- 1/6Müellif: ABDÜLAZÎZ ed-DÛRÎBölüme GitArapça, Farsça, Urduca ve Türkçe’de farklı anlamlarda kullanılan divan kelimesinin Farsça menşeli olduğu, Sâsânî İmparatorluğu’nda devlet idaresine ai…
- 2/6Müellif: RAMAZAN ŞEŞENBölüme GitB) Eyyûbîler’de Divan. Eyyûbîler devrinde devlet işlerini yürüten Dîvânü’l-inşâ, Dîvânü’l-ceyş, Dîvânü’l-mâl adlı üç büyük divan ve buna bağlı dairele…
- 3/6Müellif: KÂZIM YAŞAR KOPRAMANBölüme GitC) Memlükler’de Divan. Memlükler devrinde de ordu, maliye, vakıflar vb. devlet işleri öncekilere benzer tarzda çeşitli divanlar tarafından yürütülmekt…
- 4/6Müellif: AYDIN TANERİBölüme GitD) Büyük Selçuklular’da Divan. Büyük Selçuklular’da devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı Dîvân-ı A‘lâ denilen büyük divan Dîvân-ı İnşâ, Dîvân-…
- 5/6Müellif: A. S. BAZMEE ANSARIBölüme GitG) Gazneliler ve Hindistan’daki Diğer Müslüman Devletlerde Divan. Divan terimi bir idarî organ olarak Hindistan’a ilk defa Gazneliler zamanında girdi …
- 6/6Müellif: MEHMET ÖZDEMİRBölüme GitH) Endülüs Emevîleri ile Endülüs’teki Diğer Müslüman Devletlerde Divan. Divan terimi Endülüs’te daha ziyade Dîvânü’l-ceyş adıyla, beytülmâlden kendile…
Arapça, Farsça, Urduca ve Türkçe’de farklı anlamlarda kullanılan divan kelimesinin Farsça menşeli olduğu, Sâsânî İmparatorluğu’nda devlet idaresine ait bir terim olarak Arapça’ya geçtiği ve aslının Ârâmîce’den geldiği bilinmektedir. Divan, devlet idaresindeki muhtelif idarî, malî ve askerî hizmetlerin yerine getirilmesinde kullanılan defterlere (kuyûdât defterleri), bunların ve devlet memurlarının bulunduğu yere verilen isimdir. Sâsânîler’le ilgili olmak üzere divana bu adın niçin verildiğine dair iki rivayet vardır. Birinci rivayete göre Kisrâ Enûşirvân, yanlarına uğradığı kâtiplerinin kendi kendilerine sayı sayıp hesap yaptıklarını görünce onlara “divane” (deli) demiş, zamanla bu tabir yaygınlaşarak kâtiplerin çalıştıkları yer için kullanılmaya başlanmış, sonradan da “divan” şeklini almıştır. İkinci rivayette, divan kelimesinin Farsça’da “şeytanlar” mânasına geldiği, kâtiplere devlet işlerini çok iyi bildikleri, gizli ve açık her şeye çabucak vâkıf oldukları, dağınık ve karışık hesapları kolayca toparlayabildikleri için bu mânaya delâlet etmek üzere “divan” denildiği nakledilmektedir. Zamanla kâtiplerin oturduğu yere de bu ad verilmiştir.
Hz. Âişe’den rivayet edilen bir hadiste divan kelimesi “hesap defteri” anlamında kullanılmıştır (Müsned, VI, 240). Diğer taraftan divan, şiirin Arap toplumundaki yerini ve önemini göstermek için kullanılan bir terimdir. Bazı müellifler, Araplar’ın bütün bilgilerini içine alan, bunları muhafaza eden ve daima başvurdukları şiire “dîvânü’l-Arab” veya “dîvânü ilmi’l-Arab” adını vermişlerdir. Divan kelimesi ayrıca, İslâm dünyasında bir şairin manzumelerini klasik nazım şekillerine göre bir tertip dahilinde içine alan mecmualara verilen bir ad olmuştur.
Bugünkü Arapça’da “hükümet dairesi, yönetim bürosu, memurluk yeri ve sekreterlik” mânalarında da kullanılan divanın arşiv; hükümdarın oturduğu şehir ve buradan Batı dillerine geçen anlamıyla şarkkârî kanepe; Osmanlı Devleti’nde birkaç köyden müteşekkil bazı bölgelerdeki küçük idarî birim; mahkeme (dîvân-ı harb, dîvân-ı âlî); toplantı ve kurul (divan kurmak, divan toplamak); devlet daire ve meclisi (Dîvân-ı Ahkâm-ı Adliyye); Türk halk mûsikisinde bir form ve saz; Mağrib Arapçası’nda yabancı tâcirlerin barındığı büyük han veya kervansaray gibi çok zengin ve çeşitli anlamları vardır.
A) Hulefâ-yi Râşidîn, Emevîler, Abbâsîler ve Fâtımîler’de Divan. İslâm dünyasında, ilk defa Hz. Ömer’in fey gelirlerini dağıtmak için kurduğu divan teşkilâtıyla birlikte yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanan divan tabiri Emevîler ve bilhassa Abbâsîler zamanında, başta askerî ve malî sahalar olmak üzere çeşitli devlet hizmetlerine bakan müesseselere isim olarak verilmiştir.
Hz. Ömer Irak, İran, Cezîre, Suriye, Filistin ve Mısır’ın fethiyle birlikte İslâm devleti hâkimiyeti altına giren gayri müslimlerin verdikleri ve fey adı altında toplanan cizye, haraç ve ticaret malları vergileri sonucunda artan gelirleri müslümanlara dağıtmak üzere bir teşkilât düşünmüştü. Kaynaklarda 15 (636) yılı zikredilmekle birlikte güvenilir otoritelerin 20 (641) tarihinde kurulduğunu ifade ettikleri divan teşkilâtı muharip güçleri kaydetmek ve hazineyi düzene koymak için teşekkül etmişti. Bu ilk divana bazıları Dîvânü’l-cünd adını vermişlerse de bunu yalnızca divan diye adlandıranlar çoğunluktadır. Hz. Ömer feyden hisse alacak Medine halkını, fetihlere katılmış kuvvetler ve aileleriyle birlikte kabile esasına göre divan defterlerine kaydettirmiş, buna bir kısım mevâlî de dahil edilmişti. Divan defterlerinde şahıs isimleriyle birlikte yılda bir defa verilecek atıyye ile (atâ) aylık istihkaklar da (erzak, yiyecek) belirtilmişti. Araplar’ın nesebini çok iyi bilen üç kişiden oluşan bir heyet divan defterlerini düzenlerdi. Aylık erzakın eşit miktarda (iki cerîb yiyecek) tesbit edilmesine karşılık atıyyeler, İslâmiyet’e geçmişte yapılan hizmetlere ve Hz. Peygamber’e yakınlık derecesine göre farklı miktarlarda belirlenmişti. Kabilelere göre divan defterlerine kayıt geleneği Emevî Devleti’nin sonuna kadar devam etti. Bu arada benzer divan defterleri Basra, Kûfe ve Fustat gibi merkezlerde de tutulmaktaydı. Bu bölgelerde ayrıca Bizans ve Sâsânî devirlerindeki haraç divanları da eskisi gibi devam etti.
Emevîler zamanında Dımaşk’taki Dîvânü’l-harâc merkezî divan oldu ve “ed-Dîvân” olarak adlandırılmaya başlandı. Toprak vergilerinin takdiri ve toplanmasıyla ilgili işler divanda yapılıyordu. Muâviye b. Ebû Süfyân zamanında (661-680) Dîvânü’r-resâil (muhabere divanı) şekillendi. Halife bütün yazışmaları okur ve yorumlarını yapardı. Hemen ardından kâtip gerekli dokümanları veya mektupları hazırlardı. Muâviye, her mektup veya dokümanın orijinalinin kontrol edilip mühürlenerek gönderilmesinden sonra bir kopyasının çıkartılıp saklanacağı Dîvânü’l-hâtem’i tesis etti. Sahtekârlığı önlemek için bir de kontrol mekanizması kurdu. Belâzürî, bunu ilk defa İran tesiriyle Irak Valisi Ziyâd b. Ebîh’in gerçekleştirdiğini belirtmektedir. Muâviye, daha sonra Abdülmelik b. Mervân tarafından yeniden düzenlenen Dîvânü’l-berîd’i de (posta dairesi) faaliyete geçirdi.
Dîvânü’l-cünd, bu tarihe kadar aralıklarla kabile esasına göre Araplar’ın kayıtlarını tutmak için nüfus sayımlarını sürdürmüştü. Mısır divanı I. (VII.) yüzyılda üç nüfus sayımını gerçekleştirdi. Üçüncüsü 95’te (713-14) Kurre b. Şerîk tarafından yapıldı.
Muhtemelen bir Bizans kurumu örnek alınarak tesis edilen Dîvânü’n-nafakāt bütün masrafların hesabını tutuyordu. Bunun hazine ile yakın bağlantısı olduğu görülmektedir. Dîvânü’s-sadaka zekât ve öşürleri tayin etmek, Dîvânü’l-müstegallât ise şehirlerdeki devlet topraklarını, binaları, özellikle halka kiralanmış çarşıları yönetmek için kuruldu. Dîvânü’t-tırâz sancaklar, bayraklar, resmî elbiseler ve bazı eşyanın yapımından sorumluydu. Divan kâtibinin adı elbiseler üzerine yazılmıştı. Her bölge, bütün gelirlerin toplandığı bir haraç, bir resâil ve cünd divanına sahipti. Haccâc’ın valiliği sırasında bir divan baş kâtibi ayda 300 dirhem alıyordu.
Emevî Halifesi Abdülmelik b. Mervân divanlarda, tırâz ve sikkelerde Arapçalaştırma politikasını başlatan ilk halife oldu. O zamana kadar haraç divanlarında Irak ve İran’da Farsça, Suriye’de Grekçe, Mısır’da Kıptîce ve Grekçe kullanılıyor, defter tutma ve kayıt işlemelerinde eski uygulamalar geçerli kabul ediliyordu. Hatta mahallî mühür ve tarihlere de sık sık rastlanıyordu. Bu karışıklığa son vermek için Abdülmelik devrinde Arap şekil ve usullerinin esas alınmasına çalışıldı. Eski takvimler müslüman ay takvimine (kamerî) göre düzenlendi. Resmî dil olarak kabul edilmeden önce ara sıra kullanılan Arapça yaygınlaştırıldı. Bu hususta ele geçen ilk papirüs 22 (643) tarihlidir. Ancak mahallî dillerin kullanımı II. (VIII.) yüzyıla kadar sürmüş, divanların Arapçalaştırılması birkaç safhada gerçekleşmiştir. 78’de (697) Haccâc Irak divanlarında Arapça kullanılmasını emretmiş, 81 (700) yılında Abdülmelik Suriye divanlarına aynı emri vermiş, bunu 87’de (706) Mısır divanları takip etmiş, son olarak da Horasan divanlarında Hişâm b. Abdülmelik devrinde Arapça geçerli olmuştur (124/741-42). Bu divanlarda çalışan çok sayıdaki zımmînin işine son verilmekle birlikte bazıları görevlerini sürdürdü; mevâlî ise daima görevde kaldı.
Abbâsîler Emevî divan sistemini geliştirip yaygınlaştırdılar ve vezâret makamı aracılığıyla merkezî bir bürokratik yönetim sağladılar. Halife Seffâh devrinde (750-754) el konulan Emevî toprakları için bir divan kuruldu. Bu da muhtemelen halifelik mülklerine bakacak olan Dîvânü’d-dıyâ‘ın başlangıcını oluşturdu. Halife Mansûr devrinde (754-775) müsadere edilen mallar için geçici bir divan teşkil edilmişti. Ayrıca muhtemelen saray hizmetindeki kişilerle ilgili olarak da Dîvânü’l-ahşâm kurulmuştu. Bunun yanı sıra halifeye verilen dilekçeleri takip etmekle görevli bir de Dîvânü’r-rikā‘ vardı. 162’de (778-79) Mehdî el-Abbâsî’nin hilâfeti sırasında mevcut divanların her biri için bir zimâm divanı olduğu bilinmektedir. 168 (784-85) yılında bütün zimâmları kontrol etmek için merkezî bir divan olan Zimâmü’l-ezimme tesis edildi. Bu kurum divanların hesaplarını kontrol etmekte, işlerini denetlemekte ve bir divanla vezir veya diğer divanlar arasında koordinasyon görevini yerine getirmekteydi. Hâkimlerin görev yaptığı Dîvânü’l-mezâlim, halkın devlet âmilleri aleyhindeki şikâyetlerine bakmak için kurulmuştu.
