HOCA HÜSÂMEDDİN

(1770-1864)

Nakşibendî şeyhi, mesnevîhan.

Müellif:

İstanbul’un Aksaray semtinde doğdu. Dîvân-ı Hümâyun Dahiliye Kalemi serhalifelerinden İstanbullu Seyyid Mehmed Fehim Efendi’nin oğludur. Asıl adı Hasan’dır. Şeyhi Mehmed Emin Efendi’nin kendisine verdiği “Hüsâmeddin” mahlasıyla tanınır. Hıfzını tamamladıktan sonra Kastamonulu Ömer Efendi’den Arapça, Konyalı Ali Efendi’den hadis usulü, Ahıskalı Hoca Selim ve Esad efendilerden tefsir ve Eyüp Hatuniye Tekkesi şeyhi Hoca Selim Efendi’den bazı fen derslerini okudu. Konyalı Ali Efendi’den Ṣaḥîḥ-i Buḫârî icâzeti aldı. Ardından Bursa’ya giderek Hoca Selim Efendi’nin şeyhi Emîniyye Dergâhı postnişini Kādirî-Nakşî şeyhi Kerküklü Seyyid Mehmed Emin Efendi’ye intisap etti. Uzun süre Mehmed Emin Efendi’nin sohbetinde bulundu. Seyrüsülûkünü onun yanında tamamladı; Emîniyye Dergâhı’nda imamlık yaptı.

1811’de şeyhinin vefatının ardından İstanbul’a döndü. Hoca Selim Efendi’den Fuṣûṣü’l-ḥikem ve Mes̱nevî dersleri aldı. Ertesi yıl Selim Efendi’nin vefatından sonra Merkez Efendi Tekkesi’nde Mes̱nevî okutmaya başladı; ilk iki cildi burada bitirdi. 1824’te Şeyh Mesud Efendi’nin vefatı sebebiyle boş kalan Kocamustafapaşa Sünbülî Âsitânesi’nde cuma namazından önce Mes̱nevî’nin diğer ciltlerini okutmayı sürdürdü. 1831 yılında tamamladığı ilk Mes̱nevî hatminin duasını, seçkin kişilerin bulunduğu bir merasimde Murad Molla Dergâhı şeyhi mesnevîhan Murad Nakşibendî yaptı. Aynı yıl hacca gitti, dönüşte Sünbüliyye’den Hacı Evhad Tekkesi’nde uzlete çekildi. Daha sonra cuma namazından önce Mes̱nevî, pazartesi günleri ikindi namazından sonra Kādî Beyzâvî’nin Envârü’t-tenzîl adlı tefsirini ve salı geceleri Ṣaḥîḥ-i Buḫârî, diğer günlerde Meṣâbîḥ, Şirʿatü’l-İslâm, Delâʾilü’l-ḫayrât gibi eserleri okuttu. Ṣaḥîḥ-i Buḫârî’yi iki defa hatmettikten sonra Süyûtî’nin el-Câmiʿu’ṣ-ṣaġīr’ini okutmaya başladı. 1849’da Mes̱nevî’yi ikinci defa bitirdi. Aynı yıl Kādî Beyzâvî’nin tefsiri ve Meṣâbîḥ hatmini de tamamladı. Ertesi yıl Sultan Abdülmecid’in, Hacı Evhad Tekkesi’ndeki derslerini izleyebilmesi için kendisine bilgi verilmeden tekkeye mahfel yaptırması üzerine Hatuniye Tekkesi’ne taşındı. Vefatına kadar burada ders okuttu. Mehmed Âkif Ersoy “Hoca Hüsam” şiirinde, onun Sultan Abdülmecid’e karşı mesafeli tavrının sultana yakınlığı “mânevî bir belâ” olarak görmesinden kaynaklandığını söyler. 1854’te gözlerini kaybetmesine rağmen Mes̱nevî okutmaya devam eden Hoca Hüsâmeddin Efendi üçüncü Mes̱nevî hatminin ardından vefat etti. Cenaze namazı 10 Mart 1864’te ramazan bayramının birinci günü Eyüp Sultan Camii’nde kılındıktan sonra dergâhın hazîresine defnedildi. Sultan Abdülaziz kabrini mermerden yaptırarak üzerine demir bir şebeke koydurmuştur.

