ŞİRVÂNÎZÂDE MEHMED RÜŞDÜ PAŞA

(1828-1874)

Osmanlı sadrazamı.

Müellif:

Amasya’da doğdu. Nakşibendiyye tarikatının Hâlidiyye kolu şeyhlerinden İsmâil Sirâceddin Efendi’nin oğludur. Ailesi Şirvan’dan (Dağıstan) Amasya’ya göç etmiştir. Büyük kardeşi Abdülhamid Efendi’den ve babasından İslâmî ilimler tahsil ettikten sonra 1851’de İstanbul’a gitti; Vidinli Mustafa Efendi’nin derslerine devam edip icâzet aldı. Öğrenimini tamamlamakta iken Şeyhülislâm Meşrepzâde Ârif Efendi’nin oğlu Sıddık Efendi’ye ders vermeye başladı. Sıddık Efendi hocasına müderrislik ruûsu verilmesinde etken oldu. Ahmed Cevdet Efendi’nin (paşa) araya girerek kararsız bir tutum sergileyen şeyhülislâmı ikna etmesi üzerine kendisine ruûs verilmesi sağlandı (1855) ve Mahkeme-i Teftîş-i Evkāf kassâmlığına tayin edildi (Cevdet, Ma‘rûzât, s. 46). 21 Eylül 1853’te Amasya Evkaf müdürlüğüne tayin edildiyse de (BA, A.AMD., nr. 49/7) bu görevde fazla kalamadı ve 3 Ocak 1855’te istifa edip İstanbul’a döndü.

Mehmed Rüşdü Efendi, bir arazi kanunu hazırlanması için Cevdet Paşa’nın başkanlığında kurulan arazi komisyonuna üye olup buraya birkaç yıl devam etti (Cevdet, Tezâkir, II, 44-45). Bu süre içinde Âlî ve Fuad paşalar gibi devrin önde gelen devlet adamları ile tanışma imkânı buldu. 1860 yılı yazında Şam ve Lübnan’da Dürzîler’le Mârûnîler arasında çıkan kanlı çatışmalar kısa zamanda şiddetlenerek müslümanlarla hıristiyanlar arasında bir katliama dönüştü. Olaylar büyüyüp bir Avrupa meselesi haline geldi ve âcilen bir Avrupa askerî müdahalesini gündeme getirdi (Der Orientalist Johann Gottfried Wetzstein, s. 174-244). Bunun üzerine Hariciye Nâzırı Fuad Paşa fevkalâde memuriyetle Şam’a gittiğinde (29 Temmuz 1860) Mehmed Rüşdü Efendi’yi de maiyetinde götürdü (BA, AMKT.NZD, nr. 317/54). Cevdet Paşa’nın ifadesiyle Rüşdü Efendi ilim sahibi ve zeki bir kişiydi. Bir müddet Fetvahâne’de ve Mahkeme-i Teftîş kassâmlığında bulunduğundan şer‘î muamelelerde meleke kazanmıştı. Bu donanımı, hoşsohbeti ve neşeli kişiliğiyle kısa zamanda Fuad Paşa’nın teveccühüne mazhar oldu. Fuad Paşa, Rüşdü Efendi’ye mahreç mevleviyetlerinden birinin tevcih edilmesini istedi, ancak bu istek, Şeyhülislâm Mehmed Sâdeddin Efendi tarafından Âlî Paşa’nın da bunu desteklemesine rağmen geri çevrildi. Cevdet Paşa’nın aracılıkta bulunması da bir sonuç vermedi. Bu gelişme Âlî ve Fuad paşalarla Sâdeddin Efendi’nin arasını açtı. Âlî Paşa da Temmuz 1861’de Rüşdü Efendi’yi Meclis-i Ahkâm-ı Adliyye üyeliğine tayin etti.

Şam Valisi Pepe Mehmed Paşa ileri yaşı sebebiyle vilâyet işlerini aksatmaktaydı. Fuad Paşa, İstanbul’a döndüğünde o sırada Şam’daki çatışmalar yüzünden hıristiyanların uğradığı zararları karşılamak için kurulan Tazminat Komisyonu’nun başkanı olan Rüşdü Efendi’yi vezâret rütbesiyle Şam valiliğine getirdi (2 Nisan 1863; BA, AMKT.MHM, nr. 259/98); ertesi yıl Şam ve Sayda eyaletleriyle Kudüs sancağının bir araya getirilmesiyle oluşturulan Suriye vilâyeti valiliğine tayin edildi. Böylece Rüşdü Paşa, Köprülüzâde Fâzıl Ahmed ve Yenişehirli Osman Paşa’dan sonra müderrislikten vezâret rütbesine yükselen üçüncü kişi oldu (Cevdet, Ma‘rûzât, s. 48, 175). Kısa süren valiliği esnasında 1861’den beri devam eden örfî idare kaldırıldı ve 1864’te belediye meclisleri açılarak mahallî idarelere yer verildi (Der Orientalist Johann Gottfried Wetzstein, s. 88).

