İBN BÎBÎ

Nâsırüddîn Hüseyn b. Muhammed b. Alî el-Ca‘ferî er-Rugadî el-Münşî (ö. 684/1285’ten sonra)

Anadolu Selçukluları hakkındaki el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye fi’l-umûri’l-ʿAlâʾiyye adlı Farsça eseriyle tanınan İranlı edip ve tarihçi.

Müellif:

Hayatı hakkında bilinenler el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’de çeşitli vesilelerle verdiği bilgilere dayanmaktadır. Künyesini Hüseyin b. Muhammed b. Ali el-Ca‘ferî er-Rugadî el-müştehir bi-İbn Bîbî el-Müneccime (bk. tıpkıbasım, s. 10) şeklinde kaydeden İbn Bîbî’nin Rugadî nisbesinden İran’ın Mâzenderan bölgesindeki Rugad şehrine mensup olduğu söylenebilir. Annesi Bîbî Müneccime, Nîşâbur’daki Şâfiîler’in reisi Kemâleddin Simnânî’nin kızı olup anne tarafından Fakīh Muhammed b. Yahyâ’nın torunudur. İbn Bîbî annesinin ilm-i nücûmu iyi bildiğini (a.g.e., s. 442), sultan ve emîrlerin nezdinde itibar sahibi olduğunu, çok az sayıda kadının ilimle uğraştığı bu dönemde kendisine takdir ve hayranlık duygularıyla bakıldığını söyler (a.g.e., s. 422). Babası Mecdüddin Muhammed Tercümân ise Kûr-ı Surh (Kûh-ı Surh [?]) seyyidlerinden ve Cürcân şehrinin ileri gelenlerindendir (a.g.e., s. 443). Hârizmşah Alâeddin Muhammed devrinde (1200-1220), ünlü tarihçi ve İlhanlı devlet adamı Alâeddin Atâ Melik Cüveynî’nin dedesi müstevfî sâhib-dîvân Şemsülhak ve’d-dîn’in (Şemseddin Muhammed b. Muhammed b. Ali) yanında iyi bir münşî olarak yetiştirilmiştir (a.g.e., s. 10). Hârizmşahlar devrinde uzun süre bu görevini sürdürmüş ve sultanın yakınları arasına girmeyi başarmıştır. Anadolu Selçuklu Hükümdarı I. Alâeddin Keykubad’ın, Ahlat’ı kuşatan Celâleddin Hârizmşah’a elçi olarak gönderdiği Kemâleddin Kâmyâr bu sırada İbn Bîbî’nin annesinin babası Bîbî Müneccime ile tanışmış ve dönüşünde sultana ondan övgüyle bahsetmiştir. Celâleddin Hârizmşah ile I. Alâeddin Keykubad arasında cereyan eden ve Celâleddin’in mağlûbiyetiyle sonuçlanan Yassı Çimen Savaşı’ndan (627/1230) sonra veya Celâleddin Hârizmşah’ın 1231’de Diyarbekir önlerinde Moğol kuvvetlerine yenilmesi ve ölümü üzerine Eyyûbî Hükümdarı el-Melikü’l-Eşref Muzafferüddin Mûsâ’nın yanına Dımaşk’a gitmişler, Alâeddin Keykubad daha sonra el-Melikü’l-Eşref’ten onları Anadolu’ya göndermesini istemiş, bunun üzerine Konya’ya gelip I. Alâeddin Keykubad’ın hizmetine girmişlerdir (a.g.e., s. 442). Sultan Alâeddin Keykubad devrinde münşî (divan kâtibi) olarak görev yapan babasına bazı diplomatik görevler de verilmiştir. Annesi Bîbî Müneccime, Selçuklular’ın 631 (1233) yılında Harput önlerinde Eyyûbîler’le savaştığı sırada Sultan I. Alâeddin Keykubad’ın yanında bulunmuş ve Harput Kalesi’nin alınacağını önceden haber vermiş, savaşta ve barışta sultanın yanından ayrılmamıştır (a.g.e., s. 442-443; Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ, s. 196-197). Bu bilgilerden hareketle İbn Bîbî’nin ebeveyninin 1231-1233 yılları arasındaki bir tarihte Anadolu’ya geldiği ve Selçuklular’ın hizmetine girdiği söylenebilir. Annesi sultana müneccim olarak hizmet etmiş, babası Mecdüddin Muhammed Tercümân ise firâşhâne-i hâs müşrifliğine (sultanın yatağının hazırlanmasından sorumlu kişi) getirilmiş, daha sonra Selçuklu emîrleri arasına dahil edilmiş ve münşî olarak görevlendirilmiştir. II. Gıyâseddin Keyhusrev zamanında da (1237-1246) tercüman olarak tayin edilmiş ve çeşitli hükümdarlara gönderilen elçilik heyetlerinde yer almıştır. Adı, Anadolu Selçuklu Emîri Celâleddin Karatay’ın 651 (1253) tarihli vakfiyesinde şahitler arasında zikredilmektedir (Turan, , XII/45 [1948], s. 87).

