MİZAH

Edebiyatta düşünceleri espri ve nükteyle süsleyerek anlatan söz ve yazı çeşidi.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/5Müellif: İSMAİL DURMUŞBölüme Git
    Aslı, “şaka ve latife yapmak” anlamındaki mezh kökünden masdar ismi olan müzâhtır. Kelime Kur’an’da geçmemekle beraber hadislerde mezh kökünden çeşitl…
  • 2/5Müellif: HASAN ÇİFTÇİBölüme Git
    FARS EDEBİYATI. İran’da mizah için genellikle yine Arapça kökenli tanz kelimesi kullanılmış ve kavram olarak da buna kişisel çıkardan uzak, topluma hi…
  • 3/5Müellif: İSKENDER PALABölüme Git
    TÜRK EDEBİYATI. Daha çok İslâmiyet öncesi sözlü edebiyat ürünlerinin yer aldığı Dîvânü lugāti’t-Türk ile İslâmî değerler üzerine kurulu Kutadgu Bilig’…
  • 4/5Müellif: NURETTİN ALBAYRAKBölüme Git
    Halk Edebiyatı. Halk edebiyatında mizahın yer aldığı türlerin başında fıkra gelir. Önceleri Osmanlı edebiyatında latife adıyla bilinen fıkralarda haya…
  • 5/5Müellif: ALİM KAHRAMANBölüme Git
    Yeni Türk Edebiyatı. Şinâsi’nin Tasvîr-i Efkâr’da İstanbul sokaklarında çoğalan köpeklerin toplatılması hakkında kaleme aldığı yazısına karşı Edhem Pe…

Müellif:

Aslı, “şaka ve latife yapmak” anlamındaki mezh kökünden masdar ismi olan müzâhtır. Kelime Kur’an’da geçmemekle beraber hadislerde mezh kökünden çeşitli türevler bulunduğu gibi (Wensinck, el-Muʿcem, “mzḥ” md.) bir hadiste “düâbe”nin mizah anlamına geldiği belirtilmiştir (Müsned, III, 67). Edebî eserlerde “cidd”in (ağır başlılık) karşıtı olarak daha çok hezl, bazan da mezh kullanılmıştır.

Mizah, düşünceleri şaka ve nüktelerle süsleyerek anlatan söz ve yazı çeşidi olmakla birlikte zaman içinde daha ağır türleri de içine alan bir terim haline gelmiştir. Mizahta temel hedef güldürme ise de çok defa güldürmenin altında fert ve toplumdaki aksaklıkları, çirkinlikleri eleştirme ve iğneleme, düzeltme amaçları da gizlidir. Kin ve intikam duygusundan kaynaklanmayan mizahta küçük düşürme amacı yoktur; daha ağır şekilleri olan istihzada ise hedef, üstü örtülü ve iğneleyici alaydır. Mizah halk zekâsının ürettiği bir savunma aracı olup gülünç hikâye ve fıkraların en az saldırgan olan biçimine dayanır. Mizahın özü şaka sayesinde duygu patlamasının önüne geçmektir. Gerçeklerin sebep olduğu acılara boyun eğmeyen mizah, cemaat kimliğini dile getirme biçimlerinden biri olduğu gibi zulme dayanan yönetimlere karşı aşağı tabakalardan gelen bir direniş biçimidir (Fenoglio – Georgeon, s. 7-14). Mizahın kaynağı, ifadenin katı sınırlarının kelime oyunu ve sözlü şaka türleriyle aşılmasından doğan komikliktir.

ARAP EDEBİYATI. Câhiliye devrinde bazı şairlerin hicivlerinde mizahî unsurlara rastlandığı gibi Lahmîler’in sarayında kralları güldüren soytarılar da bulunuyordu. Irak Kralı Cezîme el-Ebraş’ın nedimleri Mâlik (b. Fâric) ve Akīl kardeşler hiçbir fıkra ve sohbeti tekrar etmeden kırk yıl nedimlik yapmışlar ve bu konuda darbımesel haline gelmişlerdir.

Kur’an’ın tefekkürü emredip alayı ve hicvi yasakladığı, İslâm ahlâkının ağır başlılık ve vakarı temel ilkeler kabul ettiği bilinmektedir. Bazılarına göre ideal müslüman tipi fazla gülmeyen, daima ölümü hatırlayarak hüzünlü duran kimsedir. Bu sebeple şakaları ve mizahçı karakterleriyle tanınmış müslümanların şahitliği, güvenilirliği ve hadis râviliği sorgulanmıştır. Şeytanın tuzağı ve nefsin aldatması olduğu şeklindeki bazı hadis rivayetlerine dayanılarak mizah ve şakanın insanın vakarını ortadan kaldıran bir davranış olduğu ileri sürülmüştür. Bununla birlikte Hz. Peygamber’in şaka yapmayı tasvip ettiğini, kendisinin de şaka yaptığını gösteren rivayetler vardır. Ayrıca Hz. Ali’nin, “Kalpler de bedenler gibi yorulur, onları hikmetli sözlerle dinlendirin, şaka yapan yaşlanmaz” dediği bilinmektedir. Bazı âlimlerle şair ve ediplerin şaka ve mizahın yararlarını öven görüşleri de mevcuttur (Ebû İshak el-Husrî, s. 12-51; İbnü’l-Cevzî, Aḫbârü’ẓ-ẓırâf, neşredenin girişi, s. 13-18; Nüveyrî, IV, 1-3). Nitekim Resûl-i Ekrem ile ashap ve tâbiînin günlük hayatlarında şaka ve mizahın yer aldığı, insanlar arasında nezih şaka ve mizahın sünnet konumunda olduğu Süfyân es-Sevrî gibi âlimler tarafından dile getirilmiştir. Şakalarında doğruluğu ve zarafeti ilke edinen Hz. Peygamber’in mizah üslûplarından biri “tahsîlü’l-hâsıl” adı verilen, herkesçe bilinen gerçeklerin kinaye yoluyla ilginç bir biçimde ifade edilmesi şeklindedir. Resûlullah’ın mizahlarının birçoğu kinaye veya tevriye sanatına dayanır. Bir yolculukta birkaç kişinin, eşyalarını taşıması için üzerine yüklediği Sefîne adlı bir hizmetçiye, “İşte şimdi gerçekten sefine (gemi) oldun” demesi buna örnek teşkil eder (Müsned, V, 220, 221, 222). Nuaymân b. Amr, Resûl-i Ekrem zamanında yaptığı şakalarla bilinen bir sahâbîdir (İbn Kuteybe, I, 316-317, 320). Abdullah b. Ömer ile Kādî Şüreyh de mizahî anekdotlarıyla tanınmıştır. Bunun yanında Medine, I. (VII.) yüzyıldan itibaren çıkardığı mizahçılarla mizahı edebî tür düzeyine yükselten bir ekolün merkezi olmuştur (EI2 [Fr.], II, 549).

Emevîler döneminde tâbiîn neslinden olan mizahçı bir sınıf teşekkül etmiş, Muâviye’den itibaren halifelerin sarayları komiklere kapılarını açmıştır. Muâviye, Kādî A‘meş, İbn Sîrîn ve Kādî Şa‘bî dönemin esprileriyle ünlü isimlerindendir. Gramer âlimi Ebü’l-Esved ed-Düelî tevriyesiz ve telmihsiz mizahlarıyla tanınır. Mizah ve esprinin kazanç vasıtası haline gelmesi Eş‘ab’la başlamış, onun mizahî anekdot ve esprileri (Rosenthal, s. XII) edebî eserlerde yer almıştır. Emevî mizahının gelişmesinde dönemin en ünlü şairleri olan Cerîr ile Ferezdak ve Cerîr ile Ahtal arasında uzun zaman süren ve “nekāiz” (münâkazât) adı verilen şiir atışmalarının önemli yeri vardır.