Rüşdü Paşa, ilmiyeden oluşu ve fıkıh meselelerine vukufundan dolayı vakıf binalarının diğer emlâk gibi tasarruf edilmesi meselesine bir çare bulmak üzere 10 Ekim 1865 tarihinde Evkāf-ı Hümâyun nâzırlığına getirildi ve İstanbul’a dönüp 7 Kasım 1865’te yeni görevine başladı. Bir ay kadar sonra Maliye Nezâreti’ne geçti. Maliye Nezâreti yanında kendisine 5 Mart 1868 tarihinde Hazîne-i Hâssa nâzırlığı tevcih edildi. Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye’de kurulması düşünülen istînaf, bidâyet ve ticaret mahkemelerinde uygulanması için bir hukuk kanunnâmesinin hazırlanması aşamasında, Fransa Kanunnâmesi’nin tercüme edilerek nizâmiye mahkemelerinde uygulamaya konulması savunulduğunda başını Cevdet Paşa’nın çektiği muhalif grup içinde yer alan Rüşdü Paşa, nizâmiye mahkemelerinde esas alınmak üzere fıkıh kitaplarının muâmelât kısmından yararlanmak suretiyle zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye adıyla bir kanunnâmenin hazırlanması işine girişen Cevdet Paşa’nın yanında yer aldı (Tezâkir, IV, 95; Ma‘rûzât, s. 200).

Fuad Paşa’nın vefatıyla Hariciye nâzırlığını da uhdesine alan Sadrazam Âlî Paşa, iç ve dış işlerinin yoğunluğundan devletin iç işlerini yürütmesi için Rüşdü Paşa’yı Hazîne-i Hâssa nâzırlığı görevine ilâveten 27 Şubat 1869’da Dahiliye Nezâreti’nin başına getirdi. Ancak Rüşdü Paşa’nın Hazîne-i Hâssa nâzırı sıfatıyla sarayla doğrudan doğruya yazışmalarda bulunması ve Dahiliye Nezâreti’ne ait konularda sadrazama muhalif bir tutum sergilemesi gibi kendi başına buyruk bir politika izlemesi yüzünden Âlî Paşa ile araları açıldı. Bundan dolayı Dahiliye nâzırlığından alınarak Hazîne-i Hâssa Nezâreti uhdesinde kalmak üzere 15 Aralık 1870 tarihinde ikinci defa Maliye nâzırlığına getirildi (İbnülemin, Son Sadrıazamlar, I, 440). Bu görevde iken Şehzade İzzeddin Efendi’nin Dolmabahçe Sarayı’ndaki sünnet düğününe nezaret etti. Fakat bu sırada fahiş fiyatla satın aldığı çuhaları Maliye mahzeninde çürütmesi, saraya hediye ettiği atların ve konağına döşettiği halıların parasını hazîne-i hâssa masrafları arasında göstermesi gibi sebeplerle 23 Eylül 1871’de Maliye nâzırlığından azledildi. Kısa bir müddet için önce Nâfia, ardından Adliye nâzırlığıyla görevlendirildi. Ancak azledilip 30 Ekim’de Amasya’da ikamete mecbur edildi (a.g.e., I, 441). Nişanları alındı ve gece vakti Yeniköy’deki yalısından özel bir vapura bindirilerek sürgün yerine gönderildi. Rüşdü Paşa ile beraber Serasker Hüseyin Avni ve İşkodra eski valisi Divitçi İsmâil paşalar da sürgüne gönderilmişti. 26 Temmuz 1872’de affedilip İstanbul’a dönüşüne izin verildi. 5 Ağustos 1872’de kendisine Orman ve Maâdin nâzırlığı verildi, murassa‘ Osmânî ve Mecîdî nişanları iade edildi. Daha önce ilga edilerek şeyhülislâmlıkla birleştirilen Evkaf Nezâreti tekrar kurulunca Orman ve Maâdin nâzırlığından bu yeni nezârete nakledildi. Ardından Mütercim Rüşdü Paşa’nın başkanlığında kurulan kabinede yeniden Maliye nâzırı oldu (16 Şubat 1873).

