MANİSA

Ege bölgesinde şehir ve bu şehrin merkez olduğu il.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: FERİDUN EMECENBölüme Git
    Eski adı Sipylos (Sipil) olan Manisa dağının kuzey eteğinde Gediz nehrinin geçtiği ovanın kenarında denizden 50-70 m. yükseklikte yer alır. Anadolu’nu…
  • 2/2Müellif: ENİS KARAKAYABölüme Git
    MİMARİ. Lidyalılar, Persler, Makedonya ve Bergama krallıklarının yönetiminde kaldıktan sonra Roma, Bizans imparatorlukları dönemlerinde Batı Anadolu’n…

Müellif:

Eski adı Sipylos (Sipil) olan Manisa dağının kuzey eteğinde Gediz nehrinin geçtiği ovanın kenarında denizden 50-70 m. yükseklikte yer alır. Anadolu’nun iç kesimlerini Ege denizi kıyılarına bağlayan yol üzerinde önemli bir yerleşim yeridir. Tarih boyunca bu özelliğini koruyan şehir, Osmanlı döneminde XVI. yüzyıl sonlarına kadar hânedan mensubu şehzadelerin idarî tecrübe kazanmak üzere bulundukları siyasî merkez olarak dikkati çekmiştir. Manisa adının nereden geldiği hususu tartışmalıdır. Genel olarak adını bu bölgeye yerleşen Magnetler’den aldığı, bundan dolayı Magnesia dendiği kabul edilir. Antik kaynaklarda Büyük Menderes nehri civarındaki Maiandros (Menderes) Magnesia’sından ayırt edilmek için buraya Magnesia ad Sipylum (Sipil Manisası) denmiştir. Magnesia zamanla Türk hâkimiyeti sırasında Mağnisiye, Mağnisa, Manisa şekline dönüşmüştür.

Tarih. Eskiçağ’larda Batı Anadolu’nun Lydia/Lidya denilen kesiminde yer alan şehrin ne zaman ve nasıl kurulduğu bilinmemektedir. Bugünkü şehrin 7 km. kadar doğusunda bulunan harabelerin (Tantalis) ilk iskân mahalli olduğu ve milâttan önce II. bine çıkan bir geçmişi bulunduğu ileri sürülür. Hititler’in etki alanına giren ve milâttan önce XII. yüzyıl başlarından itibaren Anadolu’ya gelen kavimlerce tahrip edilen bu şehrin yerine Frigler’in Spiylos adlı bir yerleşim yeri kurdukları, milâttan önce VII. yüzyılda bu civarda ortaya çıkan ve Magnesia denilen şehrin bunların yerini aldığı belirtilir. Sipil/Manisa dağının eteklerinde son derece müstahkem bir mevkide önündeki geniş ovaya hâkim bulunan Magnesia bir süre Lidyalılar’ın idaresinde kaldı. Onların Persler’e yenilmesi üzerine (m.ö. 546) I. Pers satraplığına dahil edildi. Meşhur kral yoluna yakın olması sebebiyle ekonomik yönden gelişme gösterdi. Ardından Büyük İskender’in nüfuzu altına girdi. Onun ölümünden (m.ö. 323) sonra haleflerinin (Diadokhlar) mücadelesine sahne oldu. I. Selevkos milâttan önce 281’de bütün Küçük Asya’yı ele geçirince şehri oğlu I. Antiokos’un idaresine verdi. Milâttan önce 245 yılına ait bir kitâbeden şehrin Smyrnalı (İzmir) bir kumandanın idaresinde askerî bir koloni olduğu anlaşılmaktadır. Burası bir şehir (polis) değil askerî bir üs haline gelmiş ve İzmir ile birleşmişti. Selevkiler arasındaki taht mücadelelerinden etkilenen şehir bir ara Bergama Kralı I. Attalos’un nüfuzu altına girdi. III. Antiokos’un kuzeni Akhaios milâttan önce 220’de burayı yeniden ele geçirdi. Milâttan önce 190’da Romalılar Magnesia yakınlarındaki savaşta III. Antiokos’u yenince şehir halkı elçiler göndererek Roma hâkimiyetini kabul etti. Roma Senatosu, şehri savaş sırasında kendilerine yardım eden Bergama Kralı II. Eumenes’e bıraktı (m.ö. 189). Bergama hâkimiyeti altında iken para basma yetkisi tanındı. Milâttan önce 133’te Bergama Krallığı’nı vesâyet altına alan Romalılar milâttan önce 126’da Bergama Krallığı’nın kontrolünü ele geçirince Magnesia da onların hâkimiyetinde muhtar bir yönetime kavuştu. Bir ara Pontus Kralı Mithridates’in hâkimiyetine girdiyse de bu durum çok kısa sürdü. Roma idaresi altında Asya eyaletinin önemli bir şehri oldu. Milâttan önce 20’de Augustus’un eyalet düzenlemeleri sırasında yarı otonom bir statü kazandı. Milâttan sonra 17’de bütün Gediz havzasını etkileyen şiddetli depremde büyük hasar gördü, İmparator Tiberius tarafından yeniden inşa edildi. İmparator Claudius döneminde (41-54) su seti yapıldı, Efes-Manisa-Sipil yolu tamir gördü. Roma’nın ikiye ayrılması üzerine Doğu Roma’nın Batı Anadolu’daki önemli askerî üslerinden biri haline geldi, etrafı surlarla çevrildi ve tahkim edildi. Ayrıca bir piskoposluk merkezi oldu ve Thrakesion idarî bölgesi içinde kaldı. Latinler’in 1204’te İstanbul’u almalarından sonra İznik İmparatorluğu’nun sınırlarına dahil edildi. İmparator III. Ioannes Vatatzes (1222-1254) bir süre Magnesia’da oturdu, kendi adına bir kilise yaptırdı ve öldüğünde buraya gömüldü.

1071’den itibaren Anadolu’ya giren Türkler’in Ege sahillerine kadar uzandığı bilinen akınlarında şehrin nasıl etkilendiği hakkında bilgi yoktur. Ancak kuvvetli bir askerî istihkâma sahip bulunması bu akınlar sırasında durumunu koruduğuna işaret eder. Anadolu Selçuklu Devleti ile Bizans İmparatorluğu’nun sınır hattının biraz gerisinde kalan Magnesia’nın durumunda XIII. yüzyılın sonlarına kadar önemli bir değişiklik olmadı. Anadolu’nun Moğol nüfuzu altına girmesi sınır hattındaki diğer şehirler gibi Magnesia’yı da etkiledi. Moğol baskısından kaçan Türkmen boyları Batı Anadolu bölgesine yığıldı ve 1280’lerden itibaren siyasî birlikler kurarak bölgedeki şehirleri ele geçirmeye başladı. Bizans imparatoru 1302 baharında oğlu Mikael’i (IX.) bölgeye gönderdi. Magnesia yakınlarında kamp kuran Mikael Türkler tarafından kuşatıldı. Mağlûbiyete uğratılınca buradan Bergama’ya çekildi. Magnesia Bizanslı süvari askerlerinden Attalios adlı birinin yönetimine geçti. Türkler’le savaşmak üzere Bizanslılar tarafından parayla tutulan Katalan/İspanyol askerî grubu Roger de Flor liderliğinde 1304’te şehre geldiyse de Attalios kendileriyle anlaştı ve onları içeri sokmadı. Katalanlar burayı ganimetlerini muhafaza ettikleri bir depo gibi kullandılar. Hatta kurmayı düşündükleri bağımsız İspanyol prensliğinin idarî üssü yapmayı da planladılar. Şehre giremeyince kuşatma altına aldılarsa da daha sonra geri çekildiler. Onların ayrılması üzerine Türkler baskılarını daha da arttırdılar. Bölgede faaliyet gösteren Saruhan Bey, 1305’e doğru etrafını ele geçirdiği şehri 1310’dan sonra 1314’e doğru uzun bir ablukanın ardından zaptetmeyi başardı. Manisa’nın fetih tarihi ve nasıl ele geçirildiği hakkında kaynaklarda bilgi yoktur. Halk arasındaki efsaneler Saruhan Bey’in Kırtık/Çaybaşı mevkiinden şehre girdiğini belirtir.

Saruhanoğulları’nın merkezi olarak gelişme gösteren Manisa ilk defa Yıldırım Bayezid’in 791-792 (1389-1390) kışındaki askerî harekâtı sırasında Osmanlı idaresi altına alındı. Timur’un Yıldırım Bayezid’i yendiği Ankara Savaşı’ndan sonra yeniden Saruhanoğulları’nın idaresine girdi. Ancak ondan önce Timur’un Batı Anadolu seferi ve İzmir kuşatması sırasında Timurlu askerlerin karargâhı oldu, Timur’un torunu Emîrzade Muhammed Sultan burada kışladı. Timurlu ordusunun çekilmesinin ardından Saruhanoğlu Orhan Bey 17 Ağustos 1402’de şehre gelip idareyi ele geçirdi. Osmanlı Padişahı Çelebi Mehmed 1405-1406’da Manisa üzerine yürüyerek şehre girdiyse de onun çekilmesinden sonra Saruhanoğlu İshak Bey’in diğer oğlu Saruhan Bey buraya hâkim oldu. Osmanlı idaresi ancak 818’den (1415) biraz önce tam olarak kurulabildi. Osmanlı hâkimiyetine girmesinin ardından şehrin karşı karşıya kaldığı ilk olay, Şeyh Bedreddin’in müridlerinden Torlak Kemal’in yakalanarak Manisa’da idam edilmesidir (819/1416). Bunun ardından İzmir Beyi Cüneyd’in sebep olduğu karışıklıklardan etkilendi. Yanında muhtemelen Saruhanoğulları’na mensup şahısların da bulunduğu Cüneyd Bey şehir yakınlarında Osmanlı kuvvetleri karşısında yenildi (827-828/1424-1425). II. Murad bölgede sükûneti sağladıktan sonra buraya idareci olarak oğlu Alâeddin’i gönderdi (841/1437). Şehir XVI. yüzyılın sonlarına kadar önemli bir olayla karşılaşmadı, ancak şehzadelerin gelişi, aralarındaki taht mücadeleleri, buradan padişah olarak ayrılmaları belli başlı hadiseleri oluşturdu. Bu dönemde âdeta ikinci bir siyasî merkez haline geldi. Özellikle II. Murad’ın, oğlu Mehmed’le (II) saltanat değişimi ve Manisa’ya gelişi ilk defa burayı bir siyasî merkez olarak Bursa ve Edirne’nin önüne çıkardı. Manisa’da tahttan çekilmiş bir padişah gibi davranmayan II. Murad şehrin imarında rol oynadı. Yeniden tahta geçince de oğlu Mehmed’i tekrar Manisa’ya yolladı (850/1446). II. Mehmed burada iken oğlu Bayezid (II) doğdu, ikinci defa tahta çıkınca da ortanca oğlu Mustafa’yı şehre gönderdi. Daha sonra Manisa II. Bayezid’in oğulları Abdullah’a, Şehinşah’a, Korkut’a, Âlemşah’a ve Mahmud’a ev sahipliği yaptı. Bu son iki şehzade Manisa’da iken vefat etti (909/1503 ve 913/1507). II. Bayezid’in oğulları arasındaki taht kavgası sırasında Manisa tekrar ön plana çıktı. Şehzade Korkut bir oldubitti ile gelip yeniden şehre yerleşti. Yavuz Sultan Selim babasını tahttan indirip padişah olunca Manisa’daki Korkut’un üzerine yürüdü, şehri kuşattı. Korkut gizlice kaçtı; Yavuz Sultan Selim, şehirde ve bölgede bozulan düzeni yeniden sağlamak için oğlu Süleyman’ı (Kanûnî) idareci olarak tayin etti (919/1513). Şehzade Süleyman 926’da (1520) tahta çıkıncaya kadar şehirde annesi Hafsa Sultan ile birlikte kaldı. Padişah olunca da 921’de (1515) Manisa’da doğan oğlu Mustafa’yı şehre yolladı (Receb 939 / Şubat 1533). Onun 948’de (1541) Amasya’ya nakli üzerine yerine Receb 949’da (Ekim 1542) Şehzade Mehmed geldi. Mehmed 950’de (1543) burada hastalanıp öldü. Bunun üzerine Selim (II) 951’de (1544) Manisa’ya tayin edildi. Burada iken annesi Hürrem Sultan ve kardeşi Cihangir gelip onu ziyaret etti (953/1546). Aynı yıl Selim’in oğlu Murad (III) Bozdağ yaylağında dünyaya geldi. Bir süre sonra babasının cülûsunun ardından o da artık veliaht şehzadelerin makamı haline gelen Manisa’ya gönderildi (969/1562). On iki yıl şehirde kaldıktan sonra padişah oldu. Şehre yollanan son şehzade yine 973’te (1566) burada doğmuş olan Mehmed’dir (III); 992’den (1584) tahta çıktığı 1003’e (1595) kadar burada idarecilik yapmıştır.

