CA‘FER b. HARB

Ebü’l-Fazl Ca‘fer b. Harb el-Hemedânî (ö. 236/850-51 [?])

Bağdat Mu‘tezilesi’ne bağlı kelâm ve fıkıh âlimi.

Müellif:

177 (793-94) yılı civarında (İbnü’n-Nedîm’e göre 171/787-88) Bağdat’ta doğdu (Mes‘ûdî, VII, 231). Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Ataları Güney Arabistan’daki Kahtân kabilesinden olup sonradan Hemedan’a yerleştikleri için Hemedânî nisbesiyle anılır. Aldığı bir yaranın yüzünde bıraktığı izden dolayı el-Eşec lakabıyla da tanınır. Gençliğinde asker olan Ca‘fer’in bu dönemde Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın talebeleriyle görüşüp konuştuğu ve zaman zaman onlarla alay ettiği rivayet edilir. Ancak bundan rahatsız olan talebeler bir yolunu bularak onu hocalarının sohbet meclisine götürmeyi başarırlar. Ebû Mûsâ’nın sohbetinden etkilenen Ca‘fer askerlik mesleğini bırakıp onun talebeleri arasına katılır. Kelâm ilmini tahsil ettiği Ebû Mûsâ’nın zâhidâne yaşayışı, babasından kendisine intikal eden çok miktardaki malını dağıtacak kadar ona tesir etti. Muhtemelen 815 yılından önce ve Basra’ya vali olarak tayin edilen Küsâm b. Ca‘fer ile birlikte Basra’ya gitti. Burada valinin huzurunda Allah’ın yaratma kudretinin sınırlı olduğunu öne süren Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf ile münazaraya tutuştu. Kaynaklar, Ca‘fer’in Ebû Mûsâ el-Murdâr’ın öğrencisi olmadan önce Basra’da Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’tan kelâm tahsil ettiğini naklederse de (Hatîb, VI, 162) onun, Ebü’l-Hüzeyl’in görüşlerini tenkit etmek için Tevbîḫu Ebi’l-Hüẕeyl ve el-Mesâʾil fi’n-naʿîm adlı iki eser yazmış olması bu rivayeti zayıflatmaktadır. Bununla birlikte bu husus onun Allâf’tan kelâm öğrenmiş olmasına engel teşkil etmez. Ayrıca Nazzâm’ın öğrencilerinden biri olduğu yolundaki rivayetin doğruluğu da şüphelidir. Zira onun Nazzâm’ı tekfir etmek için bir kitap yazdığı bilinmektedir. Ca‘fer yaşadığı dönemdeki fikir hareketlerini yakından takip etmiş, bu arada Nazzâm, Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Ali el-Esvârî, Bişr b. Mu‘temir ve Ebû Mûsâ el-Murdâr gibi devrinin önde gelen kelâmcılarının katıldığı münazara meclislerinde bulunmuştu. Bir defasında Halife Me’mûn’un huzurunda Seneviyye (düalistler) ile münazaralar yaparak onları mağlûp etti. Vâsiḳ-Billâh’ın sarayda düzenlediği ilim meclislerine de katıldı, ancak halifenin arkasında namaz kılmayı uygun bulmadığı için bu meclisleri terketmek zorunda kaldı. İbâzıyye’den Yahyâ b. Ebû Kâmil ile çeşitli itikadî konularda yazılı münakaşalar yaptı. Allah’ın ilim sıfatı konusunda tartışmalar yaptığı Sekkâk’e karşı da üstünlüğünü kabul ettirdi. Ca‘fer b. Harb bir taraftan örnek bir zühd ve takvâ hayatı yaşarken diğer taraftan talebe yetiştirdi. Ebû Ca‘fer el-İskâfî, Îsâ b. Heysem ve Ebû Mücâlid Ahmed b. Hüseyin onun yetiştirdiği meşhur kelâmcılardır. Ömrünün sonlarına doğru kelâmî münakaşalardan uzaklaşarak inzivaya çekildi ve daha çok halkı irşada yönelik eserler yazmayı tercih etti. Vefat tarihi ihtilâflı olmakla birlikte Bağdat’ta 236 (850-51) yılında öldüğü kabul edilir.

