İKTİDÂB

Şiir ve nesirde tema ve konular arasında ilgi kurmadan geçiş yapmak anlamında bedî‘ ilmi terimi.

Müellif:

Sözlükte “kesmek” anlamındaki ḳażb kökünden masdar olan iktidâb “sözü kesmek, irticâlen konuşmak ve söz söylemek” mânasına gelir. Kelime bedî‘ ilminde, “sözün giriş ve başlangıç kısmından asıl maksadı ifade eden kısmına münasebet kurmadan doğrudan geçiş yapmak” anlamında kullanılır. Münasebet kurularak yapılan geçişe ise tehallus adı verilir. Bu terim, “irticâlen muhatabın beklemediği ve ümit etmediği ilgisiz bir söz söylemek” şeklinde de tanımlanmıştır.

İktidâb özellikle İmruülkays b. Hucr, Züheyr b. Ebû Sülmâ, Tarafe b. Abd ve Antere gibi Câhiliye şairleriyle Lebîd b. Rebîa, Hassân b. Sâbit, Kâ‘b b. Züheyr gibi muhadram şairlerin kasidelerinde yaygın olarak görülen bir anlatım tarzıdır. Bunların şiirlerinde iki ayrı konu ve tema arasında ilgi kurarak yapılmış geçişlere (tehallus, hüsn-i tehallus, berâat-i tehallus) nâdir rastlanır. Bu şairler kasidelerine, sevgililerini ve onlarla aşk macerası yaşadıkları yerleri yâdeden girişten (teşbîb, nesîb) sonra, asıl maksada hiç beklenmedik bir şekilde ve münasebet kurmadan geçiş yapmayı bir tarz olarak benimsemişlerdi. Kur’an’ın birçok sûresinde ve özellikle Mekkî sûrelerde, Câhiliye devri edebiyatının bu karakteristiğini yansıtır biçimde iktidâb tarzının hâkim olduğu görülür. Hadislerde ve sahâbe sözlerinde de aynı üslûp hâkimdir.

İslâm’ın ilk devirlerinde yetişen müslüman şairlerin şiirlerine münasebetli geçiş hâkim ise de bunların eskilere uyarak iktidâb yaptığı da görülmektedir. Özellikle Ebû Nüvâs’ın methiyeleri başta olmak üzere Ebû Temmâm, Cerîr b. Atıyye, Ferezdak, Ahtal, Zürrumme ve Buhtürî’nin şiirlerinde iktidâb örneklerine rastlanmaktadır. Ebû Temmâm şu beytinde iktidâb yapmıştır: ”لو رأى الله أنّ في الشيب خيرًا ، جاورته الأبرار في الخلد شيبا // كلّ يوم تبدي صروف اللّيالي ، خلقاً من أبي سعيد، غريبا“ (Allah ihtiyarlıkta bir hayır görseydi iyiler cennette O’na ihtiyar olarak mücâvir olurdu. Zaman Ebû Saîd’in her gün ilginç bir hasletini ortaya çıkarıyor). İlk beyitte yaşlılık hicvedildikten sonra arada bir münasebet kurulmadan ikinci beyitte Ebû Saîd’in methine geçilmiştir.

Arada kısmen münasebet bulunan geçişlere de “tehallusa yakın iktidâb” adı verilir. Hitabe ve mektuplarda Allah’a hamdüsenâ ve resulüne salâtüselâmdan sonra “emmâ ba‘dü, ve ba‘dü” diyerek asıl maksada geçmek bu tür bir iktidâb kabul edilmiştir. Burada “emmâ ba‘dü, ve ba‘dü” bir nevi münasebet kurma ifadesi sayılırken iki hitabı birbirinden ayırması bakımından da “faslü’l-hitâb”dır. Kur’an’da ”هَذَا، وَإِنَّ لِلطَّاغِينَ لَشَرَّ مَآبٍ“ (Bu böyle, azgınlar içinse çok kötü dönüş vardır [Sâd 38/55]); ”ذَلِكَ، وَمَنْ يُعَظِّمْ حُرُمَاتِ اللهِ فَهُوَ خَيْرٌ لَهُ عِنْدَ رَبِّهِ“ (Durum böyle, her kim Allah’ın emir ve yasaklarına saygı gösterirse bu rabbinin katında kendisi için daha hayırlıdır [el-Hâc 22/30]); ”هَذَا ذِكْرٌ، وَإِنَّ لِلْمُتَّقِينَ لَحُسْنَ مَآبٍ“ (İşte bu bir hatırlatmadır. Doğrusu Allah’a karşı gelmekten sakınanlara güzel bir gelecek vardır [Sâd 38/49]) gibi âyetlerde önceki söze ve hükme dikkat çeken işaret isimleri de bu tür iktidâbdır. Bunlarla, önceki hükümle irtibat kurulduktan sonra başka bir hükme geçilmektedir. Yukarıda zikredilen ilk âyette öncelikle müminlerin âhiretteki durumları açıklandıktan sonra getirilen işaret ismiyle (hâzâ, zâlike), âyetin önceki kısmı ile bir tür münasebet kurularak azgınların durumunun beyanına geçilmiştir. Kitapların konu başlarına yazılan “hâzâ bâbü, hâzâ faslu …” ibareleriyle “eyzan, nahvü” gibi lafızlar da iki söz arasında kısmen ilgi kurduğu için bu tür bir iktidâb sayılmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, II, 1165.

İbnü’l-Esîr, el-Mes̱elü’s-sâʾir, Kahire 1381/1962, II, 244.

Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Kahire 1964, II, 49.

Hatîb el-Kazvînî, el-Îżâḥ fî ʿulûmi’l-belâġa (nşr. M. Abdülmün‘im Hafâcî), Kahire 1400/1980, II, 596-598.

Yahyâ b. Hamza el-Alevî, eṭ-Ṭırâẓü’l-müteżammin li-esrâri’l-belâġa, Beyrut 1402/1982, II, 347-353.

Teftâzânî, el-Muṭavvel ʿale’t-Telḫîṣ, İstanbul 1286, s. 437-441.

a.mlf., Muḫtaṣarü’l-meʿânî, İstanbul 1307, s. 458-461.

Şürûḥu’t-Telḫîṣ, Beyrut, ts. (Dârü’s-sürûr), IV, 539-542.

Desûkī, Ḥâşiye ʿalâ Muḫtaṣari’l-meʿânî, İstanbul 1307, II, 743-747.

Seyyid Ahmed el-Hâşimî, Cevâhirü’l-belâġa, Beyrut, ts. (Dârü’l-kütübi’l-ilmiyye), s. 421.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 22. cildinde, 55-56 numaralı sayfalarda yer almıştır.