XVI. yüzyılın sonlarına doğru bütün Anadolu’yu etkileyen sosyal karışıklıklar Manisa ve yöresinde huzursuzluğa yol açtı. XVII. yüzyıl başlarında Celâlî Kalenderoğlu Mehmed Manisa’ya yürüdü, kendisine yüklü miktarda para verilerek şehre girişi önlenebildi. Ancak 1015 (1606-1607) kışı boyunca Manisa yakınlarında kaldı, şehrin ileri gelenleriyle iyi ilişkiler kurdu. Onun ardından 1016’da (1607) eşkıya takibine gitmediği için azledilen Aydın muhassılı Yûsuf Paşa şehrin etrafındaki kasaba ve köyleri ele geçirdi. Buraların halkı Manisa’ya sığındı. Celâlî reislerinden Birgili Cennetoğlu Manisa’ya saldırdıysa da Manisa ovasında 1035 Rebîülevvelinde (Aralık 1625) hükümet kuvvetlerine yenilip idam edildi. 1040’ta (1631) İlyas Paşa, Saruhan sancağı mutasarrıfı İbrâhim Paşa ile anlaşmazlığa düşünce onu bozguna uğratıp Manisa’ya girdi, şehri yağmaladı, halk korkudan dağlara kaçtı. XVIII. yüzyılda şehirde bazı küçük olaylar dışında önemli bir hadise vuku bulmadı. Bu dönemde ahalinin bir kısım idarecilerle olan anlaşmazlıklar sonucu mahkemeyi bastıkları ve karışıklıklara yol açtıkları tesbit edilmektedir. Bu olaylardan en ciddi olanları 1117 (1705) ve 1146 (1733) yıllarında meydana gelmiştir. Yüzyılın ikinci yarısında şehir bölgenin güçlü âyan ailelerinden Karaosmanoğulları’nın etkisi altına girdi. 1798’de çıkan yangın şehirde tahribata yol açtı. XIX. yüzyılın başlarında şehirde resmî kayıtlara da intikal eden bazı olaylar meydana geldiyse de fazla büyümeden sükûnet sağlandı. Bu dönemdeki en önemli hadise Kavalalı Mehmed Ali Paşa’nın Anadolu’ya sevkettiği kuvvetlerin şehri işgalidir. İşgal sırasında Manisa kapıcıbaşılardan Ali Bey’e verilmiş, o da kalabalık bedevî süvarileriyle gelmiş ve şehir halkı tarafından merasimle karşılanmıştı. Ancak ağır vergi konulması ve bedevî askerlerin yağma hareketleri halkı çok rahatsız etmişti. Bu kuvvetler Kütahya Anlaşması üzerine geri çekildi (1833). Manisa ikinci büyük işgali Yunanlılar’ın Batı Anadolu harekâtı sırasında yaşadı. Yunan kuvvetleri 26 Mayıs 1919’da şehre girdi. Manisa 1922 Eylülüne kadar Yunan işgalinde kaldı. Yunan kuvvetleri çekilirken 5 Eylül Salı günü şehri ateşe verdiler, akşam söndürülen yangın sabah çarşı kesiminde tekrar başladı ve 8 Eylül’de kendiliğinden söndü. Yangın sırasında halk dağlara kaçtı, bu büyük yangın neredeyse şehrin tamamını etkiledi, 10.700 ev, on üç cami, 2728 dükkân, on dokuz han yandı, Manisa tam bir harabeye dönüştü. 8 Eylül’de Türk birlikleri Manisa yakınlarındaki küçük bir çarpışmanın ardından şehre girdi. Cumhuriyet döneminde bu tahribatın izleri kapandı ve şehir yeniden gelişmeye başladı.

Fizikî, Sosyal ve Ekonomik Durum. Manisa, Eskiçağ’lar boyunca daha çok askerî üs özelliği taşıması sebebiyle bir kale olarak önem kazanmıştır. Şehrin sivil iskâna açık bir yerleşme yeri olarak genişlemesi Geç Roma ve Bizans devrine rastlar. Bu dönemde şehir, bugün harap haldeki iç kale kesiminde ve bunun biraz aşağısındaki alana doğru yayılmıştı. Bizans devri sonlarında surlarla çevrili alan içinde yer almaktaydı. İznik İmparatoru Vatatzes’in ikameti, daha sonra Katalanlar’ın burayı merkez yapmak istemeleri şehrin fizikî yapı itibariyle gelişmiş olduğuna işaret eder. Öte yandan metropolitlik merkezi olarak gösterilmesi sivil iskânı bakımından önemli bir ölçüdür. Manisa’nın fizikî durumu hakkında ilk ciddi bilgileri, XIV. yüzyıldan bugüne ulaşabilen tarihî eserlerin bulundukları mevkiler sağlar. Güneyinde yer alan surlarla çevrili kesimin ve iç kalenin Bizans’tan intikal eden iskân alanını belirlediği şehir, Saruhanoğulları döneminde daha aşağı bölgelere doğru genişleme göstermiştir. Böylece gelişme kuzeye ovaya doğru yönelmiştir. Şehrin iskân mahallerini belirleyen coğrafî şartlara, dağdan aşağı inen bir nevi sel yatağı durumunda bulunan üç dereyi eklemek gerekir. Bunlardan Akbaldır ve Serâbâd/Tabakhâne dereleri Osmanlı döneminde de belirleyiciliğini sürdürmüştür. Saruhanoğulları devri Manisa’sı dağın eteklerinde kalenin alt kesiminde ince bir yerleşme şeridi halindedir. Bu iskânda özellikle ulucaminin bulunduğu yer dikkat çekicidir. Öte yandan Saruhanoğulları dönemine ait İlyas Bey Mescidi (Cemâziyelevvel 764 / Mart 1363), Girdeci Mescidi (795/1393), Gûrhâne Mescidi (799/1397’den önce), Eskihisar Mescidi (İshak Çelebi dönemi) bu yerleşme şeridini belirler. Arşiv belgelerinden Saruhanoğulları döneminde varlığı tesbit edilen yerleşme yerleri Câmi-i Kebîr (Ulucami), Çarşı, Bölücek, Gûrhâne, Derehamam, Zindan, Çapraslar, Narlıca, Serâbâd ve Girdeci (Yenice) adlı mahallelerdir. Bu durum, Osmanlılar’a intikal eden şehrin fizikî gelişme yönünün Saruhanoğulları zamanına dayandığını ortaya koyar. Bizans Manisası’nın kaleye sıkışmış yerleşmesi giderek terkedilmiş ve şehir ovaya, düzlüğe doğru inme eğilimi göstermiştir. Osmanlı döneminde inşa edilen ulucaminin kuzeybatısındaki Ali Bey Camii (831/1427), Çarşı mahallesinin güneyindeki Çaşnigîr Camii (878/1474), Karaköy semtindeki Hacı Yahyâ Camii (879/1474), Çaybaşı Mutlu mahallesindeki İvaz Paşa Camii (889/1484) iskân yönünün eski yerleşim yerleri üzerindeki görüntüsünü oluşturur. Gelişmiş bir şehir için gerekli olan merkezîlik ise ulucami mihverinden kayarak Hatuniye Camii’nin (896/1490) bulunduğu düzlüğe inmiştir. Bu kesim, Saruhanoğulları zamanında da sur dışındaki alanda olduğu anlaşılan pazar yerinin yanı başındadır ve bir bakıma şehrin fizikî gelişmesine ilk ciddi Osmanlı katkısını teşkil eder. II. Murad’ın 849 (1445) yılında kuzeydoğuda ovada yaptırdığı Manisa Sarayı, 929’da (1523) Hafsa Sultan (Sultâniye) Külliyesi’nin inşası, düz kesimdeki Osmanlı dönemi Manisa’sının yönünü tayin eden ana mihverleri oluşturmuştur.

XV ve XVI. yüzyıllarda şehzadelerin Manisa’da ikametleri fizikî görünüşte etkili oldu; özellikle şehzadelerin yanında bulunanlar tarafından yaptırılan tarihî eserler zamanla çevrelerinde birer yerleşme alanının oluştuğu merkezlere dönüştü. Meselâ Kanûnî Sultan Süleyman’ın annesi Hafsa Sultan tarafından inşa ettirilen Sultâniye Külliyesi, etrafında yerleştirilen yirmi hâne ile bir iskân mahalli olmuştu. 937 (1531) tarihli tahrir defterine göre şehirdeki mahalle sayısı otuz yedi idi. Bu rakam 983’te (1575) kırk ikiye yükseldi. Söz konusu dönemde sur içindeki yerleşme hemen hemen tamamen ortadan kalkmış, buradaki Eskihisar mahallesi de boşalmıştı. Ali Ağa, Câmi-i Cedîd (Sultâniye), Hacı Yahyâoğlu, Karayûnus, Alaybey 1531’den sonra ortaya çıkan yerleşme alanlarıydı. 1531’de en kalabalık mahalle Karaköy idi. Buranın şehrin dış mahallelerinden biri oluşu iskânın yönü hakkında fikir verir. Yine Ulucami, Attar Ece Camii, Gûrhâne, Bölücek ve Çapraslar adlı mahalleler eski yerleşim alanı üzerinde kalabalık bir nüfusu barındırmaktadır. 1575’te en kalabalık mahaller içinde Çapraslar’ın yer alması nüfusun hâlâ eski şehir dokusu üzerinde toplanmış olduğunu gösterir. Şehrin toplam nüfusu 1531’de 1258 hâne (yaklaşık 6500-7000 kişi), 1575’te ise 1530 hâne (8000-8500 kişi) idi. Bu nüfus yapısıyla Manisa, bölgesindeki en büyük merkez durumundaydı. Şehzadelerin şehre geldikleri ve kaldıkları dönemlerde nüfus daha da yoğunlaşıyordu. Bunların kalabalık hizmetli grupları sosyal yapıda yeni değişimlere sebep oluyordu. Böylece hayli hareketli, o ölçüde de renkli ve dışarıya açık bir nüfus birikimi bulunuyordu. XVI. yüzyılın başlarından beri yörük / konar göçer statüsündeki gruplar da şehirdeki çeşitli mahallelerde düzenli olarak oturmakta idiler. Bu durum, Manisa yerli halkının büyük bölümünün Türkmen kökenine işaret eden önemli bir ip ucu sağlar. Gerek Saruhanoğulları gerekse Osmanlı hâkimiyeti altında şehirde XVI. yüzyıla kadar hıristiyan nüfus bulunmamaktaydı. XVI. yüzyıl boyunca tek gayri müslim topluluğu, İspanya’dan çıkarılıp 1500 yılından itibaren şehre yerleşen yahudi grupları oluşturmuştu. Manisa yakınlarındaki Horos adlı köyde küçük bir Rum nüfusu (1531’de yedi hâne, 1575’te yirmi iki hâne) şehzade sarayının hizmetinde istihdam edilmişti. Şehirdeki yahudiler 1531’de seksen sekiz hâne (yaklaşık 500 kişi), 1575’te 117 hânelik (yaklaşık 700 kişi) nüfusa sahipti. Bunlar, şehir içindeki bazı vakıflara ait odalarda ve Amalar adlı mahallede ikamet etmekteydi. XVII. yüzyıldan itibaren yahudilerin nüfusu azalırken şehirde Ermeni ve Rum yerleşmeleri görülmeye başlandı.

