MEBDE

Aklın, bilimlerin veya varlığın ilkesi anlamında felsefe terimi.

Müellif:

İslâm felsefesinin ontoloji, epistemoloji ve metodoloji disiplinlerinde sıkça kullanılan mebde (çoğulu mebâdî) için Türkçe’de ilke terimi türetilmiştir. Grekçe’de arkhe ve Latince’de principium ile karşılanmıştır. Modern Batı dillerinde Latince kökten gelen kelimeler kullanılmaktadır (İng. principle, Fr. principe). Son dönem Osmanlıca felsefe sözlüklerinde Fransızca “principe” için mebde terimi önerilmiş; varlık sebebi, aklın apriori ilkeleri, mantık yasaları, ahlâk kuralları, bilimlerin temel ilkeleri gibi çeşitli bağlamlardaki kullanımları açıklanmıştır. Modern Arapça’da da aynı teknik anlamlar mebde ile ifade edilmektedir (İsmail Fenni, s. 551-553; Cemîl Salîbâ, II, 320-322; Kara, s. 246, 277).

Sokrat öncesi Yunan felsefesinde fizik âlemin temel maddesinin (arkhe) ne olduğu sorusu felsefenin ana problemlerindendi. Antik felsefede “arkhe problemi” denilen bu soruya cevap aranırken önceleri maddî nesneleri tek bir maddî sebeple açıklama düşüncesi hâkimdi. Thales’in su, Anaximenes’in hava olduğuna inandığı bu maddî ilke Anaximandros’un belirsiz şeyi ile (apeiron) duyulur alandan akledilir alana taşınmış, Parmenides’in “bir”i, Pisagorcular’ın matematik ilkeleri (arithmos, monas), Demokritos’un atomları gibi soyut kavramlara yol açmıştır. Empedokles ise gerçek anlamda ilke olarak dört unsuru kabul etmiştir (bk. ANÂSIR-ı ERBAA).

Grek felsefesinde “arkhe” terimi “doğrulanmak için kanıta ihtiyacı olmayan, kendisi bir kanıtın, bilginin yahut kıyasın dayanağı olan ilke” anlamında bilgi teorisiyle de ilişkilendirilmiştir. Eflâtun, tümdengelimci çıkarımlara başlangıç noktası oluşturan idealar teorisi gibi temel hipotezler kabul etmekle birlikte kendilerinden önce bir önermenin gelmediği ilke kavramına da vurgu yapmıştır (Peters, s. 23-24, 93). Aristo ise terimin bu anlamına Organon’da değinmiştir (Logic, Prior Analytics, I, 39; Logic, Posterior Analytics, I, 98). Buna göre birincil olan öncül veya hipotezler kanıtlanması gerekmeyen ilk ilkeler, aksiyomlar yahut postülalardır. İlke terimini sebeplilik teorisi çerçevesinde ele alan Aristo, önceki filozofların görüşlerini anlatıp eleştirdikten sonra kendisinin dört sebep fikrine dayalı sentezini temellendirmektedir (Metaphysics, I, 501-513).

“Aklın apriori ilkeleri, kanıtların dayandığı temel öncüller” anlamıyla mebde terimine, eş anlamlısı olan evvel ile (çoğulu evâil) birlikte Organon’un klasik Arapça tercümelerinde rastlanmaktadır (Aristoteles, en-Naṣṣü’l-kâmil, III, 182; IV, 431; ayrıca bk. EVÂİL). İlk İslâm filozofu Kindî, aynı şey hakkında hem “O odur” hem de “O o değildir” şeklindeki iki önermenin çelişik olduğunu aklın doğrudan ve zorunlu olarak kavradığını belirtirken bu ilkelere işaret etmektedir. Ayrıca âlemin sonluluğu kanıtlamasını geliştirirken ortaya koyduğu “ilk öncüller” de (el-mukaddimâtü’l-üvel) bütün kanıtların dayanacağı temel ilkeleri ifade etmektedir (Resâʾil, I, 107-108, 114). Fârâbî ilk öncüllerin yanı sıra ilk ilkeler (el-mebâdiü’l-üvel) tabirini de kullanır ve ikisinin eş anlamlı olduğunu özellikle belirtir. Filozofa göre bu ilkeler deneyden gelmez, insan aklında doğal biçimde oluşmakta yahut doğuştan bulunmaktadır. Onlar felsefenin ilkeleri olarak tümel, doğru ve kesin olup felsefî yöntem bu yönüyle safsata veya cedel gibi yöntemlerden ayrılır (Kitâbü’l-Burhân, s. 23; Kitâbü’l-Cedel, s. 28).