Babasının Şâban 670’te (Mart 1272) ölümünden sonra onun görevleri İbn Bîbî’ye verildi. Muhtemelen III. Gıyâseddin Keyhusrev devrinde (1266-1284) Dîvân-ı İnşâ ve Tuğrâ reisliğine getirilen İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’nin meçhul bir müellif tarafından yapılan muhtasarında “Emîr Nâsırü’l-mille ve’d-dîn mâlik-i (emîr-i) Dîvân-ı Tuğrâ” olarak (Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ, s. 2, 196) anılmaktadır. II. Gıyâseddin Mesud zamanında (1284-1296, 1302-1310) Moğollar’ın Anadolu’nun idaresine memur ettiği sâhib-dîvân Şemseddin Cüveynî ile tanışmış ve bu sırada İlhanlılar’ın Bağdat valisi olan Alâeddin Atâ Melik Cüveynî ile Bağdat’ta görüşmüştür (Safâ, III/2, s. 1215).

Anadolu Selçuklu Devleti’nin yaklaşık bir asırlık dönemi için en önemli kaynaklardan biri olan el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye fi’l-umûri’l-ʿAlâʾiyye’nin isminde yer alan Alâiyye kelimelerinden birincisi İlhanlılar’ın ünlü devlet adamı ve tarihçisi Alâeddin Atâ Melik Cüveynî’ye, ikincisi Anadolu Selçuklu Sultanı I. Alâeddin Keykubad’a nisbetle kullanılmıştır (tıpkıbasım, s. 11). Alâeddin Atâ Melik Cüveynî ile kardeşi Şemseddin Muhammed Cüveynî’nin hizmetine giren ve onların yakın dostu olan İbn Bîbî, Alâeddin Atâ Melik Cüveynî’nin kendisinden Bilâd-ı Rûm’un (Anadolu) fethinden başlamak üzere bir Anadolu Selçuklu tarihi yazmasını isteğini söylemektedir (a.g.e., s. 472). İbn Bîbî eserin mukaddimesinde Cüveynî’nin Irak, Horasan, Fars ve Kirman sahalarındaki hayırlı işlerini zikretmiş, daha sonra onun tarih kitapları yazmaya başladığını ve eserinin sonuna tam bir Anadolu Selçuklu tarihi ilâve etmek istediğini ve bu işi kendisine havale ettiğini, Selcûḳnâme’yi Alâeddin Cüveynî’nin bu isteği üzerine kaleme aldığını ve Sultan Alâeddin Keykubad’ın “makāmât ve azemât”ını tam olarak ihtiva ettiği için eseri el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye fi’l-umûri’l-ʿAlâʾiyye diye adlandırdığını söylemektedir (a.g.e., s. 11).

İbn Bîbî, Anadolu Selçukluları’nın ilk dönemlerine ait olaylar hakkında sağlıklı bilgi edinemediğini ve konuyla ilgili farklı rivayetler bulunduğunu söyledikten sonra esere (a.g.e., a.y.) Sultan II. Kılıcarslan’ın oğlu I. Gıyâseddin Keyhusrev’i veliaht tayin etmesi ve kısa bir süre sonra da ölümüyle (588/1192) başlamış, I. İzzeddin Keykâvus dönemi (1211-1220) hakkında kısa bilgiler verdikten sonra I. Alâeddin Keykubad dönemini muhtemelen büyük çapta Melikü’ş-şuarâ Bahâeddin Ahmed b. Mahmûd Kāniî-i Tûsî’ye dayanarak (Safâ, III/1, s. 494-498; III/2, s. 1215) diğerlerine göre daha ayrıntılı biçimde anlatmıştır.