Abbâsîler devrinde Arapçılığa karşı Arap olmayan unsurların bir tepkisi şeklinde ortaya çıkan Şuûbiyye akımı sonucunda Araplar’la her alanda kıyasıya rekabet başlamış, Araplar’ın çöl hayatı ve kabile taassubu gibi Câhiliye gelenekleri şiirlerde mizah malzemesi yapılmıştır. Mehdî-Billâh ve Hârûnürreşîd zamanında görülen ekonomik gelişmeye paralel olarak lüks artmış, halife sarayları mizah üreticileri nedimler ve soytarılarla dolmuştur. Bu dönemde görülen başlıca mizah şekilleri şöylece sıralanabilir: 1. Gaflet ve ahmaklık üzerine kurulanlar. Gerçekten dalgın, saf ve ahmak olanlar mizah üretilmesine yol açtıkları gibi bunu bir kazanç aracı edinerek saf ve ahmak numaralarıyla mizah üretenler de vardır. Arap dünyasında bu konuda en meşhur isim Cuhâ’dır. Zeki olduğuna dair rivayetler olmakla birlikte Cuhâ’nın daha ziyade ahmaklığı darbımesel olmuş ve Câhiz’in eserlerinde bu yönüyle yer almıştır. Kendisine hamakatle ilgili mizahî anekdotlar izâfe edilen Bağdatlı zengin İbnü’l-Cessâs’ın aslında son derece zeki olmasına rağmen malını korumak için böyle bir yola başvurduğu kaydedilir (Kütübî, I, 375). Ebü’l-Anbes es-Saymerî, İbn Memmâtî’nin, anekdotlarını el-Fâşûş fî aḥkâmi Ḳaraḳuş adlı eserinde topladığı (Kahire 1311) Selâhaddîn-i Eyyûbî’nin Kahire valisi Bahâeddin Karakuş, teolojik ve politik fıkraları İbn Zûlâk tarafından bir araya getirilen (Aḫbâru Sîbeveyh el-Mıṣrî, Kahire 1933) Sîbeveyhi Muhammed b. Mûsâ el-Mısrî de bu tür mizahın ustalarındandır. Uleyyân, Behlûl, Sabbâh el-Müvesves gibi daha çok deli numarası yapanlar da aynı çeşit mizah üreticileri arasında yer alır. 2. Tufeylilik ve dilencilikten kaynaklananlar. Emevîler devrinde ortaya çıkan tufeylilik ve dilencilik mizahı Abbâsîler zamanında özellikle IV. (X.) yüzyılda yaygınlaşmıştır. Tufeylilerin önderi olan ve buna adını veren Tufeyl b. Zellâl, esprileri ve kurnazlıklarıyla düğün ve ziyafetlere davetsiz katıldığından “Tufeylü’l-a‘râs (arâis)” lakabını almıştır (İbn Kuteybe, III, 232). Müzebbid el-Medînî, Gādirî, Ebü’l-Hâris Muhammed b. Amr Cümmeyz ve Cemmâz gibi kişiler de Abbâsî saraylarında güldürüleriyle menfaat elde eden mizah üreticileridir. Bunun neticesinde Sâsânî hilelerini dile getiren mizah edebiyatı ve bu konuyu işleyen makāme türü doğmuş, Bedîüzzaman el-Hemedânî ve Harîrî bu konuları işleyen makāmeler kaleme almıştır. 3. Tehekküm yoluyla mizah. Alayın espriye ve karikatürize etmeye dayanan türü olup genellikle amacı eleştiri ve düzeltmedir; çok defa hicivle karıştırılır. Tehekküm müjdeleme yerine korkutma, medih yerine hiciv, vaad yerine vaîd gibi zıtları kullanmak suretiyle gerçekleştirilen istiâre-i tehekkümiyye üslûbunu taşır. Kur’ân-ı Kerîm’de kâfir ve münafıklara yönelik müjdelemenin uyarma yerine (tebşîr-inzâr), azap ve ateş için de tatma (zevk) fiilinin kullanılması gibi. Tehekküm bazı kusur ve garipliklerin karikatürize edilmesi şeklinde de olabilir. İbnü’l-Mukaffa‘ın, Basra Valisi Süfyân b. Muâviye’ye uzun burnunu ayrı bir kişi kabul ederek tesniye sîgasıyla “es-selâmü aleykümâ” şeklinde selâm vermesi bu tür içinde mütalaa edilir. Câhiz’in mizah üslûbuna da tehekküm hâkimdir. Onun cimrilerle alay ettiği ve onların mizahî fıkralarını topladığı Kitâbü’l-Buḫalâʾ ile et-Terbîʿ ve’t-tedvîr adlı eserlerindeki tasvirleri mizahın zirvesi olarak değerlendirilir. Bu sebeple mizahı edebî bir tür şeklinde ilk ortaya koyan kişinin Câhiz olduğu kabul edilir. 4. Kelime ve mâna oyunlarından faydalanma. Cinas, tıbâk, seci gibi lafız ve kinaye; ta‘riz, tevriye gibi mâna sanatlarını kullanarak özel isimlerin lafız veya anlamlarını mizahî bir alana çekip bunlara yeni bir anlam yüklemek suretiyle olur. Bedîüzzaman el-Hemedânî ile Ebû Bekir el-Hârizmî’nin münazaralarında, Sâhib b. Abbâd, Maarrî, Kādî el-Fâzıl, Kādî Ahmed el-Errecânî ve İmâdüddin el-İsfahânî’de kelime oyunlarına dayanan mizah üslûbu görülür. 5. Muhatabın sözüne veya sorusuna benzeri bir soru ile karşılık verme. Halife Mûsâ el-Hâdî’nin mecnun Uleyyân’a sorduğu, “Uleyyân’ın anlamı nedir?” sorusuna karşılık onun dudakları kapanmayan halifeye, “Mûsâ, ‘dudaklarını kapa’nın anlamı nedir?” diye yine bir soru ile cevap vermesi bu türe örnek teşkil eder (İbn Habîb, s. 169). 6. Hazırcevaplık. Bu tür mizahların çoğu espri içerir ve özellikle bedevîler bu konuda meşhurdur. Bir bedevînin yaklaştığını görünce önündeki incir tabağını elbisesinin altına saklayan ev sahibi gelen misafire, “Kur’an okuyuşunuz güzel midir?” diye sormuş, o da “evet” diyerek Tîn sûresinin ikinci kelimesi olan “والزيتون”den okumaya başlamış, ev sahibi “والتين (incir) nerede kaldı?” diye sorunca bedevî, “O elbisenizin altında değil mi?” cevabını vermiştir (İbnü’l-Cevzî, Kitâbü’l-Eẕkiyâʾ, s. 104). Yalancı peygamberlerin verdiği bu tür mizahî cevaplar kendilerini çok defa ölümden kurtarmıştır. Halife Me’mûn elleri bağlı (mukayyed) vaziyette huzuruna getirilen bir yalancı peygambere, “Sen mürsel nebî misin?” diye sorunca o, “Hayır ben mukayyed (bağlı) bir nebîyim” diyerek mürsel (gönderilmiş peygamber) kelimesinin uzak anlamını (serbest, bağsız) kastedip tevriye üslûbu ile sözü mizah alanına kaydırmıştır.

