MURAD BUHÂRÎ

Muhammed Murâd b. Alî b. Dâvûd b. Kemâliddîn el-Hüseynî el-Buhârî en-Nakşibendî (ö. 1132/1720)

Nakşibendî-Müceddidî şeyhi.

Müellif:

1050 (1640) yılında Semerkant’ta dünyaya geldi. Bazı kaynaklarda doğum tarihi 1055 (1645) olarak verilmekteyse de torununun oğlu Muhammed Halîl el-Murâdî’nin kaydettiği ilk tarih (Silkü’d-dürer, IV, 129) daha doğru olmalıdır. Semerkant nakîbüleşrafı Seyyid Ali’nin oğludur. Üç yaşında geçirdiği felç yüzünden kötürüm olan Murad Buhârî tahsilini bölgedeki âlimlerden ders alarak tamamladı. Yirmi üç yaşında iken ilim öğrenmek için Hindistan’a gitti. Burada İmâm-ı Rabbânî’nin oğlu ve halifesi Hâce Muhammed Ma‘sûm ile tanıştı ve ona intisap etti. İlmî konularda kendini yetiştirip seyrüsülûkünü tamamladıktan sonra hac vazifesi için yola çıktı ve haccın ardından üç yıl Hicaz bölgesinde kaldı. Memleketine dönerken Bağdat’a uğradı, oradan İsfahan’a geçti. Bu seyahati sırasında tanıştığı âlim ve şeyhlerle dostluk kurdu. İsfahan’dan Bağdat’a döndü. Memleketine dönmekten vazgeçip ikinci haccını ifa ettikten sonra Kahire’ye gitti. 1080 (1669) yıllarında Şam’a geldi ve burada evlendi (a.g.e., IV, 129).

Aldığı bir davet üzerine 1092’de (1681) İstanbul’a giden Murad Buhârî, ulemâ ve devlet ricâli tarafından sıcak bir ilgiyle karşılandı. Beş yıl kadar Eyüp’te Nişancıpaşa sokağında kendisine tahsis edilen konakta oturdu. Anadolu Kazaskeri Çankırılı Mustafa Râsih Efendi’nin XVII. yüzyılın son çeyreğinde medrese olarak yaptırdığı binayı Râsih Efendi’nin oğlu Şeyhülislâm Damadzâde Ahmed Efendi onun için tekke şeklinde düzenledi. Burada kısa bir süre kalan Murad Buhârî, tekkenin şeyhliğini halifesi Kilisli Ali Efendi’ye bırakarak 1097 (1686) yılında Şam’a döndü. Kendisi için inşa edilen Berrâniyye Tekkesi’nde uzun yıllar irşad faaliyetinde bulunduktan sonra üçüncü defa Hicaz bölgesine gitti. Bir yıl kadar orada kalıp tekrar Şam’a dönünce tekkenin postnişinliğini oğlu Muhammed Bahâeddin’e bırakarak 1120’de (1708) İstanbul’a gitti. Bu gidişinde Eyüp Nişanca’daki tekkeye gitmeyip Sultan Selim Camii civarındaki bir evde ikamet etti. Onun halk ve bazı saray mensupları üzerindeki nüfuzundan rahatsız olan Sadrazam Çorlulu Ali Paşa, Kaptanıderyâ İbrâhim Paşa’ya şeyhin hacca gitmek istediğini ve bunun için hazırlık yapmasını emretti. Bir gemiye bindirilip uğurlanan Şeyh Alanya’da sahile çıkarıldığında sürgün edildiğini anladı. Daha sonra Konya ve Kütahya üzerinden Bursa’ya gitti. Halifesi Hüseyin Lâdikî tarafından yazılıp Şeyhülislâm Mehmed Mekkî Efendi tarafından derlenen Menâkıb’ından 1126’da (1714) Bursa’da bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu durumda onun İstanbul’da beş yıl kadar kaldığı söylenebilir. 1130’da (1718) Bursa’dan tekrar İstanbul’a giden Murad Buhârî, bir süre Eyüp’te Hüseyin Efendizâde bahçesinde ve Reîsületıbbâ Nuh Efendi’nin yalısında ikamet etti, ardından Eyüp Nişanca’sındaki tekkeye yerleşti (bk. ŞEYH MURAD TEKKESİ). 12 Rebîülâhir 1132 (22 Şubat 1720) tarihinde burada vefat etti. Eyüp Camii’nde kılınan cenaze namazının ardından tekkesinin dershanesine defnedildi. Bazı çağdaş araştırmalarda ölüm tarihinin 1141 (1729) (Gündüz, s. 61; Algar, Naqshbandis, s. 27, 137) ve 1192 (1778) (Ocak, s. 64) olarak verilmesi doğru değildir.

