HÂTİME

İnsan hayatının iman açısından iyi veya kötü bir şekilde sona ermesi anlamında bir tabir.

Müellif:

Sözlükte “tamamlamak, bitirmek, sona erdirmek” anlamına gelen hatm (hitâm) masdarından türemiş bir isim olup “son, sonuç, nihayet” demektir. İslâmî gelenekle yetişen toplumlarda hâtime hayatın nasıl sonuçlanacağı, son nefeste imanın korunup korunamayacağı şeklinde anlaşılmaktadır. Dünyadan imanla göç etmeye hüsn-i hâtime, imandan yoksun olarak gitmeye de sû-i hâtime denilmiştir. Arapça literatürde birincisi hâtimetü’l-hayr, hüsnü’l-hâtime, ikincisi sûü’l-hâtime biçiminde yer almaktadır (krş. Gazzâlî, IV, 173; Makrîzî, vr. 351a).

Kur’ân-ı Kerîm’de hâtime kelimesi geçmemekle birlikte hâtimenin ifade ettiği kavram Kur’an’ın muhtevasına uygun düşmektedir. Zira Kur’an’ın önerdiği kurtuluş (fevz) hem dünya hem de âhiret mutluluğunu amaçlamaktadır. Bunu sağlamanın temel ilkesi de iman ve sâlih ameldir. Dünya hayatını bu ilkeye uygun olarak yaşayan bir mükellefin ebedî âlemde de mutlu olacağını, imanı ve amel-i sâlihi konu edinen birçok âyet haber vermektedir. Ancak insan iyiliğe özendiren yetenek, imkân ve vasıtaların yanında kötülüğe sevkeden bazı faktörlerin etkilerine mâruzdur. Bu sebeple yaşantısının ileriki yıllarında olumsuz faktörlerin tesiriyle mânevî hayatı açısından kötü bir mecraya sürüklenebilir. Kur’ân-ı Kerîm’de, önceleri ilâhî gerçeklere vâkıf bir mümin iken daha sonra nefsânî arzularına ve şeytana uymak suretiyle kötüler arasına karışıp cezalandırılan kişilerden bahsedildiği gibi (bk. el-A‘râf 7/175-176; el-Kasas 28/76-82; ayrıca bk. BEL‘AM b. BÂÛRÂ; KĀRÛN), peygamberler aracılığıyla tebliğ edilen hak dini benimsedikten sonra bundan ayrılan toplumların varlığı da haber verilir (meselâ bk. el-Bakara 2/213; Yûnus 10/19; Fâtır 35/42). Ayrıca Hz. Yûsuf’un ve Hz. Mûsâ’ya iman eden sihirbazların Allah’tan mümin olarak ölmelerini talep ettikleri ifade edilmekte (el-A‘râf 7/126; Yûsuf 12/101), müminlere de iyilerle beraber ölmeyi Allah’tan istemeleri öğütlenmektedir (Âl-i İmrân 3/193). Her namazda okunan Fâtiha sûresinin 6. âyeti müfessir Taberî’nin tercihine göre (Câmiʿu’l-beyân, I, 55-57), “Bize doğru yolda sebat ver, ömrümüzün geri kalan kısmında da bizi o yoldan ayırma” şeklinde anlaşılmalıdır. Hz. Peygamber’in Fâtiha’sız namaz olamayacağını belirtirken (, II, 241, 278; İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 11; Tirmizî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 116) amaçlarından biri de her rek‘atta okunan bu sûrenin, dünya ve âhiret mutluluğuna erdirecek hak yoldan ayrılmama şuurunu sürekli tazelemesini sağlamaktır. Ayrıca Âl-i İmrân sûresinde (3/8) yer alan, “Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltip haktan çevirme” meâlindeki âyet de bu konuyla ilgilidir. Nitekim Taberî, âyetin tefsiri münasebetiyle Resûl-i Ekrem’in şu duayı sık sık tekrar ettiğini kaydetmektedir: “Ey kalpleri halden hale çeviren Allah! Benim gönlümü dinin üzere sabit kıl” (Câmiʿu’l-beyân, III, 125-126; krş. , IV, 182, 418; İbn Mâce, “Duʿâʾ”, 2; Tirmizî, “Ḳader”, 7).

