MOHAÇ MUHAREBESİ

Osmanlılar’la Macarlar arasında 932 (1526) yılında yapılan meydan savaşı.

Müellif:

XVI. yüzyıl Osmanlı ve Avrupa tarihinin sonuçları itibariyle önemli savaşları arasında yer almaktadır. Macaristan’ın güney sınırına yakın bulunan Mohaç (Mohács) ovasında yapılmış olması sebebiyle bu adla anılır. Ayrıca tarihî Macar Krallığı’nı sona erdirip Macar topraklarının parçalanmasının ilk adımını oluşturması yanında Avrupa’da Macar tahtı veraseti meselesini ortaya çıkarmasıyla da dikkat çeker.

Savaşın sebepleri Avrupa’daki siyasî gelişmelerle yakından ilgilidir. Belgrad’ı 927’de (1521) Macarlar’dan alan Kanûnî Sultan Süleyman, Orta Avrupa’ya yönelik olarak başlatacağı yeni askerî harekât için burayı bir üs, ileri karakol şeklinde düşünmüştü. Onun bir sonraki hedefinin Macar Krallığı olacağı biliniyordu. Fakat Macaristan’ı, sosyal ve askerî boyutlarını göz önüne alarak tıpkı Eflak ve Boğdan prenslikleri gibi kendisine bağlı vasal beylikler konumunda tutup Habsburg İmparatorluğu’na karşı bir ara bölge şeklinde kullanmak ve geride Tuna hattının doğusunun emniyetini sağlamak amacındaydı. Bu siyaset uzun vadeli olarak planlanmıştı, fakat Avrupa’daki âni siyasî gelişmeler Macar Krallığı’na yönelik politikalarda önemli değişmelere yol açtı. İmparatorluk yarışını kazanan V. Karl’a karşı mücadeleye girişen ve bir süre sonra Pavia’de yenilip (25 Şubat 1525) esir düşen Fransa Kralı I. François’nın annesi oğlunun kurtarılması için Osmanlı padişahına başvurunca Macaristan konusu öncelik kazandı. İmparatorun Fransızlar’la anlaşma yaparak I. François’yı serbest bırakması (14 Ocak 1526), Osmanlılar’ın aynı yılın bahar ayında düzenlemek üzere başlattıkları hazırlıkları erteletmedi. Fransız elçisi Johann Frangepán’ı kabul eden Kanûnî Sultan Süleyman, krala hitaben yazdığı evâil-i Rebîülâhir 932 (15-25 Ocak 1526) tarihli mektupla Fransızlar’ın denizden ve karadan Habsburglar’a karşı sefer yapılması teklifini uygun gördüğünü bildirdi. Ortak hedef, imparatorun Fransa’yı da ele geçirip Avrupa’da tek güç haline gelmesini engellemek şeklinde belirlenmişti.

Seferin sebepleri hakkında, 1533’te Alman elçileriyle görüşen Vezîriâzam İbrâhim Paşa’nın (Makbul) ifadeleri, Osmanlılar’ın Macar seferi için siyasî yönden hangi hususları öne çıkardıkları hakkında ipucu verir. Buna göre padişah tahta çıktığında Macarlar’la iyi münasebetler kurmak için babasının vefatı ve kendisinin tahta cülûsunu bildirmek, böylece karşı taraftan bir tebrik alarak mevcut anlaşmaları teyit etmek maksadıyla Macar Kralı II. Layoş’a (Lajos) elçi göndermiş, fakat Macar kralı bu elçiyi ve onun ardından gönderilen ikincisini hapse atınca durum padişah tarafından düşmanlık belirtisi sayılmıştı. Daha sonra Fransa kralının annesi yardım talebinde bulununca kralın esaretine çok üzülmüş olmasının da etkisiyle buna bir cevap olmak ve İmparator V. Karl’a darbe vurmak için onun kız kardeşiyle evli olan Macar kralı üzerine sefer yaparak hem V. Karl’ı zor duruma düşürmeyi, hem de barış çağrılarına karşı düşmanca davranan II. Layoş’tan intikam almayı planlamıştı (Hammer, V, 134-135). Gerek buradaki ifadeler gerekse Mohaç’ta zafer kazanıldıktan sonraki gelişmelerden bu seferin hedefinin, âni şekilde Macaristan’a bütünüyle hâkim olmaktan çok Orta Avrupa meselelerine yön verici bir pozisyon elde etmek ve V. Karl’a rakipsiz bulunmadığını hissettirmek olduğu anlaşılır.

