SIBGATULLAH

Hak din ve selim fıtrat mânasında Kur’an’da geçen bir terkip.

Müellif:

Sözlükte “boyamak, suya batırmak” anlamındaki sabğ (sıbğ, sıbağ) kökünden sıbga (boya, renk) ile Allah lafzından oluşan sıbgatu’llāh tamlaması “Allah’ın boyası” demektir. Cevherî bu terkibi “Allah’ın dini” (eṣ-Ṣıḥâḥ, “ṣbġ” md.), Râgıb el-İsfahânî ise “Allah’ın insanda yarattığı, onu diğer canlılardan ayıran akıl ve fıtratı” (el-Müfredât, “ṣbġ” md.) diye tanımlamıştır. Dilciler Allah’a yaklaştıran her şeyi kastederek söz konusu terkibin “Allah’ın dini, şeriatı, hilkati” anlamlarına geldiğini de belirtmiş (Lisânü’l-ʿArab, “ṣbġ” md.), boyanın kumaşı süslemesi gibi dinin de onu benimseyen için bir tür ziynet olduğuna işaret etmişlerdir (Kāmus Tercümesi, II, 712). Sıbganın aynı mânalara gelen, fakat zamanla Filistinli hıristiyanların lehçesinde “vaftiz” anlamı kazanan Ârâmîce bir kökten gelmiş olması ihtimaline de işaret edilmiştir (Jeffry, s. 192).

Kur’ân-ı Kerîm’de sıbgatullah terkibi ve sıbga kelimesi aynı âyette (el-Bakara 2/138), “sıbğ” (katık) kelimesi de bir başka âyette (el-Mü’minûn 23/20) birer defa geçmektedir. Hadislerde sabğ kökünden türeyen isim ve fiiller sözlük anlamıyla kullanılmakla beraber sıbgatullah tamlamasıyla ilgili rivayetler tefsir kaynaklarında geçmektedir (Wensinck, el-Muʿcem, “ṣbġ” md.). Bakara sûresinde sıbgatullah terkibinden önce ve sonra yer alan âyetler incelendiğinde bu ilâhî beyanlarda Ehl-i kitabın Hz. Muhammed’e ve müminlere karşı asılsız iddialarına cevap verildiği, Allah katında hak dinin özelliklerine dikkat çekildiği ve Hz. Peygamber’in mesajı ile yahudi ve hıristiyanların dinî söylemlerinin karşılaştırıldığı görülür. İslâm âlimleri, sıbgatullahı kullanıldığı bağlamdan hareketle, önce Ehl-i kitabın hak dinin özellikleriyle uyuşmayan inanç ve davranışlarını temsilen hıristiyanların vaftiz âyinleriyle alâkalandırmışlardır. Nitekim Vâhidî âyetin nüzûl sebebi olarak hıristiyanların söz konusu uygulamalarını göstermektedir (Esbâbü’n-nüzûl, s. 40). Hıristiyanların çocuklarını sarı renkli bir suya batırmak suretiyle vaftiz etmeleri, bu işlemle temizlenip arındıkları ve hıristiyan dinine girdikleri yönünde bir çağrışım olması için bu terkibin kullanıldığını belirten müfessirler, Allah Teâlâ’nın onların suyunun ve boyasının değil kendi dininin, İslâm boyasının insanları temizleyeceğine işaret ettiğini belirtmişlerdir. Bu çerçevede İslâm âlimleri sıbgatullaha genelde “Allah’a iman, Allah’ın dini, O’nun insan fıtratına yerleştirdiği özellik” anlamlarını vermişlerdir. Taberî söz konusu terkiple, “Biz Allah’a iman ettik … Biz O’na teslim olmuş kimseleriz” meâlindeki âyet (el-Bakara 2/136) arasında ilişki kurarak bu imanın “sıbgatullah” mânasına geldiğini, söz konusu terkibin de “Allah’ın insan fıtratına yerleştirdiği hak din” demek olduğunu söyler (Câmiʿu’l-beyân, I, 570-572). Mâtürîdî sıbgatullaha “Allah’ın kesin delili” ve “sünnetullah” mânalarını da eklemiş, bu durumda, “Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir?” meâlindeki beyanın, “Dini, sünneti ve kesin delilleri Allah’ınkinden daha güzel olan kimdir?” anlamına geleceğini ve bu dinin, şaşkınlık ve gaflet içinde bulunup hiçbir kesin delil ve hükme dayanmayan dinlere benzemeyeceğini ifade etmiştir (Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân, I, 254-255). Zemahşerî terkibin “Allah’ın arındırması” mânasına geldiğini, çünkü imanın nefisleri temizlediğini belirtmiş ve hıristiyanların vaftiz âyinine atıf yaparak müslümanların, “Allah’a iman ettik, O, benzeri olmayan iman boyası ile bizi boyadı ve mânevî kirlerden arındırırdı” veya, “Allah Teâlâ bizi iman boyası ile boyadı, sizin boyanız ile boyanmadık” demekle emredildiklerini ifade etmiştir (el-Keşşâf, I, 195). Fahreddin er-Râzî sıbgatullah ile “fıtrat” ve “Allah’ın dini” anlamları arasında bir yakınlık bulunduğunu söylemiş, neticede müslümanların emredildiği fıtratın (dinin) aklî ve şer‘î delillerin gerektirdiği bir nitelik taşıdığına dikkat çekmiştir. Mâtürîdî’nin görüşünü benimseyerek terkibin “Allah’ın hücceti ve delili” anlamını kaydetmekle beraber Râzî “Allah’ın dini, insanın yaratılışına koyduğu fıtratı” mânalarını diğerlerine tercih etmiştir (Mefâtîḥu’l-ġayb, IV, 86-87).

