İREM

Kur’an’da sözü edilen bir kabilenin veya yerleşim merkezinin adı.

Müellif:

Kur’ân-ı Kerîm’de azgınlıkları sebebiyle helâk edilen Âd, Semûd kavimleri ve Firavun’la birlikte sadece bir yerde “direkleri olan, ülkelerde benzeri yaratılmamış İrem” (el-Fecr 89/6-14) şeklinde zikredilmektedir. Kelimenin aslının İbrânîce “Aram” olduğu ve “yüksek memleket” anlamına geldiği belirtilmektedir (, “el-İrem” md.; Jeffery, s. 53). Tevrat’a göre bu kelime, hem Aram veya Suriye diye adlandırılan bölgenin hem de bu bölgede yaşayan ve Ârâmîler’in atası olan kişinin adıdır (, I/1, s. 875-876). Aram, Akkad Kralı Naramsin’in bir yazıtında Yukarı Fırat yöresinde bir bölgeye verilmiş yer adı, milâttan önce 2000 yıllarına ait tabletlerde ise Aşağı Dicle havzasında bir şehir ismi olarak geçmektedir. Kelime sonraları Mari, Alalah ve Ugarit belgelerinde şahıs adı, Mısır belgelerinde ise yer adı olarak ortaya çıkmaktadır (, III, 268-269).

Tevrat’a göre Aram, Hz. Nûh’un üç oğlundan Sâm’ın beşinci oğludur; kendisinin de Ûs (Uts), Hul, Geter ve Maş adında dört oğlu vardır (Tekvîn, 10/22-23). İrem kelimesini bir kişi adı kabul eden müslüman tarihçi ve müfessirler de onun şeceresini İrem b. Sâm b. Nûh (Taberî, Târîḫ, I, 216; Mes‘ûdî, I, 41) veya İrem b. Avs (Ûs) b. Sâm b. Nûh (, XXX, 111; İbn Kesîr, VIII, 394) olarak vermektedirler.

İslâm tarihçilerine göre Arap yarımadasındaki kavimlerin çoğu İrem’in soyundan gelmektedir. Ahkāf’ta yerleşmiş olan (el-Ahkāf 46/21), kendilerine Hz. Hûd’un peygamber olarak gönderildiği kavme adını veren Âd da İrem’in büyük oğlu Avs’tan torunudur. İrem’in diğer oğlu Âbir’den torunu Semûd’un kavmi ise Hicr’de yerleşmiş olup onlara da Hz. Sâlih gönderilmiştir (Mes‘ûdî, I, 41-42; Cevâd Ali, I, 299).

İrem’in bir kabile adı olduğunu söyleyenlere göre bu kabile Âd kavminin bir kolu olup adını kavmin atası olan İrem’den almıştır. Tarihçiler ve müfessirler, Kur’an’daki bir ifadeden de hareketle (en-Necm 53/50) Âd kavmini Âd-i Ûlâ ve Âd-i Uhrâ diye iki kısma ayırmakta ve Âd-ı Ûlâ’ya atalarına nisbetle İrem denildiğini nakletmektedirler (Fahreddin er-Râzî, XXXI, 166; İbn Kesîr, VIII, 394). Eski Arap şiirinde Arabistan’da yaşayan İrem adında bir kabileden bahsedilmekte ve çoğunlukla Âd, bazan da Semûd, Himyerîler ve diğerleriyle birlikte zikredilmektedir. Bu kabile Kudâr el-Ahmer (Uhaymir) tarafından ortadan kaldırılmıştır (Horovitz, s. 89-90; , III, 1303). İbn Haldûn da İrem’in bir kabile adı olduğunu, çünkü bu adla anılan bir şehrin bulunmadığını ifade etmektedir (el-ʿİber, II, 19).