Sefer kararı alındığında Habsburg İmparatorluğu, Fransa ile olan savaş yanında Alman prenslerinden kaynaklanan iç problemlerle, sosyal ve dinî hareketlenmelerle (Protestanlık meselesi), İngiltere ve İtalyan şehir devletlerinin karşı tavırlarıyla uğraşıyordu. Vaktiyle papanın direktifleri doğrultusunda Osmanlılar’la anlaşma yenilemeyip elçileri hapse atan ve yeni padişahın cülûsunu tebrik için heyet göndermeyen Macar Kralı II. Layoş ise Osmanlı tehdidi karşısında güçlü müttefikler bulamadı. Leh kralı 1525’te Osmanlılar’la anlaşma yenilemişti, Alman prensleri Macaristan için para harcamak ve asker kaybetmek istemiyorlardı. Katolik Batılı hükümdarlar yardım taleplerini sessizlikle karşılıyorlardı. Öte yandan Macaristan’daki asilzadelerin bir bölümü II. Layoş’un idaresinden memnuniyetsizlik duyuyordu. Savaş meclisinde bile asilzadelerin istekleri, kralın yanındaki Almanlar’ın uzaklaştırılması ve devlet gelirlerinin daha âdil biçimde kullanılması noktasında toplanmıştı. Osmanlılar’ın çıktıkları yeni seferin hedefinin neresi olduğu konusunda bile (Erdel, Budin, Hırvatistan) fikir birliği içinde değillerdi, bu meselede tam bir belirsizlik hâkimdi. Hatta Erdel Voyvodası Zapolya’nın ve dönemin meşhur Macar kumandanı Kristóf Frangepán’ın savaşa katılmakta gecikmeleri biraz da bu sebeptendi. Çek yardımcı kuvvetleri feodal alışkanlıklar yüzünden çok geç toplanabilmişti. Macarlar da maddî durumu göz önüne alıp askerlere uzun süreli para ödeyerek onları bir arada tutamadıklarından savaşa çok az bir zaman kala bunları alelacele bir araya getirebilmişlerdir.

II. Layoş, Türkler’in durumunu çok iyi bildiği gerekçesiyle Kaloç (Kalocsa) başpiskoposu ve Sirem (Srem) kumandanı Pál Tomori’yi Vişegrad’a çağırdı. 23 Nisan 1526’da yapılan toplantıda Osmanlılar’ın sefer hazırlıkları ve karşı tedbirler pek konuşulmadı, 1 Temmuz’da köylüler ve çetelerden oluşan piyadelerin Tolna’da toplanması kararlaştırıldı. 9 Mayıs’ta sona eren mecliste yaşananlara şahit olan papa temsilcisi (Burgio), papanın şimdiden Macaristan’ı kaybedilmiş hıristiyan ülkeleri listesine ekleyebileceğini ifade etmiştir.

