HALÎMÎ, Lutfullah

(ö. XV. yüzyılın sonları)

Bahrü’l-garâib adlı Farsça-Türkçe sözlüğüyle tanınan dil âlimi, fakih, şair ve tabip.

Müellif:

Ailesi Sivaslı olmakla beraber kendisi muhtemelen Amasya’da doğup büyümüştür. Eserlerinde ismi Lutfullah, bazan Halîmî, bazan da sözlüğünde olduğu gibi Lutfullah b. Ebû Yûsuf el-Halîmî olarak geçmektedir. Muḫtaṣarü’l-eşkâl ve şerḥuhû adlı kitabında dedesinin adının Abdülhalîm olduğunu belirtir. Halîmî, bazı kaynaklarda yer alan Acem diyarından geldiğine dair kayıtlara (meselâ bk. Âlî, vr. 238a; Taşköprizâde, s. 382; , II, 241; , I, 840) ve Farsça’ya hâkimiyetine bakılırsa esas öğrenimini o zamanın önde gelen kültür çevrelerinden İran’da yapmıştır.

Fâtih Sultan Mehmed ve II. Bayezid devirlerinde çeşitli kadılıklarda bulunan Halîmî, Fâtih devri sadrazamlarından Mahmud Paşa’nın himayesini görmüştür. Sivas kadısı iken Amasya Valisi Şehzâde Bayezid’i kötü yola teşvik edenlere engel olmak istediği için iftiraya uğramış, 1474’te azledilerek Tokat’ta hapsedilmiş, üç ay kadar hapiste kaldıktan sonra suçsuz olduğu anlaşılarak serbest bırakılmıştır. Mâruz kaldığı muameleden çok müteessir olan Halîmî, düşmanlarından çekindiği için bütün olup bitenleri padişaha rumuzlu bir şekilde arzetmek üzere Arapça olarak bir “kasîde-i tâiyye” yazmıştır. 880’de (1475-76) İstanbul’a gidince kasidesini beyit beyit şerhederek Şehzâde Bayezid’i içki, kumar ve uyuşturucuya alıştıranları açıklamış, kendisine kötülük edenleri anlatmıştır. Halîmî’nin kasidesini Fâtih Sultan Mehmed’e takdim etmesi üzerine padişah Amasya’ya vezir Hamza Beyzâde Mustafa Paşa başkanlığında bir tahkikat heyeti göndermiştir. Ondan gelen rapor üzerine Amasya’ya gönderdiği bir fermanla Şehzâde Bayezid’in çevresindekilerden Mahmud Paşa, Tâcî Bey ve Abdurrahman Efendi’nin idamını, diğerlerinin de azlini emretmiştir. Bunlardan Tâcî Bey Bağdat’a, Abdurrahman Efendi İran’a kaçmış, Mahmud Paşa ise idam edilmiştir.

Eserlerinden Halîmî’nin Arapça’yı ve özellikle Farsça’yı iyi bildiği, lugat, edebiyat, tıp ve miras hukuku konularında derin bilgiye sahip bir âlim olduğu anlaşılmaktadır. Necâtî ve Bâkî gibi güçlü şairleri bile hafife alan Gelibolulu Mustafa Âlî onu duygulu ve zevk sahibi, kasidelerinde Selmân-ı Sâvecî’nin benzerinin yazılması çok güç kasidesine yaklaşan buluş ve tahayyülleri bulunan bir kalem ehli diye nitelendirerek eser ve şiirlerinin övgüye lâyık olduğunu belirtir, otuz kadar risâle ve kasidesini gördüğünü söyler (Künhü’l-ahbâr, vr. 238a). 882’de (1477) metnini nesih hattıyla bizzat yazdığı, ertesi yıl Farsça’ya çevirip ta‘lik hattıyla satır arasına işlediği Kur’an tercümesi (TSMK, Emanet Hazinesi, nr. 65) onun aynı zamanda bir hattat olduğunu göstermektedir.

Halîmî’nin hayatının son devreleri yeterince aydınlık değildir. Bahrü’l-garâib şerhine “nisârü’l-mülk” (نثار الملك) kelimesinin karşılığı olan 872 (1467-68) tarihini düşürdüğü ve Musarrihatü’l-esmâ adlı eserini yine 872’de yazıp her ikisini de daha sonra “nimet denizinde gark olmak için” (Musarrihatü’l-esmâ, Süleymaniye Ktp., Lâleli, nr. 3608/1, vr. 1b-2a) II. Bayezid’e sunduğu, Farsça Kur’an tercümesini de 883’te (1478) tamamladığı dikkate alınırsa II. Bayezid devrinde (1481-1512) öldüğü söylenebilir. ’da ise (II, 1246) 900 (1495) yılında “maktulen” öldüğü kaydedilmektedir. II. Bayezid tahta geçtikten sonra Halîmî’nin düşmanları olan Tâcî Bey ile Abdurrahman Efendi 887’de (1482) padişahın çevresinde tekrar yer aldıklarına göre (, III, 235) bu tarihte onların fitnesiyle idam edilmiş olması muhtemeldir.