Bazılarına göre İrem İskenderiye veya Şam’dır. Fakat Taberî, İskenderiye ve Şam şehirlerinin Âd kavminin yaşadığı yerle ilgili Kur’an’da verilen bilgilere (el-Ahkāf 46/21) uymadığını belirtmektedir (Câmiʿu’l-beyân, XXX,113), İrem’in Yemen’de Hadramut ile San‘a arasında Şeddâd tarafından inşa ettirilen şehir olduğu rivayeti daha çok benimsenmektedir (Yâkūt, I, 155; Nüveyrî, XIII, 61-70). İslâmî kaynaklarda bu şehrin özelliklerine dair oldukça ayrıntılı rivayetler vardır. Yâkūt, Eyle (Akabe) ile Benî İsrâil çölü arasında Cüzâm diyarında yüksek bir dağın da İrem adıyla bilindiğini nakletmektedir (Muʿcemü’l-büldân, I, 154-155). Batlamyus’un Suriye’de olduğunu söylediği Aramawa denilen yerin İrem olduğu ileri sürülmüştür. Arkeolojik araştırmalar da İrem’in Akabe’nin 25 km. doğusundaki Rem dağı olduğunu göstermektedir. Son dönem araştırmacıları Âd kavminin Arap yarımadasının kuzeybatısında, Hicaz ve Necid’den Şam’a doğru uzanan sahada yaşadığına kanidir. Kur’an’da zikredilen “İrem zâti’l-imâd”ın Akabe yakınlarındaki bu yer olduğu ileri sürülmektedir (Cevâd Ali, I, 301; el-Mevsûʿatü’l-ʿArabiyye, I, 932). Şam’ın İrem olduğunu söyleyenlere göre Şam, Ârâmîler’in önemli merkezlerinden ve başşehirlerinden biri olup İrem’den maksat da Aram’dır. Hemedânî “İrem zâti’l-imâd”ın Şam olduğu, Ceyrûn b. Sa‘d b. Âd’ın kurduğu bu şehrin mermer sütunları sebebiyle “Ceyrûn zâtü’l-imâd” diye anıldığını kaydeder (Cevâd Ali, I, 303).

Şemseddin Sâmi, Muâviye b. Ebû Süfyân zamanında Abdullah b. Kılâbe adında bir zatın, Ermen harabelerinde Âd kavmine ait bir miktar kıymetli mücevherat bulduğu yolunda bazı bilgiler aktarırsa da (, II, 839) bu bilgilerin kaynağı kabul edilen “İrem zâtü’l-imâd” hadisinin sahih olmadığı tesbit edilmiştir (Aydemir, s. 220-222).

Şark-İslâm edebiyatlarında İrem kelimesi daha ziyade (Bâğ-ı İrem) şekliyle mutluluk verici, mâmur ve gösterişli binaları, evleri vb. yerleri ifade eden bir mazmun olarak kullanılmıştır. Bağları ve rengârenk ağaçları ile İrem bahçeleri baharı temsil eder; ayrıca sevgilinin bulunduğu evi, gezindiği bahçeyi vb. mahalleri tanımlamada kullanılır: “Görmedik öyle melek-sûreti bu dünyâda / Belki Rıdvân kaçırıp kûy-ı İrem’den gelmiş” (Sünbülzâde Vehbî).

İrem tasavvufî edebiyatta da “insanın gönlü, Tanrı’nın tecellîgâhı, Tanrı ile buluşma yeri” anlamında bir remiz olarak kullanılmıştır: “Cemâlini gören ey ravzanın gülistânı / İrem sarâyını yâ sahn-ı gülsitânı n’ider” (Nesîmî).


BİBLİYOGRAFYA

, “el-İrem” md.

, XXX, 111-113.

a.mlf., Târîḫ (Ebü’l-Fazl), I, 216; II, 19.

, I, 41-42,195.

, XXXI, 165-167.

, I, 154-157.

, XIII, 61-70.

İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân (nşr. Sâmî b. Muhammed es-Selâme), Riyad 1418/1997, VIII, 394-396.

, II, 19.

, I/1, s. 875-876.

J. Horovitz, Koranische Untersuchungen, Berlin-Leipzig 1926, s. 89-90.

A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Baroda 1938, s. 53.

, s. 153.

, I, 298-306.

Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara 1979, s. 216-222.

Tahir Üzgör, Türkçe Dîvân Dîbâceleri, Ankara 1990, s. 547-548.

Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (haz. Cemâl Kurnaz), Ankara 1992, s. 218.

, II, 839.

A. J. Wensinck, “İrem Zâtül’imâd”, , V/2, s. 1058-1059.

W. M. Watt, “Iram”, , III, 1303.

Ali M. Dinçol, “Ârâmîler”, , III, 268-269.

İhsan en-Nas, “İrem ẕâti’l-ʿimâd”, el-Mevsûʿatü’l-ʿArabiyye, Dımaşk 1998, I, 930-932.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2000 yılında İstanbul’da basılan 22. cildinde, 443 numaralı sayfada yer almıştır.