Mebde terimi İslâm felsefesinde “ilimlerin ilkeleri” anlamında da kullanılmıştır. Buna göre felsefî ilimlerin konular (mevzûât), ilkeler (mebâdî) ve problemler (mesâil) olmak üzere üç metodolojik yönü bulunur. İlimler bu yönlerden birbiriyle hem farklılaşır hem ilişki içinde olur; bu ilişki ve farklılıklar da felsefî ilimlerin tasnifini şekillendirir. İlkeler ya ilimlerin tamamı veya bir kısmı için ortak olur ya da sadece bir ilme özgü olabilir. Bu ilkeler bir ilmin problem çözme işlemlerine kanıt teşkil eden öncüller olup kendileri o ilmin sınırları içinde kalınarak kanıtlanmaz. Bir ilmin kendine özgü ilkeleri yanında bir üst ilimden ya da bir tümel ilim olarak metafizikten aldığı ilkeler de vardır. Meselâ aritmetikte 5’in tek sayı olması bu bilime özgü bir ilkedir. “Aynı sayıya eşit olan bütün sayılar birbirine eşittir” ilkesinde aritmetik başka bazı bilimlerle ortaktır. “Aynı şeye eşit olanlar birbirine eşittir” ilkesinde ise bütün bilimler ortaktır. Bilimler arasında ilke alışverişi şeklinde yardımlaşma da söz konusudur. Metafizik tümel bir ilim olup öteki cüz’î ilimlere tümel ilkelerini verir (Fârâbî, Kitâbü’l-Burhân, s. 59-65; İbn Sînâ, en-Necât, s. 139-140). İbn Sînâ vahye dayalı dinin teorik ve pratik felsefenin ilkelerini içerdiğini, felsefenin işlevinin bu ilkeleri aklî yöntemlerle yeniden keşfedip uygulama imkânlarını geliştirmek olduğunu ileri sürmektedir (ʿUyûnü’l-ḥikme, s. 16-17).

