SÂRBÂN AHMED

(ö. 952/1545)

Bayramî Melâmîliği’ne mensup sûfî ve şair.

Müellif:

Hayrabolu’da doğdu. Hayatı hakkında bilinenler Nev‘îzâde Atâî’nin verdiği bilgilere dayanmaktadır. Atâî, onun Kanûnî Sultan Süleyman’ın 940 (1533-34) yılında çıktığı Irakeyn Seferi’nde sârbân (deveci) olarak padişahın hizmetinde bulunduğunu, ordu Karaman’da iken Bayramî meşâyihinden Pîr Ali Aksarâyî ile görüştüğünü, bu sırada ona intisap ettiğini, Hayrabolu’ya dönüp irşad faaliyetini sürdürdüğünü, 952 (1545) yılında burada vefat ettiğini, cezbe sahibi bir kişi olarak tanındığını, meşrebi dolayısıyla zındıklıkla suçlandığını, bununla birlikte yüksek mânevî mertebelere ulaşmış, keramet sahibi velîlerden sayıldığını belirtir (Zeyl-i Şekāik, s. 70).

Bayramî Melâmîleri’nden Sarı Abdullah Efendi ise Sârbân Ahmed’in Irakeyn Seferi’ne sersârbân sıfatıyla katıldığını, Pîr Ali Aksarâyî’nin ondaki yeteneği keşfedip kendisine iltifat ettiğini, sefer dönüşü ordudan ayrılarak onun yanında kaldığını, seyrüsülûk döneminde Ahmedî ve Kaygusuz mahlasıyla söylediği çok sayıda şiiri bulunduğunu kaydederek, “Varımı ol dosta verdim hânümânım kalmadı / Cümlesinden el yudum pes dü cihânım kalmadı” beytiyle başlayan şiirini ve hanımıyla ilgili bir menkıbesini nakleder (Semerâtü’l-fuâd, s. 252-256). Yine Bayramî Melâmîleri’nden olan La‘lîzâde Abdülbâki Efendi bu bilgileri tekrarlar. Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin Efendi, aynı bilgileri aktardıktan sonra Sârbân Ahmed’in iki mektubuyla ona ait olduğunu söylediği bazı şiirleri kaydeder. Mehmed Ali Ayni, Sâdık Vicdânî, Bursalı Mehmed Tâhir, Hüseyin Vassâf gibi müellifler Sârbân Ahmed hakkında yukarıdaki bilgileri tekrarlamışlardır.

Pîr Ali Aksarâyî’nin oğlu İsmâil Ma‘şûkī’nin idamının ardından Bayramî Melâmîleri’nin kutbiyyet makamına Sârbân Ahmed geçmiş, Bayramî Melâmî silsilesi ondan sonra müridlerinden Hüsâmeddin Ankaravî tarafından sürdürülmüştür. Sârbân Ahmed, tarikat mensupları için son derece kritik olan bu dönemde Atâî’nin de belirttiği gibi hakkında bazı olumsuz söylentiler çıkmakla birlikte devletin takibatına uğramadan faaliyetine devam etmiş, ancak Hüsâmeddin Ankaravî takibattan kurtulamamıştır. Sârbân Ahmed’in diğer bir müridi “Kaygusuz” mahlasıyla şiirleri olan Vizeli Alâeddin Efendi’dir. Alâeddin Efendi’nin yetiştirdiği Gazanfer Dede zındık ve mülhid olduğuna dair bir ihbar üzerine Vize’den İstanbul’a getirilerek Dîvân-ı Hümâyun’da muhakeme edilmiştir. Sârbân Ahmed ile pîrdaş olan ve kendisini yakından tanıması gereken Mir’âtü’l-ışk müellifi Abdurrahman el-Askerî’nin eserinde ondan hiç bahsetmemesi dikkat çekicidir. Sârbân Ahmed’in kabri üzerine sonraları bir türbe inşa edilmiş, çeşitli onarımlar geçiren türbe son yıllarda özelliksiz bir mimariyle yenilenmiştir. Türbe bugün Hayrabolu Kur’an Kursu’nun bahçesi içinde kalmıştır.