XVII. yüzyılda şehzadelerin sancağa çıkma usullerinin kaldırılması, Celâlî isyanları, bozuk iktisadî şartlar, liman şehri İzmir’in yükselişi Manisa’nın durumunu sarstı. Bununla beraber nüfus giderek arttı, ancak kapasite yetersizliği sebebiyle önemli zorluklar yaşandı. XVII. yüzyılın ilk yarısında mahalle sayısı kırk dörde, ortalarında ise elli ikiye ulaştı. Bölgeyi sarsan Celâlî isyanları etrafı duvarla çevrilmiş şehre yönelik göçleri arttırdı. Daha önce III. Murad döneminde şehir halkının bazı vergilerden (avârız türü) muaf olması da bu göçte etkili oldu. Celâlî isyanları dolayısıyla İç ve Doğu Anadolu’dan kaçan Türk, Rum ve Ermeni gruplarının bir kısmı buraya yerleşti. Bunlara XVII. yüzyılın ortalarında İran tebaası olup ipek ticareti yapan Ermeni tâcirler de eklendi. Yine çevrede az sayıdaki Rum’un emniyetsiz ortam dolayısıyla artık şehirde ikamet etmeye başladıkları dikkati çeker. Hatta bu yüzyılda Manisa yeniden metropolitlik merkezi olarak zikredilmiştir. 1608’de Manisa’ya gelen Polonyalı Simeon, diğer bazı Batı Anadolu şehirleri gibi Manisa’da da henüz buraya yeni gelmiş küçük bir Ermeni topluluğundan bahseder ve bunların derme çatma ahşaptan iki kiliseleri olduğunu belirtir (Polonyalı Simeon’un Seyahatnâmesi, s. 18). 1071 (1660-61) tarihli resmî bir sayımda, 1575’tekine göre önemli ölçüde bir nüfus artışı olduğu belirlenmiştir. Manisa’nın bu sırada nüfusu 3684 hâneye ulaşmıştı. Mevcut elli iki mahallesi içinde Yarhasanlar, Arpaalanı / Dâvud Fakih, Hacı İlyâs-ı Kebîr, Alaybey 100’er hâneyi geçen nüfuslarıyla şehrin kalabalık mahallelerini oluşturuyordu. Şehirde iki Ermeni, bir Rum ve bir de yahudi mahallesi vardı. Bu üç gayri müslim topluluk içinde en kalabalık grubu 800 kişiyi (172 hâne) biraz geçen nüfusuyla Ermeniler teşkil ediyor, bunu 300 dolayındaki nüfusuyla (altmış iki hâne) Rumlar ve yine 300’e yakın nüfusuyla (yetmiş üç hâne) yahudiler izliyordu. Şehrin toplam nüfusu 18.000 dolayına erişmişti ve gayri müslim topluluklar bu nüfus içinde 1200 kişiyle temsil ediliyordu. 1081’de (1670-71) Manisa’ya gelen ve şehrin etraflı bir tasvirini yapan Evliya Çelebi’nin nüfusla ilgili verdiği 6660 hâne rakamı hatalı olup bunu on yıl öncesinin resmî kayıtları ışığında 3660 olarak anlamak gerekir.

XVIII. yüzyıl Manisa’sının geçmiş asırdaki durumunu koruduğu, mahalle sayısının elli dört, nüfusun ise 20-24.000 arasında olduğu avârız vergisiyle ilgili sayımlardan çıkarılabilmektedir. 1699’da şehri gören E. D. Chishull, burayı büyük ve güzel bir şehir olarak tarif ederken yirmi kadar camisinin bulunduğunu, kalesinin artık harap halde olup zindan olarak kullanıldığını, hisar içinde bir kilisenin yer aldığını belirtir (Türkiye Gezisi, s. 28-34), ancak nüfus yapısı hakkında bilgi vermez 1701’de gelen Tournefort ise burayı konumu itibariyle Bursa’ya benzetir, onun yarı büyüklüğünde olduğunu yazar, tıpkı Evliya Çelebi gibi doğudan batıya doğru genişlediğini belirtir. Şehir bu yüzyılda Karaosmanoğulları’nın nüfuzu altında biraz daha gelişme kaydetti. 1770’lerde Mora İhtilâli sırasında buradan ve ekonomik bakımdan yetersiz adalardan kaçan Rumlar’ın bir bölümü Karaosmanoğulları’nın bölgedeki geniş çiftliklerinde istihdam edilmeye başlandı, zamanla bunların bir kısmı Manisa’ya yerleşti ve giderek şehrin en kalabalık gayri müslim topluluğu haline geldi. XIX. yüzyıla ait resmî nüfus verileri Rumlar’ın Ermeniler’in iki katı nüfus yoğunluğuna ulaştığını ortaya koyar. Bu yüzyılda şehre gelen seyyahlar nüfus hakkında farklı ve yüksek rakamlar verirler. 1828’de Ch. MacFarlane 20.000 Türk, 9000 Rum, 3000 Ermeni, 1000 yahudiden oluşan 33.000 kişinin bulunduğunu yazar. Charles Texier 1832’de 25.000 dolayında nüfusun 4000’ini Rumlar’ın, birkaç yüzünü Ermeniler’in teşkil ettiğini belirtir. Buna karşılık 1834-1835 resmî nüfus sayımları, bu dönemde Manisa nüfusunun ancak 22-24.000 arasında olabileceğini gösteren rakamlar verir; bu sayılar 1842 sayımında da hemen hemen aynı kalmıştır (1834’te 8201 Türk, 2079 Rum, 1235 Ermeni, 344 yahudi; 1842’de 7569 Türk, 2523 Rum, 1126 Ermeni, 412 yahudi erkek fert sayılmıştı). Bu son tarihte hemen hemen XVI ve XVII. yüzyıllardaki adlarını koruyan elli dört mahalle tesbit edilmiş, bunların yirmi altısında müslüman ve gayri müslim grupların beraber yaşamakta olduğu belirlenmiştir. En kalabalık muhiti 200’er hâneyi geçen nüfuslarıyla Alaybey (366), Yarhasanlar (293), Ali Ağa / Saray (264), Demirkapı (236) mahalleleri oluşturmuştur (Bilgi, Manisa Araştırmaları, I, 94-96). Yüzyılın ikinci yarısında nüfus biraz daha arttı. 1890’lara doğru Şemseddin Sâmi ve Cuinet 21.000 Türk, 10.400 Rum, 2000 Ermeni, 1000 yahudi, 600 yabancı olmak üzere toplam nüfusu 35.000 dolayında gösterirler. 1317 (1899-1900) yılı salnâmesinde şehirde 24.079 müslüman Türk, 5953 Rum, 2488 Ermeni, 1578 yahudi, 146 Protestan, 338 yabancıdan oluşan 34.572 kişi tesbit edilmiştir (1317 Senesi Aydın Vilâyeti Salnâmesi, s. 340). 1908’de toplam nüfus 35.000’di. İşgal yılları ve sonrasında geçirdiği ağır tahribatın neticesinde Cumhuriyet’in ilk nüfus sayımı sırasında (1927) şehir ancak 28.635’ten ibaret bir nüfusa ulaşabilmişti.

Manisa Eskiçağ’lardan beri İç Anadolu’dan Ege kıyılarına ulaşan tarihî yolların kesişme noktasında olmakla ekonomik yönden de gelişme göstermiştir. Antik dönemde verimli ovanın ürünlerinin pazarlandığı bir merkez olarak öne çıkan, ancak zamanla askerî bir üs haline dönüşüp bu fonksiyonunu kaybeden şehir, Geç Roma ve Bizans devirlerinde az da olsa ekonomik yönden bir gelişme seyri yakalamıştır. Fakat asıl önemini Saruhanoğulları’nın merkezi olduğu dönemde kazanmaya başladı. Saruhan Bey’in hüküm sürdüğü yıllarda şehre gelen İbn Battûta burayı zengin ve güzel bir belde olarak tarif eder. Denize açılan Saruhanoğulları’nın seferler sonucu elde ettikleri ganimetler ve İtalyan devletleriyle yapılan ticaret şehrin zenginleşmesini sağladı. Ayrıca bu devirde şehir iyi gelir getiren esir ticaretinin önemli bir merkezi durumundaydı. Osmanlı hâkimiyetine girince gelişmesini daha da arttırdı. İzmir’in XVII. yüzyılda dışa açık bir liman şehri olarak yükselişine ve kozmopolit bir merkez haline gelişine kadar da bölgenin başta gelen ticaret ve pazar yeri olma özelliğini taşımıştı. Burada toplanan ziraî mahsuller ve sınaî mâmuller İzmir, Foçalar (Eski ve Yeni Foça), Urla, Seferihisar ve Çeşme iskeleleriyle dışarıya pazarlanıyordu. Şehzadelerin bulunduğu XVII. yüzyılın sonlarına kadar sadece dışarıya değil dışarıdan da şehre ve özellikle şehzade sarayına çeşitli kumaşlar, eşyalar ve Mısır’dan pirinç ve baharat geliyordu. Manisa çarşısı ve pazarları hayli hareketli bir ticarî faaliyete sahne oluyor, bunda İtalyan tâcirler ve onlara aracılık yapan yahudiler önemli rol oynuyordu. XVI. yüzyıla ait şer‘iyye sicil kayıtları Manisalı Türk, yahudi ve İtalyan tâcirler arasındaki çeşitli ticarî işlemler konusunda bilgiler verir. Özellikle tahıl, yünlü, pamuklu kumaş ve bezler, iplik, ham pamuk bu ticaretin temel mallarını oluşturmaktaydı. Söz konusu malların Manisa’nın ticarî hayatındaki yeri ve önemi sonraki yüzyıllarda da aynen devam etmiştir. Ancak XVII. yüzyılda siyasî merkez olmaktan çıkışı, sarayla olan bağının kesilişi, vaktiyle limanı durumunda bulunan İzmir’in milletlerarası ticarette yıldızının parlamaya başlaması şehri giderek geri plana itti. Bu defa Manisa İzmir’in art alanında ziraî ürünlerin toplandığı bir antrepo özelliği kazandı. Ancak bu yüzyılda dünya pazarlarında giderek önemi artan pamuk üretimi ve yarı mâmul pamuklu imalâtıyla ilgi çekti. Sonraki asırlarda buna üzüm ve tütün eklendi. Ticarî faaliyetlerde XVII ve XVIII. yüzyıllarda yahudi aracıların yerini Ermeni ve Rum tâcirler aldı, XIX. yüzyılda ise Rumlar hem ticarette hem üretim dallarında ön plana çıktı ve giderek zenginleşti. Bununla beraber Manisalı yerli tüccar ve zanaatkârın daima aktif bir iktisadî faaliyetin içinde bulunduğu sicil kayıtlarından anlaşılmaktadır. Aynı yüzyılda dışarıya satılan mallar arasında pamuk, tahıl, yapağı, meşe palamudu, kök boya başta geliyordu.

