İBN SEM‘ÛN

Ebü’l-Hüseyn Muhammed b. Ahmed b. İsmâîl b. Anbes el-Bağdâdî (ö. 387/997)

Vâiz, hatip ve mutasavvıf.

Müellif:

300’de (912) Bağdat’ta doğdu. Gençliğinde camilerde vaazlar dinledi, sûfîlerin sohbetinde bulundu. Özellikle Ebû Bekir eş-Şiblî’nin takdirini kazandı. Sem‘ûn adını taşıyan dedesinin kendisine vermiş olduğu İbn Sem‘ûn unvanıyla anılmaya başladı. Gençliğinde bir süre kitap istinsah ederek ailesinin geçimini sağlamaya çalıştı. Hacca gitti ve hac dönüşü Kudüs’ü ziyaret ederek memleketine döndü. 387 yılı Zilkade ayında (Kasım 997) vefat eden İbn Sem‘ûn’un cenaze namazı önce kardeşi Hasan tarafından evinin önünde kıldırılmış ve oraya defnedilmiştir. Camide cenazenin gelmesini bekleyen cemaat durumu öğrenince cenaze namazının evde kılınmasına bid‘at olduğu gerekçesiyle şiddetle karşı çıkmış, naaşı, kabirden çıkarıp camiye getirmiş, namazı tekrar kıldıktan sonra evine götürüp toprağa vermiştir. İbn Sem‘ûn’un naaşı otuz dokuz yıl sonra Bâbülharb Kabristanı’nda Ahmed b. Hanbel’in kabrinin yanına nakledilmiştir (İbn Ebû Ya‘lâ, II, 155).

İbn Sem‘ûn’un hitabetinin fevkalâde güzel, ifadesinin düzgün, vaazlarının etkileyici ve coşturucu olduğu, onu dinlemeye gelenler arasında sözlerini not edenlerin bulunduğu, anlamlı ve özlü konuşmalarından dolayı kendisine “nâtıku’l-hikme” unvanının verildiği kaydedilmektedir. Ancak sözlerinden çok azı günümüze intikal etmiştir. Harîrî’nin onun gibi bir vâizin yetişmediğini söylemesi bu alandaki şöhretinin yaygınlık derecesini gösterir (Ahmed b. Abdülmü’min eş-Şerîşî, III, 7). İbn Sem‘ûn’un, Şiblî’nin önde gelen müridlerinden Ali b. İbrâhim el-Husrî ile geçinemediği, fakat Ebû Hâmid el-İsferâyînî, Ebû Hafs el-Bermekî ve Ebû Bekir el-Bâkıllânî gibi dönemin tanınmış şahıslarının saygısını kazandığı kaydedilir. Halkı zühde teşvik ettiği halde kendisinin giyim ve yeme konusunda zevkine düşkün olmasını yadırgayanlara, “Allah ile aranızdaki hal, olması gereken şekilde ise güzel elbise ve lezzetli yemek zarar vermez” dediği nakledilmektedir.

Kaynaklarda insanların aklından geçen ve gönüllerinde saklı olan hususları bildiği kaydediliyorsa da esas itibariyle sûfî olmadığı için Herevî’nin Ṭabaḳātü’ṣ-ṣûfiyye’si (s. 531) dışındaki tasavvufî eserlerde ona yer verilmemiş, buna karşılık vecizeleri ve hakîmâne sözleri sebebiyle Herevî ve İbnü’l-Cevzî gibi müellifler onu mutasavvıflar arasında zikretmişlerdir. İbn Asâkir tasavvufta yüksek bir bilgi düzeyine sahip olduğunu, fakat herhangi bir şeyhe bağlılığının bulunmadığını söylediği İbn Sem‘ûn’u Eş‘arî mezhebi ricâli içinde kaydetmiştir (Tebyînü keẕibi’l-müfterî, s. 200).

İbn Ebû Dâvûd es-Sicistânî başta olmak üzere İbn Mahled el-Attâr, Muhammed b. Ca‘fer et-Taberî, Muhammed b. Ebû Huzeyfe, Hırakī, Ahmed b. Süleyman ed-Dımaşkī, Ömer b. Kāsım eş-Şeybânî gibi birçok hadis âliminden nakillerde bulunan İbn Sem‘ûn’dan Hamza b. Muhammed ed-Dekkāk, Kadı Ebû Ali Muhammed b. Ahmed b. Ebû Mûsâ el-Hâşimî, Hasan b. Muhammed el-Hallâl, Abdülazîz b. Ali el-Ezcî gibi bazı hadisçiler rivayette bulunmuşlardır.

Eserleri. 1. el-Emâlî. Hadise dair bir eser olup yirmi bölümden meydana gelir. Bir nüshası Şam’da Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye’de bulunmaktadır (Elbânî, s. 59).

2. Cüzʾ fîhi mesʾele min kelâm. Fuat Sezgin bu risâlenin de Dârü’l-kütübi’z-Zâhiriyye’de (nr. 55) bulunduğunu kaydetmektedir (GAS, I, 668).

3. Muḫtaṣarü’l-ḥikem. Louis Massignon, İbn Sem‘ûn’un sözlerinden oluşan bu risâlenin Ebü’l-Hüseyin el-Kazvînî tarafından derlendiğini söyler (Recueil, s. 85).


BİBLİYOGRAFYA

, I, 274-277.

, IV, 362.

, s. 530-531.

, II, 155-162.

, s. 200-206.

, II, 471-477.

Ahmed b. Abdülmü’min eş-Şerîşî, Şerḥu Maḳāmâti’l-Ḥarîrî (nşr. Muhammed Ebü’l-Fazl İbrâhim), Kahire 1972, III, 7 vd.

, IX, 137.

, IV, 304.

, II, 172.

a.mlf., , XVI, 505-511.

, II, 51 vd.

, XI, 323.

, s. 232-233.

, I, 162.

Louis Massignon, Recueil de textes inédits, Paris 1929, s. 84-85.

, I, 360.

, I, 667 vd.

, s. 59.

Nâme-i Dânişverân-ı Nâṣırî, Kum, ts. (Dârü’l-fikr), I, 261-277.

Ahmed Bâdkûbe-i Hezâre, “İbn Semʿûn”, , III, 710-711.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1999 yılında İstanbul’da basılan 20. cildinde, 314 numaralı sayfada yer almıştır.