MERCÂNÎ

Ebü’l-Hasen Şihâbüddîn Hârûn b. Bahâiddîn b. Sübhân el-Kazanî el-Mercânî (1818-1889)

Kazanlı tarihçi ve ıslahatçı din âlimi.

Müellif:

1818’de Kazan yakınındaki Yabıncı köyünde doğdu. Atalarının bu civardaki Mercân köyünden olmaları sebebiyle Mercânî nisbesiyle tanındı. Dedesi Molla Sübhan yirmi beş yıl kadar imamlık yaptıktan sonra ticaretle meşgul oldu. Babası Molla Bahâeddin eğitimini Buhara’da aldı; burada Emîr Haydar Töre’den itibar gördü. Ardından Yabıncı’da ve 1821’de ailesiyle birlikte taşındığı Taşkiçü köyünde imamlık ve müderrislik yaptı. Tahsiline babasının medresesinde başlayan Mercânî Arapça, Farsça, kelâm, mantık ve fıkıh usulü dersleri okudu. 1838’de dinî ilimlerde ilerlemek amacıyla Mâverâünnehir yolculuğuna çıktı. Yedi ay süren seyahati esnasında Troytsk şehrinde ıslahatçı Tatar âlimi Abdünnasîr Kursavî’nin fikirlerine muttali oldu; ilk anda tepki gösterdiği ve bazı hususlarda Ehl-i sünnet yoluna aykırı bulduğu bu görüşler kendi ifadesine göre Mercânî üzerinde önemli bir etki yaptı (Şeref, Mercânî, s. 30). Buhara’ya vardığında Îşân Türkmânî Medresesi’ne yerleşti. 1844 yılında gittiği Semerkant’ta Şirdâr Medresesi’ne yerleşerek Kadı Ebû Saîd b. Abdülhay es-Semerkandî’den icâzetnâme aldı. Tarihe ve belki tasavvufa duyduğu ilgiyi de borçlu olduğu bu âlimden çok şey öğrendiğini, onun kütüphanesindeki Selef âlimlerinin eserlerini inceledikten sonra Kursavî’nin fikirlerini daha iyi takdir ettiğini söyler (a.g.e., s. 46-50).

Mercânî’nin yaşadığı fikrî dönüşüm Semerkant yılları sırasında gerçekleşti; bunda şahsî temaslarının ve Kadı Ebû Saîd, Hudaybirdî b. Abdullah el-Beysûnî, Abdülmü’min Hoca b. Özbek Hoca el-Efşencî gibi hocalarının etkisi oldu (Mercânî, II, 43, 169; Şeref, Mercânî, s. 31-34). Semerkant’ta iki yıl kaldıktan sonra tekrar Buhara’ya döndü. O dönemde Kursavî’nin Buhara’da yasaklanmış olan eserlerini elde edip okumaya başladı. Çalışkanlığı ve ilmî konulara hâkimiyeti sayesinde ulemânın ve dinî otoritelerin takdirini kazandı.

1849’da vatanına dönen Mercânî, Kazan’da Ulemâ Meclisi’nin huzurunda sınavdan geçtikten sonra bu şehirdeki I. Mahalle Camii’nde imam-hatipliğe ve müderrisliğe başladı. İmtihan sırasında mantık, kelâm ve felsefe konularına heyettekilerin bazılarından daha hâkim olduğu görülünce şöhreti Kazan ve çevresine yayıldı. Görevinin ilk beş yılı sorunsuz geçti. Başarısını kıskanan bazı Kazan mollaları imamlık belgesinin iptaline sebep oldularsa da I. Mahalle halkının desteğiyle belgesini yeniden kazanarak (1855) aynı medresede yirmi iki yıl hizmet etti. 1859’da Dîniye Nezâreti’nde matbu mushafların tashihiyle görevlendirildi. Bir yıl sonra el çektirildiği bu göreve daha sonra yeniden getirildi (1867). Aynı yıl ahundluk ve muhtesiplik makamına yükseltildi. Kamerî ay başlarının ve dinî bayramların astronomik ölçümlere göre belirlenmesi gerektiğini savunan Mercânî, 1874’te bazı mollalara ramazanın başlangıç tarihini yazılı olarak bildirince bid‘atçılıkla suçlandı; orucu bir gün erken başlattığı yönünde muhaliflerince müftülüğe yapılan şikâyet üzerine imam-hatipliği altı aylığına askıya alındı.

