ESÂTÎR

Uydurulmuş sözler, hurafeler anlamında Kur’ân-ı Kerîm’de yer alan bir tabir.

Müellif:

“Yazı yazmak” mânasındaki satr kökünden türeyen ustûre kelimesinin çoğulu olan esâtîr “gerçeğe uymayan düzensiz, asılsız ve boş sözler” demektir. Esâtîrin Yunanca, Ârâmîce veya Süryânîce’de “tarih” anlamına gelen historia ve storiadan Arapçalaşmış istâr veya istârenin çoğul şekli olduğunu kabul edenler de vardır. Ancak Câhiliye dönemi şiirlerinde satr kökünün kullanıldığı da bilinmektedir.

Esâtîr Kur’ân-ı Kerîm’de “ilkel topluluklar” veya “geçmiş milletler” anlamına gelen evvelîn kelimesiyle birlikte esâtîrü’l-evvelîn şeklinde dokuz yerde geçmektedir (bk. , “esâṭîr” md.). Bu âyetlerden anlaşıldığına göre Kur’an’ı Hz. Peygamber’in uydurduğunu, bu konuda başkalarının da kendisine yardım ettiğini öne süren inkârcılar çok defa Kur’an’ın tamamına, bazan da insanların âhirette diriltilecekleri haberine “eskilerin efsaneleri” nazarıyla bakmışlardır. Bu şekilde düşünenlerin hakikati anlamaları için gerekli açıklamalar yapılmış, Kur’ân-ı Kerîm’i yeryüzüne ve göklere ait bütün sırları bilen Allah’ın indirdiği anlatılarak iddia sahipleri onun muhtevasını incelemeye davet edilmiş; böylece insan ve kâinat hakkında kapsadığı bilgilerin efsane olmadığı, yerin, yeryüzündeki bütün varlıkların, göklerin ve büyük arşın rabbi olan Allah’ın ölüleri kolaylıkla diriltebileceği gerçeğini görmeleri istenmiştir (el-Mü’minûn 23/81-89; el-Furkān 25/5-6). Yine ilgili âyetlerden anlaşıldığına göre inkârcılar, diledikleri takdirde kendilerinin de Kur’an âyetlerine benzer sözler söyleyebileceklerini ileri sürdükleri halde bu iddialarını yerine getirememişler, Kur’an’ın Allah katından gelen ilâhî bir kitap olduğunun delili olmak üzere gökten başlarına taş yağdırılmasını veya azaba uğratılmalarını teklif etmişler (el-Enfâl 8/31-33), böylece tartışma kurallarına ve dolayısıyla mantık kaidelerine uymayan bir tutum sergilemişlerdir. Zira ileri sürdükleri gibi Kur’an insan sözü olsaydı ve insanlar benzeri metinler ortaya koyabilselerdi bunun ispatı iddia sahiplerinin azaba uğratılması yoluyla değil her bakımdan ona benzer bir kitap ortaya koymakla gerçekleşebilirdi. Ancak iddia sahipleri bunu yapamadıkları halde Kur’an’ın Allah kelâmı olduğuna inanmamakta direnmişlerdir. Bunun üzerine geçmişte peygamberlerin getirdikleri ilâhî kitapları “eskilerin masalları” olarak nitelendirenlerin uğradıkları kötü âkıbet kendilerine hatırlatılarak ibret almaları ve gerçeği görüp inanmaları için uyarılara devam edilmiş (en-Neml 27/68-69); ancak her türlü mûcizeyi görseler bile inanmayacak olan kimselerin dünyada burunlarının sürtüleceği, âhirette de ateşin karşısında durdurulunca pişmanlık duyarak gerçekleri tasdik edecekleri anlatılmış, bu pişmanlığın fayda vermeyeceği de haber verilmiştir (el-En‘âm 6/25-30; en-Nahl 16/24-27; el-Ahkāf 46/17-18; el-Kalem 68/15; el-Mutaffifîn 83/13).

Kaynaklar, Kur’an hakkında esâtîrü’l-evvelîn tabirini ilk defa Nadr b. Hâris’in kullandığını kaydeder (Taberî, IX, 151-152). Rivayete göre Ebû Süfyân, Velîd b. Mugīre, Ebû Cehil, Utbe b. Rebîa ve Nadr b. Hâris’ten oluşan bir grup müşrik Kur’an okumakta olan Hz. Peygamber’i gizlice dinlemeye gitmişler, eski dinî inançlar konusunda bilgi sahibi olduğu kabul edilen Nadr’a Hz. Peygamber’in ne okuduğu sorulmuş, o da, “Ne dediğini anlayamıyorum, fakat galiba benim size dediğim gibi geçmiş milletlerin efsanelerinden bahsediyor” cevabını vermiştir (Fahreddin er-Râzî, XII, 185, 188). Öyle anlaşılıyor ki ticaretle uğraşan ve bu maksatla İran, Irak gibi ülkelere giden Nadr, buralarda hıristiyanların ellerinde dolaşan Kitâb-ı Mukaddes’ten haberdar olmuş, İran’ın efsanevî şahsiyetlerinden Rüstem ve İsfendiyar gibi kahramanların hikâyelerini öğrenmiş, Mekke’ye dönünce bunları çevresindekilere anlatmıştır. “İnsanlar içinde, bir bilgisi olmadığı halde Allah yolundan saptırmak ve alaya almak için boş sözleri satın alanlar vardır” (Lokmân 31/6) meâlindeki âyetin Nadr b. Hâris hakkında nâzil olduğu rivayeti onun esâtîrden haberdar olduğunu ve bu ifadeyi Kur’an için de kullandığını destekleyici mahiyettedir (Cevâd Ali, VIII, 320, 323).