Son dönem müfessirlerinden M. Reşîd Rızâ sıbgatullahın “Allah’ın mahlûkatı yarattığı fıtratı” anlamı üzerinde durmuş, O’nun peygamberlerini ve kullarından inananları bu fıtratla boyadığını, bu konuda sonradan oluşturulan beşerî müdahalelerin bir rolünün olmayacağını belirtmiştir. Boyası Allah’ınkinden daha güzel olan birinin bulunmadığını, O’nun boyasının nefisleri, akılları ve kalpleri temizlediğini, Ehl-i kitabın din adamlarının dine ekledikleri şeylerin ise beşerî renk taşıdığını ifade etmiştir (Tefsîrü’l-Menâr, I, 486). Elmalılı Muhammed Hamdi terkibi, “Biz Allah’ın boyası olan fıtrî imanla iman ettik, sudan imana, sunî boyaya tenezzül etmedik” şeklinde anlamış, âyetin devamının tefsirinde de dinin, imanın, temizliğin ve güzelliğin fıtrî olması gerektiğine dikkat çekmiştir. Elmalılı, yapılan bütün temizliklerin fıtrî temizliği korumasına ve ârızî kirlerden temizlemesine yönelik olduğunu, insanları suya sokup çıkarmakla bunun gerçekleşmeyeceğini söylemiştir (Hak Dini, I, 515-516).

Sıbgatullah terkibinin yer aldığı Bakara sûresi hicretin 2. yılından itibaren inmeye başlamıştır. Önceki sûrelerde Ehl-i kitaba yapılan atıfların bu sûrede ve daha sonra nâzil olan diğer sûrelerde sıklaştığı görülür. Bakara sûresinin 40. âyetinden 148. âyetine kadar devam eden kısmında genellikle yahudi ve hıristiyanların hem kendi aralarındaki anlaşmazlıklara hem de her ikisinin İslâmiyet’e yönelik yanlış ve saldırgan beyanlarına yer verilir ve Allah nezdindeki şaşmaz gerçeğin neden ibaret olduğu açıkça ortaya konur. İslâmiyet’le Ehl-i kitabın temsil ettiği Yahudilik ve Hıristiyanlık arasındaki bu fikrî-dinî hesaplaşma sırasında sıbgatullah da yer almaktadır. Terkibin sözlük anlamı Ehl-i kitap’tan alınmışsa da ıstılahî muhtevası, yer aldığı kompozisyondan da anlaşılacağı üzere Allah katındaki hak din ve O’nun tarafından insan yaratılışına yerleştirilen selim fıtrattan ibarettir. İslâmiyet, tevhide dayanan bu temel özelliği sayesinde kısa bir zaman sonra evrensel din haline gelmiştir; bugün de nitelik açısından bütün dinlere hâkim olma konumunu sürdürmektedir (krş. et-Tevbe 9/33; el-Feth 48/28; es-Saf 61/9).

BİBLİYOGRAFYA
Kāmus Tercümesi, II, 712; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, I, 570-572; Mâtürîdî, Teʾvîlâtü’l-Ḳurʾân (nşr. Ahmet Vanlıoğlu), İstanbul 2005, I, 254-255; Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Kahire 1998, s. 40; Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. M. Abdüsselâm Şâhin), Beyrut 1423/2003, I, 195; Fahreddin er-Râzî, Mefâtîḥu’l-ġayb, IV, 86-87; Reşîd Rızâ, Tefsîrü’l-Menâr, I, 486; Elmalılı, Hak Dini, I, 515-516; A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 192.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 85 numaralı sayfada yer almıştır.