Şehirde sınaî üretimi XVI. yüzyılda daha çok küçük esnaf gruplarınca yapılmaktaydı. Bu sırada dokumacılık ve dericilikle ilgili meslek kollarında çalışanlar diğerlerine göre sayıca fazlaydı. Özellikle bogasi (ince pamuklu), astarlık alaca, tülbent, bez, makrama, gömleklik bezle yünlü kumaş imalâtı vardı. Devlet adına donanmanın ihtiyacı olan yelken bezleriyle forsa gömleklik bezlerinin önemli bir bölümü Manisa’da dokunuyordu. Pamuklu üretimi önemi azalmaksızın sürmüştü. XIX. yüzyıl sonlarında Manisa merkezli kazada 950 kadar dokuma tezgâhı tesbit edilmişti. Bunun büyük bölümü şehirde faaliyet gösteriyordu. Ayrıca yünlü kumaş üretimi de devam ediyordu. Serâbâd ve Akbaldır dereleri etrafında toplanmış olan dericiler sahtiyan, sarı meşin, gön imal ediyorlardı; bunlar çoğunlukla Manisalı esnaf tarafından mâmul hale getiriliyordu. Manisa çarşısı Hatuniye Camii’nden Alacahamam semtine, Kurşunluhan civarından Ali Ağa Camii’ne kadar uzanan geniş bir kesimi içine alıyordu. Burada iki bedestende pamukluların tezgâhlandığı dükkânlar vardı. XIX. yüzyılın sonlarına doğru şehirde on dokuz han, 153 mağaza, iki un ve iki pamuk fabrikası, yirmi tabakhâne, on dört yağhâne, sekiz dokuma fabrikası ve dokuz kiremithâne mevcuttu.

Saruhan Beyliği’nin merkezi olarak Manisa aynı zamanda kültürel faaliyetlerin yoğunlaştığı bir şehir hüviyeti kazandı. İbn Battûta’nın ifadeleri Manisa’da en azından bir medresenin bulunduğuna işaret eder. Daha sonra İshak Bey’in idaresi altında şehir onun inşa ettirdiği ulucamisi, medresesi ve mevlevîhânesiyle kültürel alanda ilerleme kaydetmiş olmalıdır. Şehzadelerin ikametine ayrıldığı dönemde ise âdeta kültürel bir merkez haline geldi. Pek çok şair, edip, ilim adamı, mûsiki üstadı şehzadelerin yanında toplandı. Şehzade Korkut burada iken şöhretini duyduğu ilim ve sanat adamlarını yanına çağırıyordu. Ayrıca kalede yüzlerce ciltlik bir kütüphane oluşturmuştu. XVI. yüzyılın sonlarına kadar Manisa merkezli kültürel hareketlilik hızını kesmeden sürdü. Osmanlı tarihçisi Âlî Mustafa Efendi, coğrafyacı ve seyyah Âşık Mehmed bir süre burada kaldı. Derûnî Çelebi, Serîrî, Şühûdî, Câmî gibi şairler bu şehirde yetişti. Sonraki devirlerde yine isim yapmış Manisalı şair ve ilim adamına rastlanır. Şehzadelerin sancağa çıkma usulleri kaldırılınca Manisa da kültürel bakımdan hareketliliğini kaybetti, ancak oluşan kültürel vasat birçok şairin yetişmesine zemin hazırladı. Yine şehirde bulunan ve burada yetişen devlet adamları da vardır (Lala Mustafa Paşa, Kara Üveys Paşa, Defterdar İbrâhim Çelebi, Mehmed Paşa gibi). XIX. yüzyıl sonlarında şehirde yirmi beş medrese, bir idâdî, iki rüşdiye, onu müslümanlara, ikisi Rum, ikisi Ermeni ve biri yahudilere ait on beş mektep bulunuyordu. Bu sıralarda birkaç kütüphanenin de faaliyet gösterdiği belirtilir.

İdarî Yapı. Manisa’nın merkez olduğu bölge Saruhanoğulları döneminde Alaşehir’den İzmir körfezine, Bergama’dan Turgutlu ve Kemaliye’nin güneyine kadar uzanan sahayı içine alıyordu. Saruhan Beyliği Osmanlılar’a katılınca oluşturulan idarî bölge yani sancak hemen hemen beylik sınırlarını korudu. Merkezi olan Manisa’nın değil beyliğin adını taşıyan Saruhan sancağı Anadolu beylerbeyiliğine bağlı olup XVI. yüzyılda merkez kaza dışında on bir kazadan oluşuyordu. Bunlar Adala, Akhisar, Demirci, Gördek, Gördes, Güzelhisar, Ilıca, Kayacık, Marmara, Menemen ve Nif kazaları idi. Sancağın bir ucu Menemen vasıtasıyla Foçalar’a uzanıyor, denize açılıyordu. Manisa merkez kazasında ise altı nahiye bulunuyordu (Manisa, Canşa, Doğanhisarı, Palamut, Yengi ve Emlak). Şehzadelerin idareci oldukları sırada sancak yöredeki diğer sancakların merkezi oluyordu. XVII. yüzyıl kayıtları sancağın sınırlarında herhangi bir değişikliğin olmadığını, ancak bazı nahiyelerin kaza haline getirilip kaza sayısının arttırıldığını gösterir. 1628’de Mendehorya (Kemaliye) ve Borlu kaza oldu, ardından Turgutlu merkez kazadan ayrılıp müstakil kaza yapıldı. Bu durum XIX. yüzyıla kadar sürdü. 1833’te Mısır ordusunun Kütahya’dan ayrılması üzerine Anadolu eyaleti dörde ayrılınca, Saruhan sancağı Aydın vilâyetine bağlandı. 1834-1835’te Saruhan sancağının on beş kazası bulunuyordu. Daha öncekilere Foça da eklenmişti. 1842’de Sart Salihli kazası katıldı. 1845’te Aydın’dan ayrılıp Karesi ile birleştirildi. İki yıl sonra yeniden Aydın’a bağlandı. Bu durumunu 1922’ye kadar sürdürdü. 1867’de sancakta dokuz kaza vardı ve daha önce adlarına rastlanan Eşme, Kula, Alaşehir buraya bağlanmıştı. 1880’de Kırkağaç, 1881’de Bergama, Soma ve Gediz dahil edildi. Foçalar ve Menemen 1869’da İzmir’e nakledilmişti. 1882’de sancağın kazaları hemen hemen bugünkü durumunu almış oldu. 1900’de sancak merkez kaza dışında Akhisar, Alaşehir, Demirci, Salihli, Soma, Kırkağaç, Kasaba/Turgutlu, Kula ve Gördes’ten oluşuyordu.

Manisa merkezli Saruhan sancağı XVI. yüzyılda 150.000 dolayında nüfusa sahipti. Bunun 50.000’ine yakınını yörük grupları teşkil ediyordu. Bu rakam yüzyılın ikinci yarısında iki katına ulaştı. XIX. yüzyılın istatistikî verilerine göre sınırlardaki oynamaların da rolüyle 300.000’i aşan nüfusu vardı. Manisa merkez kazası genellikle Manisa ovasını içine alan kesimi oluşturuyordu. XVI. yüzyılda burası Manisa şehri hariç 10.000 dolayında bir nüfusu barındıran 100’den fazla köye sahipti. 1885-1900 yıllarında şehir nüfusu dahil merkez kazada 87-100.000 arasında nüfus mevcuttu. Saruhan sancağı köyleri XIX. yüzyılın sonlarından itibaren Mora’dan, Kafkasya’dan ve daha sonra Balkanlar’dan gelen yoğun göçmen yerleşmelerine sahne oldu.

Manisa Cumhuriyet dönemine Yunan işgalinin ve bunun sebep olduğu büyük yangının tahribatını gidermekle başladı ve şehir âdeta yeni baştan imar edildi. Geniş caddeler, meydanlar ve parklar bu dönemde açıldı. Cumhuriyet’in ilk nüfus sayımında nüfusu henüz 30.000’i bulmazken (28.635) özellikle 1950’den sonra çevresine yeni ve düzenli karayollarıyla bağlanması sanayi (ham maddesini tarımdan alan çeşitli sanayi) ve ticaret faaliyetlerinin canlanmasına paralel olarak hızla artmaya başladı. 1960’ta 60.000’e (59.675), 1980’de 100.000’e (94.165) yaklaştı. İlk defa 1985’te 100.000’i geçen nüfusu (127.012) 1997’de 200.000’i aşarak (201.340) 2000 yılında 214.345’i buldu. Bu nüfusuyla Manisa, XXI. yüzyıla girerken İzmir ve Denizli’den sonra Ege bölgesinin üçüncü büyük şehri durumuna geldi. Nüfus artışıyla birlikte mekân üzerindeki büyümesini de sürdüren şehir kuzeyde istasyona, batıda İzmir istikametine doğru genişlemiştir. Bu gelişme şehre sonradan eklenen, cadde ve sokakları birbirini dik olarak kesen yeni kesimlerle dar ve dolambaçlı sokaklara sahip eski yerleşme alanlarının kolaylıkla birbirinden ayrılabileceği bir özellik taşımaktadır.

Manisa şehrinin merkez olduğu Manisa ili İzmir, Balıkesir, Kütahya, Uşak, Denizli ve Aydın illeriyle çevrilmiştir. Merkez ilçeden başka Ahmetli, Akhisar, Alaşehir, Demirci, Gölmarmara, Gördes, Kırkağaç, Köprübaşı, Kula, Salihli, Sarıgöl, Saruhanlı, Selendi, Soma ve Turgutlu adlı on beş ilçeye ayrılır. 13.096 km2 genişliğindeki Manisa ilinin sınırları içinde 2000 yılı nüfus sayımına göre 1.260.169 kişi yaşıyordu, nüfus yoğunluğu ise 96 idi.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na ait 2002 yılı istatistiklerine göre Manisa’da il ve ilçe merkezlerinde 385, kasabalarda 181 ve köylerde 1010 olmak üzere toplam 1576 cami bulunmaktadır. İl merkezindeki cami sayısı yetmiş ikidir.


BİBLİYOGRAFYA

, nr. 165; nr. 166, s. 301-364; nr. 398, s. 1-60.

, nr. 180; nr. 181; nr. 2631.

, nr. 115; nr. 544, vr. 2a-29a.

1317 Senesi Aydın Vilâyeti Salnâmesi, 20. Def‘a, s. 328-341.

, I, 337-338.

Âşık Mehmed, Menâzırü’l-avâlim, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 606, vr. 328a-b.

Polonyalı Simeon’un Seyahatnâmesi: 1608-1619 (trc. H. D. Andreasyan), İstanbul 1964, s. 18-19.

, s. 635.

, IX, 66-79.

E. D. Chishull, Türkiye Gezisi ve İngiltere’ye Dönüş (trc. Bahattin Orhon), İstanbul 1993, s. 28-34.

Tournefort, A Voyage into the Levant, London 1741, III, 328.

R. Chandler, Travels in Asia Minor and Greece, Oxford 1825, s. 330 vd.

F. J. Arrundel, Discoveries in Asia Minor, London 1834, s. 212-213.

Ch. MacFarlane, Constantinople in 1828, London 1829, s. 180 vd.

B. Poujoulat, Voyage à Constantinople, Paris 1840, s. 92.

Ch. Texier, Küçük Asya (trc. Ali Suad), İstanbul 1339, II, 84-85.

, III, 536-542.

İbrahim Gökçen – M. Çağatay Uluçay, Manisa Tarihi, İstanbul 1939.

