MEHMED PAŞA, Gürcü

(ö. 1070/1660)

Osmanlı vezîriâzamı.

Müellif:

Kafkasya kökenli olup Vezîriâzam Koca Sinan Paşa’nın kölesi iken daha sonra kendi isteğiyle saraya alınmıştır. Enderun’da yetişmesinin ardından sarayda çeşitli görevler üstlendi. Tesbit edilebilen ilk görevi matbah eminliğidir. Cemâziyelâhir 1023’te (Temmuz 1614) cebecibaşı oldu. Bu görevdeyken Damad Mehmed Paşa’nın doğu seferine katıldı. Zilkade 1026’da (Kasım 1617) çavuşbaşı olunca İstanbul’a döndü. Kapıcılar kethüdâlığı yaptı. Rebîülevvel 1029’da (Şubat 1620) kapıcıbaşı unvanıyla II. Osman’ın Lehistan seferinde bulundu. Bu arada vezîriâzamlığa tayin edilen Damad Mehmed Paşa’ya ve ardından Güzelce Ali Paşa’ya sadâret mühürlerini teslim etme görevi de ona verilmişti. Lefkeli Mustafa Paşa vezîriâzam olduğunda Şevval 1031’de (Ağustos 1622) mîrâhurbaşılığa getirildi. Dokuz ay sonra Rumeli beylerbeyiliğine tayin edildi (Receb 1032 / Mayıs 1623). Vezîriâzam Çerkez Mehmed Paşa’nın maiyetinde Abaza Paşa üzerine yapılan sefere katıldı, ardından Hâfız Ahmed Paşa’nın Bağdat seferinde bulundu. Seferin tamamlanmasından sonra 1035’te (1626) Şam beylerbeyi oldu. Bu arada kendisine vezirlik pâyesinin de verildiği kaynaklarda belirtilir. Safer 1037’de (Ekim 1627) Diyarbekir beylerbeyiliğine gönderildi, ertesi yıl İstanbul’a dönüp kubbe veziri olarak görev yaptı (Rebîülâhir 1038 / Aralık 1628). Rebîülevvel 1041’de (Ekim 1631) Erzurum, ardından Anadolu beylerbeyiliğine getirildi (1042/1632). Bir ara görevden azledildiyse de IV. Murad’ın Revan seferi sırasında (1044/1635) Anadolu beylerbeyi sıfatıyla orduda yer aldı. Sefer esnasında Ahıska Kalesi’nin tamiriyle görevlendirildi. 1047’de (1637) Erzurum beylerbeyi oldu. IV. Murad’ın Bağdat seferine katıldığında mâzul durumdaydı, ancak sefer esnasında Maraş beylerbeyiliğine getirildi. Bağdat’ın yeniden zaptının ardından Anadolu beylerbeyiliğine tayin edildi (Ramazan 1048 / Ocak 1639). 3 Zilkade 1049’da (25 Şubat 1640) kendisine ikinci defa kubbe vezirliği verildi. Bu sıfatla Nasuhpaşazâde Hüseyin Paşa’nın tenkiliyle görevlendirildi. Hemen sonra merkezden uzaklaştırılarak Şam beylerbeyiliğine yollandı. Muhtemelen Vezîriâzam Civan Kapıcıbaşı Sultanzâde Mehmed Paşa ile olan rekabeti dolayısıyla onun aleyhinde faaliyette bulunmakla suçlanarak rütbesi sancak beyliği derecesine indirildi ve Adana’ya gönderildi. 1055-1059 (1645-1649) yıllarında Şam, Halep, Erzurum beylerbeyiliklerinde bulundu. Ardından yeniden İstanbul’a dönüp kubbe vezirliği yaptı.