Dîvânü’l-harâc toprak vergileriyle ilgilenirken Dîvânü’s-sadaka faaliyetlerini sığır zekâtıyla sınırlamıştı. Dîvânü’l-harâc, gelir müfredatının özelliğini araştırmak ve hesapları kontrol etmekle görevli cehbezlerden birini de içine alan değişik bölümlere sahipti. Başka bir bölüm de ilgili kişilerin adlarıyla, gelen ve giden mektup ve dokümanların kaydının yapıldığı Meclisü’l-esküdâr’dı. Bu bölüm Dîvânü’l-berîd ve Dîvânü’r-resâil içinde de bulunuyordu. Dîvânü’l-harâc’daki yazışmalar Dîvânü’l-hâtem’de kontrol ediliyordu.
Mütevekkil-Alellah devrinde (847-861) Dîvânü’l-ahşâm ile aynı olması muhtemel Dîvânü’l-mevâlî ve’l-gılmân’ın mevcut olduğu bilinmektedir. Bu divan, sayıları çok olan saray görevlileri ve kölelerle ilgiliydi. Ayrıca bu dönemde Dîvânü’s-sır olarak da adlandırılan Dîvânü’l-hâtem, başkanının halifeyle yakın ilişkisi sebebiyle özel bir öneme sahipti. Eyaletlerde merkezî divanların küçük birer örneği olan haraç, cünd ve resâil gibi mahallî divanlar vardı.
Divanlarda görevli kâtiplerin önde gelenleri bazan başka bir divana tayin edilebilirdi. Halife Me’mûn dönemine kadar (813-833) kâtiplerin maaşları ayda 10 dirhemle 300 dirhem arasında değişmekteydi. Me’mûn devrinden sonra en yüksek ücreti kâtibü’l-harâcın aldığı belirtilmektedir.
Divanlar özellikle III-IV. (IX-X.) yüzyıllarda büyük bir gelişme gösterdi. Mahallî divanların kayıtlarının kopyaları genellikle Dîvânü’l-harâc’da toplanıyordu; ancak III. (IX.) yüzyılın ortalarında her eyaletin merkezinde özel bir haraç divanı da yer alıyordu. Mu‘tazıd-Billâh (892-902) bu divanları birleştirerek Dîvânü’d-dâr (Dîvânü’d-dâri’l-kebîr) olarak adlandırılan bir divanda topladı. Ondan sonra gelen Müktefî-Billâh devrinde (902-908) bu teşkilât doğu bölgeleri için Dîvânü’l-maşrık, batı bölgeleri için Dîvânü’l-mağrib, Irak için Dîvânü’s-Sevâd olmak üzere üç divana ayrılarak yeniden teşkilâtlandırıldı. Bunlar arasında Dîvânü’s-Sevâd en önemli divan olarak kabul edilir. Bununla birlikte Muktedir-Billâh devrinde (908-932) merkezî divan (Dîvânü’d-dâr) varlığını sürdürüyor, vezir veya bir kâtibe bağlı olan üç divan Dîvânü’d-dâr’ın bölümleri olarak kabul ediliyordu. Dîvânü’d-dâr’ın kâtibi âmillerle doğrudan bağlantılıydı. Büveyhîler’in Bağdat’a hâkim olmasından ve Abbâsî halifeliğinin otoritesini kaybetmesinden sonra (334/945) sadece Dîvânü’s-Sevâd ayakta kalabilmiştir.
Bu dönemlerde haraç divanı arazilerin yüzölçümü, vergi oranları ve kullanılan ölçülerle ilgili kayıtları muhafaza ediyordu. Bunların kaynağı vergi geliri olan haraç, cizye ve zekâttı. Mâverdî’nin işaret ettiği Dîvânü’l-uşr (el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye, s. 182) haraç divanının sadece bir bölümü olmalıdır. Öte yandan Dîvânü’d-dâr teşkil edildiği zaman birbiriyle yakın ilgisi olan zimâm divanları bir araya getirilmişti. Dîvânü’z-zimâm, halkın ve beytülmâlin haklarının muhafızı durumundaydı; ödemeler ve tahsilâtla ilgili evrak, kontrol edilmiş kıymet takdirleri ve Dîvânü’l-harâc’da toprakları ilgilendiren dokümanların bir kopyası burada saklanırdı. Halife tarafından verilmiş, vezir ve Dîvânü’d-dâr kâtibinin kontrolünden geçmiş olan bir iktâı Dîvânü’z-zimâm kâtibi divandaki kayıtlardan incelerdi. Dîvânü’n-nafakāt’ın bütün divanlarla ilgisi vardı; burası masraf hesaplarını araştırır ve rapor hazırlardı. III. (IX.) yüzyılın sonunda Dîvânü’n-nafakāt asıl dârülhilâfenin ihtiyaçlarıyla ilgilenmekteydi. Bu divan giderlerin hesabını tutardı ve çeşitli harcama kalemleriyle ilgilenen alt bölümleri mevcuttu. Ayrıca Zimâmü’n-nafakāt adlı bir başka bölüm daha vardı ve bunun kâtibi aynı zamanda Zimâmü’l-hazâin’in işlerini de yürütürdü. Dîvânü’s-sâmî olarak da adlandırılan beytülmâl divanı hazineye gelen para ve eşya kaynaklarının, her biri için, Dîvânü’l-hizâne, Dîvânü’l-ehrâ ve Dîvânü hizânati’s-silâh gibi küçük divanlar aracılığıyla düzenlenen kayıtlarını tutardı. Bu divan bütün gelirleri inceler, ayrıca bütün harcamalar da oradan geçerdi. Vezir, bütün ödeme emirleri üzerinde kâtibin damgasının bulunmasını gerekli sayardı. Genel olarak divan aylık ve yıllık bilançolar hazırlardı. 315’te (927) Vezir Ali b. Îsâ haftalık bilançolar istedi. Dîvânü’l-cehbez beytülmâlden ayrı idi. Dîvânü’d-dıyâ‘ hazine mülklerinin yönetimiyle ilgilenirdi. Dıyâ‘ için genellikle bir divanın mevcut olduğu bilinmektedir. Meselâ 325’te (936-37) bir Dîvânü’d-dıyâi’l-hâssa ve’l-müstahdese ve Dîvânü’d-dıyâi’l-Furâtiyye vardı. 304’te (916-17) Vezir İbnü’l-Furât Dîvânü’l-merâfık’ı tesis etti. Bu divan, şüpheli yollardan kazanılmış servetlerden yöneticilerin aldığı yardımlarla yani rüşvetlerle ilgileniyordu. Dîvânü’l-merâfık Suriye’den her yıl 100.000 dinar, Mısır’dan da 200.000 dinar toplardı. Vezir Ali b. Îsâ devlete zarar verdiği için bu divanı yasakladı.
Para işleriyle ilgili her divanın ayrı bir zimâmı vardı. Fakat bazan zimâm divanlarının tek elde toplandığı da oluyordu. 295’te (907) sadece bir gün hilâfet makamında kalan İbnü’l-Mu‘tezz’in veziri, birbiriyle ilgili bütün divanları (usul) Ali b. Îsâ’nın, zimâm divanlarını da İbn Abdûn’un idaresine verdi. 319’da (931) zimâm divanları bir kâtibin, birbiriyle ilgili diğer divanlar da vezirin sorumluluğuna verildi. Böyle bir tasarrufa 325 (936-37) ve 327 (938-39) yıllarında da gidildi.
Dîvânü’l-cünd, rütbelerine göre tasnif edilmiş askerî kıtalar ve onların ödeme veya iktâlarının kayıtlarını tutardı. Bu divan biri ödeme ve harcamalarla ilgilenen, diğeri de asker alımları ve sınıflandırma yapan iki bölümden meydana gelmekteydi. Divanın hesap ve harcamalarına Zimâmü’l-ceyş adlı bir divan nezaret ediyordu.
Dîvânü’r-resâil doğrudan doğruya vezirin veya bir kâtibin yönetimindeydi. Mektuplar ve resmî belgeler, vezirin (veya halife) verdiği emirler doğrultusunda başkâtip tarafından hazırlanır ve halife veya vezir tarafından tasdik edildikten sonra kopyası çıkarılırdı. Bazan özel bir yazıcı bu son kopyayı hazırlardı. Üç yıllık aralıklarla mektuplar ve belgeler son bir tasnife tâbi tutularak fihristi çıkarılmak üzere büyük arşive (el-hizânetü’l-uzmâ) gönderilirdi. Muhtemelen önceleri Dîvânü’r-resâil’in bir bölümü olan Dîvânü’l-fed mektupları ve belgeleri alır, açar ve tasnif eder, muhtevalarına ait açıklamaları arkasına koyar ve vezire verirdi. Bu divan aynı zamanda belgelerin kayıtlarını da tutardı. 315 (927) yılında fed ve hâtem bir divan içinde toplandı.
301’de (913-14) Ali b. Îsâ, vakıflarla hayır işlerini (vukūf ve sadakāt) ve zekât gelirlerini idare etmek için Dîvânü’l-birr’i kurdu. Bu gelirler Mekke, Medine, diğer kutsal yerler ve Bizans sınırındaki gönüllüler için harcanıyordu. Dîvânü’s-sadakāt sığırlardan alınan zekâtları toplamayı sürdürdü. 315 (927) yılında bir kâtip her iki divana da (birr ve sadakāt) bakıyordu. Bu dönemde, sarayın kadınların bulunduğu bölümlerindeki işlere bakan bir Dîvânü’l-harem’den de bahsedilmektedir. Dîvânü’l-müsâderîn, müsadere edilmiş malları yöneten divandı. Bu mallarla ilgili olarak biri divan, diğeri vezir için olmak üzere iki kopya çıkarılırdı. Müsadere edilmiş menkul malları yönetmek için Dîvânü’d-dıyâi’l-makbûza kurulmuştu.
Kısa süreli ihtiyaçlara cevap vermek için kurulan divanlar yanında divanın bölümlerine de bazan divan denildiği görülmektedir. Ayrıca birden fazla divan bazan bir tek kâtibin emrine veriliyordu. Abbâsî Halifesi Mu‘tazıd-Billâh devrinde (892-902) divanlar salı ve cuma olmak üzere haftada iki gün tatil yapıyordu. Divan başkanlarının maaşları farklıydı. IV. (X.) yüzyılın başlarında bir Dîvânü’s-Sevâd kâtibinin maaşı ayda 500 dinar, Dîvânü’l-atâ kâtibinin maaşı ise 10 dinardı. 314’te (926-27) Ali b. Îsâ yüksek maaşları üçte bir oranında indirdi. Böylece Dîvânü’s-Sevâd kâtibi 333,5 dinar, Dîvânü’l-fed ve Dîvânü’l-hâtem kâtipleri de 200 dinar almaya başladılar. Dîvânü’l-maşrık ve Dîvânü’d-dıyâi’l-hâssa ve’l-müstahdese kâtipleri 100 dinar, Dîvânü’d-dâr kâtibi 500 dinar, zimâm divanlarının kâtibi, emrindeki kâtiplerle birlikte toplam 2700 dinar alıyordu. Ali b. Îsâ, ödemede bulunulan ayları ekonomik sebeplerden dolayı yılın sekiz-on ayına indirdi. Bu durum daha sonra yaygınlık kazandı.
