İSM-i A‘ZAM

Allah’ın en büyük ismi anlamında bir tabir.

Müellif:

Kur’ân-ı Kerîm’de ism kelimesi yirmi âyette Allah’a nisbet edilmekle birlikte a‘zam sıfatıyla bir niteleme yer almamaktadır (bk. , “ism” md.). Bir âyette rabbin isminin yüce olup hayırlara vesile teşkil ettiği ifade edilmiş (er-Rahmân 55/78), iki âyette “ism-rabbik” terkibine “azîm” sıfatı (el-Vâkıa 56/96; el-Hâkka 69/52), bir âyette de aynı terkibe “a‘lâ” nitelemesi eklenmiştir (el-A‘lâ 87/1). Ancak bu âyetlerin üçü de rabbin isminin tenzih edilmesini emretmektedir. Müfessirler genelde bu tenzihin Allah’ın zâtına râci olduğunu kabul etmekte ve isim kelimesinin bir vasıta görevi üstlendiğini veya sıfat mânasına geldiğini belirtmektedir (Taberî, XXX, 189-190; Zemahşerî, IV, 738; , XXXI, 136-138).

İsm-i a‘zam hakkında nakledilen hadislerden Esmâ bint Yezîd, Ebû Ümâme, Büreyde b. Husayb, Enes b. Mâlik ve Hz. Âişe yoluyla gelen rivayetler İbn Mâce’nin es-Sünen’inde mevcuttur (“Duʿâʾ”, 9). Bunların dışında kalan ve dolaylı olarak ism-i a‘zamı ilgilendiren rivayet ise Übey b. Kâ‘b yoluyla gelmiştir (, V, 142; Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 258; Ebû Dâvûd, “Vitir”, 17). Adı geçen ilk iki sahâbî ile Übey b. Kâ‘b’dan gelen rivayetlere göre Hz. Peygamber ism-i a‘zamın Bakara, Âl-i İmrân ve bir rivayette Tâhâ sûresinde yer alan “Allāhü lâ ilâhe illâ hüve’l-hayyü’l-kayyûm” (اللهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ الْحَيُّ الْقَيُّومُ) cümlesinden ibaret olduğunu söylemiştir. Büreyde ve Enes b. Mâlik yoluyla gelen rivayetlerin metinleri farklı kelimelerle de olsa önceki metin gibi tevhid ilkesini içermekte ve Resûl-i Ekrem’in şu ifadesiyle sona ermektedir: “Bu duayı yapan Allah’ın ism-i a‘zamı ile dilekte bulunmuş olur. Allah, ism-i a‘zamı anılarak kendisinden talepte bulunulduğunda talebi yerine getirir, ism-i a‘zamla dua edildiğinde duayı kabul eder” (, III, 120, 158, 245, 265; V, 350, 360; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 9). Muhaddis İbn Hacer’in, ism-i a‘zam hakkında nakledilen rivayetlerin sened açısından tercih edilmeye en uygun olanı diye nitelediği Büreyde hadisi (Fetḥu’l-bârî, XII, 527) birkaç kelime farkı ile İhlâs sûresine benzemektedir: “Allahım! Senin Allah, ahad ve samed oluşunu, doğurmak, doğmak, dengi ve benzeri bulunmak gibi beşerî özelliklerden münezzeh bulunuşunu vesile edinerek senden talepte bulunuyorum” (اللهم إني أسألك بأنك أنت الله الأحد الصمد الذي لم يلد ولم يولد ولم يكن له كفوًا أحد).

Hz. Âişe’den gelen iki rivayetin birinde Resûlullah’ın yaptığı bir duada Allah’ın asîl (tâhir, tayyib), mübarek ve zâtınca en sevimli ismiyle tevessül ettiği, ayrıca bu isim aracılığıyla dua edildiği, dilekte bulunulduğu, rahmet ve lutufkârlığı talep edildiğinde Cenâb-ı Hakk’ın kabul ile mukabelede bulunacağının bildirildiği ifade edilmiş (İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 9), fakat isim hakkında bir açıklama yapılmamıştır. Esmâ-i hüsnâ içindeki üstün konumu göz önünde bulundurulduğu takdirde bunun Allah ismi olabileceğini söylemek mümkündür. İsnadında bazı problemlerin olduğu ifade edilen aynı rivayetin devamında kaydedildiği üzere Hz. Âişe, duaların kabulüne vesile olan ismi öğretmesini Resûl-i Ekrem’den istemiş, fakat olumlu cevap alamamıştır. Bunun üzerine Âişe iki rek‘at namaz kılıp içinde Allah, rahmân, ber ve rahîm isimleriyle “senin bütün güzel isimlerin” ifadesinin geçtiği bir dua okumuş, duayı dinleyen Resûlullah, “Benden öğrenmek istediğin isim duanda yer alan isimler arasında bulunmaktadır” demiştir.

