MUKABELE

Bir söz içinde geçen iki veya daha fazla unsurdan sonra her birinin karşıtını yahut ilgilisini sırasıyla zikretmek anlamında edebî sanat.

Müellif:

Sözlükte “yüz yüze gelmek; iki şeyi birbiriyle karşılaştırmak” mânalarına gelen mukābele bedî‘ ilminde anlamı güzelleştiren söz sanatlarından biri olup tekābül adıyla da geçer. Mukabelede güzelliğin kaynağı karşıt veya uyuşan anlamlar arasındaki dizim armonisidir. Meselâ, “Artık onlar az gülsünler, çok ağlasınlar” ifadesinde (et-Tevbe 9/82) yer alan “az” ve “gülsünler” öncülleri (mukaddemât) “çok” ve “ağlasınlar” ikincilleriyle (sâneviyyât) karşı karşıya getirilmiştir. Mukabele sanatı, bu örnekte görüldüğü üzere zıt unsurlar arasında gerçekleştiği gibi ikincilleri öncüllere uygun unsurlar arasında da görülebilir. “Allah, rahmetinin bir tecellisi olarak sizin için gece ve gündüz vakitlerini düzenledi ki birinde dinlenesiniz, diğerinde O’nun kereminden rızkınızı arayasınız” örneğinde (el-Kasas 28/73) “gece” ile “dinlenme” ve “gündüz” ile “rızık arama” uygunluk münasebeti içinde bulunur. Mukabelenin sanat yönünden en üst düzeyde kabul edilen şekli karşıtlar arasında tezat armonisi biçiminde gerçekleşmiş olanıdır. Bu özelliği sebebiyle, başta Hatîb el-Kazvînî olmak üzere onun Telḫîṣü’l-Miftâḥ’ına şerh yazan belâgat âlimleri mukabeleyi tezat sanatı içinde yer alan bir tür olarak görmüşlerdir. Halbuki tezat, bir ifadede sadece iki zıt unsurun bir arada zikredilmesi şeklinde gerçekleşirken mukabelede en az dört karşıt öğenin oluşturduğu bir armoni söz konusudur. Buna dikkat çeken İbn Reşîḳ, zıt unsurların ikiyi aşması halinde bu sanatın mukabele adını alacağını söylemektedir (el-ʿUmde, II, 14-15). Ayrıca mukabelede ikincil öğelerin öncüllerin sırasına göre dizilmiş olması şarttır, tezatta ise böyle bir durum söz konusu değildir. Yine mukabele hem karşıt hem uyuşan öğeler arasında olabilirken tezat sadece iki zıt arasında gerçekleşir (İbn Ebü’l-İsba‘, s. 179-184; Ebû Amr Muhammed b. Muhammed et-Tenûhî, s. 179; Safiyyüddin el-Hillî, s. 75). Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, tezada mukabele adının verilmesini daha uygun görerek mukabele ismi altında taksim ettiği bazı tezat nevilerini ele almıştır (el-Mes̱elü’s-sâʾir, III, 143-166). Şiirde mukabele bütün unsurlarıyla bir beyit içinde gerçekleşir. İlk mısrada öncül unsurlara, ikinci mısrada ikincil unsurlara sırasıyla yer verilir.

Mukabelenin beyit içinde veya ardarda gelen mensur ifade çerçevesinde ikinin ikiyle, üçün üçle, dördün dörtle, beşin beşle ve altının altıyla karşılaştırılması şeklinde on iki öğeye kadar karşıt veya uyuşan unsurları bir araya getiren türleri vardır. Mukabelede güzellik ve estetik sözün tabii seyri içinde dizilmiş karşıt öğelerin sayısı nisbetinde artar. Yukarıda geçen örnekler ikinin ikiyle mukabelesi türündendi. Diğer bazı nevileri de şu örneklerde görülmektedir:

Üçün üçle mukabelesi: ”وَيُحِلُّ لَهُمُ الطَّيِّبَاتِ وَيُحَرِّمُ عَلَيْهِمُ الْخَبَائِثَ“ Onlara temiz şeyleri helâl kılar, yine onlara pis şeyleri yasaklar (el-A‘râf 7/157). Karşıt unsurlar: Helâl kılar-haram kılar, onların lehine-aleyhine, temiz şeyler-pis şeyler. Altının altıyla mukabelesi: ”على رأس عبدٍ تاج عِزٍّ يزَينه / وفي رجل حرّ قيد ذلّ يشينه“ Kölenin başında şeref tacı var, onu süsleyen / Hürrün ayağında aşağılık zinciri, onu alçaltan” Karşıt öğeler: Üzerinde-içinde, baş-ayak, köle-hür, taç-zincir, izzet-zillet, süsleyen-alçaltan.

