NUKREKÂR

Ebû Muhammed Cemâlüddîn Abdullāh b. Muhammed b. Ahmed eş-Şerîf el-Hüseynî en-Nîsâbûrî (ö. 776/1375)

Fıkıh ve dil âlimi.

Müellif:

Kaynaklarda doğum tarihi belirtilmemekle birlikte yaşı ve ölümü hakkındaki bilgilerden hareketle 706’da (1306) dünyaya geldiği söylenebilir. Nukrekâr “gümüş kuyumcusu” anlamına gelir. Nîsâbûrî nisbesiyle anılması Nîşâbur’da doğmuş olabileceği ihtimalini akla getirirse de bu konuda açık bilgi yoktur. Şerîf unvanı ve Hüseynî nisbesi Hz. Peygamber’in soyundan geldiğine işaret eder. Nukrekâr’la Halep’te görüşen ve ondan üç yıl sonra vefat eden İbn Habîb el-Halebî kendisini Şâfiî diye anar, ondan övgüyle söz ederek Arapça ve usulde mahir olduğunu, çeşitli memleketleri dolaştığını, Kahire’de bazı hankahlarda meşihatlık yaptığını, Halep’te ikamet ettiğini, buradaki Esediyye Medresesi’nde ders verdiğini, Dımaşk’ta kaldığını ve 776 (1375) yılında yetmiş yaşında iken burada vefat ettiğini belirtir (el-Münteḳā, s. 444). Keşfü’ẓ-ẓunûn’da bu tarihin (II, 1544) yanı sıra verilen 750’den sonra (I, 499) ve 800 civarı (II, 1330) gibi rakamlar yanlıştır.

Nukrekâr’a Şâfiî ulemâsının biyografisine dair eserinde yer vermeyen İbn Kādî Şühbe, et-Târîḫ’inde onun aklî ilimlerde mahir ulemânın önderlerinden biri olduğunu, memleketinden Kahire’ye gidip bazı hankahların meşihatlığını üstlendiğini, Emîr Mengliboğa’nın arkadaşı olup Dımaşk ve Halep nâiblikleri sırasında onun maiyetinde bulunduğunu, Zeynüddin el-Bârînî’nin vefatından sonra Halep Esediyye Medresesi’nde müderrisliğe getirildiğini, ardından yerine Ezraî’nin geldiğini, daha sonra Dımaşk’a gittiğini ve Zilkade 776’da (Nisan 1375) orada vefat edip Sâlihiyye’de defnedildiğini kaydeder (et-Târîḫ, III, 460). Mengliboğa, Halep’e 763’te (1362) saltanat nâibi olarak tayin edildiğine ve bir yıl sonra Şam nâibliğine getirildiğine göre (İbn Habîb el-Halebî, s. 343) Nukrekâr da bu yıllarda anılan iki şehirde bulunmuş olmalıdır. Nitekim Zeynüddin Ömer b. Îsâ el-Bârînî’nin 764 Şevvalinde (Temmuz-Ağustos 1363) vefat etmesi de (a.g.e., s. 352; İbn Kādî Şühbe, Ṭabaḳātü’ş-Şâfiʿiyye, III, 110) bunu desteklemektedir. Ondan sonra bu medresede görev yapan Ahmed b. Hamdân el-Ezraî 772 Cemâziyelâhirinde (Aralık 1370) Kahire’ye gittiğine göre (a.g.e., III, 141-143) bu medresede hocalığı çok uzun sürmemiş demektir.

