SEKTE

Bir kıraat ve tecvid terimi.

Müellif:

Sözlükte “susmak, iki nağme arasını nefes almadan ayırmak” anlamındaki sekt masdarından türeyen sekte terim olarak “Kur’an tilâvet ederken iki kelime veya harf arasında nefes alıp vermeden çok kısa bir süre duraklamak demektir. Sektenin uygulanışı şöyledir: Kur’an okurken sekte yapılacak harf veya kelime üzerinde durulur, nefes almadan kısa bir süre beklenir, ardından okumaya devam edilir. Bekleme süresi vakıf süresinden daha azdır ve okuyuş hızına göre değişiklik göstermekle birlikte ortalama iki hareke (bir elif) miktarı kadardır. Bir yerde sekte yapılabilmesi için bazı şartlar gerekir. 1. Sekte vasla özel bir uygulama olup bir kelime veya bir harften sonraki kelimeye veya harfe vakfedilmeden geçilecekse yapılır. 2. Sekte ancak sâkin harf üzerinde uygulanır, harekeli harf üzerinde sekte yapılmaz. 3. Sektenin yapılacağı yer hakkında sahih bir rivayet bulunmalıdır.

Bazı kıraatlere göre sekte kelime içinde yapılabileceği gibi (شَيْ – ء؛ دفْ – ءٌ) iki kelime arasında da gerçekleştirilebilir (قَدْ – أَفْلَحَ؛ مَنْ – رَاقَ) Kırâat-i seb‘a imamlarından Âsım b. Behdele’nin kıraatinin Hafs b. Süleyman rivayetine göre Kur’ân-ı Kerîm’de dört yerde sekte yapılır. 1. Kehf sûresinin 1. âyetinin son kelimesiyle 2. âyetinin ilk kelimesi arasında (عِوَجًا – قَيِّمًا). Burada vakfetmenin evlâ, sekte yapmanın câiz olduğu belirtilmiştir. İki âyet vasledilip okunduğunda “عِوَجًا” kelimesindeki tenvin elife çevrilir ve nefes almadan elif üzerinde kısa bir süre durularak “قَيِّمًا” kelimesine geçilir. 2. Yâsîn sûresinin 52. âyetindeki “مِنْ مَرْقَدِنَا – هَذَا” sözünde. Burada da vakfetmek evlâ, sekte yapmak câiz görülmüştür ve sekte “مَرْقَدِنَا” üzerinde icra edilir. 3. Kıyâme sûresinin 27. âyetindeki ” وَقِيلَ مَنْ – رَاقَ“ sözünde “مَنْ” kelimesi üzerinde. Burada ”مَنْ“ üzerinde vakfın cevazı söz konusu olmayıp sekte yapılması gerekir. 4. Mutaffifîn sûresinin 14. âyetinde ”كَلَّا بَلْ – رَانَ“ üzerinde. Burada da sektenin hükmü ve yapılışı bir öncekinde olduğu gibidir. Hafs’tan bu dört yerin sektesiz okunuşu da nakledilmiştir (İbnü’l-Cezerî, I, 425-426).

Kendisinden en çok sekte rivayet edilen kıraat âlimi kırâat-i seb‘a imamlarından Hamza b. Habîb ez-Zeyyât’tır. Bazı kaideler çerçevesinde hemzeden önce gelen sâkin harf üzerinde Hamza’dan hem sekte hem sektesiz olarak iki vecih nakledilmiş, böylece Kur’an tilâvetinde pek çok yerde sekte ortaya çıkmıştır (متاع – إلى؛ – أرض [الأرض]؛ شي – ء) Meşhur yedi kıraat imamından Nâfi‘ b. Abdurrahman’ın râvisi Verş, Ebû Amr b. Alâ, İbn Âmir ve kırâat-i aşereden Ya‘kūb el-Hadramî iki sûre arasında besmele okudukları gibi ayrıca besmelesiz sekte yaparak tilâvet etmişlerdir. Ancak sekteden sonra okunacak sûrenin birinci sûreden sonraki sûre olması gerekir. Ebû Ca‘fer el-Kārî ise bazı sûrelerin başında bulunan hurûf-ı mukattaalar arasında sekte yapmıştır. Genel anlamda sekte yapmaktan maksat mânanın daha iyi kavranması ve bazı durumlarda yanlış anlamanın önlenmesidir. Hemzeden önce veya hurûf-ı mukattaa arasında yapıldığında ise bu harflerin beyan edilmesinin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Yukarıda zikredilenlerden başka Kur’ân-ı Kerîm’de ”لَمْ يَتَسَنَّهْ“ (el-Bakara 2/259), ”اقْتَدِهْ“ (el-En‘âm 6/90), ”كِتَابِيَهْ“ (el-Hâkka 69/19, 25), ”حِسَابِيَهْ“ (el-Hâkka 69/20, 26), ”مَالِيَهْ“ (el-Hâkka 69/28), ”سُلْطَانِيَهْ“ (el-Hâkka 69/29), ”مَا هِيَهْ“ (el-Kāria 101/10) kelimelerinin sonlarında kendilerinden önceki harfi veya harekeyi beyan için ziyade olarak bulunan ve “hâ-i sekt” denilen “hâ”ların vakıf halinde belirtilerek okunuşlarında kıraat imamları arasında ihtilâf bulunmamakla birlikte vasıl halinde farklı okuyuşlar söz konusudur (Dânî, s. 82, 105, 214, 225; İbnü’l-Cezerî, II, 142-143).

BİBLİYOGRAFYA
Tehânevî, Keşşâf, I, 633; Kāmus Tercümesi, I, 578; Ebü’l-Hasan İbn Galbûn, et-Teẕkire fi’l-ḳırâʾâti’s̱-s̱emân (nşr. Eymen Rüşdî Süveyd), Cidde 1991, II, 412, 514, 605, 619; Dânî, et-Teysîr (nşr. O. Pretzl), İstanbul 1930, s. 62, 82, 105, 142, 214, 225; Zerkeşî, el-Burhân, I, 344 vd.; İbnü’l-Cezerî, en-Neşr, I, 240-243, 259-261, 419-428; II, 142-143; Bennâ, İtḥâfü fużalâʾi’l-beşer (nşr. Şa‘bân M. İsmâil), Beyrut 1407/1987, I, 219-224; Mehmed Zihni, el-Kavlü’s-sedîd fî ilmi’t-tecvîd, İstanbul 1328, s. 39, 64-65; Abdülfettâh Pâluvî, Zübdetü’l-ʿirfân, İstanbul, ts., (Hilâl Yayınları), s. 137.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 36. cildinde, 335 numaralı sayfada yer almıştır.