M. Çağatay Uluçay, Saruhanoğulları ve Eserlerine Dair Vesikalar, İstanbul 1940-46, I-II.

a.mlf., 17 inci Yüz Yılda Manisa’da Ziraat, Ticaret ve Esnaf Teşkilâtı, İstanbul 1942.

a.mlf., XVII. Asırda Saruhan’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul 1944.

a.mlf., Manisa Ünlüleri, Manisa 1946.

a.mlf., 18 ve 19. Yüzyıllarda Saruhan’da Eşkıyalık ve Halk Hareketleri, İstanbul 1955.

a.mlf. – Besim Darkot, “Manisa”, , VII, 288-294.

İbrahim Gökçen, XVI. ve XVII. Yüzyıl Vesikalarına Göre Manisa’da Deri Sanatları Tarihi Üzerinde Bir Araştırma, İstanbul 1945.

a.mlf., 16. ve 17. Asır Sicillerine Göre Saruhanda Yürük ve Türkmenler, İstanbul 1946.

a.mlf., Manisa Tarihinde Vakıflar ve Hayırlar, İstanbul 1946-50; I-II.

a.mlf., Tarihte Saruhan Köyleri, İstanbul 1950.

Nusret Köklü, Dünkü Manisa, Ankara 1970.

a.mlf., “Saruhanlılar Devrinde Manisa”, Manisa, sy. 4, Manisa 1983, s. 22-40.

Kamil Su, Manisa ve Yöresinde İşgal Anıları, Ankara 1982.

Oktay Akşit, Manisa Tarihi, İstanbul 1983.

Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, Ankara 1989.

a.mlf., Unutulmuş Bir Cemaat: Manisa Yahudileri, İstanbul 1997.

a.mlf., İlk Osmanlılar ve Batı Anadolu Beylikler Dünyası, İstanbul 2003, tür.yer.

a.mlf., “Evliya Çelebi’nin Manisa’ya Dair Verdiği Bilgilerin Değeri”, , sy. 4 (1989), s. 215-223.

Teoman Ergül, Kurtuluş Savaşında Manisa (1919-1922), İzmir 1991.

Hilal Ortaç, Tanzimattan Birinci Meşrutiyete Manisa (doktora tezi, 1996), Ege Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Y. Nagata, Tarihte Ayanlar: Karaosmanoğulları Üzerinde Bir İnceleme, Ankara 1997, tür.yer.

Hakkı Acun, Manisa’da Türk Devri Yapıları, Ankara 1999.

Nuran Tezcan, Manisa nach Evliya Çelebi, Leiden 1999.

Mehmet Günay, XVII. Yüzyılın İkinci Yarısında Manisa’nın Sosyal ve Ekonomik Durumu, 1650-1675 (doktora tezi 2000), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Önder Bayır, XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Manisa’nın Sosyal ve İktisadi Durumu (doktora tezi, 2001), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Nejdet Bilgi “1834-1835 Yıllarında Saruhan Sancağında Nüfus”, Manisa, sy. 13 (1997), s. 21-22.

a.mlf., “1842 Yılında Saruhan Sancağının Nüfusu ve İdari Bölünüşü”, Manisa Araştırmaları, I, Manisa 2001, s. 87-122.

, IV, 4348-4349.

V. Minorsky – [S. Faroqhi], “Mag̲h̲nisa”, , V, 1169-1171.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 27. cildinde, 577-583 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

MİMARİ. Lidyalılar, Persler, Makedonya ve Bergama krallıklarının yönetiminde kaldıktan sonra Roma, Bizans imparatorlukları dönemlerinde Batı Anadolu’nun önemli kalelerinden biri olan, Saruhanlılar ve Osmanlılar’ın önemli bir merkezi haline gelen Manisa sanat yönünden zengin bir potansiyele sahiptir. Bizans öncesine ait izler kaybolmuş, sadece Niobe Anıtı denilen, Yunan mitolojisindeki bahtsız annenin taşlaşmış silüeti olduğu söylenen Sipil (Spylos) dağının eteğindeki kaya kalmıştır. Sipil dağında iç kalenin doğu kısmındaki duvarlar Helenistik dönem kalesine ait olmalıdır. Roma devrinde şehir doğuya düzenlenen seferlerin hareket noktasıydı. Bina ve tapınakları milâttan sonra 17 yılındaki depremde yıkılınca İmparator Tiberius şehri imar ettirmiştir. Bizans döneminde Hıristiyanlığın benimsendiği ilk şehirlerden biri olan Manisa kısa sürede piskoposluk merkezi haline gelmiştir. Laskarisler zamanında darphâne ve hazinenin bulunduğu, ekonomik ve stratejik yönden önemli bir merkez olmuştur. Bu dönemden günümüze ulaşabilen Bizans istihkâmı dağın eteğindeki dış kale ile Akropolis’teki iç kaledir (Sandıkkale). 1313’te Saruhanlılar’ın kaleyi onararak kullandığı, XV. yüzyıldan sonra şehrin sur dışına taştığı, Osmanlılar devrinde yine onarım gördüğü, XVI. yüzyıl sonlarında kalede mahkûmların tutulduğu bilinir. XVII. yüzyılda iç kale küçük bir yerleşme durumunda olup aşağı kale haraptır. XVIII. yüzyıldan itibaren terkedilen kale harap olmuştur. III. Ioannes Vatatzes zamanında (1222-1254) şehre büyük bir manastır yapılmıştı. Ayrıca Akbaldır deresinde bir su yolunun izleri görülür. Türk dönemi yapılarında devşirme olarak kullanılan parçaların başlıcaları ulucami ve medresesinin avlusundaki sütun başlıklarıyla gövdeleri, İlyas Bey Mescidi’nin son cemaat yerindeki sütun başlığı, Revak Sultan Türbesi’nin güney duvarındaki örgü motifli döşeme parçası, İvaz Paşa Camii’nin son cemaat yeri sütun başlıkları, pencere söveleri, duvar dolgularıyla Manisa Müzesi’ndeki parçalardır. Şehrin tarihî eser zenginliğini Saruhanlılar ve Osmanlılar zamanında yapılmış binalar teşkil eder.

Külliyeler. Manisa’nın en eski külliyesi Saruhanlılar devrinde İshak Çelebi’nin Emet b. Osman’a yaptırdığı Manisa Ulucamii Külliyesi’dir (bk. ULUCAMİ). Cami, medrese, türbe, hamam ve çeşmeden oluşan külliyede cami ve medrese 780 (1378-79) tarihlidir. İshak Çelebi’nin türbesi medrese avlusunun kuzeyinde yer alır. Caminin kuzeydoğusundaki hamam ise haraptır (bk. ÇUKUR HAMAM). Külliye imaret, mektep ve çeşmeyle bütünleniyordu. Kapının köşesindeki saat kulesi XVII. yüzyılda yapılmıştır. Mevlevîhâne imaret olarak inşa edilmiş, sonraları fonksiyonu değiştirilmiş olmalıdır (bk. MANİSA MEVLEVÎHÂNESİ). Hatuniye Külliyesi 896 (1490-91) tarihlidir. Cami, medrese, imaret ve mektepten oluşan külliyeden günümüze yalnız cami ve mektep ulaşabilmiştir (bk. HATUNİYE KÜLLİYESİ). Hafsa Sultan Külliyesi’nin mimarı Acem Alisi’dir. Cami, medrese, imaret, mektep, dârüşşifâ ve hankahtan oluşan bu külliye 929’da (1523) inşa edilmiştir. Külliyeye Kanûnî Sultan Süleyman tarafından 945-946’da (1538-1539) dârüşşifâ ve hamam eklenmiştir (bk. HAFSA SULTAN KÜLLİYESİ). Hüsrev Ağa’nın cami ve hamamdan oluşan külliyesinin cami kısmının inşa tarihi kubbe aleminde 962 (1554-55) olarak kayıtlıdır. Kare planlı hariminin üzerini sekizgen kasnaklı basık bir kubbe örter. Kaba taş ve tuğla almaşık örgülü duvarları, mermer söveli, alınlıkları sivri kemerli, alçı şebekeli pencereleri vardır. Hamamın inşa tarihi 966’dır (1558-59). Giriş cephesi sivri kemerli yan yana üç derin eyvan şeklinde düzenlenmiş, bunlardan ortadakinden bir kapıyla soyunmalığa geçiş verilmiştir. Bu bölüm sekizgen kasnaklı ve ortası aydınlık fenerli kubbeyle örtülmüştür. Sıcaklık ve halvetleri küçük kubbeli, dikdörtgen planlı hazne ve külhanı meyilli çatıyla örtülüdür. Murâdiye Külliyesi III. Murad tarafından yaptırılmıştır. 991’de (1583) inşasına başlanan cami 994’te (1586) tamamlanmış, külliyenin yapımı 1001’de (1592-93) bitirilmiştir (bk. MURÂDİYE KÜLLİYESİ). Timurtaş Paşaoğlu Ali Bey’in 831’de (1427-28) inşa ettirdiği Ali Bey Camii ve İmareti 978’deki (1570-71) tâdilâtla cuma namazı kılınmasına uygun hale getirilmiş, son onarımı 1978’de yapılmıştır. Cami zâviye planlı, üzeri alaturka kiremit kaplı çatıyla örtülüdür. Minaresi mihrap duvarına bitişiktir. Çaşnigîr Sinan Bey Camii 879’da (1474) yaptırılmıştır. Kesme taştan inşa edilen yapının harimi enine dikdörtgen planlıdır. Mihrap önünde iki sütunla duvarlara oturan 9,5 m. çapındaki bir kubbe ve bunun iki yanında elips şeklindeki ikişer kubbeyle örtülüdür. Son cemaat yeri ortada iki kubbe ve yanlarda aynalı tonoz örtüleriyle dört bölümlüdür. Minaresi doğuda, camiye bu yönden bitişik kütüphane ile cami arasındadır. Kütüphane kare planlı, sekizgen kasnağa oturan kubbeyle örtülü, kuzey cephesinde yuvarlak kemerli, üzeri üç kubbeli bir revaka sahiptir. Cami gördüğü onarımlarla Fâtih Sultan Mehmed devri özelliklerini kaybetmiştir. Attar Hoca Camii Kurtuluş Savaşı yıllarında yanınca 1926’da eskisinden farklı biçimde yapılmış, son tamirlerde de şimdiki şeklini almıştır. 889 (1484) tarihli İvaz Paşa Camii harimi sekizgen kasnaklı orta kubbe ve iki yanında ikişer kubbe ile örtülü, son cemaat revakı dört bölümlü bir yapıdır (bk. İVAZ PAŞA CAMİİ). İnşa tarihinin ebcedle 977 (1569-70) olduğu anlaşılan Hacı Mehmed Bey’in yaptırdığı Lala Paşa Camii kesme taştan olup aralarda hatıllar halinde tuğla kullanılmış, harimi kalın duvarlara oturan bir kubbeyle örtülmüştür. Bütün kenarlarında birer pencere bulunan sekizgen kasnaklı kubbesi pandantiflidir. Son cemaat yeri beş sütunun taşıdığı sivri kemerli ve dört kubbelidir. Ferhad Ağa’nın 979’da (1571-72) inşa ettirdiği Alaybey Camii enlemesine dikdörtgen planlı, üzeri kiremit kaplı çatıya sahip bir yapıdır. Kurtuluş Savaşı’nda yanınca yerine bugünkü cami yapılmıştır. Aslı XV. yüzyıla ait olan, fakat geçirdiği yangından sonra 1894’te yerine yenisi inşa edilen Derviş Ali Camii de bir önceki yapının plan ve mimari özelliklerini gösterir. 1059 (1649) tarihli Serâbâd Camii kırma çatılı bir yapıysa da esası kubbeli olmalıdır. Geometrik desenli tuğla örgülü minaresi dışında mimari özelliklerini yitirmiştir. Defterdar Mahmud Efendi’nin yaptırdığı Arpaalanı Camii de özgün mimarisini kaybetmiştir. Enine dikdörtgen planlı harimi düz bir çatıyla örtülüdür. Mihrabının iki yanında dâirevî pencereler bulunur. Sekiz destekli son cemaat yerine iki yandan merdivenlerle ulaşılır. Velioğlu Camii de (Hacı Mahmud Camii) enlemesine dikdörtgen planlı, ahşap çatılı bir yapıdır. Dört sütunla bağlantılı sivri kemerli son cemaat revakının üzerini düz bir çatı örter. 25 Cemâziyelevvel 1204 (10 Şubat 1790) tarihli vakfiyesinden anlaşıldığına göre yıkılan bir yapının yerine Hacı Mehmed Ağa’nın inşa ettirdiği Mütesellim Camii’nin bitişiğinde dershane, on iki hücreli medrese ve çeşme bulunuyordu. XIX. yüzyıla ait Karaosmanoğlu Yetim Ahmed Ağa’nın yaptırdığı cami de yok olmuştur.