İbn Hacer, zamanının benzersiz bir âlimi olduğunu söylediği Nukrekâr’ı babasının dönemin Zemahşerî’si diye nitelediğini, İbn Habîb ve İbn Hatîb en-Nâsıriyye’nin kendisini Şâfiî olarak andıklarını kaydettikten sonra onun Halep’te Şâfiîler’in en büyük medreselerinden olan Esediyye’de ders verdiğini, fakat el-Menâr şerhinde Hanefîler’in delillerini anarken, “Bizim görüşümüze göre böyle, Şâfiî’ye göre şöyle” diyerek (Nukrekâr, vr. 62b-63a) bu mezhebi desteklediğini, ayrıca çok defa Hanefîler’in görüşüne uyduğunu, ancak bunun mezhebine muhalefete rağmen hakkı teslim kabilinden mi mezhep bağlılığından mı olduğunu bilemediğini, bazı bahislerde yer alan, “Bizimle Şâfiî arasındaki ihtilâf açıktır” şeklindeki ifadelerinin de (a.g.e., vr. 78b) Hanefî mezhebine mensubiyetini destekler nitelikte sayıldığını kaydeder (ed-Dürerü’l-kâmine, II, 286-287). Ona göre Halep’teki Esediyye’nin bir Şâfiî medresesi olması İbn Habîb ile İbn Hatîb’i Nukrekâr’ın Şâfiî olduğu kanaatine sevketmiş olabilir; ancak Dımaşk’taki Esediyye Hanefîler’indir, bundan dolayı Hanefî olması da muhtemeldir (a.g.e., II, 288). İbn Kādî Şühbe’nin verdiği bilgilerden Nukrekâr’ın halef ve selefinin Şâfiî âlimleri olduğu anlaşılmakla birlikte Nuaymî, Halep’teki medresede her iki mezhebe göre öğretim yapıldığını belirtmektedir (ed-Dâris, I, 152, 473). Sonuç olarak Nukrekâr’ın mezhep mensubiyetini belirleme konusunda ders verdiği medreselerden çok kendi şahsî görüşleri önem kazanmaktadır. Nukrekâr, Şerḥu’l-Menâr’da gerek Ebû Hanîfe’den ve Hanefî ulemâsından gerekse Şâfiî’den ve onun mensuplarından söz ederken “Ebû Hanîfe’nin / Şâfiî’nin ashabı, Hanefîler / Şâfiîler, Hanefî meşâyihi” gibi ifadelerle kendini dışarıda tutan bir üslûp kullansa (meselâ bk. 7b, 9a, 11b, 30a, 43a, 47a, 49b, 64b, 74b, 76a, 77a) ve zaman zaman her iki mezhep imamını ve ulemâsını eleştirse de (vr. 5a, 7a, 7b, 11a, 31b, 32a, 48b, 64b, 65b, 70a, 73a, 74b, 77a, 105a, 113b) muhtelif vesilelerle Şâfiî mezhebindeki görüşü anarken “Şâfiî’ye göre … bize göre, Şâfiî’nin ashabına göre … bize göre, onların görüşü … bizim görüşümüz” gibi Hanefî mezhebine mensup olduğunu gösteren ifadelere yer vermektedir (vr. 18a, 18b-19a, 65b, 78b, 79b, 83b-84a, 86b, 94b, 98b, 99a, 103a, 104b). Hanefî usulüne dair iki eser üzerine şerh yazmış olması da bunu teyit eder mahiyettedir.

