SİYAVUŞ PAŞA, Kanijeli

(ö. 1011/1602)

Osmanlı sadrazamı.

Müellif:

Hırvat veya Macar asıllıdır. Enderun’da eğitim gördü. II. Selim zamanında hazine kethüdâsı iken büyük mîrâhur oldu (974/1567). İstanbul’da çıkan ve hızla yayılan yangına hastalığı yüzünden müdahale edemeyen Câfer Ağa’nın yerine yeniçeri ağalığına getirildi (976/1569) ve hemen duruma el koyarak yangını söndürmeyi başardı (Peçuylu, I, 485). Bu görevi sırasında Lala Mustafa Paşa’ya vezirlik verilmesinde etkili oldu. III. Murad’ın cülûsu esnasında Rumeli beylerbeyi olarak kayıtlarda adı geçen Siyavuş Paşa, II. Selim ve Nurbânû Sultan’ın kızları Fatma Sultan ile evlendirildi (982/1574). Selânikî, Siyavuş Paşa’nın padişahın cülûsunu tebrik etmek için gelen Şah Tahmasb’ın elçisi Tokmak Han’ı karşılamakla görevlendirildiğini yazarken bu görevin ona “nükte-şinâs-ı zaman” olmasından dolayı verildiğini ima eder (Târih, I, 112). Siyavuş Paşa kalabalık tören ekibinin başında İran elçisini karşılayarak ona refakat etti, gösterişli merasim ve ziyafet tertibini sağladı (a.g.e., I, 114).

Safer 988’de (Mart 1580) vezirlik rütbesi verilerek bulunduğu Sofya’dan İstanbul’a çağrıldı. Lala Mustafa Paşa’nın “vekîl-i saltanat” unvanıyla “mühürsüz sadâretinde” devlet işlerini yürüttü. Mührün Koca Sinan Paşa’ya gönderilmesinin ardından seferde bulunan yeni sadrazamın vekili sıfatıyla İstanbul’da sadâret kaymakamı oldu (25 Cemâziyelâhir 988 / 7 Ağustos 1580). Bu sırada Sadrazam Sinan Paşa’nın İran’dan istenilen şartlarda anlaşma yapmak için elçi geleceği yolunda haber göndermesi üzerine bu meseleyi diğer devlet adamlarıyla görüştü. Fakat gelen elçiyle müzakereler sırasında İran’ın istenilen şartlarda barışa razı olmadığı, aksine Osmanlı Devleti’nin barış ister gibi bir duruma düştüğü ortaya çıkınca Sinan Paşa sadrazamlıktan alınarak Malkara’ya sürüldü. Makamın on sekiz günlük bir süre için boş kalmasının ardından sadrazamlık Siyavuş Paşa’ya verildi (28 Zilkade 990 / 24 Aralık 1582).

Siyavuş Paşa sadrazam olduktan sonra sefere gitmeyerek şark seferi serdarlığını Ferhad Paşa’ya verdirdi (Hasanbeyzâde, s. 305; Peçuylu, II, 86). Ayrıca bu görevi sırasında Şehzade Mehmed’in (III.) Saruhan sancak beyliğiyle Manisa’ya uğurlanması sırasında (17 Aralık 1583) yapılan törenlere katıldı ve ona Üsküdar’da İbrâhim Ağa Çiftliği’nde kurulan otağa kadar refakat etti (Selânikî, I, 142; Peçuylu, II, 89-90). Daha sonra Mehmed Giray’ın isyanı ve öldürülmesi üzerine Konya’da ikamet etmekteyken hanlığa tayin için âcilen İstanbul’a çağrılan İslâm Giray’ı karşıladı. Ancak Âzerbaycan’da zor şartlar altında başarılı mücadele veren ve isyan halindeki Mehmed Giray meselesini yoluna koyup İstanbul’a gelen Özdemiroğlu Osman Paşa’ya aynı ilgiyi göstermedi. Muhtemelen Osman Paşa’yı makamı için önemli bir rakip olarak görüyordu. Bu sebeple askerine terakkî verilmesini önleyip Osman Paşa’yı zor durumda bırakmak istedi. Nitekim haklarını alamadıklarına inanan askerler topluca divana yürüdülerse de Osman Paşa’yı değil diğer vezirleri suçladılar. Durum padişaha arzedilince 17 Receb 992’de (25 Temmuz 1584) mühür Siyavuş Paşa’dan alınarak üç gün sonra Osman Paşa’ya verildi, kendisi mâzulen çiftliğine gönderildi.

