MUHSİNZÂDE MEHMED PAŞA

(ö. 1188/1774)

Osmanlı sadrazamı.

Müellif:

Tahminen 1116’da (1704) İstanbul’da Molla Gürânî mahallesinde doğdu. 1143 (1730) yılında meydana gelen Patrona Halil İsyanı bastırılırken yeniçeri ağalığı görevinde bulunan ve sonradan sadrazam olan Muhsinzâde Abdullah Paşa’nın oğludur. Ailenin adı, Abdullah Paşa’nın babası Halep tüccarlarından Muhsin Çelebi’den gelir. Eğitimi ve hayatının ilk yılları hakkında bilgi bulunmayan Muhsinzâde Mehmed’in silâhşorlukla kapıcıbaşılar arasına alındığı, otuz yaşlarında iken babasının Bender Kalesi muhafızlığına tayini üzerine onunla beraber gittiği bilinmektedir. 1150’de (1737) babasının sadrazam olmasıyla kapıcılar kethüdâlığına getirildi ve ertesi yıl vezirlikle Maraş valiliğine gönderildi. Ardından İnebahtı, Bender ve tekrar Maraş valisi oldu. 1160 Rebîülevvelinde (Mart 1747) Adana valiliğine tayin edilerek Anadolu’da eşkıya takibi ve teftişiyle görevlendirildi. 1162-1163’te (1749-1750) Özü, Hotin ve ardından ikinci defa Özü valiliği yaptı. 1165 (1752) yılından sonra yine Hotin, İnebahtı, Eğriboz ve Niğbolu muhafızlıklarında bulundu; 1170 Muharreminde (Ekim 1756) Özü’ye gönderildi. Bu kısa valilikleri sırasında Rumeli’deki kalelerin durumu hakkında çok iyi bilgi sahibi olduğu düşünülebilir. 1171 Şevvalinde (Haziran 1758) Halep ve ardından Anadolu valiliğine getirilmek suretiyle İstanbul’a davet edilerek uzun süredir nişanlı durduğu, o sıralarda otuz üç yaşlarında bulunan III. Ahmed’in kızı Esmâ Sultan ile evlendirildi (16 Şevval 1171 / 23 Haziran 1758). İstanbul’da Kadırga’daki Esmâ Sultan’ın sarayında bir yıla yakın bir süre oturduktan sonra Anadolu valisi olarak Kütahya’ya gitti. Muharrem 1174’te (Ağustos 1760) Bosna valiliğine tayin edildi. Bosna’ya gitmeden önce bir müddet İstanbul’da oturdu ve 1174 Zilkade (Haziran 1761) başlarında Bosna’ya hareket etti. Valiliği sırasında Bosna’nın durumunu bir dereceye kadar düzeltmede başarı gösterdi. 1175’te (1762) Rumeli, Şâban 1176’da (Şubat 1763) yine Bosna, Cemâziyelevvel 1177’de (Kasım 1763) Rumeli valiliğine getirildi. Bu görevde iken 7 Şevval 1178’de (30 Mart 1765) Köse (Bâhir) Mustafa Paşa’nın yerine sadrazam oldu.

Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın sadâretine rastlayan 1765-1768 yılları Kıbrıs, Gürcistan, Arabistan ve Mısır’da bu dönemde bazı hadiseler cereyan etmekle beraber genellikle sakin geçti. Ancak Anadolu ve Rumeli’de mahallî bir güç odağı olarak sivrilen eşraf arasında âyanlık için şiddetli mücadeleler oluyordu. Mehmed Paşa bu mücadeleyi yatıştırmak için önce Zilkade 1178’de (Mayıs 1765) Rumeli ve Şâban 1179’da (Ocak 1766) Anadolu taraflarına fermanlar gönderip kazalarda âyanlık vazifesinin sadrazamın mektubu veya kāimesiyle bizzat verileceğini bildirdi. Bu suretle kazaları hükümet merkezinin denetimi altında tutmaya çalıştı. Mehmed Paşa’nın bu siyaseti, taşrada yarı müstakil bir şekilde hâkimiyet kurmada başarılı olan Çapanoğulları ve Karaosmanoğulları gibi büyük nüfuza sahip âyana karşı takip ettiği siyasetle birlikte ele alındığında onun merkezîleştirme politikasına ağırlık verdiği söylenebilir. Bu arada Lehistan’da giderek artan Rus nüfuzunun yol açtığı gelişmeler, Osmanlı Devleti ile Rusya arasındaki münasebetlerin gerginleşmesine sebebiyet vermekteydi. Mehmed Paşa, Rumeli’deki kalelerin savunmasının iyi durumda olmadığını bildiğinden bir savaşın başlamasını tehlikeli buluyor, ihtiyatlı hareket edilmesini istiyordu; ancak III. Mustafa ile bazı devlet erkânı savaş taraftarıydı. Bu sebeple sadrazamın karşı çıkışı acz belirtisi olarak görüldü ve 23 Rebîülevvel 1182’de (7 Ağustos 1768) görevinden alındı. Kendisine saygı gösterildiğinden malları müsadere edilmedi ve Bozcaada’ya zorunlu ikameti için emir verildi. Bozcaada’ya gitmek üzere hareket eden ve bir süre Gelibolu’da kalan Mehmed Paşa ikinci bir emirle Rodos’a sevkedildi (Cemâziyelevvel 1182 / Eylül 1768). Bir ay sonra Rusya’ya savaş ilânının arkasından Ocak 1769’da Anadolu ve Rumeli’ye gönderilen fermanlarla Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın âyanlık tevcihiyle ilgili düzenlemesine son verildi.

Rusya ile savaş başladığında Muhsinzâde Mehmed Paşa, 16 Rebîülevvel 1183’te (20 Temmuz 1769) görevlendirildiği Mora’da Anabolu Kalesi muhafazasında bulunuyordu. Tuna boylarında savaş cereyan ederken Mora yarımadasında Rum isyanı çıktı. Bunun üzerine Mora seraskeri tayin edilen Mehmed Paşa, Makedonya ile Tesalya gibi Mora yarımadasının kuzeyinde yer alan kazaların âyanlarına mektup göndererek isyanın bastırılması için yardım istedi. Tırhalalı Ni‘metîzâde, Yenişehirli Müderris Osman Bey, Kapıcıbaşı İsmâil Ağa, Çatalcalı Ali Ağa, İzdinli Beyzâde Yûsuf Ağa askerleriyle Tripolis’e (Tripolitsa) geldiler. 23 Zilhicce 1183’te (19 Nisan 1770) yapılan savaşta Rumlar’la onlara yardımcı olan Ruslar bozguna uğratıldı ve isyan bastırıldı.

Mora’da yeniden denetimi sağlayan Mehmed Paşa, gösterdiği başarı üzerine Şâban 1184’te (Aralık 1770) Bosna valiliğiyle beraber Rumeli seraskeri tayin edildi. Daha sonra bu görevine Vidin, Eflak ve Boğdan seraskerlikleri de eklendi. Vidin’den hareketle Yergöğü’ye gelen (Receb 1185 / Ekim 1771) Muhsinzâde Mehmed Paşa’nın maiyetinde 30-40.000 askerin bulunduğu ve aralarında birçok âyan kuvvetinin de olduğu anlaşılmaktadır. Bu sırada Bükreş muhasarasında Serdârıekrem Silâhdar Mehmed Paşa’nın mağlûbiyetiyle Muhsinzâde Mehmed Paşa ikinci defa sadrazam ve serdârıekrem tayin edildi (20 Şâban 1185 / 28 Kasım 1771). 19 Aralık’ta Osmanlı ordusunun karargâhı Şumnu’ya geldi. Ordunun yetersiz olduğunu iyi bildiğinden Rusya ile hemen barış girişiminde bulundu ve 27 Safer 1186’da (30 Mayıs 1772) iki devlet arasında dört aylık bir mütareke imzalandı. Ardından barışın gerçekleşmesi için görüşmelere devam edildiyse de bir yandan Rusya’nın çok ağır şartlar ileri sürmesi, öte yandan ordunun gerçek durumunu bilmeyen İstanbul’daki bazı devlet erkânının karşı çıkması yüzünden müzakereler kesildi. 26 Receb 1186’da (23 Ekim 1772) Bükreş’te yeniden başlayan görüşmeler sonunda Muhsinzâde Mehmed Paşa, Rusya’nın ileri sürdüğü ağır şartlara rağmen artık barış akdinden başka bir çare kalmadığını gördü. Fakat Ruslar’ın Kırım ve Kerç, Yenikale ve Kılburun gibi müstahkem mevkilerin terkini istemeleri İstanbul’da tepkiyle karşılanmakta, özellikle ulemânın muhalefeti barış yapılmasına engel teşkil etmekteydi.

