İMRUÜLKAYS b. HUCR

Ebû Vehb (Ebü’l-Hâris / Ebû Zeyd) Hunduc b. Hucr b. el-Hâris Âkilü’l-Mürâr (ö. 540 dolayları)

Câhiliye devrinin tanınmış Arap şairi.

Müellif:

Necid’de doğdu. Kinde’nin son hükümdarı Hucr’ün oğludur. Soyu Güney Arabistan’da yerleştikleri kabul edilen Kahtânîler’e dayanır. Kabilesinin Yemâme bölgesinde Muşakkar denilen yerde veya Himyerîler zamanında Hadramut’ta yerleştiği bilinmektedir. Asıl adının Hunduc, Adî veya Müleyke olduğu kaydedilmektedir. İmruülkays onun lakabı olup “şiddet adamı, Tanrı Kays’ın kulu, Kaysoğulları kabilesinden bir kişi” anlamlarına gelir. Bizans kralının hediye ettiği zehirli gömleğin etkisiyle vücudunu yara ve çıbanlar kapladığından “zü’l-kurûh” (yaralı adam) ve babasının intikamını almak için yardım talep etmek üzere kabile kabile, ülke ülke dolaşması ya da serseri bir hayat yaşaması sebebiyle “el-melikü’d-dıllîl” (şaşkın/sapkın kral) lakaplarını da almıştır.

İmruülkays’ın hayatı hakkında bilinenler II. (VIII.) yüzyılda yaşayan Kûfeli âlimlerin rivayetlerine dayanmaktadır. Babasının sarayında binicilik, ok atma ve savaşmayı öğrenerek yetişen İmruülkays, annesi Rebîa’nın mensup olduğu Tağliboğulları kabilesine sık sık gidip geldiğinden Arap edebiyatında kahramanlığıyla tanınan dayısı Mühelhil b. Rebîa’dan ders alarak şiirde yüksek bir seviyeye ulaştı. Başında bulunduğu Esedoğulları kabilesinin kadınlarına şiirle sataşmaya başladığını öğrenen babası önce onu uyardı; kendisini dinlemeyip aşk şiirleri söylemeye devam etmesi üzerine de âzatlısı Rebîa’ya oğlunu öldürmesini ve gözlerini kendisine getirmesini emretti. Ancak Rebîa, İmruülkays’a kıyamayıp vurduğu bir ceylanın gözlerini Hucr’e götürdü; Hucr’ün pişman olduğunu ve çok üzüldüğünü görünce de onu öldürmediğini söyledi. İmruülkays önceki davranışlarını yine sürdürünce babası onu kabilesinden kovdu. Kelb, Bekr ve Tay oymaklarından kendisine katılan bir grupla birlikte kabilelere saldırıp ganimet alan ve günlerini eğlence ile geçirmeye başlayan İmruülkays, babasının bir isyan sonucu Esedoğulları tarafından öldürüldüğünü Yemen’de iken duydu ve onun intikamını almaya yemin etti. İmruülkays’ın bu kararını öğrenen Esedoğulları bir barış heyeti gönderdi, fakat İmruülkays onları devrin intikam alâmeti olan siyah sarıkla karşıladı. İmruülkays, Bekr ve Tağlib kabilelerinden aldığı kuvvetle düşmanlarını mağlûp ettiyse de bu galibiyet, Esedoğulları’ndan hiçbir kimsenin sağ kalmasını istemeyen İmruülkays’ı tatmin etmedi. Ancak müttefikleri kendisine daha fazla yardım etmeyi reddettiler ve onu savaştan vazgeçirmeye çalıştılar. Kabileler arasında dolaşıp tekrar yardım toplayan İmruülkays, akrabası olan Himyer kralının verdiği ve diğer kabilelerden sağladığı kuvvetlerle Esedoğulları’na saldırarak onları yenilgiye uğrattı. Bunun üzerine Hîre Hükümdarı Münzir b. Mâüssemâ, İmruülkays’a karşı Kisrâ Enûşirvân’dan yardım istedi. Enûşirvân, Hîre hükümdarının Esedoğulları’nı koruma teklifini kabul ederek yardım gönderdi. İmruülkays, bu yeni güçle başa çıkamayacağını anlayınca Teymâ Emîri Semev’el’e sığındı. Semev’el, Gassânî Meliki Hâris b. Cebele’nin kendisine yardım edebileceğini söyledi. Hâris’in yanına giden İmruülkays, onun aracılığı ile Bizans İmparatoru Iustinianos’tan yardım almak üzere İstanbul’a hareket etti (yaklaşık 538). Iustinianos, imparatorluğunun sınırlarını tehdit eden Berberîler’le uğraştığı için İmruülkays’ın isteğini kabul etmedi. Eli boş dönen İmruülkays, Ankara’da Elmadağ yakınlarına geldiğinde hastalandı ve kısa bir süre sonra 540 yılı civarında öldü (İmruülkays’ın ölümüyle ilgili çeşitli rivayetler için bk. Şinkītî, s. 20-21; Ömer Ferruh, I, 116-117).