Gerekli hazırlıkları tamamlayan Kanûnî Sultan Süleyman, yanında vezîriâzam ve aynı zamanda Rumeli beylerbeyi olan İbrâhim Paşa olduğu halde İstanbul’dan 11 Receb 932’de (23 Nisan 1526) hareket etti. Edirne’den Filibe’ye gelindiğinde İbrâhim Paşa, Rumeli askeri ve maiyetine verilen 2000 tüfekçi yeniçeri, 150 topla bir konak ileriye sevkedildi. İkinci vezir Mustafa Paşa, üçüncü vezir Ayas Paşa ve Anadolu Beylerbeyi Behram Paşa padişahla birlikte asıl kuvvetler onları takip ediyordu. Sürekli yağan yağmurların yumuşattığı ağır arazi şartları, kabaran dereler ve sellerle boğuşan, bu yüzden çok yavaş ilerleyen ordu güzergâh planını değiştirmek zorunda kaldı; Semendire (Smederevo) yolu yerine Alacahisar (Kruşevac) yolu tercih edildi. Daha sonra İbrâhim Paşa ile buluşularak yol üstünde önemli bir kale olan Pétervárad’ın (Petrovaradin / Varadin) kuşatılması kararlaştırıldı. Morava suyunu geçen padişah Belgrad’a ulaştı ve ramazan bayramını burada geçirdi. İbrâhim Paşa’nın kuvvetleri ise Pétervárad’ı kuşatma altına almıştı (4 Şevval / 14 Temmuz). Bu sırada Osmanlı ordugâhına Tomori’nin 2000 askerle Pétervárad yakınlarında olduğu, kralın ise henüz Budin’den ayrılmadığı haberi geldi. Kralın Avusturya arşidükü Ferdinand’dan yardım isteğini 15 Temmuz 1526 tarihli mektupla tekrarladığı ve Türkler’in Pétervárad’ı hedeflediklerini, burasının düşmesi halinde hem Macar hem de bütün imparatorluk topraklarının tehlikede olacağını bildirdiği sırada Osmanlı kuvvetleri kaleyi kuşatmış bulunuyordu. Belgrad’da iken Tuna’dan 29 Ramazan’da (9 Temmuz) çoğu ufak tipte ve köprü yapımında kullanılacak olan 800 kadar gemi ulaşmıştı. Bu gemilerden bir kısmı, top ve tüfekli asker yerleştirilerek Pétervárad Kalesi’nin Tuna yönündeki surlarını kuşatmak üzere oraya sevkedildi. Bazı Osmanlı kaynaklarında kuşatma sırasında Tomori’nin 2000 askeriyle Tuna’nın hemen öte yakasında mevzilendiği, gemilerin içindeki tüfekçi askerlerin ve topların bunlara karşı harekete geçirildiği, yoğun ateş sonucu Tomori’nin mevzilerini bırakıp geri çekildiği belirtilir (İbn Kemal, s. 251-252). Kale alındıktan (17 Şevval / 27 Temmuz) iki gün sonra padişah hedefin Budin olduğunu açıkladı. 29 Şevval’de (8 Ağustos) İlok (İllok / Ujlak) Kalesi düştü. 13 Zilkade’de (21 Ağustos) Drava nehri üzerinden gemilerle oluşturulan seyyar köprüden kademe kademe bütün ordu geçirildi. Köprüyü yıkmakla görevlendirilen Tomori, Osmanlı ordusunu bu bölgede durdurmak istiyordu, fakat daha önce Báthori gibi o da arkadan herhangi bir takviye alamayınca geri dönüp kralın ordugâhına gitti. II. Layoş ise 24 Temmuz’da Tolna’ya gelmiş, burada toplanacak askerleri beklemeye başlamıştı. Yarısı köylülerden oluşan, diğer yarısını Estergon, Istolni Belgrad ve diğer Macar bölgelerinden gelen süvarilerle Leh, Bohemya, Alman askerlerinin oluşturduğu 20.000 kişiyle 15 Ağustos’ta Osmanlı ordusunun karşılanacağı Mohaç sahrasına hareket etmiş, dört gün sonra burada ordugâhını kurmuş, askerlerini yerleştirmişti. Bu sırada gelen takviyelerle asker sayısı giderek artıyordu, savaş sırasında sayı 40-50.000 dolayına ulaşmıştı. 19 ve 20 Ağustos’taki savaş meclisinde kumandanlar Osmanlı ordusunun Mohaç’ta karşılanıp karşılanmaması hususunu görüşmüşler, ayrıca orduya henüz katılmamış olan Zapolya ve Frangepán’ın askerlerinin beklenmesi, bunlar gelmeden savaşın hemen başlatılması ve padişahtan barış istenip haraç vermeye razı olunması gibi konuları tartışmışlardı (Iorga, II, 400). Macar asilzadelerinin çoğu bir süvari hücumuyla Osmanlı ordusunun dağıtılabileceği inancındaydı. Kendilerinden daha kalabalık Osmanlı ordusunun (yaklaşık 80.000 kişi) araziyle boğuşmasını ve kısım kısım ilerlemesini fırsat bilerek âni bir saldırıyla doğrudan padişahın bulunduğu yere ulaşmanın, böylece zaferi kazanmanın mümkün olacağı kanaati hâkimdi. Macar ordugâhı ovanın en uygun yerinde bulunuyordu, Osmanlı ordusunun ovaya ulaşacağı güzergâh sürekli yağan yağmurlarla bataklık haline gelmiş, ağır Osmanlı ordusu yürüyüş düzenini bozmak ve yavaş hareket etmek mecburiyetinde kalmıştı. Buna rağmen Macarlar zorlanan ve kıtaları arasındaki bağı kopan Osmanlı ordusu üzerine yürümekte geciktiler.