Âlimlerin ism-i a‘zamla ilgili görüşlerini üç noktada toplamak mümkündür. 1. Başta Ca‘fer es-Sâdık, Cüneyd-i Bağdâdî, İbn Cerîr et-Taberî, Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî, İbn Hibbân ve Bâkıllânî olmak üzere bazı âlimler ism-i a‘zam diye bir şeyin bulunmadığını söylemişlerdir (, s. 92-94; İbn Hacer, XII, 526). Buna göre rivayetlerde yer alan a‘zam kelimesi “büyük, yüce” anlamındaki azîm yerine kullanılmış olup buradaki yücelik harflerden oluşan isme değil onun delâlet ettiği zâta aittir. Kul samimiyetle dua ettiği takdirde dileği kabul edilir. 2. İsm-i a‘zam aslında var olmakla birlikte Kadir gecesi, dua ve ibadetlerin makbul olduğu cuma gününde gizlenmiş özel vakit gibi sadece Allah tarafından bilinmektedir. Ayrıca bu ismin esmâ-i hüsnâ içinde bulunduğunu söylemek veya kulun duygulandığı her ilâhî ismin ism-i a‘zam olabileceğini kabul etmek de mümkündür (Süyûtî, II, 135-136). 3. İsm-i a‘zam mevcut olup insanlar tarafından bilinmektedir. Bu telakkiye göre sözü edilen isme “en büyük” denilmesinin sebepleri sadece kâinatı yaratan ve yöneten en yüce varlığa nisbet edilmesi, içeriğinin zengin ve sevabının çok olması ve duaların kabulüne vesile teşkil etmesi gibi hususlardır.

İbn Hacer ve Süyûtî, ism-i a‘zamın neden ibaret olabileceği konusunda ileri sürülen görüşleri benzer bir şekilde sıralamışlardır (Fetḥu’l-bârî, XII, 526-527; el-Ḥâvî li’l-fetâvâ, II, 136-139). Bu tür listelerde kaydedilen metinlerin bir kısmı yukarıda sözü edilen hadislere dayanmakta, bir kısmı da şahsî tahminlerle belirlenmektedir. Süyûtî’nin listesinde on altıya kadar çıkan bu metinlerin başında Allah ismi (veya O’na râci “hüve[hû]” zamiri) gelmektedir. En uzunu bir satır tutan metinlerde işlenen ortak tema Allah’ın birliği, engin merhameti ve kâinatı yaratıp yönetmesidir. İsm-i a‘zam metinleri arasında yukarıda zikredilenlerden başka besmele, kelime-i tevhid, esmâ-i hüsnânın tamamı, Allahümme, rabbi rabbi, mâlikü’l-mülk, zü’l-celâli ve’l-ikrâm ve Hz. Yûnus’un duası olan “Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü mine’z-zâlimîn” (لَا إِلَهَ إِلَّا أَنْتَ سُبْحَانَكَ إِنِّي كُنْتُ مِنَ الظَّالِمِينَ) ibareleri kaydedilebilir.

Şiî âlimlerinin ism-i a‘zam hakkındaki genel kanaatleri de farklı bir durum arzetmemektedir. Onlardan nakledilen rivayetlerin birinde (Muhammed el-Garavî, s. 63) ism-i a‘zamın imamlardan ibaret olduğu, amellerin makbul sayılabilmesi için Şiî imamlarının tanınıp benimsenmesinin gerektiği yolundaki telakkiye itibar etmek mümkün değildir.

İsm-i a‘zam hakkında nakledilen rivayetlerle ileri sürülen fikirlerin incelenmesinden anlaşılacağı üzere böyle bir ismin mevcudiyeti kesin olarak sabit değildir. Ṣaḥîḥ-i Müslim’de yer alan (“Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 258) ve aslında ism-i a‘zam adını içermeyen Übey b. Kâ‘b rivayetinin dışında konuyla ilgili olarak Ṣaḥîḥayn’da herhangi bir nakle rastlanmamıştır. Diğer bazı hadis kaynaklarında yer alan rivayetler isnad açısından pek sağlam görülmemiş ve bu sebeple naslarda geçmeyen bazı ism-i a‘zam metinlerinin tesbiti cihetine gidilmiştir. Ancak bu tür tesbitler herkesi ilgilendiren bir konuma sahip olmayıp sadece belirleyicisini veya mânevî yönelişi ona paralel olanları etkileyebilir. Bütün ilâhî isimlerin mânalarını içerdiği göz önünde bulundurularak Allah lafzına öncelik vermek, buna besmeleyi ve kelime-i tevhidi de eklemek mümkündür.