16 Nisan 1873 tarihinde sadâret makamından azledilen Sakızlı Ahmed Esad Paşa’nın yerine sadrazamlığa getirildi. Kendisine ve kabinesinde serasker sıfatıyla yer alan Hüseyin Avni Paşa’ya Paşalimanı’ndaki yalısını tamamlaması için Sultan Abdülaziz tarafından büyük miktarda para verildi (Cevdet, Tezâkir, IV, 123; Ma‘rûzât, s. 214; Lutfî, XIV, 45, 47). Ramazan bayramı gecesi (21 Aralık 1873) Şehzadebaşı Selim Paşa Yokuşu’ndaki konağının harem kısmı yanınca vâlide sultan tarafından ev eşyası temin edildi. Hüseyin Avni Paşa, Abdülaziz’in tahttan indirilmesi konusunu Rüşdü Paşa’ya açtığında sadrazam bu fikre yanaşmadı (Karal, VII, 105). Bunun üzerine Hüseyin Avni Paşa kendisiyle iş birliği yapmayan, sırrını ifşa ettiği Rüşdü Paşa’yı İstanbul’dan uzaklaştırmak için harekete geçti. Sadrazamı Abdülaziz’in huzurunda Şehzade Murad Efendi ile haberleştiği gerekçesiyle suçladı. Böylece onun 13 Şubat 1874’te sadâretten azline yol açtı. Mâbeyin Müşiri Ferid Paşa gönderilerek sadâret mührü kendisinden alındı. Yerine seraskerlik uhdesinde kalmak üzere Hüseyin Avni Paşa getirildi. Hüseyin Avni Paşa, Rüşdü Paşa’yı Halep valiliğine tayin ederek (25 Mayıs 1874) İstanbul’dan uzaklaştırdı. Rüşdü Paşa’nın görevini Halep’e varışından hemen sonra Cidde valiliğiyle değiştirdi. Rüşdü Paşa yeni görevine giderken Tâif’te vefat etti. Kilercisi Hüseyin Avni Paşa’nın adamı olduğundan onun vasıtasıyla zehirletildiği söylenir (Cevdet, Ma‘rûzât, s. 219). İbnülemin’e göre paşa Hicaz’a vardıktan bir müddet sonra kara hummaya yakalanmış, Mekke Emîri Şerîf Abdullah Paşa’nın Taîf’te Şübrâ adlı bahçesinde vefat etmiştir (13 Eylül 1874). Naaşı sahâbeden Abdullah b. Abbas’ın kabri civarına defnedildi (Son Sadrıazamlar, I, 463). Şirvânîzâde Mehmed Rüşdü Paşa’nın Mâverdî’nin Düstûrü’l-vüzerâʾ (Ḳavânînü’l-vizâre ve siyâsetü’l-mülk) adlı eserini Arapça’dan Türkçe’ye çevirdiği bilinmektedir (İÜ Ktp., TY, nr. 2690, 6929, 9610).

BİBLİYOGRAFYA
Fatîn, Tezkire, s. 137; Cevdet, Tezâkir, II, 44-45, 155-156; III, 197, 207; IV, 79-80, 94, 95, 119, 122-125, 130, 159; a.mlf., Ma‘rûzât, s. 45-48, 175, 200, 202, 207, 213-220, 239-240; Mir’ât-ı Hakîkat (Miroğlu), s. 47-49, 69, 102, 104; Lutfî, Târih, X, 132; XI, 88-89, 104; XII, 38, 96, 101, 106; XIII, 15, 31; XIV, 27, 28, 31, 39, 45, 46, 47, 62, 63, 64; Sicill-i Osmânî, II, 385; İbnülemin, Son Sadrıazamlar, I, 436-482; a.mlf., “Hâtıra-i Âtıf”, TTEM, VII/84 (1341), s. 43, 47; Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Ankara 1977-83, VII, 70, 72, 105, 172; VIII, 284; Der Orientalist Johann Gottfried Wetzstein als preussischer Konsul in Damaskus: 1849-1861 (ed. I. Huhn), Berlin 1989, s. 88, 174-244.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2010 yılında İstanbul’da basılan 39. cildinde, 209-210 numaralı sayfalarda yer almıştır.