Tatar bayları tarafından onun için Kazan’da bir medrese ve talebeler için bir yurt inşa edildi. Mercânî Medresesi veya Medrese-i Âliye adıyla anılan okul 1881’den itibaren öğrenci kabul etmeye başladı. Mercânî’nin vefatına kadar ders okuttuğu bu kurum o dönemde Kazan’ın en iyi medresesi oldu. Bu arada 1876’da yeni açılan Tatar Muallim Mektebi’nde İslâmî ilimler okutmaya başlaması soydaşları arasında eleştirildi. Mirza Aleksandr Kâzım Bey, Friedrich Wilhelm Radloff, Ilya-Nikolayeviç Berezin ve Josef M. E. Gottwaldt gibi şarkiyatçılarla dostluk kurarak saygılarını kazanması ve yerel otoritelerle iyi ilişkiler geliştirmesi, hakkındaki şüpheleri arttırdı. Ayrıca Kazan Üniversitesi Arkeoloji Cemiyeti’ne üye olması ve cemiyetin bir kongresinde tebliğinin okunması şehrin din adamları tarafından yadırgandı. Muhalifleri onun Rus misyonerlerle birlikte çalıştığını ve müslüman mekteplerine zorunlu Rusça öğretimin konulmasına sebep olduğunu ileri sürdüler.

1880’de hac için yola çıkan Mercânî, İstanbul’da bir müddet kalarak Şeyhülislâm Uryânîzâde Ahmed Esad Efendi, Adliye Nâzırı Ahmed Cevdet Paşa ve Hariciye Nâzırı Âsım Paşa ile görüştü. Bazı kitaplarını Beyazıt Devlet (Hamidiye) Kütüphanesi’ne bağışladı. Mekke şerifi Avn b. Muhammed b. Avn da kendisine itibar gösterdi (Rızâeddin b. Fahreddin, Rihletü’l-Mercânî, s. 6-7).

Mercânî, göreve başlarken temel İslâmî eğitimini tamamlamamış Tatar öğrencilerin kabul edilmemesi yönündeki şartının çiğnenmesi üzerine 1884 yazında Tatar Muallim Mektebi’nden ayrıldı. Hayatının son dönemlerine kadar telif faaliyetlerini sürdürdü. Eserlerinin kamuoyuna tanıtılmasında Rus Türkologu Nikolay Fyodoroviç Katanov’un emeği geçti. 28 Nisan 1889 tarihinde ölen Mercânî ertesi gün Kazan’da defnedildi.