IV. Mehmed’in saltanatı döneminde, yaşı oldukça ilerlemiş olduğu halde özellikle Dârüssaâde ağası Uzun Süleyman Ağa’nın tavsiyesiyle 15 Zilkade 1061’de (30 Ekim 1651) vezîriâzamlığa getirildi. Ancak yaşı seksene ulaşan ve devrin kaynaklarına göre en yaşlı vezir olarak bu makama tayin edilmekle birlikte iş görecek durumda bulunmayan Gürcü Mehmed Paşa makamında fazla kalamadı. Esasen vezîriâzamlığa getirilmesi de iktidarda güç sahibi durumunda bulunan ve bunu sürdürmek isteyen nüfuzlu saray ağalarının Vâlide Turhan Sultan ve padişah nezdindeki girişimleri sonucu gerçekleşmişti. Gürcü Mehmed Paşa onların her dediğini yaparak mevkiini korumak istiyordu. Bu arada kendisine rakip olabilecek bazı devlet adamlarını İstanbul’dan uzaklaştırmaya başlamıştı. Tarhuncu Ahmed Paşa’yı hapsettirdi, ardından Yanya ve Selânik sancaklarını vererek İstanbul’dan çıkardı. Şam valiliğini kardeşi Câfer Paşa’ya verdi ve bu makamı bekleyen Boynueğri Mehmed Paşa’yı Kanije’ye yolladı. Köprülü Mehmed Paşa’nın vezirlik rütbesini indirip onu Köstendil sancak beyliğiyle uzaklaştırdı. Yine dönemin kaynaklarında devlet işlerinde verdiği isabetsiz kararlar ve hazinenin masraflarını arttırmakla da tenkit edilen Gürcü Mehmed Paşa, Anadolu Kazaskeri Hocazâde Mesud Efendi’nin telkiniyle görevden alındı (13 Receb 1062 / 20 Haziran 1652). Bazı kaynaklarda, kendisinin yaşına atıfla devlet işlerini iyi bildiğini sürekli söylemesine rağmen vuku bulan olaylar karşısında âciz kaldığı, bunun üzerine Vâlide Turhan Sultan tarafından sert şekilde azarlandığı ve Kazasker Hocazâde’nin sözünden dışarı çıkmamasının tembih edildiği de belirtilir. Vâlide Turhan Sultan ile Hocazâde Mesud Efendi anlaşarak ona önce Tarhuncu Ahmed Paşa’yı İstanbul’a davet ettirdiler. Bunun Hocazâde Mesud Efendi’nin başının altından çıktığını anlayan vezîriâzam onu bertaraf etmeye çalışmışsa da buna fırsat bulamamış, divan toplantısı sırasında Mesud Efendi’nin son derece sert ve suçlayıcı sözlerine muhatap olunca cevap verememiş, içeri giren has odabaşının getirdiği azil fermanını almış, ancak okuyup yazma bilmediğini söyleyince yine Hocazâde fermanı alıp azledildiğini yüzüne karşı okuyarak bildirmiş ve şaşıran vezîriâzam çaresizlik içinde uzun devlet hizmetinden bahisle bunun haksızlık olduğunu söylemiş, fakat Hocazâde tarafından sert şekilde azarlanmış ve mührü teslim etmek zorunda kalmıştı (Naîmâ, V, 218-219). Divan sonrasında da dışarı çıkması engellenerek hapse atılmıştı.