Abdülbaki Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler adlı eserinde önce yukarıda anlatılan kaynaklar çerçevesinde bir Sârbân Ahmed portresi çizmiş (s. 54-70), kitabın sonuna koyduğu ilâve kısmında Ahmed Sârbân’a ait divan nüshalarının üzerinde “Dîvân-ı Ahmed Sârbânî” (İÜ Ktp., TY, nr. 802), “Dîvân-ı Ahmed Sârbân Dukakinzâde” (İÜ Ktp., Hâlis Efendi, nr. 7169 [yeni nr. TY, nr. 2830/1]), başka bir nüshada ise “Dîvân-ı Ahmedî” (Millet Ktp., Ali Emîrî Efendi, Manzum, nr. 15) diye yazılmış olduğunu söyleyerek Ali Emîrî Efendi’nin bu nüshaya eklediği bilgileri aktarır. Ali Emîrî’nin Mevlevî şairi Fasîh Ahmed Dede’nin kendi hattıyla bir mecmuada gördüğü kaydına göre divanın sahibi Ahmed Bey, Dukakinzâde Ahmed Paşa’nın oğludur. Şair Fasih’in de babası Dukakinzâde Ahmed Bey’dir. Abdülbaki Gölpınarlı bu bilgiye dair bazı mülahazalardan ve tezkire müelliflerinin, Dukakinzâde Ahmed Bey’in “ağır zeâmeti ve hayli şevket ve riyâset var iken” inzivaya çekilmeyi tercih ettiğine ve tasavvufî şiirleri bulunduğuna dair verdiği bilgileri naklettikten sonra Sârbân Ahmed ile Dukakinzâde Ahmed Bey’in aynı şahıs olduğunu kesin bir dille ifade etmiştir. Gölpınarlı, Melâmîlik ve Melâmîler’den bir yıl sonra yayımladığı Melâmî Edebiyatı Metinleri I Kaygusuz Vizeli Alâeddin adlı çalışmasında Sârbân Ahmed veya Dukakinzâde Ahmed adına kayıtlı bazı divan nüshalarıyla şiir mecmualarında yer alan “Kaygusuz” mahlaslı şiirlerin Sârbân Ahmed’e değil müridi Vizeli Alâeddin’e ait olduğunu tesbit etmiştir. Bu eserde de Sârbân Ahmed’in Dukakinzâde ile aynı kişi olduğu görüşünü sürdüren Gölpınarlı, 1936 yılında yayımladığı Yunus Emre adlı kitabında Dukakinzâde’nin Ahmed Sârbân olduğuna dair daha önce kaydettiği bilgilerin yanlış olduğunu söylemiş (s. 298, 299), ancak ayrıntılı bilgi vermemiştir. Türk Şairleri adlı eserinin “Ahmed (Dukakinzâde)” maddesinde kaynaklardaki bilgileri değerlendiren Sadettin Nüzhet Ergun, Sârbân Ahmed ile Dukakinzâde’nin ayrı kişiler olduğu sonucuna ulaşmış ve yeni belgeler bulununcaya kadar eldeki divanın Dukakinzâde Ahmed Bey’e ait olduğunun kabul edilmesi gerektiğini söyleyerek Abdülbaki Gölpınarlı’ya itiraz etmiştir. Gölpınarlı ise daha sonra yayımladığı bir çalışmasında, “Dukakinzâde’nin mezarı Eyüp’tedir, mezar taşı mevcuttur, vefat tarihi 964’tür. Artık bu zat Ahmed Sârbân’dan tamamen ayrılmıştır” demiş (Yunus ile Âşık Paşa, s. 48), fakat şiirlerin kime ait olduğu konusunda bir şey söylememiş, daha sonraki çalışmalarında da bu konu üzerinde durmamıştır. Nejat Sefercioğlu, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi’nde yayımlanan “Dukakinzâde Ahmed” maddesinde (IX, 549-550) bu ikisinin ayrı kişiler olduğu görüşünden hareketle divanda yer alan manzumelerin yanlışlıkla Sârbân Ahmed adına kaydedildiğini, kesin bilgiler bulununcaya kadar bunların Dukakinzâde Ahmed Bey’e ait olduğunun kabul edilmesi gerektiğini savunmuştur.