Onun asıl şöhreti ölümünden sonra yayıldı; özellikle XX. yüzyılın başından itibaren Cedîdci ve terakkîperver aydınların öne çıkmasıyla örnek şahsiyet olarak sunulmaya başlandı. Yusuf Akçura Mercânî’yi Türkler’in çağdaş dinî teceddüt hareketinin önderi (Mercânî, s. 425), Tatar tarihçisi Hâdî Atlasî Müslümanlığın Luther’i (a.g.e., s. 461), Rızâeddin b. Fahreddin ise M. Reşîd Rızâ ve Muhammed Abduh ayarında büyük bir ıslahatçı (Bolğar vä Qazan Törekläre, s. 162) olarak takdim eder. 1883’te gazete çıkarmak için Kazan’a geldiğinde ulemâdan sadece Mercânî’den destek gören Gaspıralı İsmâil Bey gazetesi Tercüman’da birçok defa Mercânî’nin hizmetlerini ve eserlerini övmüştür. Basında çıkan bu yazıların Mercânî’nin imajının düzeltilmesinde önemli rolü vardır. Stalin döneminin başlarında kendi zamanına göre ileri düşüncelere sahip fakat artık fikirleri eskimiş bir din adamı olarak görülen Mercânî (Çobanzâde, s. 54-56) 1960’ların sonundan itibaren yeniden aydınlanmacı yazarlardan biri olarak tanıtıldı. Fakat sadece tarihçi yönü öne çıkarıldı. Soğuk savaş yıllarında Batı’da ve Türkiye’de yaşayan birçok yazar ise onun Tatar millî kimliğinin tarih yazıcılığının kurucusu olarak görme eğilimindeydi. Son yıllardaki bazı araştırmalar bu abartılı yaklaşımlardan bir kısmını düzeltmiştir. Mercânî modern Tatar millî kimliğinin kurucusu olmanın ötesinde bir İslâm ıslahatçısıdır. Onun İdil-Ural müslümanları için öngördüğü ideal model XIX. yüzyıl Avrupası değil VII. yüzyılın İslâm toplumudur (Kemper, Sufis und Gelehrte, s. 429-465; Frank, s. 149-150). Muhtemelen Arapça ağırlıklı medrese eğitimi almasının da etkisiyle müslümanların ortak iletişim ve ilim dili olarak Arapça’yı görür, Türkçe’nin ilmî ıstılahları karşılamada yetersiz kaldığını düşünürdü (Mercânî, II, 44-46; Rızâeddin b. Fahreddin, s. 6-7).

Mercânî, geri kalmışlığı temelde dinin yanlış yorumlanmasına ve dört mezhebin imamları gibi özgün fikirli âlimlerin yorumlarının sonrakiler tarafından dondurularak hür düşünceye engel kalıplar haline dönüştürülmesine bağlıyordu. İlmî geriliği aşmanın ve toplumu değiştirmenin en önemli dinamiğini medrese öğretiminin ıslahında görüyordu. Yüzyıllardan beri İslâm dünyasında tartışılmaz bir yeri olan Buhara medreselerinde bilineni tekrarlamaya dayalı eğitim anlayışının hâkim olmasından ve uzun zamanda az şey öğretilmesinden yakınıyordu. Kelâmcıların İslâmiyet’in saf akîdesini spekülatif Grek düşüncesiyle bulandırdığını, müslümanların terakkisi için Selef’in dinamizminin ve akîdevî saflığının yakalanması gerektiğini düşünüyordu. Mercânî’nin programı şu temeller üzerine oturmaktadır: İslâm dünyasındaki fikrî durgunluğun aşılabilmesi ve yeni meseleler üzerinde fikir yürütülebilmesi için ferdî ictihad kapısının açılması, taklitçiliğe son verilmesi (özellikle bu görüşü zındıklık, dehrîlik ve din tahrifçiliğiyle itham edilmesine yol açmıştır), tedrisattan skolastik muhtevalı eski yararsız kitapların çıkarılması, medrese programına Kur’an, hadis ve İslâm tarihi derslerinin konulması, ayrıca matematik, tarih, coğrafya gibi bilimlerin ve Rus dilinin okutulması, İslâm’ın köklerine dönülerek müslümanların dinamik ve taassuptan uzak Asr-ı saâdet esaslarına göre yetiştirilmesi, dinin hurafelerden, yabancı unsurlardan ve taassuptan temizlenmesi.

Buhara’daki öğretim usullerini tenkit edip ıslah yollarını göstermekle birlikte kendi medresesinde bunları uygulayamadı (Şeref, Mercânî, s. 107-110). Mercânî bir müddet sonra ideallerinden vazgeçmek zorunda kaldı, belki de talebeleri kaçırmamak için çok eleştirdiği mantık ve kelâm derslerine ağırlık vermeye başladı. Aslında bütün karşıtlığına rağmen kendisi de kelâm konularıyla ilgilenmekten geri kalmadı (Burhâneddin Muhammed el-Mercânî, Mercânî, s. 590-591).