Abdülbaki Gölpınarlı La‘lîzâde Abdülbâki Efendi’nin bir ifadesine dayanarak onun Hamzavî kutbu Şeyhülislâm Paşmakçızâde Seyyid Ali Efendi’ye intisap ettiğini söyler. Şeyhî ise şeyhülislâmın Murad Buhârî’nin müridi olduğunu kaydeder. Hamzavîler’in önemli isimlerinden La‘lîzâde Abdülbâki Efendi’nin kendisine intisabı onun Hamzavîler tarafından da benimsendiğini ortaya koymaktadır. Harîrîzâde, Murad Buhârî’ye nisbetle Murâdiyye olarak anılan Nakşibendiyye’nin bir kolu bulunduğunu kaydetmekteyse de böyle bir tarikat fiilen oluşmamıştır.

Nakşibendiyye-Müceddidiyye’yi Anadolu’ya getiren ilk sûfî diye bilinen Murad Buhârî halkın yanı sıra şeyhülislâm, vezir ve paşalardan şeyhler ve medrese âlimlerine kadar toplumun hemen her kesiminden insanlar üzerinde etkili olmuştur. Şeyhülislâm Seyyid Feyzullah Efendi, La‘lîzâde Abdülbâki, Şeyh Mehmed Emin Tokadî, Şeyhülislâm Veliyyüddin Efendi, Ebû Saîd el-Hâdimî ona intisap eden önemli şahsiyetler arasında zikredilebilir. Bazı kaynaklarda oğlu Muhammed Bahâeddin Murâdî’ye dair bilgiler onun hakkındaki bilgilerle karıştırılmıştır. Murâdî nisbesiyle anılan aile mensupları arasından birçok âlim ve sûfî yetişmiş, bunlardan bazıları Şam’da Hanefî müftüsü olarak görev yapmıştır (EI2 [İng.], VII, 602).

Eserleri. 1. Câmiʿu müfredâti’l-Ḳurʾân (Râgıb Paşa Ktp., nr. 102). Arapça, Farsça ve Türkçe kaleme alınan eser, müellifin hayatından bahseden bir kısım kaynakta belirtildiği gibi tefsir değil bir ulûmü’l-Kur’ân çalışmasıdır. Orijinal bir tertibi olan eserin ilk kısmında, mushaf sırasına göre sûreleri de belirtilmek suretiyle önce bütün âyetlerin son kelimeleri, ardından âyetlerin ilk kelimeleri verilmiş, sonraki bölümlerde ise eliften başlayarak sırasıyla Arap alfabesinin yirmi dokuz harfinin kelime başında kullanımını esas alan alfabetik bir sistemle tasnif edilmiştir. Meselâ elif harfinde “Kitâbü’l-Elif mine’t-tertîb” başlığıyla elifle başlayan kelimeler belirlenmiş ve bunların içinde yer aldıkları âyetler sûre sırasına göre verilmiştir. Daha sonra söz konusu sıralamaya göre tesbit edilen bu kelimeler “Kitâbü’l-Elif mine’l-Arabî” başlığı altında Arapça olarak açıklanmıştır. Ardından “Kitâbü’l-Elif mine’l-Fârisî” başlığıyla aynı kelimeler Farsça ve “Kitâbü’l-Elif mine’t-Türkî” başlığıyla Türkçe izah edilmiştir. Kelimelerin açıklanmasında genellikle Râgıb el-İsfahânî’nin ifadelerine yer verilmekle beraber İsmâil b. Hammâd el-Cevherî ve Ali b. Hamza el-Kisâî gibi Arap dilcilerinin görüşlerine de atıfta bulunulmuştur. Eser, üç dilde yazılması ve kendine has tertibiyle türünde ilk sayılabilecek bir çalışmadır. 2. Silsiletü’ẕ-ẕeheb. Nakşibendiyye silsilesini ve müellifin tarikatın âdâbı hakkındaki görüşlerini ihtiva eden Arapça bir risâledir. La‘lîzâde Abdülbâki tarafından Türkçe (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 2456), müellifin oğlu Muhammed Bahâeddin’in müridi Ahmed Trabzonî tarafından Tuḥfetü’l-aḥbâb fi’s-sülûki’ṭ-ṭarîḳati’n-Naḳşibendiyye adıyla Arapça (Çorum Hasan Paşa Ktp., nr. 781) olarak şerhedilmiştir. Risâlenin, Mehmed Rüstem Râşid’in yaptığı Dürrü’l-müntehab min bahri’l-edeb fî tercemeti Silsileti’z-zeheb adlı Türkçe bir tercümesi daha vardır (İstanbul 1274). Bu tercümenin kenarında açıklanmaya gerek duyulan meseleler hakkında mütercim tarafından eklenmiş notlar ve sonunda da bir zeyil bulunmaktadır. 3. Mektûbât. Murad Buhârî’nin müridlerine, halifelerine, çocuklarına, bazı devlet erkânına ve diğer kişilere yazdığı mektuplardan derlenmiştir (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2456). 4. Risâle-i Nakşibendiyye. Müridlerinden Karababazâde İbrâhim’in şeyhin sohbetlerinde tuttuğu notları ihtiva eder (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2886). 5. Mesmûât. Sohbetlerinin müridleri tarafından derlenmesiyle oluşan bir eserdir (Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 1780).