Mescidler. Manisa’da Saruhanlılar döneminin en eski yapısı olan İlyas Bey Mescidi, kitâbesinden anlaşıldığına göre 764 yılı Cemâziyelevvel başlarında (Şubat 1363 ortaları) yapılmıştır (bk. İLYAS BEY MESCİDİ). Sur içindeki Hâcet Mescidi de Saruhanlılar dönemine aittir. Kare planlı yapının üzerini geçişleri Türk üçgenleriyle sağlanmış bir kubbenin örttüğü anlaşılır. Hâki Baba Mescidi’nin beden duvarlarıyla minaresi tamamen yenilenmiştir. Gülgûn Hatun Hamamı’nın yanındaki mescid de yıkılarak yerine yeni bir cami yapılmıştır. Ortadan kalkan Kirdeci Mescidi, Manisa Müzesi’ndeki kitâbesine göre 795’te (1393) İbrâhimoğlu İsmâil tarafından yaptırılmıştır. Saruhanlılar devrine ait Gûrhâne Mescidi’nin yeri ve yapım tarihi bilinmemektedir. Manisa’da Osmanlı dönemine ait tarihi bilinen en eski mescid Göktaşlı Mescidi’dir. 899’da (1493-94) inşa edilen yapı 1040’ta (1630-31) cami haline getirilmiştir. Kare planlı yapı sekizgen kasnaklı, alaturka kiremit kaplı basık bir kubbe ile örtülüdür. Yüksek kürsülü minaresi batı cephesine bitişiktir. İbrâhim Çelebi’nin yaptırdığı mescid ve medrese cümle kapısı üzerindeki kitâbeye göre 956 (1549) tarihlidir (bk. İBRÂHİM ÇELEBİ CAMİİ). Molla Şâban Camii ve Mektebi XVI. yüzyıla aittir. Cami 1964’te yıktırılmıştır, mektep ise harap durumdadır. Yapı dikdörtgen planlı olup kare planlı iki odacığın üzerini sekizgen kasnaklı ve tromplu birer kubbe örter. İnşa tarihi bilinmeyen Taşçılar Mescidi sekizgen kasnaklı, pandantifli yayvan bir kubbeyle örtülü, kare planlı bir yapıdır. Ayn Ali Mescidi üç kubbeli son cemaat yeri, sekizgen kasnaklı tek kubbeli harimiyle taş ve tuğladan inşa edilmiş bir yapıdır. Mihrabı kaval silmeli ve barok üslûbunda bitkisel süslemelerle taçlandırılmıştır. Nişancı Paşa Mescidi enlemesine dikdörtgen planlı bir yapıdır. Yuvarlak kemerli pencerelerinde ve kapıda empire üslûbu özellikleri görülür. Hacı Yahyâ Mescidi 879’da (1474) yaptırılmıştır. Kesme taş ve tuğla ile inşa edilen yapı kare planlı, tek kubbelidir. Sekizgen kubbe kasnağında alçı şebekeli pencereler yer alır. Son cemaat yeri üç kubbeyle örtülmüştür. Emîr Çavuş Mescidi dikdörtgen planlı, meyilli çatıyla örtülü küçük bir yapıdır. XIX. yüzyıl sonlarındaki onarımla özgün şeklini yitiren mescidin kuzeybatı köşesinde bodur gövdeli minare bulunur. Çatal mescid tek kubbeli, kare planlı basit bir yapıdır.

Mektep ve Medreseler. Şehzadeler şehri olduğundan Manisa’nın eğitimle ilgili yapıları çoktur. Külliyelerin parçası durumundakiler hariç şehirde mevcut en eski ve âbidevî medrese Sinan Bey’in XV. yüzyılda yaptırdığı binadır. Ortasında kare şeklinde revaklı avlusu bulunan medresenin kapısı kuzey cephesinin ortasında yer almaktadır. Avlunun doğu ve batı kanatlarında beşerden on derslik yer alır. Kapının karşısında ana eyvan şeklindeki mescid-dershane kare planlı ve üzeri tromplu bir kubbeyle örtülüdür. Sekizgen kasnaktan kubbeye geçiş stalaktitlerle sağlanmıştır. Merdivenle çıkılan mescidin mihrabı mukarnas kavsaralıdır. Dersliklerin üzeri kubbelerle, revaklarsa çapraz tonozlarla örtülmüştür. Avludaki sütun başlıklarının bir kısmı Bizans yapılarından devşirilmiştir. Binanın inşaatında kesme taş ve tuğla kullanılmıştır. Saçaklarında iki sıra testere dişi görülmektedir. Veled Bey’in XV. yüzyılda inşa ettirdiği Hindistanî Medresesi kare planlıdır ve sekizgen kasnaklı kubbeye sahiptir. Güney duvarında mihrap, karşısındaki duvarda kapı yer alır. Yapı kaba taştan inşa edilmiştir. Yâkub Ağa Sıbyan Mektebi’ni (Kurşunlu Mektep) Kızlarağası Yâkub Ağa 980’de (1572-73) yaptırmıştır. Enine dikdörtgen planlı yapının kapısı sivri kemerli bir açıklık halindedir. Kesme taş ve tuğladan kaliteli duvar işçiliğine sahiptir. Kapı ve pencerelere nöbetleşe kırmızı ve beyaz yontma taşlar yerleştirilmiştir. Üzeri sekizgen kasnaklı ve tromplu iki kubbeyle örtülüdür. Ferhad Ağa Sıbyan Mektebi, Fahrünnisâ Dilşikâr Hatun tarafından kocası Ferhad Ağa’nın yaptırdığı camiye bitişik olarak inşa edilmiştir. Yapı sivri kemerle birbirine bağlanan, üzeri birer pandantifli kubbeyle örtülü iki bölümden oluşur. Kaba taş ve tuğla ile inşa edilen binanın kubbe eteğinde üç sıra kirpi saçak kullanılmıştır. Veysî Çelebi’nin XVI. yüzyılda yaptırdığı Çapraz-ı Sagīr Mektebi önceki mekteplerin planlarını tekrarlamakta olup gördüğü tamiratlarla mimari kimliğini yitirmiştir. XVII. yüzyılın Manisa kadılarından Molla Şâban’ın inşa ettirdiği cami yola gitmiş, yakınındaki sıbyan mektebi harap vaziyette günümüze ulaşmıştır. Enine dikdörtgen planlı ve üzeri sekizgen kasnaklı iki kubbeyle örtülü yapı moloz taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. XVIII. yüzyıla ait Hacı Mustafa Ağa Sıbyan Mektebi enine dikdörtgen planlı bir yapıdır. Üzeri aynalı tonoz örtülü hazırlık mekânı ve buna bir kapıyla bağlı kubbeli dershaneden oluşur.

Kütüphaneler. Şehrin müstakil kütüphanelerinden Çaşnigîr Camii yanındaki, Karaosmanoğlu Hacı Eyüb Ağa tarafından inşa edilen Çaşnigîr Kütüphanesi 1247 (1831-32) tarihlidir. Önünde üç birimli revakı olan yapı kare planlı ve üzeri sekizgen kasnaklı basık bir kubbeyle örtülüdür. Camiye bitişik bir başka kütüphane yine Karaosmanoğulları’ndan Hacı Osman Ağa’nın Nişancı Paşa Kütüphanesi idi. 1203 (1789) tarihli yapı altıgen planlı, kubbeli küçük bir yapıydı. Çatalcami bitişiğindeki kütüphane ise camiye eklenmiştir. Sekizgen planlı, kubbeli, kesme taştan inşa edilen Demirci Mahmud Çelebi Kütüphanesi 1279 (1862-63) tarihlidir.

Tekkeler. XIV. yüzyıla ait Vakvak Tekkesi-Türbesi kesme taş ve tuğladan yapılmış kare planlı bir yapıdır. Doğu cephesi satıhtan taşkın, yüksek taç kapısıyla belirginleştirilmiştir. Sekizgen şekilli kubbe kasnağına pandantifler aracılığıyla geçiş sağlanmış, üzerine basık piramidal kubbe oturtulmuştur. Hacı Hüseyin’in XVI. yüzyılda inşa ettirdiği Kabak Tekkesi kare planlı, üzerinde kasnaklı kubbe bulunan küçük bir yapıdır. Kubbeye geçişler tromplarla sağlanmış, sekizgen kasnağın üstüne alaturka kiremit örtülü basık kubbe yerleştirilmiştir. Yapı düzgün kesme taş, kaba taş ve tuğla ile inşa edilmiştir. Çatı hizası ve kubbe eteğinde iki sıra kirpi saçak çepeçevre dolanır. İbrâhim Seydî’nin XVII. yüzyılda yaptırdığı Seyyid Hoca Tekkesi harap durumdadır. Kare planlı yapıyı sekizgen kasnaklı, tromplu basık bir kubbe örter. Kapısı batı cephesinde asimetrik bir yerde olup bu cephedeki kemer izleri iki kubbeli bir revakın varlığına işaret eder. Yapımında kesme taş, moloz taş, tuğla ve devşirme malzeme kullanılmıştır. Mihrap duvarı yıkıldığından orijinal şeklini yitiren, aslı Rifâî Tekkesi olan mescidin, girişi dışarıdan sağlanan kafesli bir kadınlar mahfeli vardır. Üzeri meyilli ve alaturka kiremit kaplı bir çatıyla örtülüdür. Mescidin batı kısmındaki kare planlı türbede tekkenin bânisi medfundur. Hacı Mehmed Efendi’nin yaptırdığı Nakşibendî Tekkesi hakkında fazla bilgi yoktur. Günümüze ulaşmayan yapı XVIII. yüzyıl sonlarına ait olmalıdır.