Aile ve kabile geleneklerine uymayan davranışları ve babasının intikamını almak için Zü’l-halâsa adındaki putun önünde ok falı çektiğinde falın olumsuz çıkması üzerine okları putun başına fırlatması gibi isyankâr tavırları İmruülkays’ın hür fikirli bir kimse olduğunu göstermektedir. Onun Alkame b. Abede, Abîd b. Ebras ve Amr b. Kamîa gibi şairlerle görüştüğü yolundaki rivayetler şüphelidir.

İmruülkays’ın şiirleri, II. (VIII.) yüzyılın sonlarına doğru Kûfeli Ebû Amr eş-Şeybânî ve Hâlid b. Külsûm ile Basralı âlimlerden Asmaî ve Muhammed b. Habîb el-Bağdâdî tarafından derlenmiştir. III. (IX.) yüzyılda İbnü’s-Sikkît ve Sükkerî bu derlemelere dayanan iki metin kaleme almışlardır. İbnü’n-Nedîm, ayrıca Ebü’l-Abbas el-Ahvel’in yazdığı bir metinden söz etmektedir. Şiirlerin sıhhati üzerinde duran Asmaî, Ebû Amr b. Alâ’nın naklettiği bazı şiirler dışında diğerlerinin Hammâd er-Râviye tarafından uydurulduğunu söyler. Bunun yanında İmruülkays lakabıyla anılan çok sayıda şair bulunduğundan bu lakap altında geçen şiirlerin kime ait olduğunu tesbit etmek güçtür. İbn Sellâm el-Cumahî’nin, Fuḥûlü’ş-şuʿarâʾ adlı eserinde diğer şairlerden pek çok şiir iktibas ederken İmruülkays’tan sadece iki şiir alması bu hususla ilgilidir.

Şiirleri üzerindeki bu şüphelere rağmen İmruülkays büyük bir şöhrete sahip olmuştur. Bu şöhreti Basralı âlimlerin onu klasik kasideye ilk şeklini veren, kasideyi ilk uzatan, sevgilisinin göç ettiği yerlerde durup ağlayarak hissiyatını dile getiren ilk şair olarak nitelemelerinden kaynaklanmış olmalıdır. Hz. Peygamber’in İmruülkays’ın şairliğini takdir edip onun şairlerin öncüsü ve bayraktarı olduğunu söylemesi, Hz. Ali’nin de şiirlerini beğenip övmesi şöhretini daha da arttırmıştır. İmruülkays’ın üstünlüğünü kabul edenler, onun bir beyitte birkaç teşbih kullanmasından ve pek çok temayı ustalıkla işlemesinden hayranlıkla söz etmişlerdir. İbn Sellâm el-Cumahî, Resûl-i Ekrem’in dedeleri Abdülmüttalib ile Hişâm b. Abdümenâf zamanında şiiri ilk defa uzatıp kaside haline getiren şairin İmruülkays’ın dayısı Mühelhil b. Rebîa olduğunu kaydeder. Bununla birlikte kaynakların çoğunda İmruülkays klasik kaside formunu ilk defa ortaya koyan, Arap şiirini belli kurallara bağlayan ve özellikle kafiye için esaslar koyan şair olarak tanıtılmaktadır. Yedi meşhur muallaka arasında ilk sırayı alan uzun kasidesine iki kişiye hitapla başlaması, arkadaşlarını durdurup sevgilisinin göç ettiği yerde yok olmaya yüz tutmuş izler ve kalıntılar önünde kendisiyle birlikte ağlamaya davet etmesi İmruülkays’tan kalma bir gelenektir. Onun şiirlerinin ilk şekliyle korunduğu şüphelidir. Şair tasniflerinde daima ilk sırada yer almasına rağmen bazı hayranları ile Kûfeli âlimlerin çoğu A‘şâ Meymûn b. Kays’ı, Hicazlılar ise Züheyr b. Ebû Sülmâ’yı ona tercih etmişler, Asmaî ve bir kısım Basralılar ise İmruülkays’ı Nâbiga ez-Zübyânî’den üstün saymışlardır.