Özdemiroğlu Osman Paşa’nın ölümü üzerine Mesih Mehmed Paşa sadrazam olunca (8 Zilhicce 993 / 1 Aralık 1585), Siyavuş Paşa ikinci vezir sıfatıyla yeniden göreve çağrıldı (Selânikî, I, 165). Mesih Paşa’nın bir reîsülküttâbla ilgili tayin isteğinin padişah tarafından reddi yüzünden istifa etmesi sonucu ikinci defa sadrazam oldu (25 Rebîülâhir 994 / 15 Nisan 1586). Bu defaki sadâreti iki yılı geçti. Bu süre zarfında III. Murad’ın İbrâhim Paşa ile evlendirilen kızı Ayşe Sultan’ın muhteşem düğününde düğün alayının önünde at üzerinde merasime katıldı (a.g.e., I, 171). Dört yıldır Malkara’daki çiftliğinde zorunlu olarak ikamet eden Koca Sinan Paşa’nın Şam beylerbeyiliğine tayini sebebiyle İstanbul’a gelişinde onu Üsküdar’daki bahçesinde padişahın izniyle ağırlayıp bütün vezirlerin katıldığı bir ziyafet düzenleyerek Şam’a uğurladı (25 Zilhicce 994 / 7 Aralık 1586).

İlk sadrazamlığında Osman Paşa’ya olan tavrının aksine Siyavuş Paşa, bu defa Ferhad Paşa’nın sipahi ağası Hürrem Ağa ile gönderdiği Gürcistan seferine ait ruûs ve terakkîleri gösteren defteri işleme koydu (Muharrem 996 / Aralık 1587). İkinci sadâret dönemini sona erdiren önemli olay ise Beylerbeyi Vak‘ası diye bilinen yeniçeri isyanıdır. Sikke tashihinden sonra ortaya çıkan olaylar sırasında kendilerine züyûf akçe dağıtıldığını ileri süren kapıkulu askerleri başvurdukları vezîriâzamdan istedikleri cevabı alamayınca ertesi gün toplantı halindeki divan önüne gelerek sorumluların kellesini istediler. Hatta Adalet Kasrı’nda bulunan padişahın da bizzat duyacağı şekilde seslerini yükseltip doğrudan padişahı bile tehdit ettiler. Rumeli Beylerbeyi Mehmed Paşa ile Defterdar Mahmud Efendi’nin hayatına mal olan bu olaylar yüzünden Sadrazam Siyavuş Paşa azledildi (16 Cemâziyelevvel 997 / 2 Nisan 1589). Ardından İstanbul’da ikametini sürdüren Siyavuş Paşa’nın hanımı Fatma Sultan, Haziran 1590 tarihinde erken doğumla bir kız çocuğu dünya getirdiği sırada vefat etti (a.g.e., I, 222; Uluçay’a göre Fatma Sultan’ın vefatı evliliklerinden altı yıl sonra 1580 yılındadır: Padişahların Kadınları, s. 42).

Siyavuş Paşa’nın bu defaki mâzuliyeti uzun sürmedi. Askerin kendisinden şikâyetçi olduğu Sadrazam Ferhad Paşa’nın azli üzerine üçüncü defa sadrazam oldu (21 Cemâziyelâhir 1000 / 4 Nisan 1592). Bu sadâret dönemi, daha çok Macar sınırındaki gelişmeler ve Gîlân hâkimi Han Ahmed’in ilticası gibi konularla geçen Siyavuş Paşa yine iç karışıklıklarla karşı karşıya kaldı. 1001 (1593) yılı “masar” mevâcibinin dağıtımı sırasında ulûfelerini eksik aldıklarını söyleyen sipahilerin tahrikiyle olaylar kontrolden çıktı. Ancak sipahi ayaklanması sert bir şekilde bastırıldı (26 Ocak 1593). Siyavuş Paşa, 28 Ocak’ta ayaklanmadan iki gün sonra İstanbul kadısı ve yeniçeri ağası ile birlikte ikindiye kadar İstanbul çarşılarını dolaştı, erzak üzerindeki narhı teftiş etti (Hasanbeyzâde, s. 377). Tam o esnada onun sadrazamlıkları sırasında askerin ayaklandığı ve divanın basıldığı yolundaki dedikodular uğursuzluğuna yoruldu (Peçuylu, II, 124). Bunun üzerine kapıcılar kethüdâsı Ahmed Ağa hemen çağrılarak kimseye belli etmeden mührü Siyavuş Paşa’dan almakla görevlendirildi. İki gün önce hil‘atle taltif edilmişken uğursuzluk bahanesiyle Siyavuş Paşa’nın azledilmesi herkesi şaşırttı (24 Rebîülâhir 1001 / 28 Ocak 1593). Önceki mâzuliyetlerinden farklı olarak bu defa “azl-i ebed” ile mâzul olan Siyavuş Paşa emeklilik devresinde Üsküdar’daki evinde ikamet etti (Kâtib Çelebi, s. 215). Ancak iki yıl sonra sipahilerin sebep olduğu karışıklıklarda parmağı olduğu gerekçesiyle İstanbul’dan uzaklaştırılan Koca Sinan Paşa ile Cigalazâde Sinan Paşa’nın yanında fitneye yol açtığı ileri sürülerek Siyavuş Paşa da Bolu’ya sürüldü. Çok geçmeden affedilip Üsküdar’da kalmasına izin verildi (Selânikî, II, 473; Naîmâ’ya göre Siyavuş Paşa Konya’ya sürgün edilmiştir: Târih, I, 90).