Türbeler. Murâdiye Camii’nin batısındaki meydanda bulunan türbenin Saruhan Bey’e ait olduğu ve 746’da (1345-46) yapıldığı kabul edilir. Kaba taş ve tuğla ile inşa edilen yapı dikdörtgen planlıdır. Kapısı kuzey cephesindeki geniş ve yüksek sağır niş içinde yer almakta, bunun iki yanında birer küçük pencere bulunmaktadır. Yapının batı ve güney duvarlarındaki pencereler son onarımda açılmıştır. Sandukalı mekânın üzerini bir kubbe örtmektedir. Geçişleri Türk üçgenleriyle sağlanan kubbenin altındaki ziyaret mekânına tonozlu bir koridorla geçilir. Yapının kuzeydoğu köşesindeki izler bu türbeyle tekke veya mescidin bağlantılı olabileceği hususunda fikir verir. Yedi Kızlar Türbesi (XIV. yüzyıl) dikdörtgen planlı, kaba taş ve tuğladan inşa edilmiştir. Yüksek kemerli sağır bir niş halindeki giriş cephesinin ortasında kapıyla üzerinde küçük bir pencere yer alır. Dört cephede de birer pencere bulunur. Yapının içi, enine uzanan tonoz örtülü mekânın ardından yedi sandukanın yer aldığı, üzeri kubbeyle örtülü bölümden meydana gelir. Revak Sultan Türbesi, düzgün taş ve tuğladan kaliteli bir işçilikle inşa edilmiş olup tarihi belli değildir. Horasan pîrlerinden olan Revak Sultan Halvetî şeyhidir. Türbenin çevresinde müridlerinin mezarları bulunmaktadır. Yapı kare planlı olup kuzeydeki giriş cephesi yuvarlak kemerli sağır bir niş halindedir. Küçük kemerli köşe bingileriyle sekizgene dönüşen yapının üzeri yüksek sekizgen piramidal kubbelidir. İçinde üç adet sanduka bulunmaktadır. Yirmiiki Sultanlar Türbesi kesme taştan yapılmış olup sekizgen planlıdır. Kuzey cephesindeki taçkapı mukarnaslı kavsaralıdır. Diğer cephelerde altlı üstlü pencereler yer almakta olup üzeri kubbeyle örtülüdür. Ayn Ali Türbesi altıgen planlı, üstü kubbeyle örtülü bölümle buna güneyden bitişik, meyilli çatıyla örtülü giriş mekânından ibarettir. Şeyh Terzi Ahmed Efendi Türbesi kare planlı bir yapıdır. Üzerini pandantifli, basık bir kubbe örter. XVII. yüzyıla ait olan yapı moloz taştan inşa edilmiş olup kapısı doğu cephesindedir. Kare planlı ve tek kubbeli bir başka türbe Tezveren Dede Türbesi’dir. Batı cephesinde kapısı yer almakta olup pencereleri örülerek kapatılmıştır. Hüsrev Ağa Camii hazîresinde anonim bir açık türbe bulunur. Altıgen gövdeli, kenarlarında sivri kemerli açıklıklar olan türbenin üzerini kiremit kaplı basık bir kubbe örter. Kemer ayakları kesme taştan, diğer kısımları kesme taş, moloz taş ve tuğladan yapılmış olan bina 1024 (1615) tarihlidir. Manisa’da bazı hazîrelerde eski mezar taşları bulunmaktadır. Bunlardan tepeliklerinde naturistik dekor içinde cami tasvirleri olan mezar taşları bölgesel bir karakteri yansıtır.

Bedesten ve Hanlar. Rum Mehmed Paşa Bedesteni kuzey-güney doğrultusunda dikdörtgen planlı bir yapıdır. 42 m. uzunluğundaki binanın üzeri kırma çatıyla örtülüdür. Dört cephesinde birer kapısı bulunan yapı taş ve tuğla duvar işçiliğine sahiptir. Hatuniye Külliyesi’nin parçası olarak değerlendirilen (Yüksel, s. 340-341) Kurşunlu Han iki katlı, revaklı avlulu bir yapıdır (bk. KURŞUNLU HAN). Karaosmanoğulları’na izâfe edilen Yeni Han XIX. yüzyıla aittir. Bugün aslî işlevini koruyan bu han enine dikdörtgen planlı, ortasında avlu bulunan iki katlı bir binadır. Güney cephesinde yer alan kapının sol kısmındaki taş merdivenle üst kata çıkış sağlanır. Yapı kesme taş, moloz taş ve tuğla duvar işçiliği gösterir. Manisa’da Karaosmanoğulları’na ait, günümüze ulaşmamış, Hacı Mustafa Ağa, Hacı Atâullah Ağa, Hacı Pulat Mehmed Ağa ve Hacı Osman Ağa hanlarının olduğu bilinir. Arkeolojik çalışmalarda içinde çok sayıda sikke bulunduğundan darphâne olduğu kabul edilen bina XIV. yüzyılın ikinci yarısına tarihlenir. Kare planlı, üzeri kubbeyle örtülü, iki katlı yapının alt katı üzeri sivri beşik tonozlu iki mekândan oluşmaktadır. Üst katın ön cephesinde iki pencere bulunmakta, kapısına batıdaki taş merdivenle ulaşılmaktadır.

Hamamlar. Mahalle hamamlarından Saruhanlılar dönemine ait Gülgûn Hatun Hamamı sıcaklık bölümü haçvari planlı, dört köşesinde halvetleri bulunan klasik tipte bir yapıdır. Bir bölümü yıkık olan soyunmalık kısmı aydınlık fenerli büyük bir kubbeye sahipti. Buradan geçitle ulaşılan kubbeli ılıklık bir yandan usturalığa, diğer kapıyla sıcaklığa açılır. XV. yüzyıla ait Alaca Hamam çifte hamam olarak düzenlenmiştir. Soyunmalığı kare planlı olup üzeri kubbe ile örtülüdür. Tonoz örtülü küçük ılıklık, ortasında bir göbek taşı bulunan sıcaklık, güneyinde simetrik planlı halvetler ve su haznesinden oluşmaktadır. Dârüssaâde ağası Yâkut Ağa’nın yaptırdığı, Cumhuriyet Hamamı denilen yapı 982 (1574) yılına ait bir çifte hamamdır. Soyunmalıkları kare planlı ve ortaları şadırvanlı, sıcaklıkları ise kubbe ve tonozlarla örtülüdür. İvaz Paşa Vakfı Karaköy Hamamı, Bizans başlıklı üç sütuna dayanan sivri kemerleriyle revaklı bir giriş cephesine sahiptir. Kemer aralarında zarif desenli tuğla süslemeler bulunur. Sekizgen kasnaklı, aydınlık fenerli, tromplu büyük bir kubbeyle örtülü soyunmalığın ardında ılıklık ve sıcaklık yer alır.

Çeşmeler. Evliya Çelebi’nin şehirde olduğunu bildirdiği 3000 çeşmeden çok azı günümüze kadar gelebilmiştir. Kitâbeli en eski çeşme 995 (1587) tarihli Pîr Nefes Çeşmesi’dir. Arpaalanı Camii’nin köşesindeki bu çeşme kesme taştan yapılmıştır. Sivri kemerli bir niş içinde mermer ayna taşıyla üzerinde kitâbe yer alır. 1176 (1762-63) tarihli Derviş Hasan Çeşmesi, Yerhasanlar Camii’nin hazîre duvarına komşudur. Altı satırlık kitâbesi ve ayna taşı sivri kemerli niş içine alınmıştır. 1205 (1790-91) tarihli Karaosmanoğlu Hacı Pulat Mehmed Ağa Çeşmesi çift cephelidir. Kübik gövdesinin üzerinde küçük bir kubbe bulunur. Cepheleri mermer kaplamalı olup çifte porfir sütunçelerin taşıdığı atnalı kemerin çevresinde taş süslemeler vardır. 1214 (1799) tarihli Taşçılar Mescidi Çeşmesi, Çarşı Camii’nin duvarına bitişik olarak yapılmıştır. Kemeri içinde bitkisel bezemeler ve ibrik-maşrapa tasviri olan kabartmalar görülür. Süleyman Paşa’nın 1224’te (1809) yaptırdığı empire çeşme yuvarlak kemerli üç sağır niş ve arkasındaki hazneden ibarettir. Süleyman Paşa’nın Manisa’daki diğer çeşmesi Molla Şâban Mescidi duvarına bitişikti. Önceki çeşmeyle aynı kaynaktan beslenen ve kitâbe metni diğerinin aynı olan bu çeşme günümüze ulaşmamıştır. Vakvak Tekkesi’ne bitişik çeşme şehrin günümüze gelen en eski çeşmesi olmalıdır. Tek kemerli basit çeşmelerden bazıları Ulucami, Dokur, Derdiler, Serâbâd, Lala Paşa Camii, Dere Mahallesi ve Mısıroğlu çeşmeleridir. XV. yüzyıla ait Kaval Çeşme ayna taşına gömülü pâyeciklerle barok tarzda yenilenmiştir. Murâdiye Külliyesi çeşmeleri klasik tarzdadır. Dereboyu’ndaki Anonim Çeşme ve Saat Kulesi önündeki çeşmenin ayna taşlarında zarif süslemeler görülür. Bedesten kapısı yanındaki çeşme Batı zevkini yansıtır. Saruhan Bey parkının ortasında yekpâre mermerden yapılmış selsebilli çeşme ise XIX. yüzyıl sonlarının özelliklerini taşır. Çaşnigîr Camii’nin abdest muslukları üzerindeki 1328 (1910) tarihli kitâbeden Karaosmanoğlu Hacı Mahmud Bey’in eşi Cemile Hanım’ın Manisa’da bir sebil yaptırdığı anlaşılır. Karaosmanoğulları’ndan Hacı Osman Ağa’nın Nişancı Paşa mahallesindeki sokağına ve hanının içine birer çeşme inşa ettirdiği vakfiyelerinden anlaşılmaktadır. Hacı Ahmed Ağa’nın eşi Zeliha Hanım’ın 1338 (1919-20) tarihli vakfiyesinde bu zatın Manisa’da bir sebil yaptırdığı kayıtlıdır.

Diğer Yapılar. Sarây-ı Âmire şehrin kuzey kısmındaki düzlükte elli altı dönümlük alanı kaplıyordu. II. Murad devrinde 849’da (1445) inşa edilen saray Fâtih Sultan Mehmed döneminde genişletilmiştir. Evliya Çelebi’nin Seyahatnâme’sinde anlatılan bu saray (IX, 76) Hasan Paşa’nın Şemâilnâme-i Âl-i Osmân adlı eserinin şehir tasvirinde de (TSMK, III. Ahmed, nr. 3592, vr. 10b-11a) görülür. Revaklı avlusu, köşkleri, kuleleri ve hamam, havuz, çeşmeden oluşan saray III. Mehmed devrinden sonra önemini yitirmiş, gördüğü onarımlarla Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar gelmiş, savaş esnasında ahşap kısımları yanmış, kâgir kısımlarıysa harap olmuştur. Daha sonra yerine halkevi binası yapılmıştır. Yazlık saray Bozdağ’ın üzerindeydi. Şehzade Korkut’un XVI. yüzyıl başında inşa ettirdiği sarayın yeri ise bilinmemektedir.