İmruülkays’ın muallakası diğer muallakalarla birlikte Hüseyin b. Ahmed ez-Zevzenî, Hatîb et-Tebrîzî, İbnü’n-Nehhâs el-Halebî ve Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî gibi âlimler tarafından şerhedilmiş, bu şerhlerin Batı’da da neşirleri yapılmış, ayrıca XVIII ve XIX. yüzyıllarda L. Warner, Sir William Jones, A. T. Hartmann, Theodor Nöldeke, Murkes ve Gandz gibi şarkiyatçılar tarafından Latince, İngilizce, Fransızca, Almanca, İsveççe ve Rusça’ya tercüme edilmiştir. Muallakasının bu şerhlerdeki beyit sayısı yetmiş yedi ile seksen sekiz arasında değişmektedir. Şair, muallakasının baş tarafında aşk hâtıralarına dair hissiyatını dile getirmiş, amcasının kızı ve sevgilisi Fâtıma’ya olan hasretini ve onunla geçirdiği macerayı anlattıktan sonra kasidesini kaygılı bir gece, tehlikeli yolculuk, at, av, bulut ve sel tasvirleriyle tamamlamıştır.

İmruülkays’ın muallakasının da yer aldığı divanı ilk defa 1837’de Baron Mac-Guckin de Slane ve 1870’te Wilhelm Ahlwardt tarafından neşredilmiş, Baron Mac-Guckin de Slane neşri daha sonra Mısır, İran ve Hindistan’da çeşitli defalar basılmıştır. Divanın ilmî neşrini Hasan es-Sendûbî (Kahire 1349; Beyrut 1958), Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim (Kahire 1958, 1964) ve Hannâ el-Fâhûrî (Beyrut 1409/1989) gerçekleştirmiştir. Bunların en mükemmeli 1399 beyit ihtiva eden Muhammed Ebü’l-Fazl neşridir.


BİBLİYOGRAFYA

İmruülkays b. Hucr, Dîvân (nşr. M. Ebü’l-Fazl İbrâhim), Kahire 1964, neşredenin girişi, s. 5-19; a.e. (nşr. Hannâ el-Fâhûrî), Beyrut 1409/1989, neşredenin girişi, s. 5-22.

, s. 117-123.

, I, 39, 41, 51, 55, 94, 160, 279, 549.

, II, 105-136.

, V, 269-271; VI, 395-397.

Ebû Bekir İbnü’l-Enbârî, Şerḥu’l-Ḳaṣâʾidi’s-sebʿi’ṭ-ṭıvâli’l-câhiliyyât (nşr. Abdüsselâm M. Hârûn), Kahire 1963, s. 8-16.

Merzübânî, el-Müveşşaḥ (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire 1385/1965, s. 26-44.

Tûfî, Mevâʾidü’l-ḥays fî fevâʾidi İmruʾü’l-Ḳays (nşr. Mustafa Uleyyân), Amman 1414/1994.

Şinkītî, Şerḥu’l-Muʿallaḳāti’l-ʿaşr, Beyrut 1405/1985, s. 20-21.

, I, 15; Suppl., I, 48.

Nihad M. Çetin, Eski Arap Şiiri, İstanbul 1973, s. 10, 31, 56, 71.

, I, 116-122.

, I, 232-265.

Tâhâ Hüseyin, Fi’l-Edebi’l-Câhilî, Kahire 1989, s. 195-211.

Muhammed Dîb, İmruʾü’l-Ḳays: Beyne’l-ḳudemâʾ ve’l-muḥdes̱în, Kahire 1410/1989.

Ali İbrâhim Ebû Zeyd, İmruʾü’l-Ḳays: Emîrü’ş-şiʿri’l-ʿArabî fi’l-câhiliyye, Beyrut 1993.

S. Boustany, “Imruʾ al-Ḳays b. Ḥud̲j̲r”, , III, 1177-1178.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 22. cildinde, 237-238 numaralı sayfalarda yer almıştır.