ÇİFTLİK

Osmanlı toprak sisteminde ziraat yapılan belirli büyüklükteki araziye verilen ad.

Müellif:

Çiftlik Farsça “cuft > çift” ile Türkçe “+lik” ekinden meydana gelmiş olup bir çift öküzle sürülebilecek büyüklükteki toprak parçalarını ifade eder. Kelime bazan ek almaksızın sadece çift şeklinde de geçer. Balkanlar’da özellikle Slavlar’ın yaşadığı bölgelerde bu kelimenin karşılığı olarak “baştina” tabiri kullanılmıştır. Önceleri timar sistemi çerçevesinde bir çiftçi aileye yetebilecek büyüklükte toprak birimi iken daha sonraları büyük ziraî işletmeleri ve mâlikâneleri ifade eden bir anlam kazanmıştır. Ayrıca Osmanlılar’dan önceki devirlerde de çiftçinin temel toprak ölçü birimini oluşturmuştur.

Osmanlı arazi sisteminde bir çiftlik toprağın ölçüsü kanunnâmelerle tesbit edilmiş olup verim kabiliyetine göre 60-150 dönüm arasında değişirdi. Bu haliyle de timar, vakıf ve mülk topraklarda ziraat yapılan toprakların temel ünitesi özelliğini taşırdı. Reâyâ genel adıyla belirtilen müslüman ve gayri müslim köylüler ellerindeki bu çeşit toprak parçalarını tapu ile tasarruf edebilirler ve karşılığında tayin olunmuş vergiyi (çift resmi) elde ettikleri mahsulün vergileri (öşr) ile birlikte toprağın intifa hakkı (has, timar, vakıf veya mülk) kime verilmişse ona ödemekle yükümlü olurlardı. Çiftçi-köylünün temel toprak birimi olduğundan çiftliğin parçalara bölünmesi yasaklanmıştı. Şeyhülislâm Ebüssuûd Efendi çiftliğin bir bütün olduğunu, eğer parçalara ayrılırsa çift resmi alınmasının mümkün olamayacağını ve toprağın temel vasfını kaybedeceğini belirtmişti. Gerçekten de yapılan genel tahrirler sırasında parçalanma sonucu orijinal şeklini kaybetmiş birçok çiftlik tesbit edilmiş ve bunlardan vergi alınamamıştı. Bu gibi parçalanmış çiftlikler tesbit edildiği ölçüde birleştirilir ve eski şekline döndürülmeye çalışılırdı. Ancak bir çiftçinin ölümü halinde geride kalan oğullarının ortak olarak o çiftliği tasarruf edebilecekleri, eğer iki oğlu kalmışsa çiftliğin bunlar arasında ikiye bölünebileceği kanun hükümlerinde yer almıştı. Böylece çiftliğin veraset çerçevesinde yalnızca ikiye ayrılabileceği (nîm çift) anlaşılmaktadır. Bu gibi topraklardan alınan vergi de bütün çiftlikten alınan verginin yarısıdır.

Reâyâ çiftliklerinin yanı sıra eski uygulamaların bir devamı olarak doğrudan doğruya askerî zümrelerin ellerinde de çiftlikler bulunuyordu. Bu kategoriyi, özel bir askerî teşkilât içinde yer alan yaya-müsellem, doğancı çiftlikleri ve timarlı sipahilerin ellerindeki hassa çiftlikleri oluşturuyordu. Bunların reâyâ çiftliklerinden farkları raiyyet vergilerini ödememeleriydi. “Kılıç yeri” olarak da anılan hassa çiftlikleri ortakçılık ve mukātaa, yani bir çeşit toprak kiracılığı sistemiyle timarlı sipahiler tarafından işletilirken yaya ve müsellem çiftlikleri genellikle kendileri tarafından ekilip biçilirdi. Bu sonuncu gruba giren çiftliklerin orijinal ölçü ve karakterleri değiştirilmez, genellikle “Mehmed yeri”, “Ali yeri” gibi o yeri elinde bulunduran şahsın adıyla anılırdı. Zaman zaman sipahilerin kanunsuz olarak raiyyet çiftliklerini kendi hassa çiftliklerine katmaya teşebbüs ettikleri de olurdu. Fakat XVI. yüzyılda bu gibi uygulamalara son verilerek sipahilere ait hassa çiftliklerinin çoğu raiyyet çiftliği haline getirildi ve toprak sisteminin ıslahına çalışıldı. Bosna’daki hassa çiftliklerinin 1530’larda yeniden ele alınıp değiştirilmesi bunların ekilmemiş olması gerekçesine bağlandı.

Vakıf ve mülk topraklardaki çiftlikler de diğer çiftlikler gibi aynı ölçülere sahipti ve reâyâ tarafından ekilmekteydi. I. Bayezid ile II. Mehmed zamanlarında ve XVI. yüzyılda bu gibi çiftliklerin büyük kısmı timara çevrildi. Meselâ 1540’ta Erzincan’da boş araziler timarlar arasında taksim edilirken birer şeyhin idaresindeki her bir zâviyeye sadece bir çiftlik yer tayin edilmişti. Osmanlı padişahları XIV ve XV. yüzyıllarda köyleri veya çiftlikleri nüfuzlu şahıslara büyük timarlar şeklinde verebiliyorlardı. Bu gibi uygulamalarda çiftlik bir arazi ölçüsü değil padişah tarafından verilmiş bir şahsî mülkü ifade edecek mahiyet kazanmıştı. Meselâ Paşa sancağına ait 1455 tarihli bir defterde (Muallim Cevdet, , nr. O. 89), aralarında saray hekimi Mehmed Şirvânî ve padişah hocası Seydi Ahmed’in de bulunduğu birçok önde gelen nüfuzlu şahsiyete mülk timarların çiftlik ismiyle (ber-vech-i çiftlik) verildiği görülmektedir. Bu gibi çiftlikler doğrudan mülk olarak da (ber-vech-i mülkiyet) verilirdi. Bunların gelirleri ise genellikle şehirlerde yaşayan sahipleri tarafından toplu bir meblağ karşılığı kira yoluyla (mukātaa) toplanır ve çiftlik sahibi tam teçhizatlı bir askeri (eşkinci) beslemek ve sefere göndermekle yükümlü bulunurdu.