Hz. Peygamber’in namazlardan sonra okuduğu rivayet edilen dualardan biri şöyledir: “Allahım! Senden niyazım şudur ki ömrümün en hayırlısı son demleri, amelimin en hayırlısı bitimi, günlerimin en hayırlısı da sana kavuştuğum gün olsun” (Nevevî, s. 69; Heysemî, X, 110). İsmâil b. Muhammed el-Aclûnî, “Rabbim! Bütün işlerde âkıbetimizi hayırlı kıl, bizi dünya mahcubiyetinden ve âhiret azabından koru” şeklindeki bir duayı Resûlullah’a nisbet etmiş ve bunun hâtimetü’l-hayr ile ilgili olarak nakledilen dua olduğunu söylemiştir (Keşfü’l-ḫafâʾ, I, 180). Benzer dua ve niyazların ashaptan itibaren birçok müslüman tarafından yapıldığı şüphesizdir (bazı örnekleri için bk. Makrîzî, vr. 354a-b).

Başta Kur’ân-ı Kerîm olmak üzere bütün İslâmî kaynaklarda, dünya ve âhiret mutluluğu anlamındaki kurtuluş samimi imana ve elden geldikçe iyi davranışa bağlanmaktadır. Ancak insanın başlangıçta iyi yolda bulunurken daha sonra kötülüğe yönelmesi ve bu haliyle ebediyet âlemine intikal etmesi mümkündür. Bunun için kişinin ümitle korku arasında olması, yani Allah’ın engin rahmetine gönül bağlamakla beraber kendini güvencede görüp fazilet kazanma ve kemalini arttırma yolunda zaaf göstermemesi gerekir. Kötü sonuçtan korkma bu mânada anlaşılmalıdır. Bu sebeple, irşad faaliyetlerinde sakındırma (inzâr) yöntemini kullanmayı tercih eden kişilerin müminin son nefesindeki durumunu fazlasıyla tehlikeli göstermeleri naslar çerçevesindeki İslâmî telakki, Allah’ın adalet ve lutufla muamele edişi prensibiyle bağdaşmadığı gibi insan psikolojisine de ters düşmektedir. Kurtuluş dindarlığa, dindarlık da samimi inanç ve dürüstlüğe bağlı olduğuna göre kurtuluş için önemli olan kişinin hayatı boyunca mümin ve dürüst kalmasıdır. Son nefeste, ömür boyu izlenen yolun dışında lehte veya aleyhte beklenmedik gelişmelerin olması ve meselâ söylendiği üzere şeytanın hile ve kurnazlığıyla imanın elden gitmesi düşünülemez. Dindarlık bir hayat tarzıdır ve insanlar yaşadıkları hayata göre son nefeslerini verirler (ayrıca bk. İSTİSNA; MUVÂFÂT).


BİBLİYOGRAFYA

, “ḫtm” md.

, “ḫtm” md.

, I, 120, 223, 257; II, 241, 278; IV, 182, 418.

İbn Mâce, “İḳāmetü’ṣ-ṣalât”, 11, “Duʿâʾ”, 2.

Tirmizî, “Mevâḳītü’ṣ-ṣalât”, 116, “Ḳader”, 7.

, I, 55-57; III, 125-126.

, IV, 7-9, 173-180.

, IX, 146; XVIII, 216-222.

Nevevî, el-Eẕkâr, Kahire 1375/1956, s. 69.

, IV, 337.

, X, 110.

Makrîzî, Ḥuṣûlü’l-inʿâm ve’l-meyr bi-süʾâli ḫâtimeti’l-ḫayr, Nuruosmaniye Ktp., nr. 4937, vr. 348b-354b.

Ali el-Kārî, el-Muḳaddimetü’s-sâlime fî ḫavfi’l-ḫâtime (nşr. Hasan Selmân), Amman 1409/1989, tür.yer.

, I, 180.

, IV, 165; XIII, 63.

Ahmed Rızâ, Muʿcemü’l-metni’l-luġa, Beyrut 1377/1958, II, 226-227.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1997 yılında İstanbul’da basılan 16. cildinde, 474 numaralı sayfada yer almıştır.