İslâm’ın ilk asrından itibaren mizah üreticilerinin anekdotlarına dair eserler yazıldığı gibi zekiler, ahmaklar, deliler, yalancı peygamberler, cimriler, asalaklar gibi toplumun değişik katmanları ile meslek gruplarına mensup mizah üreticilerinin hikâyelerini toplayan birçok eser de kaleme alınmıştır. İbnü’n-Nedîm’in el-Fihrist’inde yer alan bu tür teliflerin çoğu zamanımıza ulaşmamıştır. Ancak bunların bir kısmı Câhiz’den itibaren çeşitli müelliflerin eserlerinde görülmektedir. İbnü’l-Cevzî’nin bu alanda muhtelif çalışmaları vardır (Aḫbârü’ẓ-ẓırâf, neşredenin girişi, s. 28-40). Günümüzde de mizah edebiyatına dair birçok eser kaleme alınmıştır. Abbas Mahmûd el-Akkād’ın Cuḥâ eḍ-ḍâḥikü’l-muḍḥik’i (Kahire 1956) mizahın felsefesine, Zekeriyyâ İbrâhim’in Sîkûlûciyyetü’l-fükâke ve’ḍ-ḍıḥk’ı (Kahire 1986) mizahın psikolojik boyutuna dairdir. Bunlardan başka Enîs Füreyha’nın el-Fükâhe ʿinde’l-ʿArab (Beyrut 1962), Abdülganî el-Itrî’nin Edebüne’ḍ-ḍâḥik (Beyrut 1970), Abdülkerîm el-Yâfî’nin Dirâsât fenniyye fi’l-edebi’l-ʿArabî (Dımaşk 1972), M. Receb en-Neccâr’ın Cuḥâ el-ʿArabî (Küveyt 1978), Franz Rosenthal’in Erken İslâm’da Mizah (trc. Ahmet Arslan, İstanbul 1979), I. Fenoglio – F. Georgeon’un Doğuda Mizah (trc. Ali Berktay, İstanbul 2000) adlı kitapları zikredilebilir.

BİBLİYOGRAFYA
Lisânü’l-ʿArab, “mzḥ” md.; Tehânevî, Keşşâf, II, 1533; Wensinck, el-Muʿcem, “mzḥ” md.; Müsned, III, 67, 127, 260; V, 220, 221, 222; İbn Habîb, el-Muḥabber, Beyrut, ts. (Dârü’l-âfâkı’l-cedîde), s. 169, 379-382; Câhiz, el-Cid ve’l-hezl (er-Resâʾil içinde, nşr. P. Kraus – M. Tâhâ el-Hâcirî), Kahire 1943, s. 61 vd.; a.mlf., et-Terbîʿ ve’t-tedvîr (er-Resâʾilü’l-Câḥiẓ içinde, nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1399/1979, III, 55-109; İbn Kuteybe, ʿUyûnü’l-aḫbâr, I, 182-183, 316-317, 320; II, 45, 162-163; III, 232; İbn Abdürabbih, el-ʿİḳdü’l-ferîd, I, 143-144, 243-244; II, 290; IV, 489-494; VI, 143-217, 379-475; Ebü’l-Ferec el-İsfahânî, el-Eġānî, IV, 62-63; IX, 122-138; X, 138-139; XI, 118; XVI, 83-84; XVII, 83-105; XX, 89-92; İbnü’n-Nedîm, el-Fihrist (Flügel), s. 69, 88, 101-104, 111, 120-121, 148, 151, 153, 313-316; Muâfâ en-Nehrevânî, el-Celîsü’ṣ-ṣâliḥu’l-kâfî ve’l-enîsü’n-nâṣıḥu’ş-şâfî (nşr. M. Mürsî el-Hûlî), Beyrut 1413/1993, neşredenin girişi, I, 62-70; II, 286-288, 310, 425, ayrıca bk. tür.yer.; Bedîüzzaman el-Hemedânî, Maḳāmât (nşr. Muhammed Abduh), Beyrut 1982, s. 80-82, 90-91, 160-161, 167-170, 173-179, 241-244; Ebû İshak el-Husrî, Cemʿu’l-cevâhir fi’l-mülaḥ ve’n-nevâdir (nşr. Rihâb Hıdır Akkâvî), Beyrut 1413/1993, s. 12-82, ayrıca bk. tür.yer.; Ebû Sa‘d el-Âbî, Nes̱rü’d-dür (nşr. Osman Bû Gānîmî), Tunus 1983, s. 200-204, 218-222, 227-243, ayrıca bk. tür.yer.; İbn Abdülber, Behcetü’l-mecâlis, I, 94-106, 115-116, 556-571; Râgıb el-İsfahânî, Muḥâḍarâtü’l-üdebâʾ, Kahire 1287, I, 177-179; Zemahşerî, Rebîʿu’l-ebrâr (nşr. Abdülemîr Ali Mühennâ), Beyrut 1412/1992, II, 39-91; V, 111-123; İbnü’l-Cevzî, Aḫbârü’ẓ-ẓırâf ve’l-mütemâcinîn (nşr. Abdülemîr Ali Mühennâ), Beyrut 1990, neşredenin girişi, s. 13-18, 28-40, 46-53; a.mlf., Aḫbârü’l-ḥamḳā ve’l-muġaffelîn, Beyrut 1405/1985, s. 6-89; a.mlf., Kitâbü’l-Eẕkiyâʾ, Beyrut 1985, tür.yer.; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, IV, 1-3; İbnü’l-Hâc el-Abderî, el-Medḫal, Kahire 1401/1981, I, 205-206; III, 223-224; Kütübî, Fevâtü’l-Vefeyât, I, 375; İbn Hicce, S̱emerâtü’l-evrâḳ (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim), Kahire 1971, s. 56; İbşîhî, el-Müsteṭraf, II, 503-528; Abdülkerîm el-Yâfî, Dirâsât fenniyye fi’l-edebi’l-ʿArabî, Dımaşk 1972, s. 650-652; Franz Rosenthal, Erken İslâm’da Mizah (trc. Ahmet Arslan), İstanbul 1979, s. XII-XIII, 3-10, ayrıca bk. tür.yer.; Kemâl Halâylî, eṭ-Ṭarâʾif ve’n-nevâdir ve’l-mülaḥ, Beyrut 1994, tür.yer.; Rıyâz Kuzayha, el-Fükâhe ve’ḍ-ḍıḥk, Beyrut 1418/1998, tür.yer.; I. Fenoglio – F. Georgeon, Doğuda Mizah (trc. Ali Berktay), İstanbul 2000, s. 7-14; Hasan Çiftçi, “Klasik İslâm Edebiyatında Hiciv ve Mizah”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sy. 10, Erzurum 1998, s. 139-162; Muhammed b. Abdullah Veled Kerîm, “el-Mizâḥ fi’s-sünne”, Mecelletü’l-buḥûs̱i’l-İslâmiyye, sy. 68, Riyad 2003, s. 343-383; Ch. Pellat, “al-Djidd va’l-hazl”, EI2 (Fr.), II, 549-550.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 205-206 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

FARS EDEBİYATI. İran’da mizah için genellikle yine Arapça kökenli tanz kelimesi kullanılmış ve kavram olarak da buna kişisel çıkardan uzak, topluma hizmet amacına yönelik mizahtan ziyade “fert ve toplumun kusurlarını eleştirme, alay etme ve eğlenme” anlamı verilmiştir. Klasik Fars edebiyatında sosyal eleştiri düşüncesi gelişmediği ve edipler saraylara bağlı olduğu için sosyal mizah toplumu ıslah edici müstakil eserler yerine hiciv ve hezl içinde yer almış, gerçek edebî mizah türü ancak XX. yüzyılın başlarında, Meşrutiyet (1906) yıllarında ortaya çıkabilmiştir.