Büveyhîler devrinde (945-1055) kâtip ve kâtip yardımcısıyla Dîvânü’s-Sevâd ve Dîvânü’d-dıyâ‘ (ed-Dıyâü’l-hâssa) mevcudiyetini sürdürüyordu. Maliye için teşkil edilen merkezî divan artık “divan” adını almıştı ve vezirin veya rütbece ona yakın bir kâtibin yönetimi altındaydı. 389 (999) yılında Bağdat’ta dokunan ipekli kumaşlar üzerinden öşür toplamak için özel bir divan kurulmuştu. Hesap ve masrafları kontrol edecek özel zimâmı ile Dîvânü’n-nafakāt devam etti. Dîvânü’z-zimâm malî divanları idare etmek ve kontrolü sağlamaktan sorumluydu. Hazine divanı Dîvânü’l-hazâin (Dîvânü’l-hazn) olarak adlandırılmıştı. Bu divanın başkanına “hâzin” veya “nâzır” denilirdi. Zamanla darphâne de (dârüddarb) onun emrine verildi. Bununla beraber darphâne için Dîvânü’n-nakd ve’l-iyâr ve dâri’d-darb olarak adlandırılan özel bir divandan bahsedilmektedir. Dîvânü’l-cünd, ordunun esasını teşkil eden iki unsur olan Türkler ve Deylemîler için ikiye ayrılmıştı. Bu divana Dîvânü’l-ceyşeyn denilirdi ve “ârız” diye adlandırılan bir başkan veya hazinedarı vardı.
Fâtımî divanları aslında Abbâsî divanları ile benzerlik arzeder. Dîvânü’r-resâil burada Dîvânü’l-inşâ olmuştur. Başında sâhibü dîvâni’l-inşâ bulunurdu. Dîvânü’l-cünd Dîvânü’l-ceyş (Dîvânü’l-ceyş ve’r-revâtib) olarak adlandırılmıştı. Askerlerin orduya alınması, teçhizatı ve denetimiyle ilgilenen müstevfî yönetimindeki Dîvânü’l-ceyş ve ödemelerle ilgilenen Dîvânü’r-revâtib olarak iki bölümden meydana geliyordu. Bununla beraber bazı bilgiler bu iki divanın sık sık ayrıldığını, ilkinin sâhibü dîvâni’l-ceyşin yönetiminde olduğunu, ikincisinin de asker ve sivil maaşlarıyla ilgilendiğini göstermektedir. Donanmaya büyük önem veren Fâtımîler’de gemi yapımı ve deniz kuvvetlerine bakan Dîvânü’l-amâir vardı. Maliye ile ilgilenen divanların işleri karışıktı. Görünüşe göre Dîvânü’l-meclis merkezî büro idi. Bir bölümünün iktâlarla ilgilendiği bilinen bu divanın değişik bölümleri vardı. Dîvânü’l-meclis, muhtemelen Abbâsî divanının benzeri olan bütün divanlardan gelen kararlar temin edildikten sonra gerektiğinde bütçe hesaplarını yapmakla görevliydi. Dîvânü’n-nazar, malî divanlarla onların memurlarının genel kontrolünü sağlıyordu. Bu divanın Abbâsîler’in merkezî Dîvânü’l-harâc’ına tekabül ettiği anlaşılmaktadır. Dîvânü’t-tahkīk Dîvânü’n-nazar’a bağlıydı. Görevi diğer malî divanların hesaplarını incelemek olan bu divan, Abbâsîler’in merkezî zimâm divanına uygun düşüyordu. Dîvânü’l-has sarayın malî işlerine bakarken Dîvânü’l-ahbâs da vakıflarla ilgileniyordu. Dîvânü’l-mevârisi’l-haşriyye, müsadere edilmiş veya mirasçısı bulunmayan mülkleri idare etmek için teşkil edilmişti. Mezâlim işleri halife veya vezirin uhdesindeydi. Bu işle görevli iki kâtibi bulunan Dîvânü’t-tevkī‘ vardı. Kâtiplerin maaşları farklıydı. İnşâ kâtibi ayda 150 dinar alırken Dîvânü’n-nazar’ın 70, beytülmâlin 100, Dîvânü’t-tahkīk kâtibinin 50, Dîvânü’l-ceyş, tevkī‘, meclis ve iktâ kâtiplerinin maaşları ise 40 dinardı. Daha küçük kâtipler de 5-10 dinar alırdı. Bu divanlarda gayri müslimlerin yaygın olarak görev almaları zaman zaman onlara karşı tepkilere sebep olurdu.
XI-XIII. yüzyıllarda Büveyhîler devrinden sonra Dîvânü’r-resâil Dîvânü’l-inşâ, kâtibi de kâtibü’l-inşâ olarak adlandırılmıştır. Vezir tarafından yönetilen merkezî büroya ed-Dîvân denilmiştir. Burası zamanla sâhibü’d-dîvân adlı bir kâtip tarafından idare edilmeye başlanmış, sonra da ed-Dîvânü’l-azîz adını almıştı. Malî hususlar, öncelikle Dîvânü’l-harâc’ın işlerini gören Dîvânü’z-zimâm’ın ilgi alanı içindeydi. İktâ sahipleri ve yöneticiler gelirlerini ona gönderirdi. Burası, bir kâtip tarafından (kâtibü’z-zimâm, daha sonra sadr) yönetilen ana divan ve divanın çalışmalarını ve gelirini kontrol eden bir müşrif tarafından yönetilen bir alt bölüm olmak üzere iki kısımdan teşekkül ediyordu. Her eyalette bir nâzır veya müşrifin yönettiği bir divan vardı. el-Mahzenü’l-ma‘mûr, zamanla beytülmâl için kullanılan “el-mahzen”in (hazine) yerini aldı. Başkanı olan sâhibü’l-mahzen de nâzır veya sadrla yer değiştirdi. Darphâne de bu divanın yönetimindeydi ve mevkii çok yüksekti. 594’te (1198) divanın sadrına bütün divanların üstünde bir yetki verilmişti. Bir nâzır tarafından yönetilen Hizânetü’l-gallât gibi birçok bölümü vardı. Burada ayrıca hazinenin işlerini kontrol eden bir müşrif de görev almıştı. Bundan, işrâfın eski zimâmın yerini aldığı açıkça anlaşılmaktadır. Dîvânü’l-cevâlî, cizyenin değerini takdir etmek ve toplamakla görevliydi. Yeni bir büro olan Dîvânü’t-terikâti’l-haşriyye, mirasçısı bulunmayan mülkleri idare etmek gayesiyle kurulmuştu. Bir nâzır tarafından yönetilen Dîvânü’l-akār, devlet mülkiyetinde olan dükkânlar ve benzeri binalara bakardı. İnşa ve onarım işleri Dîvânü’l-ebniye olarak adlandırılan başka bir büronun yetki alanına girmekteydi. Bu divanın personeli arasında mimar ve mühendisler de vardı. Dîvânü’l-hisbe, genellikle kādılkudâtın veya bir nâibin yönetimindeydi. Gayri müslimler malî dairelerde müslümanlarla uzun süre birlikte çalıştılar. Zaman zaman bazı sınırlamalar getirildiyse de bu durum geçici oldu. Nitekim 533’te (1138-39) divan ve hazinedeki görevlerine son verilen yahudi ve hıristiyanlar bir ay sonra tekrar vazifelerine dönmüşlerdi.
BİBLİYOGRAFYA
Müsned, VI, 240.
Nationalbibliothek Papyrus Erzherzog Rainer, Vienna 1894.
British Museum Greek Papyri IV, the Aphrodito Papyri (ed. H. I. Bell), London 1910.
Corpus Papyrorum Raineri Archiducis Austriae III (ed. Adolf Grohmann), 1923-24.
Ebû Yûsuf, el-Ḫarâc, s. 24, 25, 26-27, 80-81.
Ebû Ubeyd, el-Emvâl, s. 562, 567, 568, 569, 571.
Hârizmî, Mefâtîḥu’l-ʿulûm, Beyrut, ts., s. 37, 42, 50.
Kindî, el-Vülât ve’l-ḳuḍât (Guest), s. 80-86.
İbn Abdülhakem, Fütûḥu Mıṣr (Âmir), s. 22.
Belâzürî, Fütûḥ (Müneccid), s. 193, 300-301, 449-451, 454, 464.
Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 130, 132; III, 127.
Cehşiyârî, el-Vüzerâʾ ve’l-küttâb, s. 3, 16-17, 21, 23, 24, 25, 34, 38, 44-45, 60, 61, 63-64, 131-132, 146, 166, 168, 220.
Sûlî, Edebü’l-küttâb, s. 187, 190-191, 192-193.
a.mlf., Aḫbârü’r-Râżî-Billâh ve’l-Müttaḳī-Lillâh, Beyrut 1983, s. 61, 87, 147.
Sîrâfî, Ḳānûnü dîvâni’r-resâʾil (nşr. A. Behcet), Kahire 1905, s. 94, 100-103, 108, 116, 118, 144-145.
Mâverdî, el-Aḥkâmü’s-sulṭâniyye, s. 175, 179-180, 182-183, 189, 190-191.
İbn Miskeveyh, Tecâribü’l-ümem, I, 44, 60, 68, 108, 151-152, 155, 241-242, 257; II, 120-121, 242, 263, 266.
İbnü’l-Cevzî, el-Muntaẓam, IX, 27, 28, 29, 55, 83, 125, 155, 162; X, 24-25, 27, 52, 125, 165.
Yâkūt, Muʿcemü’l-üdebâʾ, Beyrut, ts., I, 226.
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, I, 90, 92, 96, 103; III, 490, 492-493, 495, 526; X, 310.
Makrîzî, el-Ḫıṭaṭ, I, 148-150, 151, 160-162, 242; II, 241, 244, 245, 306; III, 140, 426, 494-495.
A. Mez, Renaissance des Islams, Heidelberg 1922, chapter VI.
a.mlf., el-Ḥaḍâretü’l-İslâmiyye, II, tür.yer.
H. Bowen, The Life and Times of Alī b. Īsā, Cambridge 1928.
Nabia Abbott, The Kurrah Papyri, Chicago 1938, s. 13-14.
S. A. Q. Husaini, Arab Administration, Madras 1949, s. 76, 149 vd.
Abdülazîz ed-Dûrî, en-Nüẓumü’l-İslâmiyye, Bağdad 1950.
a.mlf., “Dīwān”, EI2 (İng.), II, 323-327.
R. Levy, The Social Structure of Islam, Cambridge 1957, s. 325 vd.
D. Sourdel, Le vizirat ʿAbbāside de 749 à 936, Damas 1959-60.
A. von Kremer, The Orient Under the Caliphs, Delhi 1983, s. 196-197.
Mehmet Aykaç, Abbâsi Devleti’nin İlk Dönemi İdarî Teşkilâtında Dîvânlar: 132-232/750-847 (doktora tezi, 1993), MÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü, tür.yer.
H. F. Amedroz, “Abbasid Administration in its Decay…”, JRAS (1913), s. 823-842.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 377-381 numaralı sayfalarda yer almıştır.