İsm-i a‘zamla ilgili olarak rivayet edilen hadisler ve bu konuda ciddi âlimler tarafından ileri sürülen fikirler bu isim aracılığıyla duaların kabul edilmesi hedefine yöneliktir. Dua ruhun yücelişi ve kulun Allah’ı kendisine yakın hissedişinden ibaret olduğu (el-Bakara 2/186), ayrıca ibadetin özünü teşkil ettiğine göre (Tirmizî, “Duʿâʾ”, 1) ism-i a‘zamla maddî sonuçların değil mânevî kazançların elde edilebileceği açıktır. Bu sebeple mevcudiyeti kesin olmayan, eğer varsa hangi isimden veya isimler grubundan oluştuğu bilinmeyen ism-i a‘zamı Hurûfîlik alanına çekip ondan maddî sonuçlar beklemek din, bilim ve akılla uzlaştırılması mümkün olmayan bir davranıştır. Bu tür telakkiler arasında ism-i a‘zamın hastalıklara şifa olduğu, büyüyü bozduğu, iki kişi arasında sevgi veya nefretin doğmasını sağladığı, seyir halinde olan gemiyi durdurduğu vb. iddialar zikredilebilir (Ahmed b. Ali el-Bûnî, s. 86-89; Muhammed el-Garavî, s. 58-59).

Esmâ-i hüsnâya dair eserlerde ism-i a‘zam konusuna yer verildiği gibi bu mevzuda müstakil çalışmalar da yapılmıştır. İbnü’d-Düreyhim’in Ġāyetü’l-maġnem fi’l-ismi’l-aʿẓam (Süleymaniye Ktp., Hacı Mahmud Efendi, nr. 627), İbn Bintü’l-Meylak diye tanınan Muhammed b. Abdüddâim’in Cevâbü meni’stefhem ʿani’smillâhi’l-aʿẓam (, I, 609; Brockelmann, II, 148), Şemseddin es-Sehâvî’nin el-Ḳavlü’l-etem fi’l-ismi’l-aʿẓam (, II, 246), Celâleddin es-Süyûtî’nin ed-Dürrü’l-munaẓẓam fi’l-ismi’l-aʿẓam (, I, 734) ve Muhammed el-Garavî’nin el-İsmü’l-aʿẓam (Beyrut 1402/1982) adlı eserleri bunlardan bazılarıdır. Georges C. Anawati’nin kaleme aldığı “Le nom suprême de Dieu” adlı makalede Fahreddin er-Râzî’nin Levâmiʿu’l-beyyinât’ındaki ilgili bölüm özetlenmiş, ardından ism-i a‘zamın halk inancındaki kullanılışına yer verilmiştir (Atti del terzo Congresso di studi arabi e islamici: Ravello, 1-6 settembre 1966, Napoli 1967, s. 7-58).


BİBLİYOGRAFYA

, “ism” md.

, III, 120, 158, 245, 265; V, 142, 350, 360; VI, 461.

Müslim, “Ṣalâtü’l-müsâfirîn”, 258.

Ebû Dâvûd, “Vitir”, 17.

Tirmizî, “Duʿâʾ”, 1.

İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 9.

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXVIII, 72; XXX, 189-190.

, IV, 738.

Ebû Bekir İbnü’l-Arabî, el-Emedü’l-aḳṣâ (nşr. Ramazan Biçer, doktora tezi, 1420/1999), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, s. 51-53.

Ebü’l-Berekât el-Bağdâdî, el-Muʿteber fi’l-ḥikme (nşr. Şerefettin Yaltkaya – Süleyman Nedvî), Haydarâbâd 1357-58, III, 128.

, s. 92-103.

a.mlf., Mefâtîḥu’l-ġayb, Beyrut 1410/1990, XXXI, 136-138.

Ahmed b. Ali el-Bûnî, Şemsü’l-maʿârifi’l-kübrâ, Beyrut, ts. (el-Mektebetü’s-sekāfiyye), s. 86-89.

Alâeddin b. Attâr, Fetâva’l-İmâm en-Nevevî (nşr. Muhammed el-Haccâr), Medine 1405/1985, s. 314.

İbn Hacer, Fetḥu’l-bârî, Beyrut 1416/1996, XII, 526-527.

Süyûtî, el-Ḥavî li’l-fetâvâ, Beyrut, ts. (Dârü’l-kitâbi’l-Arabî), II, 135-139.

, II, 593.

, I, 609, 734.

Seffârînî, Levâmiʿu’l-envâri’l-behiyye, Beyrut, ts. (el-Mektebü’l-İslâmî), I, 35-37.

, II, 246.

, II, 148.

Abdurrahman Bedevî, Müʾellefâtü’l-Ġazzâlî, Küveyt 1977, s. 185.

Muhammed el-Garavî, el-İsmü’l-aʿẓam, Beyrut 1402/1982, s. 58-59, 63.

“İsm-i Aʿẓam”, , II, 166-167.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 23. cildinde, 75-76 numaralı sayfalarda yer almıştır.