Yeni sadrazam Tarhuncu Ahmed Paşa, daha önce kendisini İstanbul’dan uzaklaştıran Gürcü Mehmed Paşa’yı iki ay kadar Yedikule zindanında tuttu. Ardından yaşı sebebiyle Şeyhülislâm Bahâî Mehmed Efendi’nin ricası üzerine affedildi ve Eyüp’teki konağında bulunan eşyaları müsadere edilip kendisi Ohri sancağına gönderildi. Ertesi yıl Derviş Mehmed Paşa’nın sadrazamlığı döneminde İstanbul’a dönmesine izin verildi. Fakat vezîriâzamlığı yeniden ele geçirmek için birtakım faaliyetlerinin tesbit edilmesi üzerine Tımışvar beylerbeyiliğiyle tekrar uzaklaştırıldı. Zilkade 1065’e (Eylül 1655) kadar orada kaldı. Daha sonra yeniden İstanbul’a döndüyse de bir yıl geçmeden Kıbrıs’a tayin edildi (Cemâziyelâhir 1066 / Nisan 1656). Hayatının bundan sonraki kısmı hakkında farklı bilgiler vardır. Dönemin kaynaklarından Vecîhî Hasan Efendi ve onu takip eden Silâhdar Mehmed Ağa, onun Kıbrıs’ta mutasarrıfken Şevval 1070’te (Haziran 1660) vefat ettiğini yazar. Abdurrahman Abdi Paşa ise Budin muhafazasında iken ölüm haberinin 2 Şevval 1076’da (7 Nisan 1666) İstanbul’a ulaştığını belirtir. Ancak bu sonuncu kaynakta zikredilen şahıs, Halep valisi iken Budin’e tayin edilen Vâlide Kethüdâsı Gürcü Mehmed Paşa adlı başka bir kişidir (Evliya Çelebi de bunu Kethüdâ Gürcü Mehmed Paşa olarak anar; VII, 30, 59). Sonraki kaynaklardan Şeyhî Mehmed Efendi ve Osmanzâde Ahmed Tâib bu ikisini aynı şahıs gibi göstermiştir. Silâhdar Mehmed (Târih, I, 333, 362, 373, 396) ve Müneccimbaşı (Sahâifü’l-ahbâr, III, 736) her ikisinden ayrı ayrı söz eder ve birbirine karıştırmaz. Vefatı sırasında yaşının 100’ü geçtiği, hatta 110 veya 113 yaşında olduğu da söylenir.

Devrin kaynaklarında valilikleri sırasında ve savaşlarda gösterdiği yararlılıkların övülmesine karşılık yaşlılık dönemindeki kısa süreli sadâretinde kudretsiz, iş yapamaz, okuma yazma bilmez bir devlet adamı şeklinde nitelendirilir. Hatta birçok kimseyi sürdürdüğü için kendisine “habbü’s-selâtîn” denilerek alay edildiği de yazılır. Görev yaptığı yerlerde bazı hayratı olduğu bilinmektedir. Erzurum’da kendi adını taşıyan bir camisi vardır (1058/1648).


BİBLİYOGRAFYA

Mühimme Defteri 90 (haz. Nezihi Aykut v.dğr.), İstanbul 1993, s. 65, 408.

Topçular Kâtibi Abdülkadir (Kadrî) Efendi Târihi (haz. Ziya Yılmazer), Ankara 2003, II, 753, 768, 808, 824, 967, 975, 1010, 1021, 1110, 1124, 1137.

, II, 378, 381.

Karaçelebizâde Abdülaziz Efendi, Ravzatü’l-ebrâr, Bulak 1248, s. 576, 583, 634, 636.

a.mlf., Zeyl-i Ravzatü’l-ebrâr (haz. Nevzat Kaya, doktora tezi, 1990), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 131, 132, 148, 152, 160.

Mehmed Halîfe, Târîh-i Gılmânî (haz. Ertuğrul Oral, doktora tezi, 2000), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 34, 42, 48.

Vecîhî Hasan, Târih (haz. Ziya Akkaya, doktora tezi, 1957), AÜ DTCF, s. 114, 115, 117, 118, 236-237.

Abdurrahman Abdi Paşa Vekāyi‘nâmesi (haz. Fahri Ç. Derin, doktora tezi, 1993), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 33-36, 75, 134, 192.

, III, 188, 196, 208; VII, 30, 59, 74, 243.

, V, 168-176, 188-189, 191, 215-219, 225.

, I, 183, 211, 333, 362, 373, 396.

, s. 95-96.

, III, 702, 733, 736.

, I, 600-601.

, I, 118.

, III/2, s. 402-404.

Fahri Ç. Derin, “Mehmed Paşa”, , VII, 587-588.

A. H. de Groot, “Meḥmed Pas̲h̲a, Gürd̲j̲ü”, , VI, 994-995.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2003 yılında Ankara’da basılan 28. cildinde, 510-511 numaralı sayfalarda yer almıştır.