Babasının bürokrasinin üst kademelerinde bulunmasına rağmen onun konumundan yararlanmayıp sıradan öğrenciler gibi medrese köşelerinde yaşamayı tercih etmesi, tahsilini tamamladıktan sonra müderrislik veya başka bir resmî görev almaması, varlıklı bir aileden geldiği halde ailesinden intikal eden mirası kardeşlerine bırakıp tekkelerde ikamete yönelmesi şahsiyeti hakkında bir fikir vermektedir. Vefat ettiğinde adına kayıtlı hiçbir cihet veya vazife yoktu. Derslerinden dolayı kimseden ücret almamış, adı hiçbir resmî evraka girmemiş, yöneticilere ve siyasîlere yüz vermemiş, hiç evlenmemiş, her kesimden insanlarla görüşüp sohbet etmiş ve derslerine daha çok kültürlü kişiler katılmıştır. Nakşî olmasına rağmen Mes̱nevî okutması, Mevlevî sikkesi giymesi, ancak imâmesini Mevlevîler gibi destar şeklinde değil düz dolama yapması onun Mevlevîmeşrep olduğunu ima etmektedir. Hatm-i hâcegânın ardından cehrî zikir icra etmiş, daha çok Nakşî-Hâlidîler’e has bir uygulama olarak görülen hadis ve tefsir kitapları okutmuştur. Bu da onun farklı bir yol takip ettiğini, ayrıca şer‘î ilimlerdeki kudretini göstermektedir. Okuttuğu ve şerhettiği kitaplarla toplum hayatında seçkin bir mevki edinen Hoca Hüsâmeddin Efendi, modern dönemin bir ilim dalında uzmanlaşmayı öneren parçalı bilim anlayışı karşısında bütünlükçü Osmanlı ulemâ geleneğinin önemli bir temsilcisidir. Tekkesine gelen her seviyede insan kendi seviyesine göre izleyebileceği ders çeşidi bulabilmiştir. Bu durumu, Nakşibendî-Müceddidî ekolünün Osmanlı’nın son dönemindeki temsilcilerinden şeyhi Mehmed Emin Efendi, pîrdaşı Ali Behcet Efendi ve kendi halifesi Mustafa Vahyî Efendi’de de görmek mümkündür.

Hoca Hüsâmeddin Efendi’den sonra tekkesinde, Mes̱nevî yanında diğer dersleri de otuz iki yıl hizmetinde bulunan halifesi Mustafa Vahyî Efendi (ö. 1878) sürdürmüştür. Tahsil hayatına Hoca Hüsâmeddin Efendi’nin yanında başlayan Sütlüce Sâdî Dergâhı şeyhi Hasîrîzâde Elif Efendi onun hakkında bir eser kaleme almıştır (bk. bibl.). Elif Efendi, Mustafa Vahyî Efendi’den naklen Hoca Hüsâmeddin Efendi’nin telife pek önem vermemesine rağmen üç eser bıraktığını söylemektedir. Bunlardan Tirmizî’nin eş-Şemâʾilü’n-nebeviyye’sinin Türkçe tercümesi Kitâb-ı Şerh-i Şemâil adıyla basılmıştır (İstanbul 1248, 1287, 1313, 1316, 1322; Bulak 1254). Mes̱nevî’nin ilk beytini şerhettiği risâlesiyle ancak on beş cüzünü tamamlayabildiği Ṣaḥîḥ-i Buḫârî üzerine yazdığı Arapça şerh günümüze ulaşmamıştır.

BİBLİYOGRAFYA :

Osmanlı Müellifleri, I, 67; Hasîrîzâde Elif Efendi, Tenşîtü’l-muhibbîn bi-menâkıb-ı Hoca Hüsâmeddin, İstanbul 1342; Hüseyin Vassâf, Sefîne-i Evliyâ (haz. Mehmet Akkuş – Ali Yılmaz), İstanbul 2006, II, 205-209; Abdülbaki Gölpınarlı, Mevlânâ’dan Sonra Mevlevîlik, İstanbul 1983, s. 321-322; Mehmed Âkif Ersoy, Safahat (haz. M. Ertuğrul Düzdağ), İstanbul 1987 (Kültür Bakanlığı), s. 417; Cemâleddin Server Revnakoğlu, “Tarikatlar Tarihine Toplu Bir Bakış”, Yeni Tarih Dünyası, I/3, İstanbul 1953, s. 138; Hür Mahmud Yücer, “Eyüp’te Hâtûniye Tekkesi ve Tenşîtü’l-muhibbîn bi-Menâkıb-ı Hâce Hüsâmeddin”, Tasavvuf, sy. 10, Ankara 2003, s. 219-250.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2016 yılında İstanbul’da basılan (gözden geçirilmiş 2. basım) EK-1. cildinde, 560-561 numaralı sayfalarda yer almıştır.