NECRÂNÎ, Takıyyüddin

Takıyyüddîn Muhtâr b. Mahmûd el-Ucâlî en-Necrânî el-Mu‘tezilî (VII./XIII. yüzyıl)

Mu‘tezile kelâmcısı.

Müellif:

Hayatı hakkında çok az bilgi mevcuttur. Künyesinden Necranlı olduğu anlaşılmakta, ancak aynı adı taşıyan birden fazla yerleşim merkezi bulunduğundan bunların hangisine mensup olduğu bilinmemektedir. Necrânî nisbesini Bahrânî şeklinde okuyanlar varsa da bu isabetli görünmemektedir. C. Brockelmann, Necrânî’nin el-Kâmil fi’l-istiḳṣâʾ adlı eserinde Rükneddin el-Hârizmî’den (ö. 536/1141) “hocamız” diye söz etmesinden, ayrıca kaynaklarda doğumu hakkında verilen en erken tarihin 505 (1111), el-Kâmil fi’l-istiḳṣâʾın istinsah tarihinin 675 (1276) olmasından hareketle onun VI (XII) ile VII. (XIII.) yüzyıllar arasında yaşamış olabileceğini kaydetmektedir (GAL, I, 606). Seyyid Muhammed eş-Şâhid ise el-Kâmil’in 675 yılında istinsah edilmesini ve müstensihin Necrânî’yi dua ile anmasını göz önünde bulundurarak müellifin bu tarihten önce vefat etmiş olabileceğini söylemektedir (el-Kâmil fi’l-istiḳṣâʾ, neşredenin girişi, s. 13). Wilferd Madelung, Necrânî’nin, Mu‘tezile’nin Kādî Abdülcebbâr ve öğrencilerinden Ebü’l-Hüseyin el-Basrî çizgisinde gelişen Basra ekolüne bağlı ve Rükneddin el-Hârizmî’nin öğrencisi olduğunu belirtmektedir. Öte yandan Seyyid Muhammed eş-Şâhid, onun Zeydiyye’ye intisabına ilişkin görüşlere karşı çıkarak el-Kâmil’de Zeydiyye’ye yakınlığını gösteren herhangi bir işarete rastlanmazken Mu‘tezilî olduğuna delâlet eden birçok işaretin bulunduğunu kaydetmekte, örnek olarak da Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Nazzâm ve Kâ‘bî gibi Mu‘tezile âlimlerinden “şeyhlerimiz, ashabımız” diye söz etmesini göstermektedir (a.g.e., neşredenin girişi, s. 11).

Necrânî, ilk dönem Mu‘tezile kelâmcılarının tabiat felsefesini önceleyen yaklaşımlarına karşılık Ebû Hâşim el-Cübbâî, Kādî Abdülcebbâr, Ebü’l-Hüseyin el-Basrî ve Rükneddin el-Hârizmî gibi muhafazakâr eğilimli Mu‘tezile âlimlerinin görüşlerini benimsemiş, kelâm tartışmalarında Tanrı merkezli bir yöntem izleyerek daha çok Allah’ın varlığı ve sıfatları üzerinde durmuştur (Elshahed, s. 236-237). Bu döneme mensup diğer Mu‘tezile kelâmcıları gibi Necrânî de kelâm tartışmalarında aklın yanı sıra vahye bağlı kalmanın gereği üzerinde ısrarla durmuştur (el-Kâmil fi’l-istiḳṣâʾ, s. 274, 283). Allah’ın varlığını ispat etmek için cisimlerin yaratılmış (hâdis) olduğunu kanıtlamaya çalışmış, Allah’a nisbet edilebilecek sıfatları tevhid ve adalet çerçevesinde temellendirmiş, bazı Mu‘tezile kelâmcılarının ileri sürdüğü “ma‘dûmun şey olduğu” ve bir kısım Ehl-i sünnet kelâmcılarının iddia ettiği “mevcudun mâlûm olduğu” fikirlerini reddetmiş, böyle bir şeyi kabul etmenin, hem Eflâtun’un ideleri gibi birbirinin sebebi olan sonsuz sayıda somut varlığın mevcudiyetini benimsemek, hem de kādir-i mutlak ve fâil-i muhtâr olan bir yaratıcının varlığını iptal etmek anlamına geleceğini söylemiştir. Ayrıca yaratma fiilini icat ve oluş diye düalist bir karaktere büründüren anlayışı kabul etmemiştir. Zira Necrânî’ye göre icat etme ve oluş aynı anlama gelmekte olup yaratmada düalist yapı söz konusu değildir (a.g.e., s. 82, 112, 185). Necrânî, filozofların sudûr nazariyesini hatırlattığı için Nazzâm’ın “i‘timâd” ve Eflâtun’un idelerini çağrıştırdığı için Ebû Hâşim el-Cübbâî’nin “ahvâl” teorisini de reddetmiştir (a.g.e., s. 115-125). Öte yandan Ebû Hâşim el-Cübbâî ve Kādî Abdülcebbâr’ın görüşlerinin aksine evliyadan kerametin zuhur etmesinin aklen ve naklen mümkün olduğunu belirtmiş (a.g.e., s. 354-376), dünya hayatının son bulacağını, aklî ve naklî delillerin gereği olarak tekrar dirilişin (iade) gerçekleşeceğini ispata çalışmıştır (a.g.e., s. 377-436). Necrânî, Allah’ın varlığını ve sıfatlarını merkeze koyan yaklaşımı, “nefyü’d-delâle”yi delil saymayan yöntemi (aş.bk.) ve evliya için kerameti câiz gören düşünceleriyle büyük oranda Ehl-i sünnet’e yaklaşmıştır.