Mizah ilk dönemlerde, özellikle kisrâları ve devlet ricâlini eğlendirmekle görevli saray soytarılarının komik söz ve hareketlerinden ibaretti. Sâsânî Hükümdarı Behrâm-ı Gûr zamanında (420-438) halkın eğlendirilmesi için Hindistan’dan binlerce oyuncu ve dansçı çingenenin getirtilerek ülkeye dağıtıldığı, Hüsrev I. Enûşirvân zamanında da (531-579) Hint menşeli Kelîle ve Dimne ile birlikte bazı mizah içerikli eserlerin Pehlevîce’ye çevrildiği bilinmektedir. İslâmî dönemde diğer hükümdarlar gibi İran’a hükmedenlerin de erkek ve kadın soytarıların (delkek) söz ve taklitleriyle eğlendikleri, bunlar arasından en becerikli ve kurnazların yöneticilere nedim oldukları belirtilmektedir. Fars edebiyatında Gazneli Mahmud ve nedimi Ayaz’la ilgili birçok anekdot yer almıştır. Kaynaklara göre Mahmud’un oğlu Sultan Mesud’un da nedim ve soytarıları vardı ve bir eğlencede onlara 30’ar bin dirhem dağıtmıştı.

Fars şiirinde IV. (X.) yüzyıldan itibaren Tayyân-ı Mergazî, Müncîk-i Tirmizî, Bündârî-i Râzî, Lebîbî-i Horasânî, Evhadüddîn-i Enverî, Sûzenî, Hâkānî-yi Şirvânî, Ebü’l-Alâ-yi Gencevî, Edîb Sâbir, Reşîdüddîn-i Vatvât, Esîrüddîn-i Ahsîkesî, Zahîr-i Fâryâbî, Cemâleddin ve Kemâleddîn-i İsfahânî ile Hâcû-yi Kirmânî gibi şairler tenkit muhtevalı şiirlerinde zaman zaman mizaha yer vermişlerse de onların yaptığı bu mizah genel anlamda kişisel çıkar ve düşmanlıklara dayalı hezl ve hicivlerden ibarettir. Sosyal ve siyasal eleştirileri bulunan Nâsır-ı Hüsrev de tamamen din ve mezhep taassubu ile hareket etmiştir. Ağır hicivler yazan sûfî ediplerden Senâî, onu takip eden Ferîdüddin Attâr ve mizahı bir eğitim aracı sayan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî mesnevilerinde topluma zararlı tipleri eleştiren latifeleri yanında divane ve meczupların dilinden felsefî ve içtimaî mizaha da yer vererek sonraki kuşaklara öncülük etmişlerdir. Sûfîlerin mizahı müzminleşen sosyal adaletsizlikler karşısındaki bilinçli insanın isyanını yansıtırken şikâyet zamanın yöneticileri yerine Allah’a yönelmiştir. V. (XI.) yüzyıl filozof ve edibi Ömer Hayyâm’ın dünyaya ve yaratılışa bakış felsefesini yansıtan acı ve dokundurucu rubâîleri buna uygun mizah örnekleri sayılır. Moğol istilâsı sırasında ediplerin ilgisini şahsî hiciv yerine sosyal hiciv ve mizah çekmiş, özellikle sözde mizahı yemekte tuz gibi gören Sa‘dî-i Şîrâzî’nin Bostân ile Gülistân’ında, çağdaşları Mecd-i Hemger, Kutbüddîn-i Şîrâzî ve Adudüddin el-Îcî’ye nisbet edilen latifelerde ve Sirâceddîn-i Kumrî ile Hâfız-ı Şîrâzî’nin gazellerinde çeşitli örnekler yer almıştır. Selçuklu Sultanı Sencer’in meclislerine katılan, kaba hezlleriyle ünlü Mehsitî, Timur’un oğlu Şâhruh’un sarayını latifeleriyle neşelendiren Mihrî-i Herevî ve Hindistan’da hüküm süren İranlı Kraliçe Nurcihan ile Mahfî mahlaslı Zîbünnisâ gibi kadın ediplerin mizah ve latifeleri de günümüze ulaşmıştır. Klasik dönemin en büyük mizahçısı Sa‘dî ile Hâfız arasında köprü sayılan, özellikle toplum kesimlerinin siyasî, dinî, ahlâkî kusur ve kötülüklerini eleştiren Ubeyd-i Zâkânî’dir. Zâkânî’den sonra gelip onun etkisinde kalan Bû İshâk-ı Et‘ime ve Nizâmeddin Kārî-i Yezdî, ünlü şairlerin şiirlerinden çıkardıkları kelimeler yerine yemek ve giyeceklerle ilgili kelimeler koyarak onları alaya alan nakīza türü mizahla yeni bir tarzın öncüleri olmuşlardır. Ölçülü ve zarif mizahı tasvip eden klasiklerin son büyük temsilcisi sûfî edip Abdurrahman-ı Câmî de Heft Evreng’inde mizaha yer vermiş, ayrıca kendisine sosyal ve edebî eleştiri içerikli nükteler nisbet edilmiştir.

Kaçar döneminin sonlarında ve Meşrutiyet yıllarında hicivle hezl yerini siyasî ve içtimaî mizaha bırakmışsa da Sûzenî, Enverî gibi eski hicivcilerin kaba ve küfürlü geleneğinin terkedilmesi daha sonraki yıllarda gerçekleşmiştir. Bu dönemde yazarlar halkı aydınlatmak, yöneticilerin zulmünü anlatmak ve hurafelerle mücadele etmek amacıyla konuşma dilini kullanarak mizah içerikli manzum ve mensur eserler yazmış, mesajlarını yaymak için Meşrutiyet’in sağladığı sınırlı özgürlükle birlikte sayıları hızla artan dergi ve gazetelerden faydalanmışlardır. Bu yayın organlarının en önde gelenleri Molla Naṣrüddîn ve Ṣûr-i İsrâfîl gazeteleri, dönemin mizah öncüleri sayılan şair ve edipler de Ali Ekber-i Dihhudâ ve Eşrefüddîn-i Kazvînî ile (Nesîm-i Şimâl) daha sonra gelen Îrec Mirza, Muhammed Alî-i Efrâşte, Ârif-i Kazvînî, Meliküşşuarâ Bahâr, Mîrzâde-i Işkī, Ferîdûn-i Tevellelî ve Ebû Türâb-i Cîlî’dir. İran’da çağdaş mizah eserleri arasında ilk anılması gerekenler ise Muhammed Alî-i Cemalzâde’nin Ṣaḥrâ-yi Maḥşer ve Yekî Bûd u Yekî Nebûd’u, Sâdık Hidâyet’in Tûp-i Mürvârî ve Vegveg-i Seḥâb’ı, Behrâm-ı Sâdıkī’nin Senger ü Ḳumḳumehâ-i Ḫâlî’si ve Îrec-i Pizişkzâd’ın Dâyîcân Napoleon’udur. Ayrıca Sâdık-ı Çûbek, Celâl-i Âl-i Ahmed, Ebü’l-Kāsım-ı Pâyende, Resûl-i Pervîzî, Ebü’l-Kāsım-ı Hâlet, Gulâm Hüseyn-i Sâidî, Ferîdûn-i Tenkâbünî ve İslâm devriminden sonra İmrân-i Salâhî, Zebîh Bihrûz, Kivmers-i Sâbirî, Hûşeng Murâdî-i Kirmânî, Ebü’l-Fazl Zerûyî-i Nasrâbâdî gibi edipler mizah türü eserler vermiştir. İran’da mizahî süreli yayınlar da çok olup Bâbâ Şemel, Behlûl, Tevfîḳ, Ḥâcî Bâbâ, Sepîd ü Siyâh, Ṭûṭî, Nâhid, Gulâgâ ve Keyhân-i Kârîkâtor en ünlüleri sayılır. Mizahî hikâye ve latifelere dair en önemli klasik eserler arasında Fahreddîn-i Safî’nin Leṭâʾifü’ṭ-ṭavâʾif’i ile Fâzıl-ı Kâşânî’nin Riyâżü’l-ḥikâyât’ı ve çağdaş yazarlardan Bâkırzâde Bekâ’ın Laṭîfehâ-yi Edebî’si yer almaktadır.