Kudâme b. Ca‘fer’e göre mukabelenin iki unsuru arasında karşıtlık veya uygunluk ilgisinin bulunmayışı onun kıymetini düşürür. Meselâ, “İnsanların ne hayırlısıyla arkadaşlık ettim ne de fâsık olanıyla” ifadesinde mukabele kusurludur, çünkü “hayırlı”nın mukabili “fâsık” değil “şerîr”dir (Naḳdü’ş-şiʿr, s. 193-194; Ebû Hilâl el-Askerî, s. 339). İbn Reşîḳ de mukabeleyi oluşturan unsurlar arasındaki tezat ve bölümleme mükemmelliğinin önemini vurgulamıştır (el-ʿUmde, II, 19).

Tesbit edilebildiği kadarıyla mukabeleyi terim anlamında ilk kullanan ve tanımını yapan edip Kudâme b. Ca‘fer’in dedesi Kudâme b. Ziyâd el-Bağdâdî’dir (Hâtimî, I, 152). Kudâme b. Ca‘fer ise “sıhhatü’l-mukābelât, fesâdü’l-mukābelât, tashîhu’l-mukābele” başlıkları altında konuyu ele almış, bu arada dedesinin tanımını da nakletmiştir (Naḳdü’ş-şiʿr, s. 141-142, 193-194; Cevâhirü’l-elfâz, s. 5-6). Daha sonra gelen Ebû Hilâl el-Askerî, Fahreddin er-Râzî, Sekkâkî ve İbn Ebü’l-İsba‘ gibi müellifler tanımı daha açık ve yalın hale getirmişlerdir. Sekkâkî’den itibaren mukabele sanatı bedî‘ ilminde mâna sanatları arasında yerini almış, bedîiyye nâzımları da türle ilgili güzel örnekler ortaya koymuşlardır.

BİBLİYOGRAFYA
Kudâme b. Ca‘fer, Naḳdü’ş-şiʿr (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 141-142, 193-194; a.mlf., Cevâhirü’l-elfâẓ (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1350/1932, s. 5-6; Hâtimî, Ḥilyetü’l-muḥâḍara (nşr. Ca‘fer el-Kettânî), Bağdad 1979, I, 152; Ebû Hilâl el-Askerî, Kitâbü’ṣ-Ṣınâʿateyn (nşr. Müfîd M. Kumeyha), Beyrut 1404/1984, s. 339, 371-374; İbn Reşîḳ el-Kayrevânî, el-ʿUmde (nşr. M. Muhyiddin Abdülhamîd), Kahire 1353/1934, II, 14-20; Ebû Ya‘kūb es-Sekkâkî, Miftâḥu’l-ʿulûm (nşr. Naîm Zerzûr), Beyrut 1403/1983, s. 424; Ziyâeddin İbnü’l-Esîr, el-Mes̱elü’s-sâʾir (nşr. Ahmed el-Havfî – Bedevî Tabâne), Riyad 1403/1983, III, 143-166; İbn Ebü’l-İsba‘, Taḥrîrü’t-Taḥbîr (nşr. Hifnî M. Şeref), Kahire 1383/1963, s. 179-184; Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ fî ʿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, s. 485-488; Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eṭ-Ṭırâzü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Beyrut 1402/1982, II, 377-391; Ebû Amr Muhammed b. Muhammed et-Tenûhî, el-Aḳṣa’l-ḳarîb fî ʿilmi’l-beyân, Kahire 1327, s. 179; Safiyyüddin el-Hillî, Şerḥu’l-Kâfiyeti’l-bedîʿiyye (nşr. Nesîb Neşşâvî), Dımaşk 1403/1983, s. 75; Zerkeşî, el-Burhân, III, 458 vd.; İbn Hicce, Ḫizânetü’l-edeb, Kahire 1304, s. 57-59.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 101-102 numaralı sayfalarda yer almıştır.