Necrânî’nin bilinen tek eseri el-Kâmil fi’l-istiḳṣâʾ fîmâ beleġanâ min kelâmi’l-ḳudemâʾ olup günümüze ulaşan yegâne nüshası Hollanda Leiden Üniversitesi Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (nr. 1516). Kitap bir mukaddime, müellifle Ebû Hâşim ve taraftarları arasında tartışmalı meseleleri konu edinen on altı bölümden (bab) oluşmaktadır. Mukaddimede önceki Mu‘tezile âlimlerinin kaleme aldıkları eserlerle İslâm’ın yüceltilmesine büyük katkıda bulunduklarını, ancak bu çalışmalarda belli bir düzen ve sistemin gözetilmediğini, kendisinin bu eksiği gidermek için bu eseri yazdığını kaydetmektedir. Kitapta görüş farklılığı bulunan meselelerde ihtilâf noktaları, bulunmayan konularda ise yöntem farklılıkları dile getirilmekte, kendi görüş ve yönteminin doğru, Ebû Hâşim ile onu takip edenlerin görüş ve yöntemlerinin zayıf olduğu hususu ortaya konulmaya çalışılmaktadır. Eser cisimlerin yaratılmış olduğu, kevnlerin (arazlar) ispatı, Allah’ın varlığının ispatı, ma‘dûmun varlığının olup olmadığı, Allah’ın mevcud, âlim, kādir, müdrik ve mürîd oluşu, kelâm gibi zâtı ile kāim olmayan bazı zâit sıfatlarla nitelenmesi, evliya için kerametin cevazı, fenâ ve iade şeklinde on altı meseleden oluşmaktadır.

Takıyyüddin en-Necrânî, Mu‘tezile’nin büyük kelâmcılarından sayılmamakla beraber kaleme aldığı eserle, Kādî Abdülcebbâr’dan sonra Mu‘tezile’nin kendine özgü bağımsız bir ekol olmaktan çıkıp Zeydiyye içinde kaybolduğu iddialarına karşı bu mezhebin varlığını VII. (XIII.) yüzyıl gibi oldukça geç bir döneme kadar devam ettirdiğini belgelemesi (Elshahed, s. 2), ayrıca başka kaynaklarda bulunmayan iki önemli hususu ortaya koyması açısından ön plana çıkmaktadır. Bunlardan biri bilginin kaynağı ve oluşma süreci yerine bilginin oluşma şartları üzerinde durmasıdır (Taşcı, s. 139-170). Batı felsefesinde aşkın bilgi teorisi olarak adlandırılan bu yöntemi ilk defa Kant’ın ortaya koyduğu görüşü hâkimdir. Halbuki Kant’tan çok önce bu teorinin Necrânî tarafından dile getirildiği görülmektedir (a.g.e., s. 139-156). İkinci husus, Bâkıllânî’den itibaren başlayan, delilin butlânı ile medlûlün de butlânının gerekip gerekmeyeceği (in‘ikâsü’l-edille) tartışmalarına katılarak bir şeyin varlığını ispat eden delilin bulunmamasının onun yokluğuna delil gösterilemeyeceğini savunmasıdır. Necrânî, bu yöntemin Ebû Hâşim el-Cübbâî ve Kādî Abdülcebbâr gibi Mu‘tezile kelâmcıları tarafından kullanılarak Allah’ın dünyada da âhirette de görülemeyeceğini ileri sürülmesine karşı çıkmakta (el-Kâmil fi’l-istiḳṣâʾ, s. 323-325) ve bunun, karşı tarafı zor durumda bırakmak amacıyla uygulanan dolaylı bir delil getirme yöntemi olduğunu kabul etmektedir (Elshahed, s. 212-213). Seyyid Muhammed eş-Şâhid, Necrânî’nin bilgi teorisinde metafiziğin iç tecrübe ile anlaşılması konusunda Almanca bir çalışma yapmış, Özcan Taşcı da Necrânî hakkında bir doktora tezi hazırlamıştır (bk. bibl.).

BİBLİYOGRAFYA
Takıyyüddin en-Necrânî, el-Kâmil fi’l-istiḳṣâʾ fîmâ beleġanâ min kelâmi’l-ḳudemâʾ (nşr. Seyyid Muhammed eş-Şâhid), Kahire 1420/1999, s. 75, 82, 112-125, 185, 236-237, 263-283, 322-335, 354-436; ayrıca bk. neşredenin girişi, s. 3-56; Kādî Abdülcebbâr, el-Muġnî, IV, 30, 36, 42-46, 50, 64, 69, 70, 113; XII, 18; a.mlf., Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 48, 52, 54, 232; İbn Metteveyh, Muḥîṭ bi’t-teklîf li’l-Ḳāḍî ʿAbdilcebbâr (nşr. Ömer es-Seyyid Azmî), Kahire 1965, s. 139; Ebû Reşîd en-Nîsâbûrî, el-Mesâʾil fi’l-ḫilâf beyne’l-Baṣriyyîn ve’l-Baġdâdiyyîn (nşr. Ma‘n Ziyâde – Rıdvân es-Seyyid), Beyrut 1979, s. 25, 309, 372-375; C. Brockelmann, GAL, I, 606; Elsayed Elshahed, Das Problem der Transzendenten Sinnlichen Wahrnehmung in der Spätmu‘tazilitischen Erkenntnistheorie nach der Darstellung des Taqīaddīn an-Nağrānī, Berlin 1983, s. 2, 212-213, 220-237; W. Madelung, Der Kalam, Grundriss der Arabischen Philologie (ed. H. Gätje), Wiesbaden 1987, II, 329; Özcan Taşcı, Takiyyüddin Necrânî’nin Mu‘tezile Bilgi Teorisindeki Yeri ve Önemi (doktora tezi, 2005), AÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 139-170.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 32. cildinde, 508-509 numaralı sayfalarda yer almıştır.