Mercânî’nin asıl önemi ıslahatçılıkla modernizm arasındaki geçiş noktasında durmasından gelmektedir. Onun gibi saygın bir din âliminin İslâmiyet ile modernliği uzlaştıran yeni yorumları 1870’lerden itibaren modernlikle daha fazla yüz yüze gelen, fakat dine de bağlı kalmaya çalışan Rusya müslümanlarının hayat tarzına uygun düşüyordu. Ayrıca 1870’te, müslüman mektep ve medreselerinde Rusça dersinin mecburi tutulması hakkındaki kanunun kabul edilmesi tartışmalara yol açmış, Mercânî birçok ulemânın tepkisine karşılık Tatarlar’ın ilerlemesinin dinî ilimler yanında Rusça’yı da iyi bilen din adamı ve öğretmenlerin yetişmesine bağlı olduğunu savunmuştu. Özellikle fen bilimlerini öğrenmenin ve sorumlu mevkilerde bulunan Tatarlar’ın Rusya’nın kanun ve nizamlarından haberdar olmasının resmî dili bilmekten geçtiğini söylüyordu. Ancak Ruslar’ın geleneklerini almaktan, kendi aralarında Rusça konuşmaktan ve ana dile Rusça kelime karıştırmaktan sakınılması gerektiğini de belirtiyordu (Şeref, Mercânî, s. 126-127).

Mercânî’nin ilâhiyat sahasındaki farklı yorumları iddia edildiği gibi dogmaları sarsıcı nitelikte değildi; fakat gelenekçi ulemâ, değerleri koruma endişesi içinde doğru kabul ettiği mevcut yorumlar dışındaki bütün görüşleri bid‘at, Mercânî’nin gayretlerini ve fikirlerini yozlaşma hareketi olarak gördü (Zeki Velidi, Mercânî, s. 582). Kazan ulemâsının çoğu Mercânî’ye muhalif idi. Fakat ulemâ arasında onun hakkında olumlu düşünenler de vardı. Meselâ Şeyh Muhammed Murad Remzi, Mercânî’nin bid‘at ihdas etmeme konusunda duyarlı olduğunu, söylenenlerin aksine eski âlimleri kötülemeyi hedeflemediğini, onun müteahhirîn kelâmcılara muhalefetinin bazı küçük meselelerden ibaret kaldığını ifade etmekteydi (Mercânî, s. 515-516).

Tasavvufu İslâm’ın önemli bir boyutu olarak gördüğü, Buhara döneminde tasavvuf ve ruh terbiyesiyle ilgilendiği bilinen Mercânî önceleri Nakşibendiyye’ye intisap etmiş, ülkesine döneceği yıl Şeyh Abdülkādir b. Niyâz Ahmed el-Fârûkī el-Hindî’den ruh terbiyesi için icâzetnâme ve irşad hattı almıştır. Şeher Şeref, onun sohbetlerinde ve kitaplarında tasavvuftan ve mutasavvıflardan övgüyle bahsettiğini, zaman zaman sûfîlerin fikirlerini fakihlerin ve kelâmcılarınkinden üstün tuttuğunu, Semerkant’ta istinsah ettiği eserler arasında Gazzâlî, Muhyiddin İbnü’l-Arabî, Şehâbeddin es-Sühreverdî el-Maktûl gibi âlimlere ait kitapların da bulunduğunu belirtir. Ayrıca Mercânî’nin Gazzâlî’yi dini doğru anlayan en büyük İslâm âlimlerinden biri olarak nitelediğini vurgular (Mercânî, s. 51-56, 71-73). Zeynullah Resûlî, Tünterli Ali Îşân, Astarhanlı Mahmud Îşân Dağıstânî gibi Tatar sûfîleri onu himaye ettiler (a.g.e., s. 620-621). Ancak Mercânî’nin belli bir tarikata tamamen bağlanma konusunda çekinceleri olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü eleştirel bakışını bu alana da yöneltmekten çekinmemiş, meselâ Nakşibendiyye silsilesinin Selmân-ı Fârisî yoluyla Hz. Ebû Bekir’e bağlanmasının ilmî temeli bulunmadığını savunmuştur. Ayrıca intisap için tarikat önermesini isteyen bir öğrencisine en iyi mürşidin Kur’an olduğunu söylemiş, onu okuyup anlamını kavramaya çalışmasını tavsiye etmiştir. Bir Nakşibendî mürşidi sayılması da (Bennigsen – Wimbush, s. 38) Türk hayatında millî uyanışın vazgeçilmez şartı olan sekülerleşme sürecinin başlatıcısı olarak görülmesi de (Hostler, s. 120) aşırı uçtaki iddialardır.