BİBLİYOGRAFYA
Mevlânâ, Mes̱nevî-i Maʿnevî (nşr. R. A. Nicholson), Tahran 1376 hş., s. 454, 611, 711, 750; Sa‘dî-i Şîrâzî, Külliyyât-ı Saʿdî (nşr. M. Ali Fürûgī), Tahran 1373 hş., s. 179, 989-1014; Browne, LHP, III, 232-258, 344-352; A. J. Arberry, Classical Persian Literature, London 1958, s. 288-300; M. Ca‘fer Mahcûb, Sebk-i Ḫorâsânî der Şiʿr-i Fârsî, Tahran 1345 hş., s. 84-86, 470-473, 606-607, 677 vd.; Ahmed Gulçîn-i Meânî, Şehrâşûb der Şiʿr-i Fârsî, Tahran 1346 hş.; Zeynelâbidîn-i Mü’temen, Şiʿr u Edeb-i Fârsî, Tahran 1364 hş., s. 309-330; Azîzullah Kâsib, Çeşmendâz-i Târîḫî-yi Hecv, Tahran 1369 hş.; a.mlf., Zemînehâ-yi Ṭanz u Hecâ der Şiʿr-i Fârsî, Tahran 1369 hş.; Gulâmhüseyn-i Yûsufî, Dîdârî bâ Ehl-i Ḳalem, Meşhed 1370 hş., I, 281-334; Murtazâ Fereciyân – M. Bâkır Necefzâde Bârfurûş, Ṭanzserâyân-i Îrân ez Meşrûṭa tâ İnḳılâb, Tahran 1370 hş., I-III; Ebü’l-Kāsım-i Sâdıkī, Serdârân-i Ṭanz-ı Îrân, Tahran 1370 hş.; Hüseyn-i Rezmcû, Şiʿr-i Kohen-i Fârsî der Terâzû-yi Naḳd-i Aḫlâḳ-ı İslâmî, Tahran 1369 hş., II, 157-168; a.mlf., Envâʿ-ı Edebî ve Âs̱âr-ı Ân der Zebân-ı Fârsî, Meşhed 1372 hş., s. 89-99; M. Restgâr-i Fesâî, Envâʿ-ı Şiʿr-i Fârsî, Şîraz 1373 hş., s. 227-257; Hüsrev Ferşîdverd, Der Bâre-i Edebiyyât u Naḳd-i Edebî, Tahran 1373 hş., s. 672-683; Mehdî Pertev-i Âmülî, Rîşehâ-yi Târîḫî-yi Ems̱âl ve Ḥikem, Tahran 1374 hş., s. 336 vd., 441-444, 657 vd., 931 vd.; Yahyâ Âryanpûr, Ez Ṣabâ tâ Nîmâ, Tahran 1375 hş., II, 36-46; Dânişnâme-i Edeb-i Fârsî (nşr. Hasan Enûşe), Tahran 1376 hş., II, 235, 356, 404-406, 538-540, 565-566, 594-596, 934-937, 985-988, 1056-1058, 1211-1213, 1379-1381, 1434-1443; Ali Asgar-i Halebî, Muḳaddimeʾî ber Ṭanz u Şûḫṭabʿî der Îrân, Tahran 1376 hş.; Meymenet-i Mîrsâdıkī, Vâjenâme-i Hüner-i Şâʿirî, Tahran 1376 hş., s. 164-165, 174-176, 180-184, 279-281, 303-306; İmrân-i Salâhî, Ṭanzâverân-i İmrûz-i Îrân, Tahran 1376 hş.; Hasan Cevâdî, Târîḫ-i Ṭanz der Edebiyyât-ı Fârsî, Tahran 1382 hş.; Hasan Çiftçi, Klasik Fars Edebiyatında Hiciv ve Sosyal Eleştiri, Erzurum 2000; A. A. Haidari, “A Medieval Persian Satirist”, BSOAS, XLIX (1986), s. 117-127; Ahmed Penâhî-i Simnânî, “Sergüzeşt-i Şigiftengîz-i Ṭanz”, Âşînâ, sy. 15, Tahran 1373 hş., s. 41-54; M. A. Hümâyûn-i Kârtûziyân, “Ṭanz-i Devre-i Hidâyet 2”, Îrânşinâsî, X/2, Tahran 1998, s. 271-285; a.mlf., “Der Bâre-i Maḳūle-i Edebî-yi Tenzîne u Baḥs̱î Taṭbîḳī”, a.e., XI/2 (1999), s. 265-284; Naci Tokmak, “Hiciv”, DİA, XVII, 449-450.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 206-208 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

TÜRK EDEBİYATI. Daha çok İslâmiyet öncesi sözlü edebiyat ürünlerinin yer aldığı Dîvânü lugāti’t-Türk ile İslâmî değerler üzerine kurulu Kutadgu Bilig’de ve Dede Korkut Kitabı’nda birçok mizahî unsur vardır. Bilhassa Dede Korkut Kitabı’nın başında, “Kadınlar dört türlüdür” cümlesiyle başlayan kadın tasnif ve tasviriyle Deli Dumrul hikâyesinin bu açıdan ayrı bir önem taşıdığı söylenebilir. İslâmî dönem Türk edebiyatında kavram ve terim olarak günümüzdeki anlayışa yakın mizaha daha çok halk edebiyatı ile yeni edebiyatın çeşitli türlerinde rastlanmakta, divan nesrinde latife, şiirinde ise hiciv ve hezlin öne çıktığı görülmektedir.

Divan Edebiyatı. Mizahî anekdotlar içeren en eski eserler olan Risâletü’n-nushiyye ve Garibnâme gibi kitaplarda mizahın “nükte ve latife” karşılığında kullanıldığı görülür. Nâbî’nin, “Eyleme hezl ü mizâhı pîşe / Düşürür dostlarını endîşe // Dostu etme latîfeyle fedâ / Hakk-ı nân u nemegi etme hebâ” ve Sünbülzâde Vehbî’nin, “Hûbdur gerçi letâfetle mizâh / Olmaya lîk müeddî-i silâh” beyitlerinde mizahın aşırıya kaçmayan latife özelliğinde olması tavsiye edilirse de uygulamada bu çizgiden epeyce uzaklaşıldığını söylemek mümkündür. “Mizahgû, mizah-nüvîs, mizah-perver, mizah-âmîz” gibi terkipler de onun hezl ve hicivden ayrı düşünüldüğünü gösterir. Osmanlı döneminde zengin bir mizah anlayışı varsa da yazıya geçirilen örnekler fazla değildir. Bunda, başka sebepler yanında dinî anlayış gereği vakar ve ciddiyetin şakaya tercih edilmesinin de payı büyüktür.