B) Eyyûbîler’de Divan. Eyyûbîler devrinde devlet işlerini yürüten Dîvânü’l-inşâ, Dîvânü’l-ceyş, Dîvânü’l-mâl adlı üç büyük divan ve buna bağlı daireler vardı. Dîvânü’l-inşâ devlet idaresinde bürokrasinin merkeziydi. Her türlü iç ve dış yazışmalar, tayin, azil, nakil kararları buradan çıkardı. Divanın başkanına aynı zamanda kâtibü’s-sır denirdi. Makrîzî’ye göre kâtibü’s-sırrın vazifeleri arasında, içeriden ve dışarıdan sultana gönderilen resmî evrakı okumak ve onlara cevap vermek, merasimleri idare etmek, dârüladlde sultanın önünde oturup yapılan şikâyetleri okumak ve gerekli cevapları yazmak, sultanın huzurunda toplanan danışma meclislerinde gerekli açıklamaları yapmak, sultanla emîrler arasında çıkan anlaşmazlıklarda ve önemli işlerde aracılık yapmak, kadı ve müderrislerin tayin, nakil ve azillerini yapmaktı. Bunlardan başka posta ve muhaberat işlerinin düzenlenmesi de Dîvânü’l-inşâ’nın görevlerindendi. Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinde Dîvânü’l-inşâ’nın ve onun başkanı Kādî el-Fâzıl’ın devlet idaresinde zikredilenlerden daha da üstün bir yeri vardı. Kādî el-Fâzıl aynı zamanda sultanın veziriydi. Bu sebeple Dîvânü’l-inşâ’nın öteki divanlar üzerinde kontrol yetkisi vardı. Diğer divanların başına getirilecek kişiler Kādî el-Fâzıl’ın fikri alınarak tayin ediliyordu. Bu sırada Dîvânü’l-inşâ’da Kādî el-Fâzıl’dan başka onun yardımcısı ve Nûreddin Mahmud’un Dîvânü’l-inşâ başkanı İmâdüddin el-İsfahânî de bulunuyordu. Bu iki yönetici aynı zamanda birer edip olup kendilerinden sonraki nesiller üzerinde büyük etki yapmışlardır. Dîvânü’l-inşâ Fâtımîler dönemindeki geleneklerin tesiri altındaydı. İmâdüddin el-İsfahânî dahi bu konuda Irak’taki üslûpçulardan ziyade Mısır’da yetişip mesleğini orada ilerletmiş olan Kādî el-Fâzıl’ın yolunu takip etmekteydi. Merkezdeki Dîvânü’l-inşâ’nın daha küçük örnekleri eyaletlerde bulunuyordu. Daha sonraları büyük bir üne kavuşacak olan Abdürrahim b. Şîs el-Asnâî bu devirde Kûş, İskenderiye ve Kudüs dîvânü’l-inşâlarında çalışmıştır. Mısır Dîvânü’l-inşâsı’nda yazılan evrakın üslûbuna çok dikkat edilirdi; bu evrak aynı zamanda bir dilcinin kontrolünden de geçirilirdi. Fâtımîler’in son dönemleriyle Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinde bu işi meşhur dilci İbn Berrî Ebû Muhammed Abdullah el-Makdisî (ö. 582/1187) yapmıştır. Dîvânü’l-inşâ’dan çıkan evrak sultanın tuğrasını taşır, konusuna ve gönderildiği yere göre çeşitli adlar alır ve ayrı ebatta kâğıtlara yazılırdı. Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinden Kādî el-Fâzıl ve İmâdüddin el-İsfahânî’nin bugüne ulaşan münşeatındaki “sultâniyyât”tan, bu sırada Dîvânü’l-inşâ’dan çıkan evrakın isimleri hakkında genel bir bilgi edinilebilmektedir. Bu evrakın zamanımıza ulaşan en önemli kısmını halifeye, Bağdat’taki diğer görevlilere, çeşitli hükümdarlara ve emîrlere gönderilen mektuplar teşkil eder. Bu mektuplar muhtelif meselelere dair mütalaalardan, cihada çağrılardan, tebşîrnâmelerden, tebriklerden ve tâziyelerden meydana gelir.
Dîvânü’l-ceyş (Dîvânü’l-iktâ ve’r-revâtib), Nûreddin Mahmud devrinde Dîvânü’r-revâtib ve Dîvânü’l-idâre ve’t-techîzât olmak üzere iki kısma ayrılıyordu. Nikita Elisséeff’e göre Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinde Dîvânü’r-revâtib yerini Dîvânü’l-iktâ‘a bırakmıştı. Fakat onun bu iddiası şüpheyle karşılanmalıdır. Zira Dîvânü’r-revâtib Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinde de devam etmiş olmalıdır. Dîvânü’l-ceyş’in Dîvânü’l-mâl ile sıkı bir ilişkisi vardı. Bütün askerî iktâların dağıtımı, ayrıca maaş alan askerlere câmekiyye ve râtıb tevzii bu divan tarafından yapılırdı. Bu divanın en önemli görevi askerî iktâların dağıtımı ve kontrolü idi. Bu sebeple bütün iktâları, bu iktâların üç yıllık gelirini ve bunun her yıla düşen payını gösterir bir cerîdeye (defter) sahip bulunurdu. Her iktâın karşısında iktâlının adı, senelik tahsisatı ve rumuz şeklinde iktâın yıllık geliri gösterilirdi. İkinci bir cerîdede askerlerin, emîrlerin adları, her emîrin ne kadar asker bulundurduğu, menşurunun tarihi, iktâı teslim alış tarihi, iktâdan onun hassına ve askerlerine ne kadar hisse düştüğü yazılırdı. Bu defterde emîrlerden sonra askerlerin adları gelirdi. Bunlardan her şahsa ayrılan hâneye menşur tarihi, iktâı teslim alış tarihi, iktâın geliri ve kendi payı kaydedilirdi. Dîvânü’l-ceyş’te bunlardan başka günlükler hazırlanır, bunlara misaller, ihraçlar, yenilenen menşurlar yazılır ve bunlar hemen cerîdelere geçirilirdi. Emîrlerin adlarını ve arz tarihlerini gösteren listeler yapılırdı. Bir asker emîrden ayrılır veya ölürse menşura göre hizmetinin muhasebesi yapılır, hizmet eksikliği varsa gereken miktar geri alınırdı. Menşurlarda ve misallerde iktâın türü ve tarihi mutlaka kaydedilirdi. Osman b. Ali en-Nablusî’nin kaydına göre Mısır’daki Dîvânü’l-ceyş başkanı her yıl memurlarından, ülkenin sulama sisteminde ve arazinin gelirinde meydana gelen değişikliklerin tesbitini isterdi. Bu divanın görevlerinden biri de iktâlardaki ziraî faaliyetin kontrolü ve her üç yılda bir iktâ sahiplerinin aldığı ve vermekle mükellef olduğu miktarı gözden geçirmekti. Dîvânü’l-ceyş, askerlerin câmekiyyeli ve râtıblı sınıftan iktâlı sınıfa naklini de yapardı. Bir kimse iktâlı sınıfa nakledilirse o andan itibaren iktâının gelirinden payını alırdı. Bu divan, askerlerin izinsiz olarak iktâlarından ayrıldıkları zamanlarda aldıkları ücretlerin geri alınmasıyla ilgili işlemleri de yapardı. Ayrıca bir iktâın gerçek geliriyle iktâ sahibine verilmesi kararlaştırılan meblağ arasındaki farkları cerîdetü’l-fevâzıla kaydetmek ve bir askerin ölümü sebebiyle artan para ve malları geri almak da bu divanın görevleri arasındaydı. Dîvânü’l-ceyş’ten çıkan askerî iktâların evrakı misal (berat), kıssa ve nüzûl çeşitlerine ayrılırdı. Bu iktâların alanları çok dardı. Bunlarda iktâlı ancak iktâın kendisine tayin edilen gelirinden faydalanır, onu mülk edinemezdi. Bununla beraber askerî iktâlar da idarî iktâlar (iktâü’l-hâs) gibi babadan oğula miras kalabilirdi. Dîvânü’l-ceyş başkanına nâzırü’l-ceyş denirdi.
Dîvânü’l-mâl, İslâm devletlerinde çok eski devirlerden beri devam eden kuvvetli bir malî teşkilâtın geliştirilmiş şeklidir. Bu büyük divan, ikinci derecede pek çok divana ayrılarak devletin malî işlerini idare ediyordu. Selâhaddîn-i Eyyûbî devrinde bu divanın teşkilâtı ve işleyişiyle ilgili bilgilerin büyük bir kısmı Mısır’a aittir, Şam ve diğer eyaletlerdeki maliye divanı hakkında pek az bilgi vardır. Mısır çok eski dönemlerden beri büyük bir tarım ülkesiydi. Tarımın yapılışı, sulama işleri ve tarım vergilerinin tahsili bazı küçük değişikliklerle eski şeklinde devam ediyordu. Ziraatın ve ziraî vergilerin öneminden dolayı zaman zaman bu konuda bazı eserler kaleme alınmıştır. Selâhaddîn-i Eyyûbî ve oğlu el-Melikü’l-Azîz devrinde Mahzûmî’nin yazdığı el-Minhâc fî ahkâmi’l-ḫarâc ile İbn Memmâtî’nin Ḳavânînü’d-devâvîn adlı eserleri ziraî hayat, haraç dışındaki diğer vergiler ve devletin çeşitli gelir kaynakları hakkında epeyce bilgi verirler. Ayrıca merkezlerdeki malî teşkilâtın emirliklerde veya vilâyetlerde şubeleri bulunuyordu. Emirlikler ve vilâyetler âmilliklere ayrılıyordu. Âmilliklerdeki en yetkili malî memur âmildi. Mısır’da merkeziyetçi bir idare bulunduğundan merkezle vilâyetler arasında malî idarede büyük bir yeknesaklık mevcut olmalıdır. Yemen için de aynı şey söylenebilir. Suriye’de ise eyaletler emirlikler halindeydi.
Bütün vergi ve gelir kaynaklarının Dîvânü’l-mâl’e bağlı Dîvânü’l-harâc, Dîvânü’z-zekât, Dîvânü’l-cevâlî, Dîvânü’n-natrûn, Dîvânü’l-mukātaât, Dîvânü’l-ahbâs, Dîvânü’l-mevârîsi’l-haşriyye (Dîvânü’t-terikât), Dîvânü’l-medâris, Dîvânü’l-cevâmî gibi özel divanları vardı. Dîvânü’l-ceyş’in Dîvânü’l-mâl’e sıkı sıkıya bağlı olduğunun en açık delillerinden biri, 587 (1191) yılında Akkâ’daki birliğin değiştirilmesi esnasında Dîvânü’l-mâl’deki (Dîvânü’l-hizâne) kıptî kâtiplerin askerlerin malî işlerini tanziminde görülmektedir. Sultanın ve bazı emîrlerin dîvânü’l-hasları mevcuttu.
Dîvânü’l-mâl’in başkanını, Meclisü ashâbi’d-devâvîn adlı bir heyet tayin ederdi. Fâtımîler devrindeki Dîvânü’t-tahkīk’ın vazifesini gören Dîvânü’l-mâl’in işleyişini kontrol eden bu heyet sultanın, nâibin veya vezirin başkanlığında toplanırdı. Dîvânü’l-mâl’in başkanına nâzırü’d-devâvîn veya nâzırü’n-nüzzâr da denirdi. Bu zat, bütün malî divanlar üzerinde kontrol hakkına sahip bulunan Dîvânü’n-nazar’ın başkanıydı. Nâzırü’d-devâvîne aynı zamanda sâhibü’d-dîvâni’l-mâl adı da verilirdi, Suriye’de ise sâhibü’d-dîvân veya müşrifü’d-dîvân olarak anılırdı. Kaynaklarda ayrıca şâddü’d-devâvîn (müşiddü’d-devâvîn) denen bir memurdan daha bahsedilir. Bu görevi sultan veya onun adına nâibleri yerine getirirdi. Bunlar divanların disiplin altında işletilmesi ve yolsuzluk yapanların cezalandırılması ile görevli olmalıdır. Emrinde asker bulunduğundan kimse buna karşı gelmeye cesaret edemezdi. Nâzırü’d-devâvîn kalem erbabından olduğu için emîrler veya bazı yüksek rütbeli kişiler tarafından emirleri dinlenmiyordu. Bundan dolayı İmâdüddin el-İsfahânî müşrif tayin edilince emîrlerin ve askerlerinin teftişini Emîr Ziyâeddin Bekrîsân’ın yardımıyla yapmıştı. Selâhaddîn-i Eyyûbî Kudüs’te iken yolsuzluk yapan bir memur Mısır’dan kaçıp ona sığınmış, sultan onu Mısır’daki nâibi Mübârek’in yanına geri göndermişti. Buna göre nâib aynı zamanda müşiddü’d-devâvîn olmalıdır.
Malî idarede nâzırlardan başka çeşitli kademede memurlar da bulunuyordu. Bunların tuttuğu cerîdeler (günlük hesapların sonucu) vardı. Cerîdeler ve defterlerden başka vergi tahsili için tahminî hesabı ve fiilî tahsilâtın miktarını gösteren muvâfaka ve cemâa adında umumi hesap defterleri tutuluyordu. Devletin masrafları “hâric bi’n-nafaka” denilen bir şehâdetnâme ile kaydedilirdi. Birçok memur evrakın kontrolü ve memurların teftişiyle görevlendirilmişti. Vergi teşkilâtının bütçeyi hazırlarken sicilleri tutacak, hesapları yapacak ve vergilerin miktarını tahmin edebilecek bilgili elemanlara ihtiyacı vardı.