Mercânî’nin Buhara usulünü eleştiren kitaplarının ortaya çıkmasından sonra özellikle ilim tahsil etmek isteyen gençlerin artık Buhara yerine İstanbul ve Mısır’a yöneldikleri söylenmektedir (Şeref, Mercânî, s. 39-40). Onun sayesinde yaygınlaşan dinî ıslahatçı akım Cedîdci ulemâ ile varlığını sürdürmüştür ve genç nesil medreselerin ıslahı için yeni usulün (usûl-i cedîde) gerektiği düşüncesine varmıştır (bk. CEDÎDCİLİK).

Eserleri. 1. Ġurfetü’l-ḥavâḳīn li-ʿurfeti’l-ḫavâḳīn (Kazan 1864). X-XII. yüzyıl Orta Asya tarihiyle ilgili otuz altı sayfalık Arapça bir risâle olup Karahanlılar’a dair önemli bilgiler içerir. 2. Gılâletü’z-zamân fî târîhi Bulgār ve Kazân (Kazan 1878). Bulgar ve Kazan hanlarının tarihine dair olup bu konuda tanınmış bir eser olan Hüsâmeddin Bulgarî’nin Tevârîh-i Bulgāriyye’sini eleştirmektedir. Mercânî’ye göre bu eser XI. yüzyılda değil XIX. yüzyılda yazılmış olup efsanevî ve yanlış bilgilerle doludur. Friedrich Wilhelm Radloff’un Rusça’ya tercüme edip 1877 yılında Kazan’da toplanan IV. Arkeoloji Kongresi’nde sunduğu bu risâle daha sonra Tatarca aslı ve Rusça çevirisiyle birlikte basılmıştır (“Oçerki istorii Bulgarskago i Kazanskago hanstva”, Trudi çetvertogo arheologiçeskogo s’ezda v Rossii, Kazan 1884, I/2, s. 40-58). Kayyûm Nâsırî Gılâletü’z-zamân’a bir reddiye yazarak 1885’te kendi Kalindar’ında yayımlamıştır. 3. Vefiyyetü’l-eslâf ve taḥiyyetü’l-aḫlâf. İslâm tarihini, 6057 meşhur şahsiyetin hayat hikâyesini ve eserlerini içeren kronolojik sıraya göre düzenlenmiş yedi ciltlik Arapça bir kitaptır. Mercânî’nin otobiyografisini de kapsayan eserin ilk cildi Muḳaddimetü Vefiyyeti’l-eslâf ve taḥiyyeti’l-aḫlâf başlığıyla neşredilmiş (Kazan 1883), bazı parçaları Münteḫabü’l-Vefiyye adı altında yayımlanmıştır (Kazan 1297). 4. Müstefâdü’l-ahbâr fî ahvâli Kazân ve Bulgār (I, Kazan 1303/1885, 1897; II, Kazan 1900). İdil-Ural bölgesi müslümanlarının Bulgar Devleti’nin kuruluşundan XIX. yüzyıla kadarki tarihini anlatan Tatarca bir eser olup müellifin vefatından altı ay önce tamamlanmıştır. Birinci kısımda Rus işgalinden önceki dönem incelenmekte, Bulgarlar üzerinde