Eserleri. 1. Şerḥu Tenḳīḥi’l-uṣûl. Hanefî fakihi Sadrüşşerîa’nın eseri üzerine kaleme alınmıştır (Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 473, Beşir Ağa, nr. 197; Beyazıt Devlet Ktp., Veliyyüddin Efendi, nr. 967). Telifi 771 yılı Şevvalinde (Mayıs 1370) tamamlanan bu şerhe İbn Kutluboğa bir hâşiye yazmıştır (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 499). 2. Şerḥu’l-Menâr. Hanefî fakihi Ebü’l-Berekât en-Nesefî’nin Menârü’l-envâr adlı eserinin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 760; Yûsuf Ağa, nr. 187). 3. Şerḥu’ş-Şâfiye. Cemâleddin İbnü’l-Hâcib’in sarfa dair eserinin şerhidir (İstanbul 1266, 1273, 1293, 1320). 4. Şerḥu’l-Lübâb. Tâceddin Muhammed b. Muhammed el-İsferâyînî’nin el-Lübâb fî ʿilmi’l-iʿrâb adlı eserinin şerhi olup Kâtib Çelebi şerhin adını el-ʿUbâb şeklinde kaydeder (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1544; yazmaları için bk. Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 6415, 6445; Süleymaniye Ktp., İsmihan Sultan, nr. 390, Fâtih, nr. 5017, 5018, Yenicami, nr. 1087; İÜ Ktp., AY, nr. 4581, 6415, 6445; Nuruosmaniye Ktp., nr. 4595). Hamdî el-Mârid, Dımaşk Üniversitesi’nde bir yüksek lisans tezi yaparak eseri neşre hazırlamıştır (Tâceddin Muhammed b. Muhammed el-İsferâyînî, neşredenin girişi, s. 6). 5. Şerḥu Lübbi’l-elbâb. Tâceddin Muhammed b. Muhammed el-İsferâyînî’nin nahve dair eserinin şerhi olup çok sayıda nüshası günümüze ulaşmıştır (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5005, 5006, 5008, 5009, 5010, 5011, 5012, 5013; Esad Efendi, nr. 3096; Hacı Mahmud Efendi, nr. 5930; Kadızâde Mehmed, nr. 492, 493; Kılıç Ali Paşa, nr. 953, 954; Lâleli, nr. 3423; Serez, nr. 3344, 3345). Ahmed b. Abdullah Kırîmî bu şerh üzerine bir hâşiye kaleme almıştır (Keşfü’ẓ-ẓunûn, II, 1545). 6. Şerḥu Telḫîṣi’l-Miftâḥ. Hatîb el-Kazvînî’nin belâgata dair eserinin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Damad İbrâhim Paşa, nr. 1022). 7. Şerḥu’l-Fevâʾidi’l-Ġıyâs̱iyye. Adudüddin el-Îcî’nin, Sekkâkî’nin Miftâḥu’l-ʿulûm adlı eserinin meânî, beyân ve bedîe dair kısımlarını ihtisar ettiği eserinin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 2237). 8. Şerḥu Ḳaṣîdeti Bânet Süʿâd. Kâ‘b b. Züheyr’in Ḳaṣîdetü’l-bürde adıyla meşhur olan manzumesinin şerhidir (Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 5305; İÜ Ktp., AY, nr. 3073). 9. Şerḥu Ḳaṣîdeti’l-Büstî. Ebü’l-Feth Ali b. Muhammed el-Büstî’nin el-Ḳaṣîdetü’n-nûniyye (Ḳaṣîdetü ʿunvâni’l-ḥikem) adlı kasidesinin şerhi olup çok sayıda yazması günümüze ulaşmıştır (İÜ Ktp., AY, nr. 1569; Beyazıt Devlet Ktp., Bayezid, nr. 3897; Süleymaniye Ktp., Amcazâde Hüseyin Paşa, nr. 458, Âşir Efendi, nr. 428, Bağdatlı Vehbi Efendi, nr. 1777, Cârullah Efendi, nr. 1705, Esad Efendi, nr. 2756, Fâtih, nr. 5431, Hâlet Efendi, nr. 799, Hamidiye, nr. 551, Lâleli, nr. 3707). 10. Şerḥu’t-Teshîl fi’n-naḥv. İbn Mâlik et-Tâî’nin Teshîlü’l-fevâʾid adlı eserinin şerhidir (Abdullah Muhammed el-Habeşî, I, 586). 11. Şerḥu Ḥırzi’l-emânî. Kāsım b. Fîrruh eş-Şâtıbî’nin eş-Şâṭıbiyye ismiyle meşhur Ḥırzü’l-emânî adlı kıraate dair eserine yazdığı şerhtir (Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 649). Zübdetü’l-iʿrâb: Şerḥu İẓhâri’l-esrâr adlı eserin (Süleymaniye Ktp., Serez, nr. 3347) Nukrekâr’a nisbet edilmesi yanlıştır.

BİBLİYOGRAFYA
Nukrekâr, Şerḥu’l-Menâr, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 760, tür.yer.; Tâceddin Muhammed b. Muhammed el-İsferâyînî, el-Lübâb fî ʿilmi’l-iʿrâb (nşr. Şevkī el-Maarrî), Beyrut 1996, neşredenin girişi, s. 5-6; İbn Habîb el-Halebî, el-Münteḳā min Dürreti’l-eslâk (nşr. Abdülcebbâr Zekkâr), Dımaşk 1420/1999, s. 343, 352, 444; İbn Kādî Şühbe, et-Târîḫ (nşr. Adnân Derviş), Dımaşk 1994, III, 460; a.mlf., Ṭabaḳātü’ş-Şâfiʿiyye (nşr. Abdülalîm Hân), Beyrut 1407/1987, III, 109-110, 141-143; İbn Hacer, ed-Dürerü’l-kâmine, II, 286-289; a.mlf., İnbâʾü’l-ġumr, I, 118-119; Süyûtî, Buġyetü’l-vuʿât, II, 54; Nuaymî, ed-Dâris fî târîḫi’l-medâris (nşr. Ca‘fer el-Hasenî), Dımaşk 1367/1948, I, 152, 473; Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde, I, 186-187; Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 499, 649; II, 1021, 1330, 1544, 1545-1546; İbnü’l-İmâd, Şeẕerât, VI, 242; Brockelmann, GAL, I, 371; Suppl., I, 520; II, 21; Hediyyetü’l-ʿârifîn, I, 467; Ziriklî, el-Aʿlâm, IV, 271-272; Kehhâle, Muʿcemü’l-müʾellifîn, VI, 108; Cezzâr, Medâḫilü’l-müʾellifîn, IV, 1775-1776; Abdullah Muhammed el-Habeşî, Câmiʿu’ş-şürûḥ ve’l-ḥavâşî, Ebûzabî 1425/2004, I, 378, 586, 623, 668-669; III, 1517-1519; el-Ḳāmûsü’l-İslâmî, IV, 97.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2007 yılında İstanbul’da basılan 33. cildinde, 232-233 numaralı sayfalarda yer almıştır.