Alâeddin Keykubad’ın ölümünden (1237) sonra meydana gelen siyasî ve idarî karışıklıklar hakkında bilgi veren İbn Bîbî Sultan I. Alâeddin’i her bakımdan idealize ederek tasvir etmiştir. Eser, II. İzzeddin Keykâvus’un oğlu II. Gıyâseddin Mesud’un 679’da (1280) Kırım’dan Anadolu’ya gelişi, İlhanlı Hükümdarı Abaka Han tarafından Harput, Malatya ve Sivas’a hâkim olduğunun tasdik edilişine dair bilgiler ve sultana yapılan vaadlerin yerine getirilmesi temennileriyle sona ermektedir. İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’yi 679 yılı içerisinde Zilhicce ayından önce (1281) tamamlamış (, V/2, s. 713) ve kendisinden övgüyle söz ettiği Alâeddin Atâ Melik Cüveynî’ye takdim etmiştir (Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ, s. 742-743). Herbert Wilhelm Duda ise eserin 680 yılı başında (1281) tamamlandığını söyler (, III, 737).

İbn Bîbî eserini bizzat şahit olduğu olaylara, görüp işittiği haberlere ve belgelere dayanarak kaleme almış (tıpkıbasım, s. 11) ve herhangi bir yazılı kaynak kullanmamıştır. Bu durum, kendi yaşadığı devrin dışındaki olaylar hakkında verdiği bilgilerin değerini azaltmaktadır. Ancak bazı bölümlerde Kāniî-yi Tûsî’nin manzum Selcûḳnâme’sini kullandığı anlaşılmaktadır (Safâ, III/1, s. 494-503). Olaylar anlatılırken kronolojiye dikkat edilmemiş ve birbirleriyle irtibatlandırılmamıştır. I. Gıyâseddin Keyhusrev’in 605 (1208-1209) yılında Ermeniler’e karşı düzenlediği sefere ise hiç yer verilmemiştir. Halk arasında yaygın şifahî rivayetlerden faydalanan İbn Bîbî zaman zaman inanılması güç hikâyeler de anlatmaktadır. Eserin I. Alâeddin Keykubad devrine ait kısmı, olaylara şahit olan kimselerden aldığı bilgilere dayanması sebebiyle Anadolu Selçuklu tarihinin bu dönemi için en önemli yerli kaynaktır. Bununla beraber bu kısımda da bazı önemli olaylara hiç yer vermemiş veya gerektiği şekilde yansıtmamıştır. Selçuklu hânedanına duyduğu minnet ve şükran sebebiyle hânedan aleyhine değerlendirilebilecek olaylara hiç temas etmemiştir. I. Alâeddin Keykubad’dan sonraki dönemde Selçuklu hânedanının içine düştüğü durumu, devrin siyasî ve idarî aksaklıklarını ise gözler önüne sermiştir. İbn Bîbî, tarihî olayları bütün ayrıntılarıyla ortaya koymak yerine edebî ve sanatkârane bir üslûp içinde nakletmeyi tercih ettiği için ediplik yönü tarihçilik yönünden daha ağır basmaktadır. Bu yüzden birçok hadisenin tarihini kaydetmemiş, buna karşılık Şark-İslâm edebiyatında asırlardır bilinen nasihat ve tavsiyelere yer vermiştir.

İbn Bîbî’nin zaman zaman kronolojik hatalara da düştüğü görülmektedir. Meselâ 675’te (1276-77) meydana gelen Hatîroğlu isyanının tarihini 665 (1267) olarak göstermiştir (tıpkıbasım, s. 666). Bütün bunlara rağmen siyasî ve içtimaî tarih açısından Anadolu Selçukluları’nın en önemli kaynağı olma özelliğine sahip olan eser çok az sayıda tarihçi tarafından kaynak olarak kullanılmıştır. Bunların başında ünlü Osmanlı tarihçisi Müneccimbaşı gelmektedir.

el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’nin günümüze intikal eden tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 2985). Zahriye sayfasındaki ibareden bu nüshanın bizzat müellif tarafından III. Gıyâseddin Keyhusrev’e takdim edilmek üzere İbrâhim b. İsmâil b. Ebû Bekir el-Kayserî’ye istinsah ettirildiği anlaşılmaktadır (tıpkıbasım, s. 744). Bu nüshadan istinsah edilmiş nüshalardan biri Millet Kütüphanesi’nde (nr. 819), diğeri Paris’te Bibliothèque Nationale’dedir (, V/2, s. 714).