Dönemin Osmanlı kaynaklarından Kemalpaşazâde ve olayı ondan özetlediği anlaşılan Matrakçı Nasuh, Macarlar’ın beklemeyip Osmanlı ordusunu Drava’nın bataklık arazisinde ve geçit yeri yakınlarında karşılamaları halinde durumu lehlerine çevirebileceklerini ve Osmanlı ordusunu güç durumda bırakacaklarını belirtir. Son askerî grubu 14 Zilkade’de (22 Ağustos) köprüden geçen ve bataklık arazide yağmur altında Mohaç’a doğru ilerleyen Osmanlı ordusu 19 Zilkade’de (27 Ağustos) Baranyavár mevkiinde ordugâh kurdu ve ertesi günü savaş olacağı ilân edildi. 20 Zilkade’de (28 Ağustos; bu tarih savaşın çarşamba günü yapılması sebebiyle 29 Ağustos’a denk düşer) sabahleyin önde İbrâhim Paşa’nın Rumeli sipahileri ve tüfekçi grubunun bulunduğu kuvvetler olduğu halde yürüyüşe geçen ordu ancak ikindi vaktinden biraz önce Mohaç ovasına hâkim yüksekliklere ulaşabildi. Buradan Macar ordugâhının karaltısı görülebiliyordu. Arkadaki kuvvetler ise gecikmişti. Akşamın yaklaşması sebebiyle savaşın ertesi günü yapılması kararlaştırıldı, bunun üzerine ordunun ağırlıkları ve malzemelerinin indirilip çadırların kurulması emri verildi. Bu işler yapılırken süvariler Macarlar’ın hareketlerini dikkatle takip ediyorlardı. Tam bu sırada Macar alaylarında bir hareketlenme oldu ve âni Macar saldırısının başladığı anlaşıldı.

Osmanlı askerî heyeti âni saldırı karşısında önceden kararlaştırılan planı uyguladı. Yapılan görüşmelerde Semendire Beyi Yahyâpaşaoğlu Bâlî Bey, Macar ağır zırhlı süvarilerinin birbirine zincirlerle bağlanarak yapacakları sert saldırılara karşı öndeki Rumeli askerinin yanlara ayrılarak onlara geçit vermesini ve ardından yan cepheden hücum edilmesini tavsiye etti. Ancak önde bulunan ağırlıkların bu plana engel olacağı düşünüldüğünden ordunun ağırlıklardan ayrılması ve bunların geride indirilmesi gerektiği üzerinde duruldu. Öte yandan saldıran Macarlar, Rumeli askeri ikiye ayrıldığında birdenbire bunların arkasındaki top arabaları, zincirle bağlanmış toplar ve tüfekçi yeniçeri birliklerinin oluşturduğu duvara çarpacaklardı. Ayrıca akıncı beyleri (Bâlî ve Bosna Beyi Hüsrev) Macar kuvvetlerini arkadan sarmak için pusuya yatırıldı.

Hafif yükseltili, yağmur sebebiyle yumuşamış taraçaları yaran vadilerden ve taraça üzerinden aşağıya inen Rumeli kuvvetlerine yapılan Macar saldırısı öğleden sonra ikindi vaktine doğru başladı. Plan uyarınca Rumeli askeri iki yana açıldı, Macar kuvvetleri karşılarında topçu ve tüfekçileri buldular. Toplar pek etkili olmadıysa da yerlerinde disiplin içerisinde duran ve atış için uygun zamanı bekleyen yeniçeri tüfekçileri birkaç grup halinde kademeli ve seri ateşle Macar süvarilerini dağıttı. Osmanlı kaynaklarında Macar kuvvetlerinin üçe ayrıldığı, padişah çadırının ve ordugâhının savaş mahallinden uzakta kurulduğu, evvelâ öncü askerlerin (çarhacı) çarpıştığı, ardından Macar ordusunun sağ kolundaki kuvvetlerin akıncılara karşı yollandığı, soldakilerin yerinde bırakıldığı, kralın ise İbrâhim Paşa üzerine saldırdığı, ikiye ayrılan Rumeli askeri arasından geçip tüfek ateşiyle karşılaşınca sola döndüğü, bu kesimdeki Osmanlı sipahileriyle çatışarak saflarını yardığı, ancak yetişen kuvvetlerle etraflarının çevrilip imha edildiği, sol kolda duran Macar kuvvetlerinin ise Anadolu sipahileri üzerine yürüdüğü, fakat bunların içinde sıkıştıkları, yeniçerilerin yetişip Macarlar’ı dağıttığı, padişah tarafına yönelenlerin de tamamıyla yok edildiği belirtilir.