yoğunlaşmakla birlikte Hazar, Burtas, Başkırt, Kıpçak ve Rus kavimlerinden bahsedilmekte, Saray Devleti, Kazan, Astarhan, Kırım, Sibir hanlıkları ile Nogay Ordası ve Kazak hanlarının tarihleri ele alınmaktadır. II. ciltte Tatar toplumsal kurumlarının XVIII ve XIX. yüzyıllardaki durumundan, buralarda görev yapan kimselerin hayat hikâyelerinden ve Tatar tüccarından söz edilmektedir. Eserin sonraki baskısında (Möstäfadelähbar fi ähvali Kazan vä Bolgar, sadeleştiren: Ä. N. Häyrullin, Kazan 1989) diğer hanlıkların anlatıldığı bölümler çıkarılmış, bazı olaylar kısaltılarak verilmiştir. 5. Keşfü’l-ġıṭâʾ ʿani’l-ebṣâr bi-aġlâṭi tevârîḫi Bulgār ve ekâẕîbiha’ṣ-ṣarîḥa li-ẕevi’l-iʿtibâr. Hüsâmeddin Bulgarî’nin Tevârîh-i Bulgāriyye adlı eserini tenkit eden Arapça bir risâledir. Tatarcası Müstefâdü’l-ahbâr’ın I. cildinin sonunda yayımlanmıştır (s. 208-226). 6. el-Fevâʾidü’l-mühimme (Kazan 1297). Rusya’da Kur’an basımı tarihi ve baskı hataları hakkındadır. Bu Arapça eserde yazarın, General Kaufmann’ın Semerkant’ı işgali sırasında (1865) şehrin kütüphanesinden alınarak Petersburg Kütüphanesi’ne konulan kûfî hatlı mushafın ileri sürüldüğü gibi Hz. Osman’a ait olmadığına dair görüş ve düşünceleri de yer almaktadır. 7. Nâẓûretü’l-ḥaḳ fî farżiyyeti’l-ʿişâʾ ve in lem yeġibi’ş-şafaḳ (Kazan 1287/1870). Tataristan gibi kuzey ülkelerinde kısa gecelerde yatsı namazının kılınması gerektiğini anlatan Arapça bir kitaptır. Mercânî bu eserinde kelâmcıların iman ve mârifetullah konusundaki bazı görüşlerini de eleştirmektedir. Molla Abdullah adında bir kişi esere Müzhirü’l-kelimeti’l-cârûde hiye’lletî fi’n-Nâẓûre adıyla bir reddiye yazmış (Kazan 1874), bu kitap da Mercânî aleyhtarlığını körüklemiştir. 8. Ḥaḳḳu’l-maʿrife ve ḥüsnü’l-idrâk bimâ yelzemü fî vücûbi’l-fıṭr ve’l-imsâk (Kazan 1297/1880). Nâẓûretü’l-ḥaḳḳ’ın aleyhinde yazılan reddiyelere cevap niteliğinde olup daha çok İslâm hukuku meselelerini içermektedir. 9. el-Berḳu’l-vamîḍ fi’r-red ʿale’l-baġīḍ el-müsemmâ bi’n-naḳīḍ (Kazan 1305/1888). Bu Arapça eserin önemli bir kısmı fıkha dair olup geri kalanı müstakil meseleler hakkındadır. 