Nâzırdan sonra en yüksek memur divan mütevellisiydi. Her divanın ayrı bir mütevellisi vardı ve bunlar divanın işlerinin yürütülmesinden sorumlu idi. Mütevelli emîr de olabilirdi ve nâzır her şeyden onu mesul tutardı. İşi nâzırdan daha zor olan mütevelli ya emanet ya bedel veya iltizamla tayin edilirdi. Emanetle tayin edilirse bir suistimali olmadıkça kendisine dokunulmazdı. Bedelle tayin edildiği takdirde vaad ettiği meblağı sağlaması, vergi tahsilinde suistimal yapmaması gerekirdi. Fakat az meblağ toplar veya vergi tahsilinde herhangi bir kusuru olursa azledilip yerine başkası getirilirdi. İltizamla tayin edilen mütevelli anlaştığı meblağı vermekle mükellefti. Malî kudreti yüksek olanlar bu şekilde mütevelli tayin edilebilirdi. Fevkalâde bir hal sebebiyle anlaştığı meblağı temin edemeyen mütevellinin durumu sultana havale edilirdi. Ödemesi gereken malların bir kısmı âmiller üzerindeyse sultan ondan havaleyi kabul edip etmemekte serbestti. Mütevelli bütün işlerini nâzır tarafından verilen tâlimata göre yürütürdü. Mütevelliden sonra müstevfî gelirdi. Eyyûbîler devrinde bu memur eski itibarını kaybetmişti ve mütevellilerin yardımcısı durumundaydı. Müstevfî, divanda çalışan memurlardan vermeleri gereken malları ve hesapları ister, divan mütevellisine verilmesi gereken malları bildirir, cerîdeler tutar ve gelir giderleri kontrol ederdi.
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Kalânisî, Târîḫu Dımaşḳ (Amedroz), s. 58-59, 331.
İmâdüddin el-İsfahânî, el-Fetḥu’l-ḳussî (nşr. M. Mahmûd Subh), Kahire 1962, s. 456-457, 463-464, 657.
İbn Memmâtî, Ḳavânînü’d-devâvîn (nşr. Aziz Suryal Atiya), Kahire 1943, s. 354-355.
Bündârî, Sene’l-Berḳı’ş-Şâmî (nşr. Ramazan Şeşen), Beyrut 1971, s. 116, 147, 150, 191.
Ebû Şâme, Kitâbü’r-Ravżateyn, Kahire 1288, I, 110, 220; II, 69, 161, 181-182, 205.
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, I, 130; III, 47, 51, 128, 475, 490-496; IV, 22, 31; V, 460-465; VII, 227-276; VIII, 12-19; X, 80-98; XIV, 366-392.
Makrîzî, el-Ḫıṭaṭ, I, 91-95, 297, 397, 402.
a.mlf., Kitâbü’s-Sülûk, I, 53, 88, 89, 105, 120-192; II, 266.
E. Tyan, Histoire de l’organisation judiciaire en pays d’Islam, Leiden 1960, II, 130-132.
Uzunçarşılı, Medhal, s. 369-370.
Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 123-125, 155-162, 168-173, ayrıca bk. İndeks.
W. Björkman, “Die Bittschriften im dīwān al-inšā”, Isl., XVIII/3-4 (1929), s. 207-212.
B. Lewis, “Daftar”, EI2 (Fr.), II, 78-83.
H. L. Gottschalk, “Dīwān”, a.e., II, 337-339.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 381-383 numaralı sayfalarda yer almıştır.
C) Memlükler’de Divan. Memlükler devrinde de ordu, maliye, vakıflar vb. devlet işleri öncekilere benzer tarzda çeşitli divanlar tarafından yürütülmekteydi. Bunlar arasında Dîvânü’l-inşâ (Kitâbetü’s-sır) en önemli devlet dairelerinden biri olup yabancı devletlerle, eyaletlerle ve tâbi hükümdarlarla yapılan yazışmaları, veliaht ve diğer görevlilerin tayinleriyle ilgili tefvîz ve tevkī‘leri, halkın şikâyetleriyle ilgili devlet kararlarını hazırlardı. Dîvânü’l-inşâ’nın Dımaşk ve Halep gibi muhtelif şehirlerde birer şubesi vardı. Divan başkanına re’sü dîvâni’l-inşâ, sâhibü dîvâni’l-inşâ, nâzıru devâvîni’l-inşâ deniliyordu; XIV. yüzyılın sonunda ise bu görevliye kâtibü’s-sır adı verilmişti. Divan başkanı, görevi icabı devlet sırlarına vâkıf olduğu için son derece güvenilir ve muhatabına göre farklı üslûplarla mektup yazabilen kimseler arasından seçilirdi. Başkan elçileri ve gelen mektupları hükümdara takdim eder, sâhibü’l-berîdin görevlerini de yürütürdü. İlk defa Evhadüddin Abdülvâhid b. İsmâil el-Hanefî bu iki görevi birlikte yürütmüştür. Şehâbeddin el-Ömerî, Makrîzî ve Kalkaşendî gibi meşhur âlim ve münşîler de bu divanda yetişmişlerdir.
Dîvânü’l-ceyş (Dîvânü’l-cüyûşi’l-mansûre), sultanın memlüklerinin ve diğer ordu mensuplarının iktâlarını tanzim etmek suretiyle bunlara ait muamele ve yazışmaları yürüten divan olup buna Dîvânü’l-iktâât da denilirdi. Askerlerin iktâ beratları, onlara yapılan ödemeler, iktâ edilen arazilerin alan ve değerlerini gösteren cetveller bu divanda bulunurdu. Dîvânü’l-ceyş, Mısır ve Suriye askerlerine ait işleri daha düzenli bir şekilde yürütmek üzere Dîvânü’l-ceyşi’l-Mısrî ve Dîvânü’l-ceyşi’ş-Şâmî olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Divan başkanı olan nâzırü’l-ceyşin maiyetinde bizzat sultan tarafından seçilen sâhibü dîvâni’l-ceyş, sâhibü dîvâni’l-memâlik, kâtibü’l-memâlik, şühûdü’l-memâlik ve müstevfîler bulunurdu.
Dîvânü’l-has, el-Melikü’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun tarafından kurulmuş olup sultana mahsus arazilerle tahsil edilen şer‘î ve örfî vergilerin kontrolünü yapıyordu. Başkanına nâzırü’l-has (nâzırü’l-havâssi’ş-şerîfe) deniliyordu. Sultan Berkuk Dîvânü’l-hizâne’yi de bu divana dahil edince önemi daha da arttı. Sultan Berkuk tarafından kurulan Dîvânü’l-müfred sultanın memlüklerine ait elbise, maaş vb. işleri idare etmekle görevli olup başkanına nâzıru dîvâni’l-müfred, sâhibü dîvâni’l-müfred ve üstâdâr (üstâdüddâr) adı veriliyordu. Bütün malî işlerin yürütülmesinden, maaşların ödenmesinden Dîvânü’l-emvâl sorumluydu ve bunun başkanı vezirdi.
Diğer divanlar arasında Dîvânü’l-ahbâsi’l-mebrûre cami, ribât, zâviye, hankah ve medrese gibi hayır müesseseleriyle ilgili vakıflara bakmakla görevliydi ve ahbâs, el-evkāfü’l-hükmiyye ve el-evkāfü’l-ehliyye adlı üç bölümden oluşuyordu. Dîvânü’l-mürteceât (İstîfâü’l-mürtecea), azledilen veya ölen emîrlerin işleriyle olduğu gibi müsadere edilen malların muhafazasıyla da meşguldü. Bu divanın başkanına nâzırü’l-mürteceât (müstevfi’l-mürtecea) denilirdi. Dîvânü’n-nazar ise malî işlerle ilgili divanların en büyüğü olup diğer malî divanlar buna bağlıydı. Yıllık, aylık ve günlük hesaplar burada tutulur, maaş ve diğer ödemeler bu daire vasıtasıyla yapılırdı. Dîvânü istîfâ-yi sohbet, Dîvânü istîfâ-yi devlet ve Dîvânü beyti’l-mâl olmak üzere üç alt daireden oluşuyordu. Başkanına vezîrü’d-devle, nâzırü’d-devle veya nâzırü’n-nüzzâr adı veriliyordu.
Bunların dışında idarî teşkilâta dahil Dîvânü’l-ahrâ, Dîvânü’t-tavvâhîn, Dîvânü’l-mevârisi’l-haşriyye, Dîvânü’l-eşrâf, Dîvânü’l-bîmâristân, Dîvânü’z-zekât adlı divanlar da mevcuttu.
BİBLİYOGRAFYA
Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ, III, 457; IV, 28, 30, 33, 220.
Makrîzî, el-Ḫıṭaṭ, II, 223-227.
İbn Şâhin ez-Zâhirî, Zübdetü Keşfi’l-memâlik (nşr. Ravoisse), Paris 1894, s. 100, 103.
M. C. Şehabeddin Tekindağ, Berkuk Devrinde Memlûk Sultanlığı, İstanbul 1961, s. 139-145.
Uzunçarşılı, Medhal, s. 376-377, 383-384.
Hasan İbrâhim Hasan – Ali İbrâhim Hasan, en-Nüẓumü’l-İslâmiyye, Kahire 1970, s. 145.
İsmail Yiğit, Siyasî-Dinî-Kültürel-Sosyal İslâm Tarihi: Memlûkler, İstanbul 1991, s. 196-199.
W. Björkman, “Die Bittschriften im dīwān al-inšā”, Isl., XVIII/3-4 (1929), s. 207-212.
D. Ayalon, “Studies on the Structure of the Mamluk Army-I”, BSOAS, XV (1953), s. 203-228; aynı makale II, a.e., XV (1953), s. 448-476; aynı makale III, a.e., XVI (1954), s. 57-90.
H. L. Gottschalk, “Dīwān”, EI2 (İng.), II, 330-331.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 383 numaralı sayfada yer almıştır.
D) Büyük Selçuklular’da Divan. Büyük Selçuklular’da devlet işlerinin görüşülüp karara bağlandığı Dîvân-ı A‘lâ denilen büyük divan Dîvân-ı İnşâ, Dîvân-ı İstîfâ, Dîvân-ı İşrâf, Dîvân-ı Arz ve Dîvân-ı Berîd’den oluşuyordu. Dîvân-ı İnşâ (Dîvân-ı Tuğrâ, Dîvânü’r-resâil ve’l-inşâ), devletin iç ve dış bütün yazışmalarının idaresi ve belgelerin hazırlanması ile, menşur, tevkī‘, ferman ve misal adıyla çıkarılan emirnâmelere sultanın tuğrasını çekmekle görevliydi. Bu divanın başkanına sâhib-i dîvân-ı inşâ (tuğrâ), tuğrâî veya münşî-i memâlik denilirdi. Sâhib-i dîvân-ı inşâ mükemmel bir üslûba sahip olmak zorundaydı. Çünkü yazıların kaleme alınmasında edebî şekil mükemmelliğine önem veriliyordu. Divandan çıkan her emirnâmeyi (misal), her mektubu ve her muhabereyi son derece itinalı bir şekilde kontrol eden sâhib-i dîvân-ı inşâ vezirden sonraki en büyük devlet memurudur ve genel olarak niyâbet-i vezâret görevini de yerine getiriyordu. Zübdetü’n-Nuṣra ve nuḫbetü’l-ʿuṣra’da tuğrâîlikten büyük mansıp şeklinde bahsedilmesi, Vezir Hatîrülmülk’ün azledildiğinde Dîvân-ı Tuğrâ’ya tayin edildiğinin belirtilmesi, Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nda başta Nizâmülmülk’ün soyundan gelenlerin, ayrıca bazı nüfuzlu şahsiyetlerin vezir olmadan önce tuğrâîlik mansıbını işgal etmeleri, Dîvân-ı Tuğrâ’nın vezâretten sonra gelen en büyük makam olduğunu göstermektedir. Başlangıçta tuğrâînin görevi sadece tuğrâ çekmekti. Tuğrul Bey zamanında bu memuriyetin başında Türk asıllı bir emîr vardı. Nizâmülmülk’ün vezâretinden itibaren bu makama İranlılar tayin edildi ve Dîvân-ı Tuğrâ Dîvân-ı İnşâ ile birleştirildi.