Macar ordusunda bulunan ve kendisi de savaşa katılan episkop ve kançılar Brodarics de bazı farklılıklarla benzeri bir tablo çizer: Öncelikle Osmanlı kuvvetlerinin Macar ordusunu çember içine almaması için geniş bir alana yayıldıklarını, en kalabalık kısmı oluşturan sağ kanadın başında Hırvat banı Franjo Batthyány, Tomori’nin de bulunduğu sol kanada Péter Perényi’nin kumanda ettiğini, yayaların bu süvarilerin ortasına yerleştiğini, ikinci safta ise kralın kuvvetlerinin yer aldığını, pusuya yatırılan Osmanlı akıncılarının hareketlerinin farkedildiğini ve üzerlerine Ráskay’ın kumandasında 400 süvari yollandığını, saldırı sırasında Osmanlı ordusunun ikiye ayrıldığını, Macar süvarilerinin karşılarında birden top ve tüfekçileri bulduğunu ve dağıldıklarını, bozgunun yaygınlaştığını, Macar ordugâhına sokulan Osmanlı kuvvetlerinin burayı yağmalayıp tahrip ettiklerini söyler.

Savaşa çok önem veren Macar tarihçiliğinde Osmanlılar’a saldıran sol kanadın Rumeli askerini bozduğu, bu sırada yağmaya daldığı için zaman kaybettiği, yetişen tüfekçi yeniçerilerin bunları dağıttığı üzerinde durularak savaşın kaybı buna bağlanır. Önceden yapılan planlar ve Osmanlı kuvvetlerinin belirlenen taktiğe uygun hareket ettiği göz önüne alınmaz. Âni hücumla saldıran Macar kuvvetlerinin başarı şansı pek yoktu, üstelik saldırı sırasında arkadaki kuvvetlerle olan bağları kopmuştu, gerideki yayalar ise bunlara yetişememişti. Bunda biraz da yandan çevirme hareketi etkili olmuştu. Ayrıca yine ümitsizce çarpışan Macar kuvvetleri ordugâhın tahrip edildiği haberi gelince tamamıyla kuşatıldıklarını düşünmüşler ve bu da savaşın kaybında önemli bir rol oynamıştı. Öte yandan pusudaki akıncılar, üzerlerine yollanan Ráskay’ın müfrezesini dağıtmış, süratle Macar ordugâhına yönelip burayı ateşe vermiş ve Macar ordusunun arka tarafında kontrolü sağlamıştı. Macarların durumuna nisbetle oldukça zor arazi şartlarıyla boğuşan ve yavaş hareket eden Osmanlı kuvvetlerinin âni saldırı karşısında tam olarak savaş düzenine geçemediği, hatta bir bölümünün hiç savaşa girmediği hesaba katılırsa sonucu, bütün bu olumsuz faktörlere rağmen asker sayısı bakımından üstünlüğünden ziyade taktik, düzen ve âni değişime hazır bir savaş disiplini içerisinde bulunmasının tayin ettiği söylenebilir.

Çatışmanın yaklaşık iki saat sürdüğü Mohaç Meydan Muharebesi neticesinde Macar Kumandanı Tomori, Borza deresi yakınlarında hayatını kaybetti. Kral II. Layoş kaçarken akşam karanlığının da tesiriyle Csele deresinde boğuldu. İki başkumandan, altı başrahip ve Macar ileri gelenlerinden 300 kişi savaş meydanında kaldı. Sefer sırasında tutulan rûznâmeye göre meydanda kalan Macar ölüleri ortada bırakılmayarak gömüldü, bu sırada 20.000 piyade, 4000 süvari cesedi sayıldı. Esir alınanların sayısı ise 10.000’e ulaşıyordu. Rûznâmede Osmanlı kaybı bir istinsah hatası değilse elli-altmış kişi olarak gösterilir. Celâlzâde Mustafa Çelebi bu rakamı 150’ye çıkarır. Ancak sayının bunların epeyce üstünde olduğu açıktır. Savaşın sona ermesinin ardından padişah bir gün Mohaç ovasında kaldı ve hiçbir mukavemetle karşılaşmaksızın Budin’e doğru hareket edip şehre girdi (4 Zilhicce / 11 Eylül). İki hafta sonra Osmanlı ordusu şehri boşaltıp geri döndü.