10. Kitâb fî Menâsiki’l-hac. Mercânî’nin hac yolculuğu sırasındaki hâtıralarını kaydettiği 120-130 sayfalık Kazan Tatarcası iki defterden biri olmalıdır; bunlardan biri Mekke ve Medine, diğeri İstanbul, İzmir ve Mısır izlenimlerini içermektedir. Rızâeddin b. Fahreddin’in Rihletü’l-Mercânî adı altında yayımladığı Tatarca kitapçık (Kazan 1897, 1898) söz konusu hâtırattan yapılmış seçmelerin seyahatnâme tarzında tertibinden ibarettir. 11. el-Ḥikmetü’l-bâliġatü’l-cinniyye fî şerḥi’l-ʿAḳāʾidi’l-Ḥanefiyye (Kazan 1888). Arapça eserde Selef âlimlerinin usulü ortaya konmaya çalışılmakta ve akaid konusundaki aklî ve naklî deliller incelenmektedir. 12. Ḥizâmetü’l-ḥavâşî li-iżâḥati’l-ġavâşî (Kahire 1306, 1322-1324; Kazan 1307/1889). Sadrüşşerîa’nın fıkıh usulüne dair et-Tavżîḥ ʿale’t-Tenkīḥ adlı eserinin hâşiyesidir. 13. el-Ḥaḳḳu’l-mübîn fî meḥâsini evḍâʾi’d-dîn (Kazan 1307/1889, önceki eserle birlikte). 14. eṭ-Ṭarîḳatü’l-müs̱lâ ve’l-ʿaḳīdetü’l-ḥüsnâ (Kazan 1890). Kelâmcılarla yaptığı münazaralardan hareketle İslâmiyet’in felsefî unsurlarla bozulmamış saf anlayışını telkin eden Arapça bir eserdir. 15. el-ʿAẕbü’l-furât ve’l-mâʾü’z-zülâlü’n-nâfiʿ li-ġılleti revâmmi’l-ibrâz li-esrâri şerḥi’l-Celâl (İstanbul 1292, 1315, 1317, 1323). Adudüddin el-Îcî’nin el-ʿAḳāʾidü’l-ʿAḍudiyye’sine Devvânî’nin yazdığı şerhin hâşiyesidir. 16. ʿAḳīde muḫtaṣara (Mecmûʿatü’r-resâʾil içinde Kahire 1328/1910, s. 545-552). 17. Tenbîhü ebnâʾi’l-ʿaṣr ʿalâ tenzîhi enbâʾi Ebi’n-Naṣr. Her yüzyılda geleceğine inanılan müceddidlerden saydığı Abdünnasîr Kursavî’nin Buhara ulemâsıyla arasındaki ihtilâfı ele alır. Michael Kemper eserin Arapça metnini Almanca tercümesiyle birlikte yayımlamıştır (“Šihābaddīn al-Marğānī über Abū n-Naṣr al-Qurṣāwīs Konflikt mit den Gelehrten Bucharas”, Muslim Culture in Russia and Central Asia içinde, ed. M. Kemper v.dğr., Berlin 2000, III, 353-383). 18. Muḫtaṣarü’n-Nücûmi’z-zâhire fî aḥvâli Mıṣr ve’l-Ḳāhire. İbn Tağrîberdî’nin en-Nücûmü’z-zâhire’sinin Arapça muhtasarıdır (İnstitut Istorii, Yazıka i Literaturi imeni Galimdjana İbragimova, Kazanskiy Filial Akademiya Nauk [İYALİ KFAN], f. 39, nr. 24).