BİBLİYOGRAFYA
Murad Buhârî, Câmiʿu müfredâti’l-Ḳurʾân, Râgıb Paşa Ktp., nr. 102, vr. 4b-12b, 54b, 56a; a.mlf., Silsiletü’ẕ-ẕeheb, Süleymaniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 206; Şeyhî, Vekāyiu’l-fuzalâ, III, 673-675; Ayvansarâyî, Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 292-294; Müstakimzâde, Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 3357, vr. 74a; a.mlf., Mecelletü’n-niṣâb, Süleymaniye Ktp., Hâlet Efendi, nr. 628, vr. 281b-282a; Murâdî, Silkü’d-dürer, I, 25-30, 145-147; II, 70-72, 218-219; III, 219-228; IV, 114-116, 129-130; a.mlf., ʿArfü’l-beşâm fî men vüliye fetvâ Dımaşḳı’ş-Şâm (nşr. M. Mutî‘ el-Hâfız – Riyâz Abdülhamîd), Dımaşk 1399/1979, s. 135-136, 142-153, 220-224; Mehmed Mekkî, Menâkıb-ı Şeyh Muhammed Murad, Süleymaniye Ktp., Murad Buhârî, nr. 256; Zikr-i Vefât-ı Şeyh Muhammed Murad el-Buhârî, Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 2886, vr. 26a-28a; Harîrîzâde, Tibyân, III, vr. 100b; Hüseyin Vassâf, Sefîne, II, 55; Abdülbaki [Gölpınarlı], Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s. 164; Kasım Kufralı, Nakşibendiliğin Kuruluşu ve Yayılışı (doktora tezi, 1949), İÜ Türkiyat Araştırmaları Merkezi, nr. 337, s. 160-170; Zâkir Şükrü, Mecmûa-i Tekâyâ (Tayşi), s. 56; İrfan Gündüz, Osmanlılar’da Devlet-Tekke Münasebetleri, İstanbul 1989, s. 61; Hamid Algar, “A Brief History of the Naqshbandi Order”, Naqshbandis (ed. M. Gaborieau v.dğr.), İstanbul-Paris 1990, s. 27-28; a.mlf., “Political Aspects of Naqshbandi History”, a.e., s. 137; Ahmet Yaşar Ocak, Kültür Tarihi Kaynağı Olarak Menâkıbnâmeler: Metodolojik Bir Yaklaşım, Ankara 1992, s. 64; Dina le Gall, The Ottoman Naqshbandiyya in the Pre-Mujaddidi Phase: A Study in Islamic Religious Culture and Its Transmission (doktora tezi, 1992), Princeton University, s. 172-173; Murat Demir, Murad-ı Nakşibendî ve Menâkıbı (yüksek lisans tezi, 1998), UÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 4-12; Halil İbrahim Şimşek, Osmanlı’da Müceddidlik XVII/XVIII. Yüzyıl, Ankara 2004, s. 105-155; Butrus Abu Manneh, “The Naqshbandiyya-Mujaddidiyya in the Ottoman Lands in the Early 19th Century”, WI, XXII/1-4 (1982), s. 17; H. A. R. Gibb, “al-Murādī”, EI2 (İng.), VII, 602; M. Baha Tanman, “Murad Buharî”, DBİst.A, V, 513-514.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 185-187 numaralı sayfalarda yer almıştır.