KALÂNİSÎ, Ebü’l-Abbas

Ebü’l-Abbâs Ahmed b. İbrâhîm b. Abdillâh el-Kalânisî (ö. IV./X. yüzyıl başları [?])

Erken dönem Ehl-i sünnet kelâmcısı.

Müellif:

Bazı kaynaklarda (Nesefî, I, 146, 241) Râzî nisbesiyle anılmasına bakılarak Rey’de doğduğu tahmin edilmektedir. İlâhî sıfatları kabul eden Irak ekolüne dahil edilmesi de (İbn Teymiyye, I, 270) onun Bağdat ilim çevresinde yetiştiğini gösterir. Ayrıca İbn Küllâb ve Hâris el-Muhâsibî’nin takipçisi (İbn Fûrek, s. 330), Selef, ehl-i hadîs ve Sıfâtiyye kelâmının öncülerinden biri olduğuna dair bilgiler (Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uṣûlü’d-dîn, s. 254; Nesefî, I, 333; Şehristânî, I, 32) göz önünde bulundurularak Kalânisî’nin III. (IX.) yüzyılın ikinci yarısında yaşadığı, Eş‘arî’nin Maḳālât’ında adı geçmediği için de ona çağdaş sayıldığı ve muhtemelen IV. (X.) yüzyıl başlarında vefat ettiği söylenebilir. Ancak İbn Asâkir’in, Eş‘arî’nin çağdaşı olarak Ebü’l-Abbas Ahmed b. Abdurrahman b. Hâlid el-Kalânisî adını zikretmesi (Tebyînü keẕibi’l-müfterî, s. 398), Zebîdî’nin ise Ebü’l-Abbas’ın babası Ebû İshak İbrâhim b. Abdullah’ı kaydetmesi (İtḥâfü’s-sâde, II, 6), buna karşılık M. Zâhid Kevserî’nin (İbn Asâkir, s. 398) Kalânisî ailesinden üç ayrı âlimin adını verip Ahmed b. İbrâhim’i İbn Fûrek’in çağdaşı sıfatıyla sonuncu sıraya koyması isim karışıklığına yol açmıştır. Mâtürîdî âlimlerinden Pezdevî’nin zikrettiği Ebû Sehl el-Kalânisî ve oğlu Ebû Saîd (Uṣûlü’d-dîn, s. 116) meseleyi daha da karmaşık hale getirmiş görünse de Abdülkāhir el-Bağdâdî ve Nesefî’nin, Sıfâtiyye kelâmcısı olarak sıkça nakiller yaptıkları Ebü’l-Abbas el-Kalânisî’nin adını Ahmed b. İbrâhim şeklinde vermeleri (Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, vr. 18b; Tebṣıratü’l-edille, I, 146, 241), yine Bağdâdî’nin hayattayken gördüğü âlimler arasında İbn Fûrek’i zikretmesine rağmen Kalânisî’yi saymaması (el-Farḳ, s. 284) onun Eş‘arî sonrası dönemde yaşamış olması ihtimalini zayıflatmaktadır.

Kelâmla ilgili olarak 150’nin üzerinde eser, özellikle Mu‘tezile âlimi Nazzâm’a karşı kitap ve risâle türünde birçok reddiye yazdığı kaydedilen (Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uṣûlü’d-dîn, s. 310; a.mlf., el-Farḳ, s. 94, 284) Kalânisî’nin eserlerinden sadece Kitâbü’l-Câmiʿ (Nesefî, II, 781) ve el-Maḳālât’ın (Abdülkāhir el-Bağdâdî, Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, vr. 148b) adı bilinmektedir.

Kalânisî’nin çoğunlukla İbn Küllâb’a paralel bazı görüşlerine kaynaklarda yer veriliyorsa da bunlar onun kelâm düşüncesini ortaya koymayı sağlayacak bütünlükte değildir. Meselâ varlıkla ilgili görüşünü temellendirirken nesnelerin aldığı özellikleri üçlü bir tasnife tâbi tutması dikkat çekicidir. Buna göre nitelikli bir varlık (mevsûf) ya “mevcut”, “şey” ve “zât” gibi bizzat nesnenin kendisine ait ve bütün varlıklar için geçerliliği bulunan ya da “müteharrik” ve “ma‘bûd” gibi mevsûfa kendisinin veya başkasının fiilinden dolayı nisbet edilen yahut da “muhdes” gibi başka bir fâilin irade ve tasarrufuyla kazanılan sıfatlar alır (a.g.e., vr. 18b-19a). Ayrıca Kalânisî, genel kanaatin aksine arazların cisimle iç içe geçmesini (Nesefî, I, 334) ve benzer (mümâsil) iki nesnenin bazı vasıflarda farklılık arzetmesini mümkün görür (İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, eş-Şâmil, s. 293).

