbul 1996, s. 132-136; İsmail E. Erünsal, “XV-XVI. Asır Osmanlı Zendeka ve İlhad Tarihine Bir Katkı”, Osm.Ar., XXIV (2004), s. 145-148; M. Cavid Baysun, “Ebüssuûd Efendi”, İA, IV, 94-95; Ahmet Akgündüz, “Ebüssuûd Efendi”, DİA, X, 365, 367 (bu sayfa ile ilgili bir tashih için bk. XI. cildin sonundaki “Düzeltme”).

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 82-83 numaralı sayfalarda yer almıştır.