Mercânî’nin ayrıca Cevâmiʿu’l-ḥikem ve ẕerâʾiʿu’n-niʿam min maḳālâti ʿAlî b. Ebî Ṭâlib, Teẕkiretü’l-münîb bi-ʿademi teẕkiyeti Ehli’ṣ-ṣalîb, Şerḥu muḳaddimeti’r-Risâleti’ş-Şemsiyye, Teḥârîr müfrede, el-Mes̱elü’l-aʿlâ, Kitâb fî mesâʾili’n-naḥv adlı eserleri olduğu kaydedilmektedir.

BİBLİYOGRAFYA
Mercânî, Müstefâdü’l-ahbâr fî ahvâli Kazân ve Bulgār, Kazan 1900, II, 42-60, 169, 357; Rızâeddin b. Fahreddin, Rihletü’l-Mercânî, Kazan 1897, s. 6-7; a.mlf., “Mercânî”, Mercânî (nşr. Sâlih b. Sâbit Ubeydullin), Kazan 1915, s. 382-416; a.mlf., Bolğar vä Qazan Törekläre, Kazan 1997, s. 161-206; Muhammed Murad Remzî, Telfîḳu’l-aḫbâr ve telḳīḥu’l-âs̱âr fî veḳāʾiʿi Ḳazân ve Bulġār ve mülûki’t-Tatâr, Orenburg 1908, II, 478-482; a.mlf., “Muhakkik ve Allâme Damolla Şihâbüddîn el-Mercânî el-Kazânî Hazretleri”, Mercânî, s. 515-516; Burhâneddin Muhammed el-Mercânî, “Vâlid-i Muhteremimiz Hakkında Bazı Hâtırâtım”, a.e., s. 590-591; Şeher Şeref, “Mercânî’ning Tercüme-i Hâli”, a.e., s. 2-193; a.mlf., “Mercânî Hakkında Matbûât”, a.e., s. 620-621; Nurali Hasanoğlu, “Mercânî Hakkında Mülâhazâtım”, a.e., s. 436-438; Hâdi Atlasî, “Şihâb Hazret Kim İdi?”, a.e., s. 459-461; Yusuf Akçura, “Şihâbüddîn Mercânî İstanbul’da”, a.e., s. 417-426; a.mlf., Türk Yılı: 1928, İstanbul 1928, s. 346-350; Zeki Velidi [Togan], “Mercânî’nin Bir Eseri Toğrusunda Kayyûm Nâsırî”, Mercânî, s. 582-589; a.mlf., Hâtıralar, Ankara 1999, s. 51-52; Cemaleddin Velidî, Tatar Edebiyatının Barışı, Kazan 1912, s. 42-52; a.mlf., Oçerk istorii obrazovannosti i literaturı Tatar, Moskova 1923, s. 56-68; Abdurrahman Sa‘dî, Tatar Edebiyatı Tarihi, Kazan 1926, s. 66-69; Bekir Çobanzâde, Dînî Islahât ve Medenî İnkılâb, Akmescid 1927, s. 54-56, 58; Ch. W. Hostler, Turkism and the Soviets, London 1957, s. 120-121; Yahya G. Abdullin, Tatarskaya prosvetitel’skaya mısl’, Kazan 1976; Munir H. Yusupov, Şigabuddin Mardjani kak istorik, Kazan 1981; A. Bennigsen – S. E. Wimbush, Mystics and Commissars: Sufism in the Soviet Union, London 1985, s. 38; Mardjani: Uçenıy, mıslitel’, prosvetitel’ (nşr. Yahya G. Abdullin), Kazan 1990; Aydar Yuzeev, Mirovozzrenie Ş. Mardjani i Arabo-Musul’manskaya Filosofiya, Kazan 1992; M. Kemper, “Šihābaddin al-Marğānī als Religionsgelehrter”, Muslim Culture in Russia and Central Asia (ed. M. Kemper v.dğr.), Berlin 1996, I, 129-165; a.mlf., Sufis und Gelehrte in Tatarien und Baschkirien, 1789-1889: Der islamische Diskurs unter russischer Herrschaft, Berlin 1998, s. 429-465; Ahmet Kanlıdere, Reform within Islam: The Tajdid and Jadid Movement among the Kazan Tatars (1809-1917). Conciliation or Conflict?, İstanbul 1997, s. 42-50, 65-67, 85-90, 96, 104; A. J. Frank, Islamic Historiography and ‘Bulghar’ Identity among the Tatars and Bashkirs of Russia, Leiden 1998, s. 149-157; Märjani: Tarix häm Xäzerge Zaman: Xalıkara Konferansiyası Materialları, Kazan 1998; İbrahim Maraş, Türk Dünyasında Dinî Yenileşme, İstanbul 2002, s. 73-78; Nadir Devlet, “Kazanlı Tarihçi ve Islahatçı Din Adamı: Şihâbeddin Mercânî”, Kazan, II/5-8, İstanbul 1971-72 s. 8-19, 33-41, 64-79; Uli Schamiloglu, “The Formation of Tatar Historical Consciousness: Şihabäddin Märcani and the Image of the Golden Horde”, CAS, IX/2 (1990), s. 39-49.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2004 yılında Ankara’da basılan 29. cildinde, 169-172 numaralı sayfalarda yer almıştır.