NÂİB-i SALTANAT

Merkezde sultana vekâlet eden veya tayin edildiği yerde onu temsil eden devlet adamı.

Müellif:

Bu göreve Anadolu Selçukluları’nda, Memlükler’de ve Delhi Sultanlığı’nda rastlanır. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, bu görevin Anadolu Selçukluları’na Eyyûbîler’den geçmiş olabileceğini söylüyorsa da Eyyûbî kaynaklarında adına pek rastlanmaz. Sadece İzzeddin İbn Şeddâd’ın, 618 (1221) yılında Atabekiyye Medresesi’ni yaptıran Şehâbeddin el-Atabek’in Halep Kalesi nâibü’s-sultanı olduğunu söylediği görülür (el-Aʿlâḳu’l-ḫaṭîre, I/1, s. 273). İlk Anadolu Selçuklu sultanı Süleyman Şah’ın Suriye seferine çıktığı sırada başşehir İznik’te yerine bıraktığı Ebü’l-Kāsım’ın ve ardından onun yerine geçen kardeşi Ebü’l-Gāzî’nin fiilen sultan nâibliği yaptıkları halde bu unvanı taşıdıklarına dair bir kayıt yoktur. Kaynaklarda bu makama ve nâib unvanına ilk defa 616’da (1220) I. Alâeddin Keykubad’ın cülûsu sırasında rastlanmakta, daha sonra da bu müessese ve görevli için “niyâbet-i hazret-i saltanat, niyâbet-i hazret-i ulyâ, niyâbet-i saltanat-ı Rûm, nâibü’s-saltanati’l-muazzama, nâibü’l-hazre” gibi unvanların kullanıldığı görülmektedir. Bu mevkie getirilmeden önce subaşı, melikü’l-ümerâ, vezir, reîsü’l-bahr, melikü’n-nüvvâb, pervâne ve emîr-i dâd gibi görevlerde bulunan nâiblerin arasında ayrıca sâhib-i dîvân-ı istîfâ gibi ikinci bir memuriyeti birlikte yürütenler de vardır. Nâib-i saltanat protokolde vezir ve atabegden sonra gelmekteydi. Moğollar’ın tahakkümü döneminde merkezî otorite dağılınca devlet adamları kendi ikballeri için onlarla iş birliğine giriştiler; böylece vezâret ve atabeglikte olduğu gibi nâib-i saltanatlıkta da iki başlılık ortaya çıktı; sultanın nâibinden başka Moğol hanı için de bir nâib tayin edilmeye başlandı. Nitekim, İlhanlı Abaka Han aynı zamanda vezirlik de yapan Sâhib Ata’yı “kıvâmü’l-mülk” unvanıyla kendi niyâbet-i hazret-i ulyâlığına, Celâleddin Mahmud’u istîfâ makamına ilâveten sultanın nâibü’s-saltanati’l-muazzamalığına tayin etmişti. Selçuklular’da nazarî olarak görev alanları belirlenmiş görünse de özellikle vezir, atabeg ve nâib-i saltanatın icraatları arasında belirgin bir fark bulunmamaktadır. Bu unvanı taşıyanların faaliyetleri sultanı muhaliflerine karşı korumak ve onları saf dışı etmek, isyanları bastırmak, başşehri savunmak, Moğollar’a karşı asker temini için komşu devletlerle görüşmek, elçilik yapmak ve sultanın kızının gelin alayına başkanlık etmek şeklinde belirtilmiştir.

Bu makam daha çok Memlükler’de önem kazanmıştır. “Nâibü’l-hazre, nâibü’l-uzmâ, nâibü’l-kâfil, kâfilü’l-memâliki’ş-şerîfe, sultânü’l-muhtasar” vb. unvanları taşıyan nâib-i saltanat, askerî sınıfın en üst rütbesindeki emîr-i mie ve mukaddemü’l-elflerin en kıdemlileri arasından tayin edilir, bazan bunların üstü atabekü’l-asâkir bu göreve getirilir, hükümdarın temsilcisi veya vekili olarak onun adına ülkeyi yönetirdi. Nâibler, vezirin yerini alarak sultanın ardından devletin ikinci adamı haline geldiler; hatta bazan bu güçleri sayesinde Kutuz, Ketboğa ve Lâçin gibi sultan oldular. Başşehirdeki nâib-i saltanattan başka Dımaşk, Halep, Trablusşam, Gazze, Hama ve Kerek gibi eyalet veya şehir valileri de bu unvanı (veya kâfilü’s-saltana, kâfilü’l-memleke unvanlarını) taşımaktaydı. Bunların içinde en üst mevkide olanı Dımaşk nâib-i saltanatıydı. Dımaşk nâibleri arasında Şeyh el-Mahmûdî gibi bu durumu kendi çıkarına kullanıp bölgedeki diğer nâiblerin desteğini alarak sultan olanlar da vardı.