Manisa, Saruhanlılar döneminde doğu-batı doğrultusunda ovaya doğru, Osmanlılar devrinde ise kuzey-güney yönünde gelişme göstermiştir. Böylece değişik yerlere inşa edilen yapıların etrafı iki katlı evlerle dolmuştur. Tournefort ve Allom’un gravürleri XVIII. yüzyılın başlarında ve XIX. yüzyılda Manisa’nın bu manzarasını yansıtır. XVII. yüzyıl Manisa’sını Evliya Çelebi şöyle anlatır “… 6660 kadar güzel evden meydana gelmiş, tamamı altmış mahalledir. Büyük saraylarla süslü şehir baştan başa kiremitlerle örtülü, güzel ve temiz, altlı üstlü iki katlı evlerle hoş görünüşlüdür. Bunlar birbiri üzerine kale dağına yapılmış hânelerdir. Yüzleri baştan başa pencere ve balkon olan bu evler kuzey taraftaki ovaya, Gediz nehrine bakar. Bu ova bağ ve bostanlarla ve reyhan, gül gülistan mâmur köylerle dolu, verimli bir ovadır. Evlerin pencerelerinden bu ova seyredilirken insan hayat bulur …” Evliya Çelebi kale içindeki bağ evlerinin sayısının kırk-elli kadar olduğunu, aşağı şehre göç edildiğinden evlerin bayındır olmadığını belirtir (Seyahatnâme, IX, 69). Şehirde bey konakları da bulunuyordu. Eski kaynaklarda iki katlı kırk-elli odalı Hacı Pulat Mehmed Ağa Konağı, Mütesellim Konağı’nın yakınındaki Hacı Ahmed Ağa Konağı, Hacı Ömer Ağa Konağı, Süleyman Ağa Konağı, Ali Ağa Konağı ve Yetim Ahmed Ağa Konağı’nın adları geçer. Sipil dağının kuzey eteğinde ve ovada yoğunluk gösteren ahşap ev ve konaklardan hiçbiri -Yunan işgal kuvvetlerinin Manisa’nın neredeyse bütününü yakmalarından dolayı- kalmamıştır. Manisa’da XIX. yüzyıl sonu ve XX. yüzyıl başlarına ait kâgir binalardan olan hükümet konağı Cumhuriyet döneminin gösterişli örneklerindendir. 1924-1925’te Rüstem Bakoğlu’nun yaptığı, enine gelişen dikdörtgen planlı ve üç katlı yapının kuzeydeki ön cephesi, iki yandan merdivenlerle ulaşılan sundurma ve bunun üzerindeki balkonla hareketlendirilmiştir. Vali konağı çift katlı bir yapıdır. Ön cephesinde girişin her iki yanındaki çokgen gövdeli kulevari çıkıntılarla değişik bir stil gösterir. Türk neo-klasiği üslûbundaki halk eğitimi binası iki katlı bir yapıdır. Alt kat pencereleri sivri kemerli, üst kat pencereleri dikdörtgen olan yapının üzerini geniş saçaklı, meyilli bir çatı örter. Aynı üslûptaki Borsa Kahvesi tek katlı küçük bir bina olup geniş sivri kemerlerin hâkim olduğu cephelerden birinin köşesi çeşme olarak düzenlenmiştir. Âlim Efendi’nin evi olarak kabul edilen çift katlı binanın alt katı dükkânlara ayrılmış, üst katta sivri kemerli pencereler ve balkonlarla hareketli cepheler meydana getirilmiştir. Aynı üslûpta Atatürk Bulvarı’ndaki binalardan biri otel olarak kullanılmaktadır, diğeri ise boştur. Sade bir örnek olan bina tekel idaresi olarak hizmet vermektedir.


BİBLİYOGRAFYA

, İstanbul 1946, IX, 66-79.

Ch. Texier, Küçük Asya (trc. Ali Suad), İstanbul 1921, II, 84-85.

İsmail Hakkı [Uzunçarşılı], Kitâbeler, İstanbul 1347/1929, II, 69-104.

İbrahim Gökçen – M. Çağatay Uluçay, Manisa Tarihi, İstanbul 1939, s. 86-126.

Kâmil Su, Mimar Sinan’ın Eserlerinden Muradiye Camii, İstanbul 1940.

a.mlf., “Mimar Sinan’ın Eserlerinden Muradiye Câmii”, Ülkü, XV/88, Ankara 1940, s. 356-360.

a.mlf., “Alaybey Çeşmesi ve Sübyan Mektebinin Hikayesi”, Manisa, sy. 4, Manisa 1983, s. 55-65.

a.mlf., “Süleyman Paşa ve Manisa’daki Hayırları”, a.e., sy. 6 (1983), s. 30-38.

R. M. Riefstahl, Cenubu Garbî Anadolu’da Türk Mimarisi (trc. Cezmi Tahir Berktin), İstanbul 1941, s. 5-19.

M. Çağatay Uluçay, Manisadaki Sarây-i Âmire ve Şehzadeler Türbesi, İstanbul 1941.

a.mlf., “Manisa’da Saray-ı Amire ve Şehzadeler Türbesi”, Gediz, sy. 30, Manisa 1939, s. 4-5.

a.mlf., “Manisa Muradiye Camii”, a.e., sy. 39 (1940), s. 6-7.

a.mlf., “Manisa Kalesine Ait Vesikalar”, a.e., sy. 40 (1940), s. 4.

a.mlf., “İbrahim Çelebi Mahallesi ve Cami Hakkında”, a.e., sy. 80 (1945), s. 2-5.

a.mlf., “Muradiye Camii Onarılırken”, a.e., sy. 95 (1946), s. 2-5.

a.mlf., “Saruhanoğulları”, , X, 239-244.

a.mlf. – Besim Darkot, “Manisa”, a.e., VII, 288-294.

İbrahim Gökçen, Sicillere Göre XVI. ve XVII. Asırlarda Saruhan Zaviye ve Yatırları, İstanbul 1946.

a.mlf., Manisa Tarihinde Vakıflar ve Hayırlar, İstanbul 1946-50, I-II.

a.mlf., “Muradiye Camii”, Gediz, sy. 13 (1938), s. 2-3.

a.mlf., “Ulu Camii ve Medresesi”, a.e., sy. 14 (1938), s. 7-8.

a.mlf., “Ali Bey Camii”, a.e., sy. 15 (1938), s. 11-12.

a.mlf., “Çeşnigir Camii ve İvaz Paşa Camileri”, a.e., sy. 16 (1938), s. 15; sy. 17 (1938), s. 5.

a.mlf., “Hatuniye Camii”, a.e., sy. 17 (1938), s. 6.

Nazmi Sevgen, Anadolu Kaleleri, Ankara 1959, I, 253-254.

, s. 522-523.

a.mlf., Osmanlı Mi‘mârîsi IV, s. 817-820.

Sadık Karagöz, Manisa İli Kütüphaneleri, Ankara 1974.

Keşfi Karadanışman, Manisa Tarihi Eser ve Kitabeleri, Ankara 1977.

, s. 335-350.

Oktay Akşit, Manisa Tarihi, İstanbul 1983.

Feridun M. Emecen, XVI. Asırda Manisa Kazâsı, Ankara 1989, s. 43-46, 87-109.

İnci Kuyulu, Karaosman-oğlu Ailesine Ait Mimari Eserler, Ankara 1992, s. 60-79, 96-112, 153, 155-159, 163-169, 171-173.

Ş. Bârihüdâ Tanrıkorur, “Manisa Mevlevîhanesi’nin Restorasyonu: Tenkid ve Teklif”, Ekrem Hakkı Ayverdi Hâtıra Kitabı, İstanbul 1995, s. 331-361.

İlhami Bilgin, “Manisa Sarayı”, 9. Milletlerarası Türk Sanatları Kongresi Bildirileri, Ankara 1995, II, 365-368.

a.mlf., “Manisa Saruhan Bey Türbesi ve Zaviyesi”, Manisa, sy. 4 (1983), s. 41-54.

Hakkı Acun, Manisa’da Türk Devri Yapıları, Ankara 1999.

a.mlf., “Manisa Darphanesi”, Manisa, sy. 7 (1984), s. 23-27.

W. M. Ramsay, “Studies in Asia Minor 2. Sipylos and Cybele”, The Journal of Hellenic Studies, III, London 1882, s. 33-58.

A. Haisenberg, “Kaiser Johannes Batatzes der Bermherzige”, , XIV (1905), s. 160-233.

L. Belhomme, “Sipylos”, Türk Tarih, Arkeologya ve Etnografya Dergisi, sy. 3, İstanbul 1936, s. 217-226.

Zekiye Erinç, “Milattan Evvel Manisa”, Gediz, sy. 1 (1937), s. 9-10.

a.mlf., “Manisa’nın Muhtelif Devirlerinde Tarihî Kıymeti Haiz Olan Eserleri”, a.e., sy. 3 (1937), s. 13-14.

Halit Ersoy, “Hatuniye Camii”, a.e., sy. 52 (1941), s. 4-6.

a.mlf., “Binaları Mevcut Eski Mektepler”, a.e., sy. 53 (1941), s. 5-8.

a.mlf., “Ulu Câmii”, a.e., sy. 55 (1942), s. 16; sy. 56 (1942), s. 21; sy. 57 (1942), s. 11-13.

a.mlf., “Ali Bey Camii ve Timurtaş Paşaoğlu Ali Beg-VII-VIII”, a.e., sy. 59-60 (1942), s. 7-10; sy. 61 (1943), s. 13-14.

Vahit Armağan, “Hatuniye Camii ve Ayni Ali Türbesi”, a.e., sy. 83 (1945), s. 4-5.

Nihat Yörükoğlu, “Manisa Bimarhanesi”, a.e., sy. 92 (1946), s. 4-5.

a.mlf., “Manisa Hafsa Sultan Hankahı”, , XIII (1981), s. 489-492.

a.mlf., “Manisa Bimarhanesi ve Hacı Hasan”, Manisa, sy. 1 (1982), s. 20-31.

a.mlf., “Manisa Hafsa Sultan İmareti”, a.e., sy. 7 (1984), s. 28-31.

Aziz Ogan, “Manisa Muradiye Külliyesi”, , sy. 150 (1954), s. 9-11.

a.mlf., “Tarihi Manisa Şehrinde Bir Gezinti”, a.e., sy. 156 (1955), s. 4-6.

R. Anhegger, “Beiträge zur Osmanischen Baugeschichte II. Die Üç Şerefeli Cami in Edirne und die Ulu Cami in Manisa zur Baugeschichte der Muradiye Moschee in Manisa”, Istanbuler Mitteilungen, sy. 8, İstanbul 1958, s. 40-56.

Erdem Yücel, “Manisa Muradiye Camii Restorasyonu”, Arkitekt, sy. 315, İstanbul 1964, s. 88-90.

a.mlf., “Manisa Muradiye Camii ve Külliyesi”, , VII (1968), s. 207-214.

İlhan Akçay, “Cumhuriyet Devrine Kadar Manisa Kütüphaneleri”, , sy. 41 (1966), s. 453-458.

İbrahim Hakkı Konyalı, “Kanuni Sultan Süleyman’ın Annesi Hafsa Sultan’ın Vakfiyesi ve Manisa’daki Hayır Eserleri”, , VIII (1969), s. 47-56.

Filiz Oğuz, “Manisa Kurşunlu Han”, Rölöve ve Restorasyon Dergisi, sy. 1, Ankara 1974, s. 109-127.

Emrullah Güney, “Manisa”, Pirelli, sy. 151, İstanbul 1977, s. 26.

İsmet Algedik, “Manisa Kalesi”, a.e., sy. 151 (1977), s. 27.

Ali Haydar Bayat, “Manisa Hafsa Sultan Külliyesi ve Darüşşifası”, , sy. 190 (1978), s. 596-611.

Enis Üçbaylar, “Saray-ı Amire (Manisa Sarayı)”, Manisa, sy. 1 (1982), s. 39-46.

a.mlf., “14-19. Yüzyıllar Arasında Manisa Şehirsel Gelişimi”, a.e., sy. 3 (1982), s. 46-50.

Nusret Köklü, “Sultan Camii ve Külliyesi”, a.e., sy. 2 (1982), s. 9-22.

a.mlf., “Saruhanlı Devrinde Manisa-1”, a.e., sy. 4 (1983), s. 22-40.

a.mlf., “Saruhanlı Devrinde Manisa-2”, a.e., sy. 5 (1983), s. 40-65.

a.mlf., “Saruhanlı Devrinde Manisa-3”, a.e., sy. 6 (1983), s. 5-29.

a.mlf., “Saruhanlı Devrinde Manisa-4”, a.e., sy. 7 (1983), s. 6-22.

Enis Karakaya, “Manisa (Magnesia) Şehri Surları ve Kalesi”, , sy. 7 (1990), s. 25-33.

H. Nazmi Bayçın – Hikmet Bozkurt, “Manisa Ortasında Bir Eski Mabet”, Manisa, sy. 8 (1995), s. 29-30.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 27. cildinde, 583-588 numaralı sayfalarda yer almıştır.