Dîvân-ı A‘lâ’nın malî işlerle uğraşan dairesi Dîvân-ı İstîfâ (Dîvânü’z-zimâm ve’l-istîfâ) adını taşıyordu. Bu divanın başkanına sâhib-i dîvân-ı istîfâ, müstevfî-i memâlik veya sadece müstevfî denirdi. Devletin bütün maliye memurlarının âmiri olan müstevfî halkın durumunu iyileştirmeye çalışır, hakları ve mükellefiyetleri eşit şekilde taksim eder, ancak yeni vergi ihdas edemezdi. Yapılan şikâyetleri sonuçlandırmakla da mükellefti. Ayrıca bütçenin gelir ve gideri hakkında tutulan defterlere nezaret eder, vergi tahsili için yetkili memurlar görevlendirir, memurların maaşlarını öder, malî bakımdan iktâları denetler ve gerekli düzenlemeleri yapardı. Müstevfîye, devletin bütün şehir ve eyaletlerine mümessiller göndermesi veya her eyalete nâibler ve memurlar (gümâştegân) tayin etmesi emredilmişse de bununla şüphesiz eyalet ve bölge maliye divanı idarecileri ve memurları kastedilmiştir. Daha aşağı kademelerde bulunan bu malî teşkilâtlar, müstevfîye devletin bütün vergi işleri hakkında bilgi vermek zorundaydılar. Maliye müfettişleri (mutasarrıfân) ve memurlar da (mutasaddiyân) kendisine yazılı bilgi verirlerdi. Müstevfî suistimal yapan âmilleri cezalandırırdı. Bazı zaruri hallerde müstevfî-i memâlik bölge idaresinin en alt organlarıyla ve âmillerle bizzat ilgilenir ve gerekirse müdahale ederdi. Müstevfînin halka karşı görevleri hususi bir ehemmiyet taşır, reâyâdan haksız vergi alınmaması için büyük bir itina gösterirdi. Müstevfî vergi toplanmasında olduğu gibi devletin diğer gelirlerinin tahsil ve harcamasıyla ilgili hususlarda da yetkiliydi. Kendisine devletin malî durumu hakkında bilgi verilmesi mecburi idi. Müstevfî, aynı zamanda devlet bütçesinin açık vermemesi için tedbir almak zorundaydı. Bütün gelir ve giderler deftere kaydedilir ve bu maksatla listeler (cerâid) ve defterler tutulurdu. Müstevfî vergileri yetkili âmiller vasıtasıyla tahsil ederdi.
Dîvân-ı İşrâf, Dîvân-ı İstîfâ’yı ve devletin diğer dairelerini kontrol eden bir müessesedir. Bu divan devletin malî idaresinin en yüksek seviyede kontrolünü yapar, bilhassa gelirlerin harcanmasını denetlerdi. Divan başkanına sâhib-i dîvân-ı işrâf, müşrif-i memâlik veya sadece müşrif denilirdi.
Ordunun umumi idaresiyle görevli olan divan Dîvân-ı Arz’dır (Dîvânü’l-ceyş). Bu divanın başkanına sâhib-i dîvân-ı arz denirdi. Muhtemelen eyaletlerde daha aşağı kademelerde dîvân-ı arzlar vardı. Çeşitli rütbelerde askerlere iktâlar tahsis etmek, maaşlarını vermek, birliklerinin ve bunlara ait teçhizatın kayıt ve kontrolünü yapmak Dîvân-ı Arz’ın vazifesidir. İktâların idaresi de Dîvân-ı Arz’ın yetkileri içindedir. Ancak bu divan iktâlara sahip olamaz ve müstakil kararlar alamazdı. Maaşlarda olduğu gibi diğer düzensizlikleri de divana bildirmek zorundaydı. İktâın miktarı Dîvân-ı Arz tarafından değil bizzat hükümdar tarafından tayin edilirdi. Devletin istihbarat ve haberleşme görevini Dîvân-ı Berîd yerine getirirdi. Bu divan Sultan Alparslan tarafından lağvedilmişti. Bunlardan başka görevleri hakkında kesin bilgi edinilemeyen, ancak malî konularla ilgili olduğu tahmin edilen bir de Dîvân-ı Nazar bulunmaktadır.
Dîvân-ı A‘lâ’yı teşkil eden bu divanların başkanları gerektiğinde vezir gibi mahkemeye sevkedilebiliyor ve yaptıkları icraatının hesabını vermeye mecbur tutulabiliyordu. Zübdetü’n-Nuṣra’da, müstevfî Zeynülmülk’ün hesapsız mal alıp sarfettiği için aleyhine birçok dava açıldığı, yakalanıp hapse atıldığı, mallarının müsadere ve evinin yağma edildiği kayıtlıdır. Büyük divanın celselerine sâhib-i dîvânlarla birlikte sultanın uygun göreceği görevliler de katılıyordu. Sultan Muhammed Tapar, Şerefeddin Enûşirvân b. Hâlid’i veziri Hatîrülmülk’e nâib tayin ederek divan müzakerelerini takibe memur etmişti. Sâhib-i dîvânlar sultan tarafından tayin ve azledilirdi. Ancak nüfuzlu vezirlerin de divan üyelerini azil ve hatta tevkif ettirdiği olmuştur. Meselâ Dergezînî, müstevfî İzzeddin İsfahânî’yi zincire vurdurup hapsettirmişti.
E) Anadolu Selçukluları’nda Divan. Anadolu Selçukluları’nın divan teşkilâtı Büyük Selçuklular’dan biraz farklıdır. Dîvân-ı A‘lâ, başta vezir olmak üzere nâib-i saltanat, atabeg, müstevfî, pervâne, tuğrâî, müşrif gibi üyelerden oluşmaktadır. Her iki devletin divanında müşterek olarak müstevfî, tuğrâî ve müşrif vardır. Bunların görev ve yetkileri her iki devlette de aynıdır. Ancak Anadolu Selçukluları’nda Dîvân-ı İnşâ Dîvân-ı Arz’dan sonra gelir. Meselâ I. İzzeddin Keykâvus zamanında (1211-1220) Şemseddin Taber Dîvân-ı İnşâ reisi iken daha sonra emîr-i ârız-ı memâlik-i Rûm tayin edilmiştir (İbn Bîbî, s. 127). Anadolu Selçukluları’nda Mecdüddin Muhammed b. Hasan’ın Dîvân-ı İstîfâ’ya tayiniyle ilgili bir menşurda, onun bütün Selçuklu topraklarının gelirini toplaması, divanda çalışan görevlileri boş bırakmaması, nedimlerin sözlerine güvenerek iş yapmaması, devlet gelirlerinin zorbaların elinde telef olmasına meydan vermemesi önemle istenmiştir. Bir başka menşurda da müstevfîlik makamının saltanatın direği olduğu ifade edilerek merkezde ve vilâyetlerdeki malî işlerin iş bilir ve güvenilir kişilere (kârdârân) verilmesi, maden ve tuzlalarda liyakatli âmillerin görevlendirilmesi emredilmiştir (Turan, s. 3-4, 6).
Divan üyelerinden nâib-i saltanat sultanın yokluğunda devlet idaresini üstlenirdi ve geniş yetkilere sahipti. Nâib-i saltanat seferlere bilfiil katılır, Selçuklu ordusuna kumanda ederdi. Atabeg Dîvân-ı A‘lâ’da nüfuz sahibi üyelerden biriydi ve bütün devlet erkânı onun kontrolü altında hareket ederdi. Pervâne ise Dîvân-ı Pervânegī’nin başında bulunur, mülk ve iktâ ile ilgili tayin, tevcih ve tahsis işleriyle uğraşırdı. Menşur ve beratları hazırlar, defter kayıtlarını tutardı. Nâib ve atabeg emîrler arasından seçilirken müstevfî, tuğrâî ve müşrif kalem erbabından olurdu. Vezirin de kalem erbabına dahil olduğu göz önüne alınırsa Selçuklu divanında sivillerin çoğunlukta bulunduğu anlaşılır.
F) İlhanlılar’da Divan. Selçuklu devletlerinde olduğu gibi İlhanlılar’da da Dîvân-ı Büzürg-i İlhânî veya kısaca Dîvân-ı İlhânî adı verilen bir divan teşkilâtı mevcuttu. Bu divan, sâhib-i dîvân-ı büzürg ve sâhib-i dîvân-ı İlhânî denilen vezirin başkanlığında nâib-i vezâret, defterdâr-ı memâlik (müstevfî-i memâlik), müşrif-i memâlik, nâzır-ı memâlik, uluğ bitikçi-i memâlik, münşî-i dîvân-ı büzürg unvanlı üyelerden oluşuyordu. Nâib-i vezâret vezirin yardımcısı olup divanda meseleleri özetleyerek ona arzederdi. Başlıca görevi divan defterlerini, düstur ve ruznâmçeleri, gelir ve giderleri inceleyerek görüşlerini vezire bildirmekti. Defterdâr-ı memâlik, daha sonra ihdas edilen müstevfînin maiyetine verilmişti. Bu görevli İlhanlı ülkelerinin gelir ve vergi defterlerini inceler, vergilerin hafifletilmesi veya affı hakkındaki başvuruları gözden geçirirdi. Muhtesiplerden, vergilerden gelen şikâyetleri dinler, şikâyet konusu eyaletin defterlerini getirterek durumu vezire ve divan üyelerine arzederdi. Defterdâr-ı memâlikin emrindeki Defterhâne için gerekli malzeme ve müstahdem tahsis edilir ve Defterhâne otağı oluşturulurdu. Hükümdarın seyahatlerinde malzeme ve otağ develerle nakledilirdi. Vezir divanı genellikle Defterhâne’de akdederdi. Burada ayrıca defter işleriyle meşgul olan kâtipler bulunurdu. Müstevfî İlhanlı Devleti’nin malî işlerine bakardı. Müstevfîlerin siyâkat yazısını bilmeleri zaruri idi. Dîvân-ı İstîfâ’da defter-i câmi‘, defter-i mukarrer, defter-i avârice, defter-i harâc-ı mukarrer-i dîvân, defter-i kānûn, defter-i tevcîhât, defter-i rûznâmçe adlarıyla tutulan yedi defter siyâkatle kaleme alınırdı. Devlet hazinesinde nakit sâhib-i cem‘ denilen hazinedar tarafından muhafaza edilirdi. Müstevfîler eyaletlerdeki geliri vezirlerin emriyle ve maiyetlerindeki serşümâr, hâneşümâr, bağşümâr ve kobçur denilen vergi memurları vasıtalarıyla toplarlardı. İlhanlılar’ın malî sistemleri kendilerinden önceki devletlerden alınmış olmakla beraber daha düzenli bir şekle sokulmuştu. Ticarette kullanılan bir çeşit çek İlhanlılar’da vardı. Bu tabirin ticarî münasebetler dolayısıyla Bizans’a ve Avrupa’ya geçmiş olduğu düşünülebilir.