Delhi Sultanlığı’nda hükümdar adına görev yapan, nâibü’l-mülk veya nâib-i hâss-ı şah unvanını taşıyan yüksek rütbeli bir emîr yahut melik bulunmakta ve nâib-i saltanatla aynı işi yapmaktaydı. Ancak bu makam Delhi Sultanlığı’nda zaman zaman hem makam sahibi hem devlet için tehlike arzetmiştir. Çünkü nâibler daima güçlerini korumaya çalıştıkları için zulümden kaçınmıyor ve isyanların çıkmasına sebep oluyorlardı. Nitekim Delhi Memlük sultanlarından I. Rükneddin Fîrûz Şah’ın nâibliğini üstlenen annesi Şah Türkân kötü yönetimi yüzünden öldürülmüştü. Delhi Sultanlığı’nın sonuncu hânedanı Lûdîler’de de Memlükler’de olduğu gibi eyalet valilerine nâib deniliyordu. Aynı müessesenin Safevîler’de de mevcut olduğu anlaşılmaktadır. Avşarlılar hânedanının kurucusu Nâdir Şah, Safevî Hükümdarı II. Tahmasb’ı tahttan indirip yerine henüz birkaç aylık olan oğlu III. Abbas’ı geçirmiş ve kendisini nâib-i saltanat ilân ederek yönetime el koymuştu.

BİBLİYOGRAFYA
İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-Alâiyye: Selçukname (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, I-II, bk. İndeks; İzzeddin İbn Şeddâd, el-Aʿlâḳu’l-ḫaṭîre fî ẕikri ümerâʾi’ş-Şâm ve’l-Cezîre (nşr. Yahyâ Zekeriyyâ Abbâre), Dımaşk 1991, I/1, s. 273; Hasan b. Abdülmü’min el-Hûî, Ġunyetü’l-kâtib ve münyetü’ṭ-ṭâlib-Rüsûmü’r-resâʾil ve nücûmü’l-feżâʾil (nşr. Adnan Sadık Erzi), Ankara 1963 (Gunye), s. 5; (Rüsûm), s. 4, 17, 28-29; Aksarâyî, Müsâmeretü’l-ahbâr (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 2000, bk. İndeks; İbn Fazlullah el-Ömerî, et-Taʿrîf bi’l-muṣṭalaḥi’ş-şerîf (nşr. Semîr ed-Dürûbî), Kerek 1413/1992, s. 85 vd.; Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, IV, 16-19; Makrîzî, el-Ḫıṭaṭ, II, 214-215; a.mlf., Histoire des sultans mamlouks (trc. E. Quatremère), Paris 1840, tercüme edenin notları, I/2, s. 93-99; Halîl b. Şâhin, Zübdetü Keşfi’l-memâlik (nşr. P. Ravaisse), Paris 1894, s. 111-113; Uzunçarşılı, Medhal, bk. İndeks; Hasan el-Bâşâ, el-Fünûnü’l-İslâmiyye ve’l-veẓâʾif ʿale’l-âs̱âri’l-ʿArabiyye, Kahire, ts. (Dârü’n-nehdati’l-Arabiyye), III, 1230-1235; M. Azîz Ahmad, Political History and Institutions of the Early Turkish Empire of Delhi (1206-1290 A. D.), Lahore 1987, s. 342-343; İsmail Yiğit, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi: Memlûkler, İstanbul 1991, s. 28, 30, 186-187, 193-195; M. Abdülganî el-Eşkar, Nâʾibü’s-salṭanati’l-Memlûkiyye fî Mıṣr, Kahire 1999; Ramazan Şeşen, Salâhaddin Eyyûbi ve Devri, İstanbul 2000, s. 253-254; J. van Steenbergen, “The Office of Nā’ib as-Salṭana of Damascus: 741-784/1341-1382, a Case Study”, Egypt and Syria in the Fatimid, Ayyubid and Mamluk Eras (ed. U. Vermeulen – J. van Steenbergen), Leuven 2001, III, 429-448; Haluk Kortel, Delhi Türk Sultanlığı’nda Teşkilât: 1206-1414 (doktora tezi, 2001), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 241-245; H. A. R. Gibb, “Nāʾib”, EI2 (İng.), VII, 915.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 32. cildinde, 313-314 numaralı sayfalarda yer almıştır.