Ontoloji açısından mebde, İslâm felsefesinde sebep veya illet terimleriyle eş anlamlı olarak da kullanılmaktadır. Buna göre varlıkların ilkeleri onların var oluşunu sağlayan fizik yahut metafizik sebeplerdir. Fârâbî, bilgilerimizin ilkeleri yanında varlığın da ilkelerinin bulunduğunu ve bu ikincilere sebepler dendiğini belirtmektedir (Kitâbü’l-Burhân, s. 70). Nitekim onun es-Siyâsetü’l-medeniyye adlı eserinin diğer adı Mebâdiʾü’l-mevcûdât’tır. Bu adlandırmada mebâdî kelimesi cismanî varlıkların sebeplerini ifade etmektedir. Bu sebepler, cisim olmayan ve cisimde bulunmayan ilkelerle cisim olmayan fakat cisimde bulunan ilkeler olmak üzere ikiye ayrılır. İlk sebeple (Tanrı) ikincil sebeplerin semavî akıllar, melekler, cisim ve cismanîlikle hiçbir ontolojik bağlantısı yoktur. Öteki ilkelerden nefis mânevî bir cevher olmasına rağmen cisimle (beden) bitişebilen, sûret ve ilk madde ise duyulur dünyada daima birlikte bulunan ve cismin iç ilkelerini teşkil eden sebeplerdir. Dört unsur ve madenlerin inorganik düzeyinden başlayarak canlı organizmalara ve nefis sahibi göklere kadar bütün varlık aşamalarındaki oluşlar bu sebeplilik düzeni içinde gerçekleşmektedir (Fârâbî, es-Siyâsetü’l-medeniyye, s. 31 vd.). İbn Sînâ da üstadının sudûrcu bir anlayışla geliştirdiği ontolojik hiyerarşi görüşünü sürdürürken Tanrı’yı ifade eden ilk sebep (el-illetü’l-ûlâ) yerine ilk ilke (el-mebdeü’l-evvel) tabirini de kullanmıştır (eş-Şifâʾ, s. 27, 42). Gazzâlî, ilk ilke kavramını sorgularken esas itibariyle filozofların Tanrı anlayışını eleştirmek amacındadır (özellikle bk. Tehâfütü’l-felâsife, s. 97-114). İbn Rüşd ise meseleyi eski filozoflara atıflarda bulunarak ele almakta, maddesiz semavî ilkelerin varlığını kabul edip hepsinin nihaî sebep olan ilk ilkeye indirgenebileceğini ileri sürmekle birlikte sudûr teorisini Aristoculuk’tan bir sapma olarak görmekte ve bu konudaki eleştirisinde Gazzâlî’ye hak vermektedir (Tehâfütü’t-Tehâfüt, s. 184-185, 211-218, 229-233).


BİBLİYOGRAFYA

, “mebâdî” md.

İsmail Fenni [Ertuğrul], Lugatçe-i Felsefe, İstanbul 1341, s. 551-553.

Cemîl Salîbâ, el-Muʿcemü’l-felsefî, Beyrut 1982, II, 320-322.

Aristoteles, Logic, Prior Analytics [I, 24a], (trc. A. J. Jenkinson, The Works of Aristotle içinde), Chicago-London 1952, I, 39.

a.mlf., Logic, Posterior Analytics [I, 72a], (trc. G. R. G. Mure, a.e. içinde), I, 98.

a.mlf., Metaphysics [I, 3-9, 983a-995a; VII, 1-4, 1012b-1015a], (trc. W. D. Ross, a.e. içinde), I, 501-513, 533-535.

a.mlf., en-Naṣṣü’l-kâmil li-Manṭıḳı Arisṭo (nşr. Ferîd Cebr), Beyrut 1999, III, 182; IV, 431.

, I, 107-108, 114.

Fârâbî, Kitâbü’l-Burhân (el-Manṭıḳ ʿinde’l-Fârâbî içinde, nşr. Mâcid Fahrî), Beyrut 1987, s. 23, 59-65, 70.

a.mlf., Kitâbü’l-Cedel (nşr. Refîk el-Acem), Beyrut 1986, s. 28.

a.mlf., es-Siyâsetü’l-medeniyye (nşr. Fevzî M. Neccâr), Beyrut 1993, s. 31-69.

İbn Sînâ, en-Necât (nşr. M. Takī Dânişpejûh), Tahran 1364 hş., s. 139-140.

a.mlf., eş-Şifâʾ el-İlâhiyyât (1), s. 27, 42.

a.mlf., ʿUyûnü’l-ḥikme, Küveyt-Beyrut 1993, s. 16-17.

Gazzâlî, Tehâfütü’l-felâsife (nşr. M. Bouyges), Beyrut 1990, s. 97-114.

İbn Rüşd, Tehâfütü’t-Tehâfüt (nşr. M. Bouyges), Beyrut 1999, s. 184-185, 211-218, 229-233.

F. E. Peters, Greek Philosophical Terms, New York-London 1967, s. 23-24, 93.

İsmail Kara, Bir Felsefe Dili Kurmak, İstanbul 2001, s. 246, 277.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 28. cildinde, 210-211 numaralı sayfalarda yer almıştır.