Divan üyelerinden müşrif-i memâlik umumi müfettiş olup memleket içinde divana ait işlerin teftiş ve kontrolünden sorumluydu. Bunun maiyetinde bulunan memurlar gerektiğinde vilâyetleri teftiş ederlerdi. İlhanlılar’ın ilk zamanlarında bu görev doğu ve batı ile ilgili olmak üzere ikiye ayrılmıştı. Malî ve idarî bütün işleri araştırıp inceleyen müşrifin bu hususlarda tam bir vukuf sahibi olması ve bu meselelere dair sorulara cevap verip durumu aydınlatması gerekirdi. Devlet gelir ve giderlerini, asker maaşlarını inceleyerek suistimal yapılmasını önlerdi. Dîvân-ı Büzürg’deki idarî ve malî işleri kontrol etmek de asıl vazifelerindendi. Memurların tayininde ve âmillerin divana verdikleri raporlarda müşrif-i memâlikin mütalaasının alınması işlemlerin yürümesine yardım ederdi. Nâzır-ı memâlik, Dîvân-ı Büzürg’ün işlerini ve hazine muamelelerini düzenlerdi. Emîrlerin, tümen beylerinin, inakların ve divan mensubu kâtiplerin mevâcib ve maaşlarını verirdi. Rütbe ve memuriyetlerin tevcihinde görüşü alınırdı. Bütün divan evrak ve muâmelâtı, hükümler, misaller, beratlar, çeşitli divan defterleri, yargınâmeler bunun buyruldu ve imzasıyla yazılırdı. Vilâyetlerde ona bağlı memurlar vardı. Uluğ bitikçi-i memâlik ise Dîvân-ı Kebîr-i İlhânî Kalemi’nin başında bulunur, bu divandan çıkan emirleri, kararları yazdırır, divana ait malî işleri takip eder, divan üyeleriyle görüşerek mîrî emvâlin arttırılmasına çalışırdı. Divanın gelir ve masraf defterlerini inceleyerek divan kayıtlarını tutmak da görevleri arasındaydı. Eyaletlerdeki divanlarda bulunan bitikçileri o tayin ederdi. Ayrıca beratlar ve belgeler de onun bilgisi dahilinde yazılırdı.
Dîvân-ı İlhânî’deki bitikçilerle bahşılar tarafından kaleme alınan ferman ve emirlerin gönderilecek bölge ve devletlerin dilleri ve yazıları ile yazılması kanun gereğiydi. Irâk-ı Arab taraflarına gönderilecek hükümler Arapça, İran’a ve Farsça konuşan diğer bölgelere gönderilecek olanlar ise Farsça kaleme alınırdı. Türk ve Moğollar’a da kendi dil ve yazılarıyla hükümler yollanırdı. Bundan dolayı İlhanlı divanında çeşitli dilleri ve yazıları bilen, çeşitli din ve mezheplere mensup bahşıyân ve bitikçiyân-ı dîvân denilen memurlar vardı. Bahşıların ileri geleni ilhân-ı a‘zamın yani hükümdarın maiyetinde bulunurdu ve bitikleri bizzat yazmak ve yazdırmakla mükellefti. Bu görevde bulunan kişinin güvenilir adamlardan olması gerekliydi. Uluğ bitikçi emîrlere ve vezirlere ait ferman ve hükümleri inceler ve istinsah ederdi. Emîrlere ait ayrıntılı yarlıkların arkasına onların özetlerini yazardı. Münşî-i dîvân-ı büzürg İnşâ-i Memâlik veya Dîvânü’r-resâil’in başkanı olup İlhanlı divanından hükümdarlara, emîrlere, vezirlere ve devlet adamlarına yazılacak nâmeler, fermanlar, beratlar ve misalleri herkesin rütbe, derece ve mevkiine göre muhtelif tabirler kullanarak yazardı. Münşî-i dîvân-ı büzürgün bir görevi de hükümdarın sır kâtipliğiydi. Bu dairenin inşâ muâmelâtına hiç kimse müdahale etmezdi. Maiyetinde âlimlerden oluşan bir heyet bulunurdu.
BİBLİYOGRAFYA
Râvendî, Râḥatü’ṣ-ṣudûr, s. 117, 125-126, a.e. (Ateş), s. 115, 122, 124.
Bündârî, Zübdetü’n-Nusra (Burslan), s. 60-62, 80-81, 95-99, 101-102, 107, 111, 114, 117, 124, 126, 130, 135, 142, 147-168, 178, 202-203.
Sıbt İbnü’l-Cevzî, Mirʾâtü’z-zamân (nşr. Ali Sevim), Ankara 1968, s. 112.
İbn Bîbî, el-Evâmirü’l-ʿAlâʾiyye, s. 127.
Şemîs Şerîk Emîn, Ferheng-i Iṣṭılâḥât-ı Dîvânî Devrân-ı Moġūl, Tahran 1357 hş., s. 138-151.
Spuler, İran Moğolları, s. 307-308, 337-339, 348-349.
Hüseyin Emîn, Târîḫu’l-ʿIrâḳ fi’l-ʿaṣri’s-Selcûḳī, Bağdad 1385/1965, s. 186-199.
Uzunçarşılı, Medhal, s. 207 vd.
C. L. Klausner, The Seljuk Vezirate A Study of Civil Administration 1055-1194, Massachusetts 1973, s. 16-18, 21, 30, 46-47, 58, 67, 77, 119.
Aydın Taneri, Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluş Döneminde Vezîr-i A’zamlık, Ankara 1974, s. 13 vd.
a.mlf., “Büyük Selçuklu İmparatorluğunda Vezirlik”, TAD, V/8-9 (1967), s. 103 vd.
Cl. Cahen, Osmanlılardan Önce Anadoluda Türkler (trc. Yıldız Moran), İstanbul 1979, s. 223-231.
Muhammed Mahmûd İdrîs, Rüsûmü’s-Selâciḳa ve nüẓumühümü’l-ictimâʿiyye, Kahire 1983, s. 98-108.
M. Altay Köymen, Alp Arslan ve Zamanı, Ankara 1983, II, 138-151.
A. K. S. Lambton, “The Internal Structure of the Saljuq Empire”, CHIr., V, 222, 230, 247, 257, 260, 272.
a.mlf., “Dīwān”, EI2 (İng.), II, 332-336.
Osman Turan, Türkiye Selçukluları Hakkında Resmî Vesikalar, Ankara 1988, s. 3-4, 6-7, 16, 18-19, 26, 35, 47, 60-61, 131, 155.
V. Gordlevski, Anadolu Selçuklu Devleti (trc. Azer Yaran), Ankara 1988, s. 249-269.
H. Horst, “Selçuklu Devri Türk Tarihi Araştırmaları II, Selçuklu Devri Devlet Teşkilâtına Dair Yazılmış Bir Eser Münasebetiyle” (trc. M. Altay Köymen), TAD, II/2-3 (1964), s. 323-331.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 383-385 numaralı sayfalarda yer almıştır.
G) Gazneliler ve Hindistan’daki Diğer Müslüman Devletlerde Divan. Divan terimi bir idarî organ olarak Hindistan’a ilk defa Gazneliler zamanında girdi ve Sultan Mahmud döneminde (998-1030) ayrı bir idarî bölüm olarak teşkil edildi. Nerşahî, Gazneliler devrinde Dîvân-ı Vezâret’i, yani vergi gelirleriyle ilgilenen bölümü de içine alan en az on divanın bulunduğunu belirtir. Ebü’l-Fazl el-Beyhakī de Sultan Mesud zamanında (1030-1040) Dîvânü’r-resâil’de (Dîvân-ı İnşâ) görev yapıyordu. Bu bakımdan Moreland’ın, divan kelimesinin Hindistan tarihçileri tarafından ilk defa resmî bir idarî bölümün adı olarak XIII ve XIV. yüzyıllarda kullanıldığını belirtmesi yanlıştır.
Delhi Sultanlığı döneminde (1206-1555) divan, esas itibariyle vezir ve onun başında bulunduğu maliye dairesi için kullanıldı. Bu yeni daire de tıpkı Dîvânü’r-resâil ve Dîvân-ı Mezâlim gibi bu adı aldı. Aynı dönemde Gazneliler’de Dîvân-ı Arz olarak bilinen ve vezirin kontrolü altında olan askerî dairelere de bu ad verildi. İdarî teşkilât Delhi Sultanlığı döneminde büyük bir gelişme gösterdi, çok sayıda daire kuruldu. Bunlar maliye ile uğraşan Dîvân-ı Vezâret, bazan bizzat sultanın temsil ettiği, ârız-ı memâlikin mesuliyetindeki askerî daire olan Dîvân-ı Arz; vakıflar, din işleri, meded-i maâş tahsisi gibi konularla ilgilenen ve kadî-i memâlik olan sadrü’s-sudûrün kontrolü altında bulunan Dîvânü’r-resâil; ilk defa Muâviye b. Ebû Süfyân tarafından kurulmuş olan Dîvânü’l-hâtem ve Gazneliler’in hâkimiyeti dönemindeki Dîvânü’r-resâil’e benzeyen, bütün resmî yazışmalardan sorumlu Dîvân-ı İnşâ; sadrü’s-sudûr veya kādılkudâtın idaresindeki Dîvân-ı Kazâ’ya bağlı şeriat mahkemelerinin yanında mezâlim mahkemeleriyle meşgul olan Dîvân-ı Mezâlim; eyaletlerden ve çeşitli yerlerden intikal eden gelirlerin hesaplarıyla uğraşan ve onları kontrol eden müşrifin idaresindeki Dîvân-ı İşrâf idi. Fîrûz Şah Tuğluk zamanında (1351-1388) müşrif gelirlerle ilgilenirken müstevfî giderlere bakıyordu. Fîrûz Şah, devlete ait işletmelerin hesapları için bir mutasarrıfın idaresinde yeni bir divan teşkil etti. Bunun hesaplarının kontrolünü ise Dîvân-ı Vezâret yapıyordu.
Bâbürlüler döneminde önemli bir değişiklik, maliye ve gelirler kısmının başındaki kişinin sadece divan olarak tanımlanmasıdır. Ekber Şah’ın saltanatı sırasında (1556-1605) vezir kelimesi nâdiren kullanıldı; bunun yerine bir müessese veya daireden ziyade bunların başındaki şahıs divan unvanı ile ifade edilmeye başlandı. Ancak Ekber Şah’ın oğlu Cihangir zamanında (1605-1627) yeniden eski uygulamaya dönüldü ve vezir kelimesinin kullanılışı yaygınlık kazandı. Şah Cihan’ın saltanatı döneminde (1628-1657) vezir dîvân-ı kül, onun aynı bölümdeki meslektaşları ise divan olarak adlandırıldı. Bazan divan ve vezir kelimeleri aynı anlamda kullanıldı. Hatta ticaret hayatında zengin bir kişinin malî işlerine bakan veya büyük bir ticarî işletmeyi idare eden kişiye de divan denildi. Meselâ Diyânet Han, Şah Cihan’ın saltanatının ilk yılında Mümtaz Mahal’in divanı idi. Bugün de Hindu veya müslüman bazı ailelerin erkek üyeleri, kendilerine intikal eden divan unvanını taşımaktan büyük şeref duyarlar.
Divana bağlı Maliye Nezâreti daha çok divanî adıyla biliniyordu. İngiliz hâkimiyeti sırasında divanî sivil, fevcdârî ise ceza mahkemeleri için kullanılıyordu. Bu terimler bugün hâlâ Pakistan’ın hukukî yapısının bir bölümünü teşkil eder.
Bâbürlüler döneminde divan çok çeşitli görevleri yerine getiriyordu. Divan sadece gelir kayıtlarının düzenlenmesinden değil aynı zamanda âcil ferman ve resmî mektupların tanziminden de sorumluydu. Ayrıca şehzadelerin, eyalet valilerinin ve asilzadelerin temsilcileriyle görüşmeler yapıyordu. Sarayın gece korunması da onun görevleri arasındaydı. Dîvân-ı Hâlisa ve Dîvân-ı Ten ise ayrı ayrı görevleri yerine getirirdi. Bunlardan ilki, gelirler bölümü tarafından hazırlanan hesapları kontrol eder, tomâr-ı cem‘ denilen ve hükümdara ait topraklardan (hâlisa) elde edilen vergilerin kayıtlı olduğu defterleri inceler, hükümdarın şahsî hizmetlileri ve muhafaza birliklerine yapılacak masrafların tahminî hesaplarını hazırlardı. Dîvân-ı Ten ise bütün meselelerin hükümdara arzından sorumlu olup fermanların hazırlanması, dağıtılması, câgîrler, ulemâya maaş tevzii, yapılan ihsanlar ve rûznâmelerin tanzimiyle uğraşırdı.