Uzun süre Üsküdar’da oturan Siyavuş Paşa, 7 Zilkade 1004 (3 Temmuz 1596) tarihinde emekliliği arttırılarak toplam 500.000 akçe gelirle İstanbul’daki evine gelmesine izin verildiği gibi oğlu da sefer hizmetinden bağışlandı, kendisi bundan sonra bazan Üsküdar’da, bazan İstanbul’da kalmayı sürdürdü (Selânikî, II, 618-619). Bu sırada Fatma Sultan’dan olma yirmi beş yaşındaki büyük oğlunun vefatına şahit oldu (1598). 28 Rebîülâhir 1011’de (15 Ekim 1602) vefat ederek Eyüp’te Sokullu Mehmed Paşa Türbesi’nin karşısında kendi adına yaptırdığı türbesine defnedildi (bk. SİYAVUŞ PAŞA TÜRBESİ). Oğlu Mustafa Paşa (Mart 1650 tarihinde öldüğünde Sadrazam Kara Murad Paşa, terekesinden Mimar Sinan yapısı, 300 odalı, yedi hamamlı ve eşsiz manzaraya sahip Siyavuş Paşa Sarayı’nı 30.000 kuruşa satın almıştır: Naîmâ, III, 1258) ve onun oğlu Mehmed Bey de Osmanlı ileri gelenleri arasında yer almıştır (Sicill-i Osmânî, III, 116). Üç defa üstlendiği sadrazamlığı sırasında toplam beş yıl dört ay on bir gün görev yapmış olan Siyavuş Paşa’nın Fatma Sultan ve kendi adına İstanbul’da (Edirnekapı ve Eyüp) ve taşrada cami, medrese, hamam ve çeşme gibi hayratı bulunmaktadır (Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 38; Ayvansarâyî, s. 25; Uzunçarşılı, III/2, s. 343). İçinde köşkünün de yer aldığı Siyavuş Paşa Çiftliği bugün semt adı olarak yaşamaktadır. Kendisi kaynaklarda âdil, rüşvet almayan, tok sözlü, mutedil ve muktedir bir sadrazam olarak tanıtılır.

BİBLİYOGRAFYA
Selânikî, Târih (İpşirli), I, 77, 86, 100, 105, 112-114, 127-129, 134, 137, 141-143, 146, 165, 168, 170-172, 177, 191, 195, 201, 210-211, 222, 265-266, 270, 273, 280, 296, 299, 302, 379; II, 473, 618-619, 799; Gelibolulu Mustafa Âlî ve Künhü’l-Ahbâr’ında II. Selim, III. Murad ve III. Mehmed Devirleri (haz. Faris Çerçi), Kayseri 2000, s. 26, 95, 393, 422, 426, 447, 552, 567-568; Atâî, Zeyl-i Şekāik, s. 375, 386; Hasanbeyzâde Ahmed, Târih (haz. Şevki Nezihi Aykut), Ankara 2004, s. 283, 302, 305, 317, 329, 341-342, 370, 377-378, 403; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 485; II, 17, 19, 25, 75, 86, 89-90, 94-95, 123-124; Kâtib Çelebi, Fezleke (haz. Zeynep Aycibin, doktora tezi, 2007), Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 215; Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr, İstanbul 1248, s. 462-463, 469, 471, 477; Hezarfen Hüseyin Efendi, Telhîsü’l-beyân fî Kavânîn-i Âl-i Osmân (haz. Sevim İlgürel), Ankara 1998, s. 51, 188; Naîmâ, Târih (haz. Mehmet İpşirli), Ankara 2007, I, 50, 58, 60, 80, 90; III, 1217, 1258; IV, 1671; Hadîkatü’l-vüzerâ, s. 38; Ayvansarâyî, Vefeyât-ı Selâtîn, s. 25; Hammer (Atâ Bey), VII, 53, 80, 160, 163; Sicill-i Osmânî, III, 116; Uzunçarşılı, Osmanlı Tarihi, III/2, s. 342, 343, 346, 350; Danişmend, Kronoloji2, III, 7, 55, 58, 62-63, 72, 75, 102, 111-114, 122-126; V, 22, 23, 24; M. Çağatay Uluçay, Padişahların Kadınları ve Kızları, Ankara 1985, s. 40-41, 42; a.mlf., Harem II, Ankara 1985, s. 94; Kemal Beydilli, “Stephan Gerlach’ın Rûznâmesi’nde İstanbul”, Tarih Boyunca İstanbul Semineri, Bildiriler (haz. Mübahat S. Kütükoğlu), İstanbul 1989, s. 83-106; Bekir Kütükoğlu, Vekayi‘nüvis: Makaleler, İstanbul 1994, s. 375-397; A. H. de Groot, “Siyāvush Pasha, Abāzā”, EI2 (Fr.), IX, 726-727.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2009 yılında İstanbul’da basılan 37. cildinde, 311-313 numaralı sayfalarda yer almıştır.