Müfessirlerin çoğu esâtîrü’l-evvelîne “önceki milletlere ait rivayetler” anlamını vermiş ve bunlara kahramanlık hikâyeleriyle tarihî kıssaların dahil olduğunu belirtmişse de esasen esâtîr daha çok putperest kavimlerin tanrılarına ilişkin efsaneleri ifade eder. Bunlar, hak dinden sapanların aslını değiştirerek ortaya koydukları bâtıl inançlar olarak da görülebilir. Esâtîr kelimesinin sözlükte “gerçeğe uygun olmayan sözler” anlamına gelmesi de bu görüşü doğrulayıcı mahiyettedir (Mustafavî, V, 130-131). Bazı şarkiyatçılar, Câhiliye dönemi Arapları’nın mitolojinin teşekkülüne uygun bir kültür ve tabiat ortamından mahrum oluşlarını, ayrıca günümüze ulaşmış mitolojilerinin bulunmayışını gerekçe göstererek İslâm öncesi dönemde dinî mitolojinin mevcut olmadığını öne sürmüşlerse de sırf bu gerekçelere dayanarak böyle bir hükme varmak oldukça zor görünmektedir. Özellikle şehirlerde yaşayan ve daha çok ticaret amaçlı seyahatler sırasında başka milletlerle münasebetler kuran Araplar’ın mitoloji geleneğinden yoksun olduğunu söylemek hem tarihî verilere hem de Kur’an’da yer alan beyanlara ters düşmektedir (Cevâd Ali, VI, 19, 30). Zira Yunan mitolojileri kadar zengin olmasa dahi Câhiliye döneminde Abûr, Gumeysâ, Süheyl ve Zühre yıldızlarıyla ilgili bazı mitlerin mevcudiyeti bilindiği gibi Kur’ân-ı Kerîm’de de temas edildiği üzere (bk. , “âlihe”, “şürekâʾ” md.leri), tanrılaştırılan putlar etrafında çeşitli mitlerin oluştuğu da bir gerçektir.

İslâm âlimleri, Kur’an’a mitolojik inançlar nazarıyla bakan veya kâinatın yaratılış ve işleyişini açıklamak amacıyla ilkel toplulukların geliştirdikleri efsaneler türünden bir metin olduğunu ileri süren eski ve yeni iddiaları (meselâ bk. Hançerlioğlu, s. 266; , XIV, 394), Kur’an’ın çeşitli bakımlardan erişilmez üstünlüğü (i‘câz) gerçeğine dayanarak cevaplandırmışlardır. Onun üstünlük ve gerçekliğini okuma yazma bilmeyen (ümmî), fakat çevresinde herkesin güvenini kazanan (emîn) bir insanın elinde ortaya çıkması, edebî üstünlüğü, zengin muhtevası ve derin etkileri bakımından ona denk olabilecek bir metin meydana getirme tekliflerine ciddiye alınabilecek hiçbir karşılık verilememesi, geçmişteki hadiseleri gerçeğe uygun olarak bildirmesi, ileride meydana geleceğini haber verdiği olayların aynen gerçekleşmesi, gerek kâinata gerekse insana dair ihtiva ettiği bilgilerin bütün ilmî gelişmeler karşısında doğruluklarının kanıtlanması, dinî, ahlâkî, içtimaî ve hukukî alanlarda insanların muhtaç olduğu en doğru ilkeleri kapsaması gibi tesbitlerle de ispatlamak mümkündür (daha geniş bilgi için bk. İ‘CÂZÜ’l-KUR’ÂN).

Esâtîr, ayrıca bir fikrin müessir bir şekilde ifade edilmesi veya yorumlanmasında şairlerin ve filozofların başvurduğu edebî bir türü de ifade eder. Günümüzde pek kullanılmayan esâtîr kelimesi, Osmanlılar’da hayal ürünü motiflerle dolu olaylar yani mitoslar için ve mitoloji karşılığı olarak kullanılmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, “sṭr” md.

İsmail Fenni [Ertuğrul], Lugatçe-i Felsefe, İstanbul 1341, “mythe” md.

, “esâṭîr”, “âlihe”, “şürekâʾ” md.leri.

İbrâhim Medkûr, el-Muʿcemü’l-felsefî, Kahire 1399/1979, “el-usṭûre” md.

, V, 130-131.

, I, 300-301.

, IX, 151-152.

, III, 19-20.

, XII, 185, 188, 189; XX, 19; XXIV, 51.

, Beyrut, ts. (Dârü’l-ma‘rife), II, 91, 103-104.

Meclisî, Biḥârü’l-envâr, Beyrut 1403/1983, IX, 97.

, IX, 199.

, VII, 348-349.

, III, 1903-1906.

A. Jeffery, The Foreign Vocabulary of the Qur’ān, Cairo 1938, s. 56-57, 58, 170-171.

Mustafa Sâdık er-Râfiî, İʿcâzü’l-Ḳurʾân, Kahire 1381/1961, s. 192.

, VI, 19, 30; VIII, 316-323.

Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Sözlüğü, İstanbul 1982, s. 266.

Ahmed Matlûb, eṣ-Ṣûre fî şiʿri’l-Aḫṭali’ṣ-ṣaġīr, Amman 1985, s. 65.

Hamza Muhammed eş-Şeyh, “el-Esâṭîr ʿinde muḫtelifi’ş-şuʿûb”, , XXII (1950), s. 160-162.

Abdülaziz Abdülmecid, “A Survey of the Terms Used in Arabic for ‘Narrative’ and ‘Story’”, , I/2 (1954), s. 195-204.

, XIV, 394.

F. Rosenthal, “Asāṭīr al-Awwalīn”, , 90-91.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul’da basılan 11. cildinde, 359-360 numaralı sayfalarda yer almıştır.