Eyalet divanı önem bakımından sipehsâlârdan sonra geliyordu. Merkezî divanın tavsiyesiyle doğrudan hükümdar tarafından tayin edilen bu divan, emirleri merkezî divandan alırdı ve sadece ona karşı sorumlu idi. Böylece valinin kontrolü altında olmadığından isyan, komplo, irtikâp, kalpazanlık, görevi kötüye kullanma gibi tehlikeler asgariye indirilmiş olurdu. Eyalet divanının görevlerini belirten ve Mirʾât-ı Ahmedî’de yer alan bir fermana göre bu divan güvenilir ve tecrübeli bir görevli olarak ağır sorumluluklar taşırdı. Vergi tahsildarlarının hesaplarının denetimi yanında vazifelerini kötüye kullananları ihbar eder, bazan da eyaletin muhasibi olarak görev yapardı. Zamanla bunların gücü büyük ölçüde arttı. Mansab bahşetme yetkisi yanında merkezî divanın tasdiki ve hükümdarın tuğrası bulunmayan câgîrlerin tahsisi için verilen eksik belgeleri tanzim ve imzalama yetkisine de sahip oldular. Eyalet divanına yardımcı olan alt kademede bazı görevliler de vardı. Bu görevliler kâtip durumunda olup merkezî divanın mührü ve hükümdarın fermanı ile tayin edilen pîşkâr, bir dârûga, bir müşrif, defterleri saklayan tahvildâr-ı defterhâneden ibaretti ve hepsinin birer mansabı vardı. Daha alt kademede muâmelât memuru durumundaki mirzanın da halk arasında büyük bir nüfuzu vardı.
XVII ve XVIII. yüzyıllarda “nizâmât” veya “fevcdârî” terimleri genel idareyi ifade ederken divanî terimi sadece gelirlere bakan bir daire durumuna geldi. Bugün Hindistan ve Pakistan’da ceza mahkemelerinden farklı olarak sivil mahkemeler divanî adıyla anılmaktadır. East India Company de kendi kurduğu mahkemelere “divanî adalet” adını vermişti. Günümüzde Hindistan’ın bazı eyaletlerinde idareden sorumlu üst düzey görevlisine divan denilmektedir. Divan tabiri İngiliz yönetiminin verdiği “dîvân-sâhib” ve “dîvân-bahâdur” gibi bazı unvanlarda da görülmektedir. Yine bugün ev ve mâlikânelerde “divanhâne” adı verilen ayrı bir bölüm bulunmakta ve sadece ailenin erkek üyeleriyle misafirlere ayrılmaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
Muhammed b. Hüseyin el-Beyhakī, Târîḫ, Tahran 1940, s. 53, 180, 792.
Nerşahî, Târîḫ-i Buḫârâ (nşr. Ch. Schefer), Paris 1892, s. 24.
Şah Navaz Han, Meʾâs̱irü’l-ümerâʾ (trc. A. H. Beveridge), Kalküta 1911, I, 484.
Şemseddîn-i Sirâc Afîf, Târîḫ-i Fîrûz Şâhî (nşr. Mevlevî Vilâyet Hüseyin), Kalküta 1891, s. 409-410, 419-420.
Ali Muhammed Han, Mirʾât-ı Aḥmedî, Baroda 1928, I, 163-170.
R. P. Tripathi, Some Aspects of Muslim Administration, Allahâbâd 1936.
S. M. Jaffar, Mediaeval India, Peshawar 1940, s. 252-254.
a.mlf., Some Cultural Aspects of the Muslim Rule in India, Peshawar 1950, s. 25-29, 51, 110.
P. Saran, The Provincial Government of the Mughals, Allahâbâd 1941, s. 189-197.
Ishtiaq Husain Qureshi, The Administration of the Sultanate of Delhi, Lahore 1944, bk. İndeks.
J. Sarkar, Mughal Administration, Calcutta 1952, s. 24-40, 53-54.
W. H. Moreland, The Agrarian System of Moslem India, Allahâbâd, ts., XIV-XV, 78, 109, 133 vd., 148, 197, 271.
A. S. Bazmee Ansari, “Dīwān”, EI2 (İng.), II, 336-337.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 385-386 numaralı sayfalarda yer almıştır.
H) Endülüs Emevîleri ile Endülüs’teki Diğer Müslüman Devletlerde Divan. Divan terimi Endülüs’te daha ziyade Dîvânü’l-ceyş adıyla, beytülmâlden kendilerine maaş ve atıyye tahsis edilen askerlerin kaydedildiği defter anlamında kullanılmıştır. Endülüs’te bu mânada divanın teşkili büyük bir ihtimalle 124 (742) yılından sonra olmuştur. Endülüs’ün fethini gerçekleştiren Arap ve Berberî askerleri, fetih sonrasında savaş yoluyla ele geçirdikleri topraklara yerleşmişlerdi. Kaynaklarda “belediyyûn” diye adlandırılan bu askerler başlarındaki valinin isteğiyle cihad harekâtına katılmakla yükümlüydüler. Bunun karşılığında kendilerine belli bir maaş ödenmez, ele geçen ganimetlerin beşte dördü bunlara verilirdi. 123 (741) yılında Endülüs’e, Suriyeli askerlerden oluşan ve bu sebeple kaynaklarda kendilerine “Şâmiyyûn” adı verilen yaklaşık 10-12.000 kişilik bir grup daha geldi. Fakat rekabet yüzünden iki taraf arasında kanlı çatışmalar oldu ve bu ihtilâf ancak bir yıl sonra çözüme kavuştu. Buna göre Şâmiyyûn, belediyyûnun elindeki toprakların yerine kendi aslî vatanlarına benzeyen ve “el-Küverü’l-mücennede” (askerî vilâyetler) adıyla bilinen İşbîliye (Sevilla), İlbîre (Elvira), Tüdmîr, Bâce (Beja), Reyyu (Reyyo), Cezîretülhadrâ (Algeciras) ve Ceyyân (Jaén) vilâyetlerine yerleştirildiler. Buna karşılık maaşlı olarak muvazzaf askerlik yapmakla yükümlü tutuldular. Bu askerler için Dîvânü’l-ceyş (Dîvânü’l-cünd, Dîvânü’l-asâkir, Dîvânü’s-sugūr) teşkil edildi ve bu divana özellikle onlar kaydedildiler. Söz konusu askerler iki livâya ayrıldı. Bu iki livâdan her biri sırayla ve üçer ay müddetle savaşa katılıyordu. Livâ kumandanı 200 dinar, askerler ise 10’ar dinar maaş alıyorlardı. Ayrıca bu askerler iktâ sahibi olmalarına rağmen öşürden muaf tutulmuşlardı.
I. Abdurrahman döneminden itibaren (756-788) Dîvânü’l-ceyş’e Kuzey Afrika’dan getirilen Berberî askerleri, hıristiyan krallıklarla yapılan savaşlar sırasında ele geçirilen veya köle tâcirleri tarafından Avrupa’nın çeşitli bölgelerinden getirtilen ve İslâmlaştırılmalarının ardından kısmen idarî ve daha çok askerî hizmetlerde kullanılan kimseler de (sakālibe) dahil edildi. Aynı şekilde devletin kuruluşundan beri merkezî idareye karşı başlatılan isyanların liderleri de yakalandıkları ya da kendiliklerinden teslim oldukları vakit Dîvânü’l-ceyş’e kaydedildiler; ayrıca yeniden isyan etmelerine engel olmak için kendileriyle birlikte savaş kabiliyeti olan adamları da maaşa bağlandılar. Bazı kaynaklarda I. Hişâm’ın (788-796), savaş sırasında ölen askerlerin geride kalan erkek çocuklarını da divana yazdırdığı ifade edilmektedir. Ancak bu uygulamanın sırf divana kayıtlı askerlerin çocukları için mi, yoksa savaşa iştirak eden bütün askerlerin çocukları için mi geçerli olduğu tesbit edilememiştir. İlk defa Hişâm tarafından başlatıldığı anlaşılan söz konusu uygulamanın daha sonra gelen emîrler döneminde devam ettirilip ettirilmediği de kesin olarak bilinmemektedir. Özellikle III. Abdurrahman döneminde (912-961) bir taraftan sakālibenin, diğer taraftan itaat altına alınan âsi liderlerin ve adamlarının sayılarında görülen artışa paralel olarak Dîvânü’l-ceyş’e kayıtlı olanların sayısında da büyük bir artış görüldü. Ancak bu halife döneminde beytülmâlin gelirleri çok yükselmişti; dolayısıyla divana kayıtlı askerlerin maaşlarının ödenmesinde herhangi bir problemle karşılaşılmadı. Âmirîler’in idareyi ellerinde bulundurdukları dönemde Arap askerlerinin ve sakālibenin ihmal edilmesine bağlı olarak divana kayıtlı askerlerin çoğunluğunu bu sırada Kuzey Afrika’dan getirilen Berberî askerler teşkil ettiler. Dîvânü’l-ceyş’in Mülûkü’t-tavâif ve Nasrîler (1238-1492) dönemlerinde de devam ettiği görülmektedir. Yalnız bu divan, özellikle Nasrîler devrinde maaşlı askerlerin kayıtlı olduğu bir yer olmasının yanı sıra askerî meselelerin görüşülüp karara bağlandığı bir müessese olma özelliğini de kazanmıştır.
Endülüs Emevî Devleti’nde Dîvânü’l-ceyş’ten başka resmî yazışmaları yürüten Dîvânü’r-resâil ve’l-kitâbe ile malî işlerle ilgilenen ve gelir giderleri kontrol eden Dîvânü’l-harâc ve’l-cibâyât adlı iki divan daha mevcuttu. Dîvânü’l-harâc’a Dîvânü’l-eşgāl, Dîvânü’l-a‘mâl, Dîvânü’l-hisbân, Dîvânü’z-zimâm da denilirdi. Divandan sorumlu olan görevliye kâtib veya sâhib adı verilirdi. Divan teşkilâtı vezirlik gibi önemli bir daireydi ve başkâtip vezir rütbesinde olup aynı maaşı alırdı. Dîvânü’l-harâc’ın reisi olan sâhibü’l-eşgāl vezirden daha nüfuzlu idi. Bu divanla doğrudan veya dolaylı olarak bağlantılı olan Dîvânü’l-hizâne ise özellikle devlet hazinesinden sorumluydu. Dîvânü’r-resâil IV. (X.) yüzyıldan itibaren giderek daha fazla önem kazanmış ve alt şubelere ayrılmıştır.
BİBLİYOGRAFYA
İbnü’l-Kūtıyye, Târîḫu iftitâḥi’l-Endelüs (nşr. İbrâhim el-Ebyârî), Kahire 1982, s. 44, 124.
İbn Hayyân, el-Muḳtebes, II, 180; a.e. (nşr. P. Chalmeta v.dğr.), Madrid 1979, V, 164, 173, 239, 248-249.
Aḫbâr mecmûʿa, s. 42-49, 57, 68-69, 109.
Himyerî, Ṣıfatü cezîreti’l-Endelüs (nşr. E. Lévi-Provençal), [baskı yeri ve tarihi yok], s. 21, 36, 100.
İbn İzârî, el-Beyânü’l-muġrib (nşr. E. et-Tabbâ‘), Beyrut 1950, II, 48.
İbnü’l-Ebbâr, el-Ḥulletü’s-siyerâʾ (nşr. Hüseyin Mu’nis), Kahire 1963, I, 61.
İbnü’l-Hatîb, el-İḥâṭa, I, 102-104.
Ẕikru bilâdi’l-Endelüs (nşr. L. Molina), Madrid 1983, s. 114, 125, 164, 166, 176, 178-179.
S. M. Imamuddin, Muslim Spain, Leiden 1981, s. 49-50.
R. Ariee, Historia de España-España Musulmana, Barcelona 1984, III, 123-127.
E. Lévi-Provençal, Historia de España-España Musulmana, Madrid 1987, IV, 165; V, 39-40.
G. S. Colin, “Dīwān”, EI2 (İng.), II, 331.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 386-387 numaralı sayfalarda yer almıştır.