İbn Bîbî eserinde ağır ve muğlak ifadeleri tercih etmiş, Arapça ibarelere ve secili ifadelere yer vermiştir. Kitapta 1400 beyitten fazla şiir vardır. Bu bakımdan el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye, Farsça yazılmış mensur eserler arasında üslûbunun ağırlığı ve edebî karakteriyle özel bir yer işgal eder. Nâdir kullanılan ve anlaşılmayan deyimlere yer vermesi, sık sık başvurduğu mübalağalarla mânadan uzaklaşması, düşüncelerine şahit göstermek veya mânaya güzellik katmak için konuya uygun düşmeyen Arapça atasözleri veya Arapça, Farsça şiirler nakletmesi okuyucuyu usandırıcı ve anlamı zorlaştırıcı niteliktedir. Eserdeki 1400 beyitten Cüveynî ailesi hakkındakiler İbn Bîbî’ye, diğerleri ise Zâhirüddin Ebü’l-Fazl Tâhir b. Muhammed Firyâbî, Nizâmeddin Ahmed Erzincânî, Kāniî-yi Tûsî gibi şairlerle isimlerini zikretmediği diğer şairlere aittir. Zebîhullah Safâ I. Gıyâseddin Keyhusrev, I. İzzeddin Keykâvus ve I. Alâeddin Keykubad devrine ait bölümlerin tamamının Kāniî-yi Tûsî’ye ait olduğunu söyler (Edebiyyât, III/2, s. 1214).

Müellifin Selçuklu hânedanına karşı şükran duyguları beslemesi ve olayları anlatırken bunların etkisinde kalması sebebiyle verdiği bilgiler diğer kaynaklarla mukayese edilerek kullanılmalıdır. İbn Bîbî, devlete karşı gelerek zaman zaman karışıklıklar çıkaran Türkmenler, fityân, rünûd zümreleri hakkında olumsuz düşüncelere sahiptir. Eserini Moğol hâkimiyeti döneminde yazıp bir İlhanlı devlet adamına sunmuş olduğundan kanaatlerini açıkça ifade edememekle birlikte Moğollar’ın Selçuklu Devleti’ne karşı güttükleri şiddet politikasını ve Anadolu’da yaptıkları maddî ve mânevî tahribatı çeşitli vesilelerle dolaylı olarak anlatmaktan çekinmemiştir. İranlılar’a karşı sempati duymakla beraber devlet işlerindeki hatalarından dolayı onları mâzur görmemiştir. Meselâ Rum asıllı Celâleddin Karatay’ı olumlu icraatı sebebiyle överken Sâhib Şemseddin İsfahânî ve Sâhib Şemseddin Tuğrâî’yi devlet aleyhine zararlı faaliyetlerinden dolayı tenkit etmiştir.

İbn Bîbî sultanların siyasî faaliyetlerini edebî bir üslûpla anlatmış, toprak idaresiyle bilhassa iktâ, mülk ve hibe türü toprakların varlığına dair ilk bilgilere yer vermiştir. Eserde şehirler hakkında kaydedilen bilgiler yetersizdir. Toplumun daha çok üst tabakalarıyla ilgili bilgiler vermiş, etnik ve dinî kimliklerden ziyade âyan, iğdişler ve halkın ileri gelenlerini ön plana çıkarmıştır. Saraydaki eğlence ve düğünlerden bahsetmiş, ancak devlet hazinesinin durumu hakkında bilgi vermemiştir. Moğollar’a karşı itaatkâr bir politika izlenmesinden yana olan İbn Bîbî, devletin dış politikasıyla ilgili olarak Anadolu Selçuklu-İlhanlı münasebetleri konusunda da bilgi vermiş, diğer devletlerle ilişkilerden ya hiç bahsetmemiş ya da çeşitli vesilelerle kısaca temas etmekle yetinmiştir.