Kütüphanelerde Ahmed Sârbân veya Dukakinzâde Ahmed Bey adına kayıtlı divan nüshaları üzerine Hüseyin Süzer tarafından bir doktora tezi hazırlanmıştır (Dukakinzâde Ahmed Bey Divanı, 1994, İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü). Bu çalışmada Sârbân Ahmed ve Dukakinzâde Ahmed Bey’in ayrı kişiler ve şiirlerin Dukakinzâde’ye ait olduğu görüşünden hareket edilmiştir. Ancak hazırlayanın, “Küntü kenzen gencine mâlik olan sultan dede” mısraıyla başlayan “dede” redifli manzumenin tamamında Oğlan Şeyh İsmâil Ma‘şûkī’den bahsedildiğini söylemesi, “Pîr olup şekl-i beşerde ârif-i rabbânîdir / Ana rahminden velâyet gösteren Oğlan Dede” beytinde Pîr Ali Aksarâyî ve oğlu İsmâil Ma‘şûkī’ye açıkça atıfta bulunulması divanın Dukakinzâde’ye ait olduğu görüşüyle çelişki arzetmektedir. Öte yandan tamamen melâmet neşvesi ve Ehl-i beyt muhabbetiyle dolu yaklaşık 3000 beyit ihtiva eden divanın seyrüsülûk görmüş sûfî bir şaire ait olması gerekir ki bu özellik Sârbân Ahmed’e uymaktadır. Son zamanlarda yapılan bir çalışmada Sârbân Ahmed’in asıl adının Dukakinzâde Ahmed olduğu belirtilmiş, fakat ayrıntılı bilgi verilmemiştir (Ocak, s. 307). Divanın Üsküdar Hacı Selim Ağa Kütüphanesi’nde bulunan iki nüshası üzerine (nr. 74, 82) Ayfer Kayabaşı tarafından bir yüksek lisans tezi hazırlanmıştır (Sârban Ahmed ve Divanı, 1995, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü).

BİBLİYOGRAFYA
Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 65, 70; Olanlar Şeyhi İbrahim Efendi, Dîvan, İÜ Ktp., TY, nr. 333, s. 78; Sarı Abdullah Efendi, Semerâtü’l-fuâd, İstanbul 1288, s. 252-256; Sun‘ullah Gaybî, Sohbetnâme, Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 3137, vr. 12a, 35a; La‘lîzâde Abdülbaki, Sergüzeşt, İstanbul, ts., s. 30, 33; Müstakimzâde Süleyman Sâdeddin, Risâle-i Melâmiyye-i Şettâriyye, İÜ Ktp., İbnülemin, nr. 3357, s. 15-29; Tomar-Melâmîlik, s. 52, 53; Mehmed Ali Ayni, Hacı Bayrâm-ı Velî, İstanbul 1343, s. 118-121; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş – Ali Yılmaz), İstanbul 2006, II, 474-478; Osmanlı Müellifleri, I, 20; Abdülbaki [Gölpınarlı], Melâmîlik ve Melâmîler, İstanbul 1931, s. 54-70, 340-351; a.mlf., Melâmî Edebiyatı Metinleri I: Kaygusuz Vizeli Alâeddin, İstanbul 1932, s. 1-72; a.mlf., Yunus Emre, İstanbul 1936, s. 298, 299; a.mlf., Yunus ile Âşık Paşa ve Yunus’un Bâtınîliği, İstanbul 1941, s. 48-49; , I, 277-280; TYDK, I, 114, 141-143; Ahmet Yaşar Ocak, Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler (15-17. Yüzyıllar), İstanbul 1998, s. 307; Yavuz Tiryaki, “Hayrabolu’da Türk ve İslâm Eserleri”, STAD, sy. 12 (1993-94), s. 26-27; Nejat Sefercioğlu, “Dukakinzâde Ahmed Bey”, DİA, IX, 549-550.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 36. cildinde, 132-133 numaralı sayfalarda yer almıştır.