Erken devirlerde bazı yeni açılmış ziraat sahalarını doğrudan çiftlik adı altında askerî zümre mensuplarının belirli bir toplu meblağı hükümete ödemek suretiyle ellerinde tuttukları da görülmektedir. Bu gibi çiftliklere “mukātaalı çiftlik” adı veriliyordu. Orta ve Kuzey Anadolu’da mülk ve yurt adlarıyla Osmanlı öncesi ileri gelen mahallî bey ailelerinin mülkü olan bu çiftlikler de yine bir teçhizatlı asker çıkarma yükümlülüğü bakımından aynı statüye tâbi idi. Askerî zümre mensupları tarafından ekilmemiş arazilerde açılmış olan çiftliklerden sadece öşür vergisi alınırdı. XVI. yüzyılın sonlarında yeniçerilerin eline geçmiş olan bu gibi arazi parçalarının sayısı hızlı bir artış göstermişti. Bununla birlikte XVI. yüzyılda genel uygulama meyli askerî çiftliklerin raiyyet çiftliği haline getirilmesiydi; bunun da sebebi timar gelirlerinin büyük ölçüde raiyyet vergilerine dayanmasıydı.

Timar sisteminin çöküşü bütün gelişmeleri tersine döndürdü. Özellikle 1595-1609 yılları arasındaki büyük sosyal çalkantılar dönemi sırasında ve sonrasında raiyyet çiftliklerinin büyük kısmı kapıkulu ve saray mensuplarının eline geçti; böylece mülk ve mukātaalı çiftlik olarak verildiği eski dönemlere ait uygulamalar yeniden canlandı ve büyük ölçüde yaygınlaşmış oldu. Aynı dönemde meydana gelen ve “büyük kaçgunluk” şeklinde anılan Anadolu köylülerinin yerlerini yurtlarını terkedip dağılmaları olayı sonucu terkedilmiş olan birçok çiftlik, yeniçeri ve diğer askerî zümreler tarafından tapu ile üzerlerine alındı. Çiftliklerin eyaletlerdeki zengin ve nüfuzlu şahısların elinde toplanması ise esas itibariyle mukātaa sistemi sayesinde gerçekleşmişti. Eskiden beri uygulanmakta olan mukātaa sistemi, timar sisteminin bozulması sonucu timar topraklarının mukātaa olarak oldukça yüksek fiyatlarla zengin sivil şahıslara kiralanması sebebiyle hızla yaygınlık kazandı. Bunda birtakım idarî suistimaller de büyük rol oynamıştı. Giderek XVIII. yüzyılda büyük âyan veya ağa çiftlikleriyle mâlikâneleri ortaya çıktı. Necâtî Efendi, bu yüzyılda birçok timarın eyaletlerdeki memurlar, ehl-i örf ve âyan tarafından ele geçirildiğinden şikâyet edildiğini belirtir (Sefâretnâme, vr. 43a-b). Bu yüzyılda büyük âyanın zaptettikleri yerler mukātaalı arazilerdi ve çiftlik tabiri bu yüzyıldan itibaren büyük mülk veya ziraî işletme anlamını kazanmaya başladı. Tanzimat döneminde bu gibi büyük toprakların dağıtılmasına teşebbüs edildiyse de önemli bir başarı sağlanamadı; bu durum XIX. yüzyılda Balkanlar’daki köylü ayaklanmalarının ana sebebini teşkil etti. Cumhuriyet döneminde de büyük arazilerin ihtiyaç sahibi çiftçilere dağıtılmasına dair kanunlar çıkarıldığı (1945, 1954) bilinmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

İstanbul Belediyesi Atatürk Kitaplığı, Muallim Cevdet, TD, nr. O. 89.

Necâtî, Sefâretnâme, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi, nr. 2278, vr. 43a-b.

, tür.yer.

a.mlf., “Türk Toprak Hukuku ve Tarihinde Tanzimat”, Tanzimat I, İstanbul 1940, s. 321-421.

a.mlf., “Çiftlik”, , III, 392-397.

Halil İnalcık, Tanzimat ve Bulgar Meselesi, Ankara 1943, tür.yer.

a.mlf., “The Emergence of Big Farms, Çiftliks: State, Landlords and Tenants”, Contributions à l’histoire économique et sociale de l’Empire ottoman, Louvain: Peeters 1984, s. 105-126.

a.mlf., “Osmanlılar’da Raiyyet Rüsûmu” , XXIII/92 (1959), s. 575-608.

a.mlf., “Land Problems in Turkish History”, , XIV (1955), s. 221-228.

a.mlf., “Tanzimat’ın Uygulanması ve Sosyal Tepkileri”, , XXVIII/112 (1964), s. 623-649.

a.mlf., “Čiftlik”, , II, 32-33.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1993 yılında İstanbul’da basılan 8. cildinde, 313-314 numaralı sayfalarda yer almıştır.