el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’yi bir tarih kitabı olmaktan çok VII. (XIII.) yüzyıldaki parlak İslâm kültürünü yansıtan bir hâtırat kitabı olarak değerlendirmek daha doğrudur. İbn Bîbî Anadolu Selçuklu Devleti’nin sadık bir hizmetkârı, saray görevlisi ve yüksek bürokrasisinin bir mümessili sıfatıyla kaleme aldığı eserinde Anadolu’nun siyasî, içtimaî, idarî, iktisadî ve kültürel hayatından hakiki ve cazip tablolar çizmiş, ancak çağdaşı olduğu halde Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Hacı Bektâş-ı Velî gibi meşhur simalardan bahsetmemiştir. Alâeddin Atâ Melik Cüveynî’nin Târîḫ-i Cihângüşâ’sını örnek almışsa da bu eserin seviyesine ulaşamamıştır.

İlk defa Adnan Sadık Erzi tarafından önsöz ve fihrist ilâvesiyle tıpkıbasım halinde yayımlanan el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’nin (Ankara 1956) tamamını tenkitli olarak neşretmeyi planlayan Adnan Sadık Erzi ile Necati Lugal, sadece II. Kılıcarslan’ın ölümünden (1192) I. Alâeddin Keykubad’ın tahta çıkışına (1220) kadar meydana gelen olayları içeren I. cildi yayımlayabilmişlerdir (Ankara 1957). Kurt Erdmann eserdeki bilgileri sanat tarihi açısından değerlendiren bir çalışma yapmıştır (Ibn Bībī Als Kunsthistorische Quelle, İstanbul 1962). Eserin tamamı Mürsel Öztürk tarafından Türkçe’ye tercüme edilmiştir (I-II, Ankara 1996).

el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’nin “dâmet fezâilühû” kaydından anlaşıldığına göre (Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ, s. 2) daha müellif hayatta iken yapılmış bir muhtasarı vardır. Çok hacimli olan eseri ihtisar eden şahıs kitabın muhtevasını aynen nakletmek konusunda büyük bir itina göstermiştir. Fasıl başlarında İbn Bîbî’yi esas alan bu kişinin, İbn Bîbî’nin tarih vermeden anlattığı bazı olayların tarihini kaydetmek suretiyle ayrı bir önem kazandırdığı eseri ne zaman tamamladığı tartışmalıdır. Kitap en erken 25 Rebîülâhir 680 (13 Ağustos 1281), en geç de 687’de (1288) tamamlanmış olmalıdır (, V/2, s. 715). Duda ise 1 Şâban 683 – 1 Şevval 684 (13 Ekim 1284-30 Kasım 1285) tarihleri arasında tamamlandığını ileri sürmektedir (, III, 738). M. Fuad Köprülü (, VII/45 [1948], s. 388 vd.), Mükrimin Halil Yınanç (s. 9) ve Zeki Velidi Togan (s. 190), eseri İbn Bîbî’nin kardeşi Nâsırüddin Yahyâ’nın ihtisar ettiğini kaydederlerse de bu konudaki çalışmalarıyla tanınan Adnan Sadık Erzi, İbn Bîbî’nin anne ve babasına tahsis ettiği fasıla tekabül eden kısma ihtisarı yapan kişinin “zikr-i vâlid ve vâlide-i müellif-i asl-ı ân (in) Muḫtaṣar Emîr Nâsırüddin” başlığını koymasını ve “vâlide-i o” diye söze başlamasını (Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ, s. 196), Nâsırüddin Yahyâ’nın muhtasarın değil el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’nin müellifi olduğuna açık delil sayar (, V/2, s. 715). İbn Bîbî’nin eserinin hiçbir yerinde kardeşinden bahsetmemesi de bu görüşü desteklemektedir. Muhtasarda İbn Bîbî’nin adının (Nâsırüddin Hüseyin) yanlışlıkla Nâsırüddin Yahyâ olarak kaydedilmesi bu ihtilâfa sebep olmuştur. İbn Bîbî’nin babasından bahsederken kullandığı “peder-i bende” (tıpkıbasım, s. 485) kelimelerinin muhtasarın müellifi tarafından atılarak sadece Mecdüddin kelimesinin bırakılması da (Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ, s. 221) Erzi tarafından bu görüşü teyit eden bir delil olarak gösterilmiştir (, V/2, s. 715). Muḫtaṣar-ı Selcûḳnâme’nin tek nüshası Paris Bibliothèque Nationale’dedir (Storey, II/2, s. 409 vd.). Ch. Schefer, eserin I. Gıyâseddin Keyhusrev ve II. Süleyman Şah dönemine ait kısımlarını Fransızca tercümesiyle birlikte yayımlamıştır (Quelques chapitres de l’abrégé du Seldjouk Namèh composé par l’émir Nassir eddin Yahia. Recuil de textes et traductions publié à l’occasion du VIIIe congrés international des orientalistes tenu à Stockholm en 1889, série V-VI, Paris 1889, III, 3-102). Muḫtaṣar’ın tamamı Houtsma tarafından neşredilmiştir (bk. bibl.). Muhammed Cevâd Meşkûr ise bu muhtasarı bir mukaddime ile ve Selçuklu tarihine dair bazı ilâveler yaparak Aḫbâr-ı Selâciḳa-i Rûm adıyla yayımlamıştır (Tahran 1350 hş.). M. Nuri Gençosman eseri, Anadolu Selçuklu Devleti Tarihi: İbn Bîbî’nin Farsça Muhtasar Selçuknâmesi’nden adıyla Türkçe’ye tercüme etmiştir (Ankara 1941). Eser Duda tarafından notlar ilâve edilerek Almanca’ya çevrilmiştir (Die Seltschukengeschichte des Ibn Bībī, Kopenhagen 1959).