Kalânisî, İbn Küllâb ve Hâris el-Muhâsibî gibi haberî sıfatlar arasında ayırımlar yaparak “ulüv” sıfatını akılla kavranan, arş üzerine “istivâ”yı ise ancak haberle bilinebilecek sem‘î bir sıfat sayar (İbn Teymiyye, II, 12). Ayrıca Allah’ın zâtı ve sıfatları arasındaki ilişki konusunda Kerrâmiyye ile Ehl-i sünnet arasında bir yaklaşım ortaya koyar. Buna göre Kalânisî, aynîlik-farklılık tartışmasına girmeden zat ve sıfatın birer “şey” olduğunu belirtmekle yetinir ve bu ifadenin itikadî açıdan problem teşkil etmediğini savunur (Nesefî, I, 131, 241). Kelâm sıfatı üzerinde özellikle duran Kalânisî kelâmın Allah hakkında ses ve harflerden münezzeh, sükût ve fiziksel engele zıt bir anlam taşıdığını, ancak işitilen (mesmû‘) özelliğe sahip bulunduğunu ileri sürer (a.g.e., I, 281, 304; Abdülkāhir el-Bağdâdî, Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, vr. 302a). Öte yandan Allah’ın kelâmının ezelde emir, nehiy ve haber şeklinde olmayıp daha sonra muhatapların anlaması için bu muhtevayı kazandığı şeklindeki görüşü Ehl-i sünnet kelâmcılarından yoğun eleştiriler almıştır (meselâ bk. a.g.e., vr. 164a-b; İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, el-Burhân, I, 191-192; Ebû Azbe, s. 78).

Ef‘âl-i ibâd konusunu ele alırken fiilin kudretle bağlantısını kuran Kalânisî bir fiilin yaratma ve eylem açısından iki fâilinin olabileceğini, dolayısıyla hem Allah’a hem de kula nisbet edilebileceğini belirtir. Fiilde kulun birbirine zıt şeyleri yapabilecek kapasiteye (istitâat) sahip bulunduğu yönünde Hanefî/Mâtürîdî ekolle aynı görüşü paylaşan Kalânisî bu konuda İbn Küllâb ve Eş‘arîler’den ayrılır (Nesefî, I, 337; II, 544, 653). Ayrıca eşyadaki hikmet, sefeh, hüsün ve kubhu sadece vahyin değil aklın da tayin edebileceği görüşüyle diğer ehl-i hadîs kelâmcılarından farklı bir tavır ortaya koyar (a.g.e., I, 452-453).

Kalânisî imanın tarifine ameli dahil eder (a.g.e., II, 781) ve müşriklerin çocuklarının cennete gireceği fikrini benimser (Abdülkāhir el-Bağdâdî, Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, vr. 208b). Onun imâmetle ilgili bazı değişik görüşleri bulunmaktadır. Buna göre eşit şartlara sahip iki imama aynı zamanda biat edilmesi durumunda imâmeti kimin üstleneceği kurayla tesbit edilmelidir (Nesefî, II, 826; Kalânisî’nin diğer görüşleri için bk. Gimaret, CCLXXVII [1989], s. 235-261).

Selef anlayışı ile Ehl-i sünnet kelâmı arasında geçiş dönemini temsil eden Kalânisî, Mu‘tezile yöntemini Selef itikadına uygulamaya çalışan ilk âlimlerden biri olarak Ehl-i sünnet kelâmının oluşum ve ekolleşmesine katkıda bulunmuştur. Bu sebeple Ebü’l-Muîn en-Nesefî, ehl-i hadîs kelâmcıları diye nitelediği Mâtürîdiyye dışındaki Ehl-i sünnet kelâm ekolleri arasında Küllâbiyye ve Eş‘ariyye’nin yanı sıra Kalânisiyye’yi de sayar (Tebṣıratü’l-edille, I, 306). İbn Fûrek’e nisbet edilen İḫtilâfü’ş-şeyḫayn el-Ḳalânisî ve’l-Eşʿarî adlı eser de (a.g.e., I, 427; Zebîdî, II, 5) Kalânisî’nin Ehl-i sünnet kelâmındaki yerini göstermektedir.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 330.

Abdülkāhir el-Bağdâdî, Uṣûlü’d-dîn, İstanbul 1346, s. 254, 310.

a.mlf., Tefsîru esmâʾillâhi’l-ḥüsnâ, British Library, Or., nr. 7846, vr. 18b-19a, 49b, 148b, 164a-b, 208b, 302a-303a.

a.mlf., el-Farḳ beyne’l-fıraḳ, Beyrut 1405/1985, s. 94, 284.

İmâmü’l-Haremeyn el-Cüveynî, eş-Şâmil fî uṣûli’d-dîn (nşr. Ali Sâmî en-Neşşâr v.dğr.), İskenderiye 1969, s. 293.

a.mlf., el-Burhân fî uṣûli’l-fıḳh (nşr. Abdülazîm ed-Dîb), Devha 1399, I, 191-192.

Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Uṣûlü’d-dîn (nşr. H. P. Linss), Kahire 1383/1963, s. 116, 188.

, I, 131, 133, 146, 241, 281, 304, 306, 333-334, 337, 427, 452-453; II, 544, 653, 781, 826.

, I, 32.

, s. 398.

İbn Teymiyye, Derʾü teʿârużi’l-ʿaḳl ve’n-naḳl (nşr. M. Reşâd Sâlim), [baskı yeri yok] 1399/1978 (Dârü’l-künûzi’l-edebiyye), I, 270; II, 12.

Ebû Azbe, er-Ravżatü’l-behiyye (nşr. Abdurrahman Umeyre), Beyrut 1409/1989, s. 78.

, II, 5-6.

D. Gimaret, “Cet autre théologien sunnite: Abu l-‘Abbas al-Qalanisi”, , CCLXXVII (1989), s. 227-262.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2001 yılında İstanbul’da basılan 24. cildinde, 223-224 numaralı sayfalarda yer almıştır.