Ölüm tarihini 922 (1516) olarak gösteren kaynaklar (, II, 241; , I, 840; Şeşen, Fihrisü Maḫṭûṭâti’ṭ-ṭıbbi’l-İslâmî, s. 203; Künhü’l-ahbâr, vr. 238a; , III, 1978) Halîmî’yi, Yavuz Sultan Selim devrinde (1512-1520) hayatta olup sultana hocalık yapan ve 1516 Mısır seferinde ölen Halîmî Çelebi ile karıştırmışlardır. Öte yandan bazı kaynaklarda sözü edilen Halîmî-i Şirvânî ise (Hayyâmpûr, Ferheng-i Süḫanverân, Tebriz 1340 hş./1961, s. 172; Habîb, Hat ve Hattâtân, s. 233; M. Ali Terbiyet, Dânişmendân-ı Âẕerbâycân, s. 123; Âgā Büzürg-i Tahrânî, eẕ-Ẕerîʿa ilâ teṣânîfi’ş-Şîʿa, IX/1, s. 265; Ali el-Fâzıl el-Kāinî en-Necefî, Muʿcemü müʾellifi’ş-Şîʿa, Necef 1405 hş., s. 147) bir başka kişi olup Lutfullah Halîmî ile alâkası yoktur.

Eserleri. 1. Bahrü’l-garâib. Lugat-ı Halîmî olarak da tanınır. Müellif, 1446 yılında manzum olarak kaleme aldığı ve muhtemelen Sivas kadılığı sırasında yeniden gözden geçirdiği bu eserini o zamanlar Amasya valisi bulunan Şehzâde Bayezid’e takdim etmiş, ancak anlaşılması güç olduğu için eseri 872’de (1467-68) ayrıca şerhederek iki defter halinde düzenlemiş ve yine Şehzâde Bayezid’e sunmuştur. Türkiye ve Avrupa kütüphanelerinde pek çok yazması bulunan eserin en eski nüshalarından biri Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Esad Efendi, nr. 3281).

2. Kitâbü Tâʾiyyeti’l-Ḥalîmî maʿa şerḥihâ. Sivas kadılığından alınarak Tokat’ta hapsedilmesi üzerine Fâtih Sultan Mehmed’e yazdığı elli bir beyitlik Arapça kasidenin şerhi olup aruzun dört “müstef‘ilün” kalıbıyla yazılmıştır. Kendi el yazısıyla ta‘lik olarak yazılmış yegâne nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Ayasofya, nr. 4088).

3. Gülşen-i Zîbâ. 862’de (1457-58) tamamlanarak Fâtih Sultan Mehmed’e sunulan tıbba dair bu Farsça manzum eser “Tabîiyyât”, “Zarûriyyât” ve “Maraz” başlıkları altında üç bab ile çeşitli fasıllardan meydana gelmektedir. Amasya Dârüşşifâsı için Şerefeddin b. Ali b. Hâc İlyâs Sabuncuoğlu tarafından 866’da (1462) nesih hattıyla istinsah edilen bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’ndedir (Fâtih, nr. 3639). Eserin adı yazma nüshada (vr. 3a) Gülşen-i Zîbâ şeklinde yer almasına karşılık (, I, 273) Uzunçarşılı’da (Osmanlı Tarihi, II, 600) yanlış olarak Ḳāsımiyye, Fihrisü Maḫṭûṭâti’ṭ-ṭıbbi’l-İslâmî’de Manẓûm fi’ṭ-ṭıb (s. 203) diye gösterilmiştir.

4. “Farsça Kur’an Tercümesi”. Halîmî’nin 882’de (1477) yazdığı bu mushafta ayrıca her kelimenin mânası satır altına yazılmış ve tercüme 883’te (1478) tamamlanmıştır. Kur’an’ın dış kapağı ile ilk üç sayfası, secde, hizip ve cüz başlarını gösteren işaretler, duraklar altın yaldız tezhiplidir. III. Osman tarafından 1171’de (1757-58) Hırka-i Saâdet Dairesi’ne vakfedilen bu tercümenin yegâne nüshası Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır (Emanet Hazinesi, nr. 65).

5. Muḫtaṣarü’l-eşkâl ve şerḥuhû (Süleymaniye Ktp., Şehid Ali Paşa, nr. 1110). Ferâʾiż-i Ḥalîmî olarak da tanınan Arapça muhtasarla buna daha sonra yine kendisi tarafından yapılan geniş şerhi içine alır. Halîmî miras hukukundaki engin bilgisini bu eserle ortaya koymuştur.

6. Ḥâşiyetü Ḥalîmî ʿale’l-Ḫayâlî (Süleymaniye Ktp., Mahmud Paşa, nr. 281/2). Necmeddin en-Nesefî’nin İslâm akaidine dair yazdığı çok kısa risâle Sa‘deddin et-Teftâzânî tarafından Şerḥu’l-ʿAḳāʾidi’n-Nesefî adıyla şerhedilmiş, buna Hayâlî bir hâşiye yazmıştır. Halîmî’nin eseri de Hayâlî’nin hâşiyesine yapılmış bir hâşiye mahiyetindedir.