el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’nin yine müellifi meçhul Târîḫ-i Âl-i Selcûḳ der Memâlik-i Rûm adlı başka bir muhtasarı daha mevcuttur. Bu muhtasarın yegâne nüshası Gotha’dadır (Storey, II/2, s. 409 vd.; Yınanç, s. 9 vd.; Togan, s. 190).

Yazıcızâde Ali, el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’yi bazı ilâvelerle Türkçe’ye çevirerek II. Murad’a ithaf etmiştir. Bu tercüme, Yazıcızâde’nin Târîh-i Âl-i Selçûk, Oğuznâme veya Moğolnâme de (TSMK, Revan Köşkü, nr. 1391) denilen eserinin “Zikr-i Pâdişâhî-i Sultân Süleyman Şah der Rûm” faslı ile başlayan üçüncü kısmını oluşturur. Yazıcızâde Ali, Anadolu Selçukluları’nın kuruluş devri hakkında kısa bilgi verdikten sonra el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye’yi başlıklarını aynen tekrarlayarak tercüme etmiştir. İbn Bîbî’nin anne ve babasına ait yerlerle bazı Arapça manzumeler ve zor ibareler dışında tercümede metne sadık kalmış, Alâeddin Atâ Melik Cüveynî’den övgüyle söz edilen yerlere II. Murad’ın adını koymuştur. Yazıcızâde tercümede İbn Bîbî ve eserinin adına hiç yer vermemiştir. Bu arada büyük emîrlerin hangi Oğuz boylarına mensup olduklarını belirtmiş ve Selçuklular’da Oğuz töresinin devam ettiğine dair bilgi vermiştir. Buna karşılık eserdeki bazı yerleri atlamıştır.

Yazıcızâde’nin yaptığı tercümenin Türkiye ve Avrupa’nın çeşitli kütüphanelerinde nüshaları vardır. Bunlardan bazıları sadece Anadolu Selçukluları’nı ihtiva etmektedir. Ancak hepsinde az çok eksikler vardır (geniş bilgi için bk. , V/2, s. 716). Houtsma, bu tercümenin Paris ve Leiden nüshalarından yararlanarak baştan “Zikr-i Vürûd-i Resûlân-ı Sultân Celâleddîn”e kadar gelen bölümünü neşretmiştir (Histoire des Seldjoucides de l’Asiemineure d’après Ibn-Bībī texte Turc publié d’après les mss. de Leide et de Paris, Leide 1902). Mükrimin Halil Yinanç, Yazıcızâde’nin eserinin sonuna bazı ilâveler yapılarak Mehdi Çelebi tarafından ihtisar edildiğini kaydeder (Türkiye Tarihi, s. 11). Erzi, Paris Bibliothèque Nationale’de (TY, nr. 1182) kayıtlı bulunan Münteḫab-ı Tevârîḫ-i Selâciḳa adlı eserin bunun bir nüshası olduğu kanaatindedir (, V/2, s. 717).