Divan edebiyatının şiir ağırlıklı oluşu mizahı da şiir kalıbına dökmüştür. Ancak şairler arasındaki rekabet dolayısıyla mizahın şahsî konular etrafındaki hiciv ve hezliyyât ile karışması onun kabalaşmasına ve nezih örneklerin azalmasına yol açmıştır. Manzum mizahî eserlerin bir kısmında daha çok devrin psikolojik, ahlâkî ve sosyal yapısına yönelik aksaklıklar konu edilmiştir. Divanlarda yer alan mizahî parçalar ise zarif ifadeleri ve şaşırtıcı ironik kurgularıyla dikkat çeker. Çirkinliğinden dolayı dostları arasında “gurâb” (karga) lakabıyla anılan Bâkî’nin Tûtî adlı güzel câriyesinden şikâyet etmesi üzerine câriyenin söylediği, “Bağteten olmuş iken tûtî gurâba hemnişin / Yine şekvâyı gurâb eyler garâbet bundadır” beyti buna örnek verilebilir. Emrî ile Bâkî, Taşlıcalı Yahyâ ile Hayâlî, Haşmet ile Koca Râgıb Paşa gibi şairlerin birbirlerine sataşırken daha çok mizahî öğeleri ön plana çıkardıkları, rind ile zâhid ve âşık ile rakibi arasındaki çekişmeler üzerine kurulu şiirlerde ise hiciv ve hezl yanında mizahî anlatımlara başvurulduğu görülür: “Zâhid bu bürûdetle eğer dûzaha girsen / Bir lûle duhan yakmağa âteş bulamazsın” (Lâedrî) gibi.

Doğrudan zekâya hitap eden mizah ürünlerinin müstakil kitap, risâle, arzuhal, münazara metni ve şerh şeklinde mensur olanları da vardır. Bazan mizah unsuru içeren fetvalara da rastlanır; meselâ Ebüssuûd Efendi’nin, “Zeyd ‘Avratların olduğu cennet bana gerekmez’ dese ne lâzım olur?” sorusuna, “Gerekmezse cehenneme gitsin” cevabını vermesi gibi (Gökyay, s. 263). Divan edebiyatında bilinen ilk müstakil mizahî eserler XV. yüzyıla ait olup bunların en önemlileri sayılan Şeyhî’nin manzum Harnâme’si mesnevi, Molla Lutfî’nin mensur Harnâme’si münazara türündedir. XV. yüzyılın son yıllarından itibaren XVI. yüzyılda mizah eserlerinin mizahî takvim (Vahyî’nin meslek erbabını konu alan Takvîm’i), letâif (Mahremî’nin Mecmau’l-letâif’i ile Şütürnâme’si), muhâdarât (Lâyihî Mustafa Efendi’nin Muhâdarât’ı), -müstehcen de olabilen- hikâye (Gazâlî Deli Birader’in Dâfiü’l-gumûm ve râfiu’l-hümûm’u), mersiye (Meâlî’nin kedisi için yazdığı mersiye) ve mektup (Sânî ile Sâî Mustafa Çelebi’nin karşılıklı mektupları) gibi çeşitli biçimlerde ve daha geniş bir konu yelpazesinde kaleme alındığı görülür. XVII. yüzyılda mizah hiciv ve hezlin gölgesinde kalmıştır. Türün en seçkin örnekleri Nef‘î’nin Sihâm-ı Kazâ adlı hiciv mecmuasındadır. Nâilî Mehmed’in mizahî mektupları derlediği Tuhfe-i Emsâl mesnevisi, Müneccimbaşı Derviş Ahmed Dede ile Feyzullah Efendi’nin Letâifnâme’leri ve müellifi bilinmeyen Hikâye-i Mekr-i Zenân bu dönemin diğer önemli eserleridir. XVIII. yüzyılda mizahın çerçevesinin birdenbire daraldığını, konuların âmiyaneleşerek halk tarzı güldürünün ön plana çıktığını ve divan şiirinin XVII. yüzyılda olduğundan daha fazla kaba küfür ve hezliyyâta yenik düştüğünü söylemek mümkündür. Ancak yine de Kânî, Osmanzâde Ahmed Tâib, Osman Sürûrî, Sünbülzâde Vehbî, Bursalı İsmâil Belîğ, Nedîm, Şeyhülislâm İshak, Esad Efendi, Haşmet ve Zarîfî gibi şairler mizaha katkıda bulunmuşlardır. Osmanlı toplumu gibi edebî sanatların da dönüşüm geçirdiği XIX. yüzyılda geleneksel mizah anlayışını sürdüren şairlerden Keçecizâde İzzet Molla’nın Mihnet-keşân’ı ile Enderunlu Fâzıl’ın Defter-i Aşk ve Şevkengîz’i divan edebiyatının önde gelen son mizah örnekleridir.

BİBLİYOGRAFYA
Keykâvus b. İskender, Kabusname (trc. Mercimek Ahmet, nşr. Orhan Şaik Gökyay), İstanbul 1974, s. 100-103; Lâmiîzâde Abdullah Çelebi, Lâtifeler (nşr. Yaşar Çalışkan), İstanbul 1978, s. 11-23; Kınalızâde Ali Efendi, Ahlâk-ı Alâî: Ahlak İlmi (nşr. Hüseyin Algül), İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Temel Eser), s. 190-191, 195; Nâbî, Hayriyye (s.nşr. İskender Pala), İstanbul 2003, s. 82-86; Sünbülzâde Vehbî, Lutfiyye (nşr. Süreyya Ali Beyzadeoğlu), İstanbul 1996, s. 44-47, 53-54, 82-85; Ahmed Rifat, Tasvîr-i Ahlâk (nşr. Hüseyin Algül), İstanbul, ts. (Tercüman 1001 Temel Eser), s. 36, 153, 205, 222; Orhan Şaik Gökyay, Destursuz Bağa Girenler, İstanbul 1982, s. 263; Hasan Kavruk, Eski Türk Edebiyatında Mensûr Hikâyeler, İstanbul 1998, s. 156-157, 161; Metin Akkuş, Nef‘î ve Sihâm-ı Kaza, Ankara 1998, s. 24-53, 70-88; Tunca Kortantamer, “Kuruluştan Tanzimat’a Kadar Osmanlı Dönemi Türk Mizahının Kısa Bir Tarihi”, Türkler (nşr. Hasan Celal Güzel v.dğr.), Ankara 2002, XI, 605-621; a.mlf., “Osmanlı Dönemi Türk Mizah Anlayışı”, TUBA, XXVII/2 (2003), s. 373-379; İskender Pala, Güldeste, İstanbul 2003, s. 7-14; a.mlf., “Hezl”, DİA, XVII, 305-306; a.mlf. – Metin Akkuş, “Hiciv”, a.e., XVII, 450-452; Mehmed Çavuşoğlu, “Zâtî’nin Letâyifi”, TDED, XVIII (1970), s. 25-51; Hasan Çiftçi, “Klâsik İslâm Edebiyatında Hiciv ve Mizahın Yöntemleri”, Atatürk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, sy. 11, Erzurum 1999, s. 173-182; Fikret Türkmen, “Osmanlı Döneminde Türk Mizahı”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, sy. 4, İzmir 2000, s. 1-10; Kenan Akyüz, “Mizah”, TA, XXIV, 263-264; Mustafa Kutlu, “Mizah”, TDEA, VI, 385.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 208 numaralı sayfada yer almıştır.