Savaş Macar Krallığı’nın bir bakıma sonunu hazırladı. Her ne kadar Osmanlılar, Budin merkezli olmak üzere Zapolya’nın krallığını, kendilerine bağlı olmak kaydıyla, kabullendilerse de bu durum geçici bir süre içindi. II. Layoş’un ölümü, V. Karl’ın kardeşi Avusturya ve Bohemya taraflarının idarecisi Arşidük Ferdinand’ın akrabalık bağı dolayısıyla Macar tahtı verasetinde hak iddiasına ve Macaristan’ın bir bölümünde hâkimiyet kurmasına yol açtı. Ortaçağ Macar Krallığı’nın eski toprakları üçe taksim edildi. Bu durum Macaristan topraklarında Osmanlılar’la Habsburglar arasında 150 yıl sürecek olan mücadelenin de ilk adımını oluşturdu. Öte yandan Avrupa’daki siyaset arenasında Osmanlılar’ın ağırlıklarını hissettirecekleri yeni bir devir bu zaferle başlamış oldu.

BİBLİYOGRAFYA
TSMA, nr. E. 6146/2; BA, D.BRZ, nr. 20611, 20612; “Mohaç Seferi Ruznâmesi” (Feridun Bey, Münşeât içinde), I, 554-563; “Mohaç Fetihnâmesi” (a.e. içinde), I, 546-551; İbn Kemal, Tevârîh-i Âl-i Osmân, X. Defter, s. 201-311 (Mohaçnâme: Histoire de la Campagne de Mohacz [metin ve Fransızca trc. Pavet de Courteille], Paris 1859); Brodarics István, Igaz leírás a magyaroknak a törökökkel Mohácsnál vívott csatájáról, Budapest 1983, tür.yer.; Matrakçı Nasuh, Süleymannâme, TSMK, Revan Köşkü, nr. 1286, vr. 98b-132a; Lutfî Paşa, Târih (haz. Kayhan Atik), Ankara 2001, s. 256-264; Celâlzâde Sâlih, Mohaç Seferi Fetihnâmesi (Târîh-i Feth-i Budin), İÜ Ktp., TY, nr. 1285; Celâlzâde, Tabakātü’l-memâlik, vr. 131a-148b; Bostan Çelebi, Süleymannâme, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 3317, vr. 75a-92b; Sivâsî, Süleymannâme, TSMK, Hazine, nr. 1340, vr. 54a-66aTârîh-i Âl-i Osman (haz. Mustafa Karazeybek, yüksek lisans tezi, 1994), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 318-322; Hocazade Mehmed Efendi’nin İbtihâcü’t-tevârîhi (haz. Ahmet Akgün, doktora tezi, 1995), İÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 147-224; Peçuylu İbrâhim, Târih, I, 84-98; Hammer (Atâ Bey), V, 57-65, 134-135; Zinkeisen, Geschichte, III, 639-646; N. Iorga, Geschichte des Osmanischen Reiches, Gotha 1909, II, 391-403; Mohácsi emlékkönyv 1526 (ed. Imre Lukinich), Budapest 1926; Ferenc Szakály, A Mohácsi Csata, Budapest 1976; Gyula Rázsó – László Csendes, “A Mohácsi Csata”, Mohács 1526, Budapest 1976, s. 9-87 (özet trc. Hicran Akın, “Atatürk’ün 100. Doğum Yılına Armağan”, DTCFD, özel sayı [1982], s. 607-625); Mohács emlékezete, Budapest 1979; László M. Adföldi, “The Battle of Mohács, 1526”, From Hunyadi to Rakoczi. War and Society in Late Medieval and Early Modern History (ed. J. M. Bak – B. K. Király), Brooklyn 1982, s. 189-202; Géza Perjés, “A Mohácsi Csata (1526 Augusztus 29)”, Mohács (ed. L. Rúzsás – F. Szakály), Budapest 1986, s. 195-239; a.mlf., Mohaç Meydan Muharebesi (özet ve tanıtma Şerif Baştav), Ankara 1988; Gábor Ágoston, “Müzakere”, XV ve XVI. Asırları Türk Asrı Yapan Değerler, İstanbul 1997, s. 173-174; Annie Berthier, “Kanuni Süleyman’ın I. François’ya Mektubu”, Toplumsal Tarih, III/17, İstanbul 1995, s. 43-45.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 232-235 numaralı sayfalarda yer almıştır.