Seyyid Lokmân b. Hüseyin el-Âşûrî 1009’da (1600-1601) Yazıcızâde’nin eserini Oğuznâme adıyla ihtisar etmiştir. Bu eser Finlandiyalı şarkiyatçı J. J. Wilhelm Lagus tarafından Latince tercümesiyle birlikte neşredilmiştir (Seid Locmani ex Libro Turcico qui Oghuznāme inscribitur excerpta, Helsingfors 1854).


BİBLİYOGRAFYA

(tıpkıbasım), s. 10-11, 442-443, 472, 485, 666, 742-744; a.e. (nşr. Necati Lugal – Adnan Sadık Erzi), neşredenlerin girişi, s. 7-12; a.e. (trc. Mürsel Öztürk), Ankara 1996, çevirenin girişi, I, 1-11.

a.mlf., Tevârîḫ-i Âl-i Selcûḳ Muḫtaṣar-ı Selcûḳnâme: Histoire des Seldjoucides d’Asiemineure d’après l’abrégé du Seldjouknameh d’Ibn-Bībī texte persan publié d’arès le ms. de Paris (nşr. M. Th. Houtsma), Leiden 1902, neşredenin girişi, s. V-XVI, 2, 196-197, 221.

, II/2, s. 408-410.

Mükrimin Halil Yınanç, Türkiye Tarihi, Selçuklular Devri I: Anadolu’nun Fethi, İstanbul 1944, s. 9-11.

Abbas el-Azzâvî, et-Taʿrîf bi’l-müʾerriḫîn fî ʿahdi’l-Moġûl ve’t-Türkmân, Bağdad 1376/1957, s. 86-88.

K. Erdmann, Ibn Bībī Als Kunsthistorische Quelle, İstanbul 1962.

M. Cevâd Meşkûr, Aḫbâr-ı Selâciḳa-i Rûm, Tahran 1350 hş., s. 7-30.

Nejat Kaymaz, Pervâne Mu‘înü’d-dîn Süleyman, Ankara 1970, s. 12-19.

Cl. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, s. 73-74.

A. Zeki Velidi Togan, Tarihte Usûl, İstanbul 1981, s. 190.

Tuncer Baykara, Türkiye Selçukluları Devrinde Konya, Ankara 1985, s. 6.

, III/1, s. 494-503; III/2, s. 1213-1217.

Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti (trc. Azer Yaran), Ankara 1988, s. 11-15.

Ahmet Yaşar Ocak, Babaîler İsyanı, Aleviliğin Tarihsel Alt Yapısı, Yahut Anadolu’da İslâm-Türk Heterodoksisinin Teşekkülü, İstanbul 1996, s. 4-5.

M. Said Polat, Moğol İstilasına Kadar Türkiye Selçuklularında İçtimaî ve İktisadî Hayat (doktora tezi, 1997), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü.

Fuad Köprülü, “Anadolu Selçukluları Tarihi’nin Yerli Kaynakları”, , VII/27 (1943), s. 388-389.

Osman Turan, “Selçuk Devri Vakfiyeleri III: Celâleddin Karatay Vakıfları ve Vakfiyeleri”, a.e., XII/45 (1948), s. 87.

A. Yakubovskiy, “İbn-i Bibi’nin XIII. Asır Başında Anadolu Türklerinin Sudak, Polovets (Kıpçak) ve Ruslara Karşı Yaptıkları Seferin Hikâyesi” (trc. İsmail Kaynak), , XII/1-2 (1954), s. 207-226.

Herbert W. Duda, “İbn Bîbî’nin Selçuklu Tarihi”, , II (1957), s. 1-10.

a.mlf., “Ibn Bībī”, , III, 737-738.

Adnan Sadık Erzi, “İbn Bîbî”, , V/2, s. 712-718.

Ali Ekber Diyânet, “İbn Bîbî”, , III, 163-164.

Tahsin Yazıcı, “Ebn Bībī”, , VIII, 8-9.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1999 yılında İstanbul’da basılan 19. cildinde, 379-382 numaralı sayfalarda yer almıştır.