Müellif:

Halk Edebiyatı. Halk edebiyatında mizahın yer aldığı türlerin başında fıkra gelir. Önceleri Osmanlı edebiyatında latife adıyla bilinen fıkralarda hayattaki olumsuzluklar, aile, hukuk, terbiye, yardımlaşma, eğitim gibi konular halkın güleçliğiyle dile getirilir. Bu özellikleriyle fıkrayı sözlü halk edebiyatı ürünleri arasında mizahı temsil eden en tipik yapı kabul etmek mümkündür. Nasreddin Hoca, İncili Çavuş, Tıflî, Bekri Mustafa, Kemîne gibi kişi adlarına veya çeşitli mahallî tiplere bağlı olan fıkralar yanında Bektaşî, Mevlevî, Yörük, Terekeme, Tahtacı gibi inanç gruplarına ve topluluklara; Karadenizli, Kayserili, Konyalı, Çemişkezekli gibi yörelere; yahudi ve Rum gibi Anadolu azınlıklarına; Behlûl-i Dânâ ve Karakuşî Kadısı gibi İslâm kültürü içinde yer alan kimselere bağlı olan fıkralar da vardır (bk. LATİFE). Halk edebiyatında mizah içeren diğer bir tür masaldır. Dinleyenlerin dikkatini çekmek amacıyla masalların, “Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, develer tellâl iken, pireler berber iken, ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken” gibi başında; “Az gittik, uz gittik; dere tepe düz gittik; altı ay bir güz gittik; bir de ardımıza baktık ki bir arpa boyu yol gitmişiz” gibi ortasında ve, “Gökten üç elma düştü; biri anlatana, biri dinleyene, biri de başkasının yüzüne kara sürmeyenin başına” gibi sonunda söylenen tekerlemelerde mizah ön plandadır. Tekerlemeler dışında çeşitli mizah öğelerinin kullanıldığı Türk masallarının bu konuda en dikkate değer olanları Keloğlan masallarıdır. Bunlarda, özellikle Keloğlan’ın şahsında Türk halkının gülme ve güldürme anlayışı birçok yönüyle yansıtılmış bulunmaktadır. Saz şairlerinin şiirleri mizahın yer aldığı diğer halk edebiyatı ürünleridir. Atışmalarda rakibinin şairlik gücünü ölçen âşık zaman zaman onun çeşitli yönlerini mizahî bir anlayışla dile getirir. Kaygusuz Abdal, Kazak Abdal, Âşık Dertli, Âşık Şenlik ve günümüzden Âşık Reyhânî ile Âşık Murat Çobanoğlu ve saz şairi olmamakla birlikte hece vezniyle başarılı şiirler yazan Abdülvahap Kocaman ile Abdürrahim Karakoç mizah öğesini ustaca kullanan isimlerdir. Karagöz ve orta oyunu başta olmak üzere seyirlik halk oyunlarında da mizah temel öğelerden biridir. Bu oyunlarda ağırlık verilen eleştiri ve taşlamaların en önemli yönü gülünçleştirmedir. Temeli teşkil eden taklit ve tenkitte kafiyeli söyleşiler, jest ve mimikler, giyim kuşam, tavır ve davranış, yanlış anlamalar, mantık ve gerçek dışı durumlar birbiri ardınca tekrarlanarak mizah öğesinden yararlanılmış, böylece oyunlar daha ilgi çekici hale getirilmiştir. Türk halk edebiyatında zengin ve köklü bir geleneği olan bilmecelerin de çoğunun anlamında ve söylenişinde mizah öğesinden yararlanıldığı görülür. Anonim halk edebiyatı ürünlerinden deyim ve atasözlerinde tenkit yanında ince bir mizaha da yer verilmiştir: “Tut kelin perçeminden”; “El elin eşeğini türkü çağırarak arar”; “Aç aç ile yatınca arada dilenci doğar”; “Körle yatan şaşı kalkar” gibi. Tekerlemeler de mizahî öğelerin bulunduğu anonim halk edebiyatı ürünleridir. Daha çok sınama niteliğinde olan, ses yapısı bakımından söylenişinde güçlükler bulunan ve yanıldığı zaman söyleyeni gülünç duruma düşüren ibareler mizahî unsurların ağır bastığı tekerlemelerdir. Bunlardan başka çocukların oyun esnasında söylediği tekerlemelerde de mizahî öğeler vardır. Bazı dinî-tasavvufî edebiyat ürünlerinde, bilhassa Bektaşî-Alevî şairlerin şathiyelerinde ve yergilerde de mizaha yer verilmiştir.

BİBLİYOGRAFYA
M. Sunullah Arısoy, Türk Hiciv ve Mizah Antolojisi, İstanbul 1967; Orhan Şaik Gökyay, Dedem Korkudun Kitabı, İstanbul 1973, s. 3, 75-82; Aziz Nesin, Cumhuriyet Döneminde Türk Mizahı, İstanbul 1973; Mehmet Özbek, Folklor ve Türkülerimiz, İstanbul 1975, s. 333-345; Dursun Yıldırım, Türk Edebiyatında Bektaşi Tipine Bağlı Fıkralar, Ankara 1976, tür.yer.; Ferit Öngören, Cumhuriyet Dönemi Türk Mizahı ve Hicvi, Ankara 1983; Şükrü Elçin, Türkiye Türkçesinde Mâniler, Ankara 1990, s. 97; Feyzi Halıcı, Âşıklık Geleneği ve Günümüz Halk Şairleri, Ankara 1992, s. 582-583; Müjgân Üçer, Atalar Sözü Yerde Kalmaz: Sivas’ta Sözlü Gelenek, İstanbul 1998, tür.yer.; Pertev Naili Boratav, Tekerleme, İstanbul 2000, tür.yer.; a.mlf., “Halk Dilinde Hiciv ve Mizah”, Yurt ve Dünya, IV/25, Ankara 1943, s. 28-31; Nurettin Albayrak, Ansiklopedik Halk Edebiyatı Terimleri Sözlüğü, İstanbul 2004, s. 391-394; a.mlf., “Hiciv”, DİA, XVII, 452; Murat Uraz, “Halk Edebiyatında Mizah”, TFA, I/12 (1950), s. 178-179; a.mlf., “Halk Edebiyatında Hiciv ve Mizah”, a.e., XV/298 (1974), s. 6965-6966; Ali Rıza Önder, “Erzincanda Mizah”, a.e., VI/125 (1959), s. 248; VI/129 (1960), s. 2130-2131; M. Akif Işık, “Taşıt Sözleri”, HK, sy. 1 (1985), s. 49-57; Fikret Türkmen, “Doğu ve Batı Dünyasında Mizah Anlayışı”, TKA, XXXIV/1-2 (1998), s. 173-185; a.mlf., “Osmanlı Döneminde Türk Mizahı”, Türk Dünyası İncelemeleri Dergisi, sy. 4, İzmir 2000, s. 1-10; Kenan Akyüz, “Mizah”, TA, XXIV, 263; Mustafa Kutlu, “Mizah”, TDEA, VI, 383-388; İbrahim Altunel, “Latife”, a.e., XXVII, 109-110.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 208-209 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:

Yeni Türk Edebiyatı. Şinâsi’nin Tasvîr-i Efkâr’da İstanbul sokaklarında çoğalan köpeklerin toplatılması hakkında kaleme aldığı yazısına karşı Edhem Pertev Paşa’nın Mecmûa-i Fünûn’da yayımladığı, köpeklerin savunması niteliğini taşıyan ve bir filozofla bir sokak köpeğinin esprili diyalogundan meydana gelen “Av‘ave”si, Batılılaşma döneminde Türk mizahının geleneksel çizgiden ayrılan ilk örneği olarak kabul edilir. Ziyâ Paşa’nın Zafernâme Şerhi ve Nâmık Kemal’in “Hirrenâme” adlı manzumesi de bu devrin satir denilen mizah yoluyla hiciv türündeki ilk örnekleridir. İlk mizahî süreli yayın Terakkî gazetesinin 1869’da vermeye başladığı ek ve ilk mizah gazetesi de ertesi yıl Teodor Kasab’ın çıkardığı, yazılarının çoğunu Nâmık Kemal, Ebüzziya Tevfik ve Âli Bey’in yazdığı Diyojen’dir. Âli Bey, Lehcetü’l-hakāyık adlı mizahî sözlükle bir çeşit insanlık eleştirisi sayılabilecek Seyyâreler adlı fantastik masalı yayımlamıştır. Bu tarihten itibaren sayıları artan mizah yayınlarındaki (Çapanoğlu, s. 7-26) eleştirici tutum iktidarın tepkisine yol açmış ve bazı dergiler kapatılırken siyasal olaylara ve sorunlara yönelik mizaha önce kısmî sansür, ardından neşir yasağı getirilmiştir (1876-1908). Yanlış Batılılaşma’nın eleştirisi, Ahmed Midhat, Hüseyin Rahmi, Recâizâde Mahmud Ekrem’in romanlarındaki Felâtun Bey, Şöhret Bey ve Bihruz Bey tipleri yer yer karikatürize edilerek mizah duygusu uyandıracak şekilde verilmiştir. Müftüoğlu Ahmed Hikmet’in “Yeğenim” adlı hikâyesinde bu tip aynı özelliklerle bir kere daha ortaya çıkmıştır. Yasaklı yıllarda siyaset dışı kalarak mizahı Hüseyin Rahmi (Gürpınar), roman ve hikâyelerinde Ahmed Râsim “Şehir Mektupları” başlıklı yazılarında sürdürmüş, Şair Eşref ise şiirlerinde hicvin yanında bu türden de yararlanmıştır. Yasağı sona erdiren II. Meşrutiyet’in ilânı üzerine mizah yayıncılığında patlama meydana gelmiş ve daha çok siyasî karakterli seviyesiz bir mizah anlayışıyla çoğu kısa ömürlü çeşitli dergiler yayımlanmıştır (a.g.e., s. 27-138). Ancak bunların içinde Kalem ve Cem gibi Batı ayarında olanlarla uzun süre yaşayan Karagöz de bulunmaktadır.

II. Meşrutiyet’ten sonra Cenab Şahabeddin “Dahhâk-i Mazlûm”, Hüseyin Suat “Gâve-i Zâlim”, Refik Halit (Karay) “Kirpi” ve Ömer Seyfeddin “Şit” imzalarıyla mizahî manzume, yazı ve hikâyeler ortaya koymuşlardır. Ömer Seyfeddin özellikle Efruz Bey tiplemesiyle devrinin bazı aydınlarını mizah yoluyla hicvetmiştir. Fazıl Ahmet (Aykaç) ve Halil Nihat (Boztepe), divan şiiri formlarını kullanarak tanınmış yazar ve şairlerin üslûplarını ve meşhur eserlerini taklitle mizahî manzumeler, Hakkı Nâşir ismiyle Celâl Sahir (Erozan), Hüseyin Rifat (Işıl) ve Abdülbaki Fevzi (Uluboy) divan tarzı söyleyişle günün olaylarını karikatürize eden manzumeler yayımlamışlardır. Roman ve hikâyelerinin en duygulu yerlerinde dahi zarif ve ince mizah öğeleriyle okuyucusunu gülümsetmeyi başaran Reşat Nuri (Güntekin), mizahî magazin dergilerinde Hayreddin Rüşdü, Cemil Nimet, Yıldız Böceği, Ateş Böceği gibi takma isimlerle yazılar yazmış ve Kelebek adlı mizah gazetesini çıkarmıştır (1923). Ercümend Ekrem (Talu), karşılıklı konuşmalara dayalı hikâye tarzındaki mizahî çalışmaları yanında Evliya Çelebi’den esinlenerek “Evliyâ-i Cedîd” tipini ortaya koymuş, ayrıca “Meşhedî Câfer” ve “Torik Necmi” tiplerinin maceralarından oluşan mizahî halk romanları kaleme almıştır. Orhan Seyfi Orhon “Fiske” ve Yusuf Ziya Ortaç “Çimdik” takma adları ve kendi isimleriyle çeşitli eserler yazmış ve Akbaba, Papağan gibi dergileri yayımlamışlardır. İbrahim Alâeddin (Gövsa) “Kıvılcım”, Faruk Nafiz Çamlıbel “Çamdeviren” ve “Deli Ozan” imzalarıyla bazı mizahî eserler telif etmişlerdir. Fahri Celâleddin (Göktulga) ve Memduh Şevket Esendal ile onu yakından izleyen Muhtar Körükçü de yazıları mizah çeşnisi taşıyan müelliflerdir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü adlı romanına ve Haldun Taner’in eserlerine ince bir ironi hâkimdir. Burhan Felek de mizahî hikâye ve fıkralarıyla dikkat çeker. Namdar Rahmi Karatay, temeline atasözü ve tekerlemeleri koyduğu mizahî şiirleriyle tanınmış ve bunların çoğu darbımesel gibi dillerde dolaşmıştır.

1945’ten sonra, çalışmalarında mizaha da yer ayıran veya eserlerinde mizahî bir dil kullanan edip ve şairlerden farklı olarak kendini yalnız eleştirici mizaha adayan ve roman, hikâye, sahne oyunu, şiir dallarında ürün veren Aziz Nesin’in ortaya çıkmasıyla Türk mizahı dünya genelinde tanınmış ve hemen bütün kitapları çeşitli dillere çevrilmiştir. Adnan Veli, H. Hüseyin Korkmazgil, Muzaffer İzgü, Suavi Sualp, Vedat Saygel, Sulhi Dölek de mizahî roman ve hikâyeleriyle tanınmış diğer isimlerdir. Asıl çalışmaları dışında Dilaver Cebeci “Seyyâh-ı Fakir”, Nabi Avcı “Molla Kasım”, Hakan Albayrak “Werner Hugo”, Hilmi Yavuz “İrfan Külyutmaz” ve Ahmet Turan Alkan “Recai Güllaptan” imzasıyla gazete ve dergilerdeki mizahî yazılarıyla dikkat çekmiş yazarlardır.

BİBLİYOGRAFYA
Münir Süleyman Çapanoğlu, Basın Tarihimizde Mizah Dergileri, İstanbul 1970; Aziz Nesin, Cumhuriyet Döneminde Türk Mizahı, İstanbul 1973; Kenan Akyüz, Modern Türk Edebiyatının Ana Çizgileri 1860-1923, Ankara 1979, s. 63-66, 113-114, 153, 188-189; a.mlf., “Türkler”, İA, XII/2, s. 575, 593-594, 624-626; Ferit Öngören, Cumhuriyet Dönemi Türk Mizah ve Hicvi, Ankara 1983; “Mizah”, TDEA, VI, 385-388; Orhan Okay, “Hiciv”, DİA, XVII, 447, 452-454.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 209-211 numaralı sayfalarda yer almıştır.