Zilhicce 1186’da (Mart 1773) iki devlet arasında silâhlı çatışmalar tekrar başladı. Ancak gücü tükenmiş, disiplinsiz ve takviye görmeyen Osmanlı ordusunun başarı elde etmesi hemen hemen imkânsızdı. Rus ordusu Tuna nehrini geçerek Şumnu’daki Osmanlı karargâhını kuşattı. Bu durumda Ruslar’ın ileri sürdüğü ağır şartları kabul etmekten başka çare bulunmadığını gören Muhsinzâde Mehmed Paşa, sadâret kethüdâsı Ahmed Resmî Efendi’yi barışın yapılacağı Küçük Kaynarca kasabasına yolladı. Barışın gerçekleşmesinden sonra hastalığı da iyice arttığından tahtırevanla İstanbul’a hareket etti (22 Cemâziyelevvel 1188 / 31 Temmuz 1774) ve Karinâbâd kasabasına yaklaşıldığında öldü (26 Cemâziyelevvel 1188 / 4 Ağustos 1774). Cenazesi önce Karinâbâd âyanı Abdi Ağa’nın hânesine defnedildi, ardından Edirne’ye getirilip burada Eskicami hazîresine gömüldü. On gün sonra Esmâ Sultan’ın arzusuyla bu ikinci mezarından da çıkarılarak İstanbul’da Eyüp Mezarlığı’na defnedildi (Şem‘dânîzâde, III, 27-28).

İyi bir devlet adamı olmakla beraber ikinci sadâreti sırasında hastalığı sebebiyle makamında bırakılmasının büyük bir hata olduğu ve yapılan ağır antlaşmada kendisinin bu durumunun oluşturduğu zafiyetin önemli bir payı bulunduğu belirtilir. Mehmed Paşa’yı yakından tanıyan Ahmed Resmî Efendi, onun Avrupa devletlerinin durumuna dair pek çok yazı okuyarak siyasî gelişmeler hakkında bilgi edindiğini, tecrübeli, temkinli, vakur bir devlet adamı olduğunu yazar. Devlet adamlığı yanında bir başka özelliği tarikat ehli olmasıdır. Muhsinzâde, Cerrâhî tarikatının önde gelen bir mensubudur ve tarikatın kurucusu Nûreddin Cerrâhî’nin (ö. 1133/1721) hayatı hakkında yazılmış olan ilk eserin de müellifidir. Üç bölümden oluşan bu manzum eserin nüshaları mevcut değilse de bazı kısımları değişik kaynaklarda günümüze kadar gelmiştir. Muhsinzâde, Nûreddin Cerrâhî’nin dördüncü halefi olarak 1175’te (1761-62) tekkeye şeyh olan Moralı Yahyâ Efendi’nin müridi ve halifelerindendir. Nûreddin Cerrâhî Tekkesi’ne değerli yazmalardan oluşan bir kütüphane vakfetmiş, ancak kütüphane 1782 Balat yangınında yanmıştır (Yola, s. 1, 74, 109-111). Ayrıca İstanbul’da Hocapaşa’da bir hanı bulunduğundan söz edilir.

BİBLİYOGRAFYA
Şem‘dânîzâde, Müri’t-tevârîh (Aktepe), III, 27-28; Ahmed Resmî, Hulâsatü’l-i‘tibâr, İstanbul 1282, tür.yer.; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, IV, 399-404, 418; Yuzo Nagata, Muhsin-zâde Mehmed Paşa ve Âyânlık Müessesesi, Tokyo 1976, tür.yer.; Şenay Yola, Schejch Nureddin Mehmed Cerrahi und sein Orden (1721-1925), Berlin 1982, s. 1, 2, 11-13, 22, 74, 109-111; A. H. de Groot, “Mehmed Pas̲h̲a, Muḥsinzāde”, EI2 (İng.), VI, 998.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2006 yılında İstanbul’da basılan 31. cildinde, 48-50 numaralı sayfalarda yer almıştır.