7. Musarrihatü’l-esmâ. Müellifin, Cevherî’nin eṣ-Ṣıḥâḥ’ı ile İbn Düreyd’in el-Cemhere’si, İbn Fâris’in Mücmelü’l-luġa’sı ve diğer bazı eserlerden seçtiği Arapça isimlere Türkçe, bazan Farsça karşılıklar vermek suretiyle satır arası tercüme şeklinde düzenlediği bir isimler sözlüğüdür. Arap harflerine göre alfabetik olarak hazırlayıp 872’de (1467-68) tamamladığı eserini II. Bayezid’e sunmuştur. 884 (1479) yılında istinsah edilmiş nüshalarından biri Süleymaniye Kütüphanesi’nde kayıtlıdır (Ayasofya, nr. 4773; diğer bazı nüshaları için bk. Lâleli, nr. 3608/1; Esad Efendi, nr. 3275). Eserin ayrıca Kahire ve Avusturya kütüphanelerinde de yazmaları vardır (, II, 289; Suppl., II, 312; Kehhâle, VIII, 156; Lobenstein, I, 232-233).

8. Tuhfe-i Mukaddimetü’l-luga. Farsça’dan Türkçe’ye manzum bir sözlük olan bu risâle aruz vezniyle biri on bir, biri yirmi altı, diğerleri de on iki ve on bir beyitlik dört parçadan ibarettir. “Hudâ: Tanrı” kelimesiyle başlayıp “kulaç: bâz aldı” kelimesiyle biten bu parçalarda Bahrü’l-garâib’de geçen isimlerin bir kısmı yeniden işlenmiştir. Risâle yedi mûsiki makamının sayıldığı, şairin adının zikredildiği beş beyitlik bir parça ile sona ermektedir. Lugatçenin bir nüshası, Hüsâm b. Hasan el-Konevî’nin düzenlediği Tuḥfe-i Ḥüsâmî adlı Arapça, Farsça şiir mecmuasının 76b-78b yaprakları arasındadır (Süleymaniye Ktp., Reşid Efendi, nr. 977/7).

9. Mirʾâtü’ṭ-ṭayyibîn (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 431/5). Tövbe hakkında olup 865’te (1460-61) Farsça olarak yazılmıştır.

10. Risâle fî beyâni kavâidi’l-muammâ (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 430/34; Şehid Ali Paşa, nr. 2634/2). Farsça muammâ kaidelerini Türkçe açıklayan ve örneklendiren bir risâledir. Bahrü’l-garâib şerhinden nakledilen bu kaideler yeni örneklerle genişletilmiştir.

11. Risâle fî tecnîsât ve’t-teşbîhât ve’l-mecâzât (Süleymaniye Ktp., Âşir Efendi, nr. 430/7). Cinas, teşbih ve mecaz kaidelerini Türkçe açıklayıp örneklendiren manzum bir risâledir. Müellif, daha önce Bahrü’l-garâib şerhinde kısaca temas ettiği konuları bu eserde ayrıntılı bir şekilde işlemiş ve örneklendirmiştir.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 382.

, vr. 88a.

Âlî, Künhü’l-ahbâr, Süleymaniye Ktp., Fâtih, nr. 4225, vr. 238a.

Künhü’l-Ahbâr’ın Tezkire Kısmı (haz. Mustafa İsen), Ankara 1994, s. 176.

, I, 303-304.

M. Kāsım Sürûrî, Mecmaʿu’l-Fürs, Süleymaniye Ktp., Ayasofya, nr. 4759, vr. 1b-2b.

, I, 225; II, 1246, 1315, 1926.

, s. 137, 138, 139 (or. 3398).

, I, 128, 129, 130.

Sıddîk Hasan Han, el-Bulġa fî uṣûli’l-luġa (nşr. Nezîr M. Mektebî), Beyrut 1408/1988, s. 347.

, II, 241.

, II, 267, 386.

, III, 229-230, 235.

, I, 273.

, I, 840.

, I, 84, 294, 393, 394-395; II, 275, 547, 548, 551.

, I, önsöz.

, VIII, 156-157.

, II, 289; , II, 312.

, II, 600.

, IV, 113.

, II, 19-22.

Veli Behcet Kurdoğlu, Şair Tabibler, İstanbul 1967, s. 86.

H. Lobenstein, Katalog der arabischen Handschriften der Österreichischen National Bibliothek, Wien 1970, I, 232-233.

, s. 203.

a.mlf., Fihrisü maḫṭûṭâti Mektebeti Köprülü, İstanbul 1406/1986, s. 563-567.

Halûk İpekten v.dğr., Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü, Ankara 1988, s. 177.

Günay Kut, Tercüman Gazetesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar Kataloğu I, İstanbul 1989, s. 323.

C. Feroe, Lütfullah Halimî’nin Bahrü’l-garâib’i (yüksek lisans tezi, 1991), AÜ DTCF.

, III, 1978.

“Halimî”, , IV, 50.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul’da basılan 15. cildinde, 341-343 numaralı sayfalarda yer almıştır.