Ca‘fer b. Harb daha çok kelâmcı ve mezhepler tarihçisi olarak tanınır. Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf, Muammer b. Abbâd es-Sülemî ve Hişâm b. Hakem vb. belli başlı kelâmcıların görüşlerini eserlerinde nakletmiştir. Ancak Ebü’l-Hasan el-Eş‘arî ve Şehristânî gibi mezhep tarihçileri onun yaptığı bazı rivayetlerin hatalı olduğuna dikkat çekmişlerdir (Maḳālât, s. 173, 486; el-Milel, I, 68). Bazı kelâmî görüşleri şöyledir: Bütünün parçası bütünden ayrı bir şeydir. Cisimlerde görülen hareket, sükûn, birleşme, ayrılma vb. nitelikler cisimden ayrı mevcudiyeti bulunan arazlardır. Bu niteliklere araz denildiği gibi başka bir adla da anılmaları mümkündür. Zira bu konuda kesin bir delil yoktur. Ca‘fer b. Harb, “Sana ruhtan sorarlar, de ki ruh rabbimin işlerindendir, bu konuda size pek az bilgi verilmiştir” (el-İsrâ 17/85) meâlindeki âyetten hareketle ruhun cevher veya araz olduğunu söylemenin mümkün olmadığını savunmaktadır.

Allah işitme sıfatı ile işitici, görme sıfatı ile görücüdür. O zâtıyla değil emir ve idaresiyle her yerdedir. İlim, kudret ve hayat sıfatları hâdis değildir. İrade sıfatı ise bir mahalde bulunmaksızın hâdistir. Allah’ın, “küfrün imana aykırı ve çirkin olmasını dilemesi”nin mânası küfrün böyle olmasına hükmetmesidir. Allah insanlar için en iyi olanı (aslah) yapmıştır. Ancak insanlar, Allah’ın lutfu olmaksızın iman etmeleri halinde ilâhî lutfa mazhar olarak iman etmiş olmaktan daha çok mükâfata layık olurlar. Allah’ın insanlar için aslah olanı yapması demek, onların kendilerine yeterli güç verilmiş olarak birtakım emir ve yasaklarla mükellef tutulmaları demektir. İnsanlara mükellefiyetlerini yerine getirebilecekleri kadar güç verildiğine göre haklarında en iyi olan yapılmış demektir. Allah’ın yaratma ve kudret sıfatlarının sınırlı olduğunu söylemek mümkün değildir. Buna bağlı olarak Allah’ın, meselâ olmayacağını bildiği bir şeyi yaratmaya, haklıyı cezalandırıp haksızı mükâfatlandırmaya gücü yettiğini teorik olarak kabul etmemiz gerekir. Fakat bu hiçbir zaman vuku bulmamıştır; âlemde cereyan eden hadiseler bunu göstermektedir. Allah şerrin yaratıcısı değildir, bütün kötülükler insanlar tarafından meydana getirilir. Hiçbir dindarın mâbuduna hayırdan başka bir şey atfetmediği dikkate alınırsa kötülükleri Allah’a isnat eden Cebriyye’nin dindarlar içinde en kötü fırka olduğunu söylemek lâzımdır. Müsteşrik W. Montgomery Watt, Eş‘arî’nin Maḳālât’ını kaynak gösterip Ca‘fer b. Harb’in irade hürriyetiyle ilgili olarak insanın fiillerinde bir bakıma hür, bir bakıma da mecbur olduğu görüşünü benimsediğini iddia ediyorsa da bu doğru değildir. Çünkü bu görüş Hişâm b. Hakem’e ait olup Ca‘fer b. Harb tarafından sadece nakledilmiştir. Ca‘fer’in de aynı görüşte olduğuna dair elimizde hiçbir delil yoktur (bk. Eş‘arî, s. 40-41). İnsanın yapma gücü (istitâat) fiilden önce vardır ve fiille beraber devam eder. Ayrıca insan bir fiili gerçekleştirirken bunun sonucunda ortaya çıkan bir başka fiil de (tevellüd) onun kendi kudretiyle meydana gelmiş sayılır. Aksi takdirde bir fiilin kudretsiz de meydana gelebileceğini kabul etmek gerekir ki bu saçmadır. Allah kelâmı olan Kur’an bir araz olup levh-i mahfûzda yazılmıştır. İnsanların mushaflarda yazdıkları ve okuyup ezberledikleri sözler Kur’an’ın kendisi değil levh-i mahfûzdaki asıl kelâmın bir anlatımı olup bu da kulların fiillerindendir. Çünkü mantık bakımından onun bir anda iki ayrı yerde bulunması imkânsızdır.

Bulûğa ermemiş olmakla birlikte akıl yürütme seviyesine gelmiş bulunan çocuklar Allah’ın varlığına iman etmekle mükelleftirler. Fakat Allah’ın sıfatlarını bulûğa erdikten sonra bilmek durumundadırlar. Kasten işlenen her kötülük büyük günahtır. Ca‘fer b. Harb’in ilginç fikirlerinden biri de yılan ve akrep gibi zehirli hayvanlarla yırtıcı hayvanların dünyada veya âhiretin ilk merhalelerinde bir süre mükâfatlandırıldıktan sonra, kendileri hiçbir acı duymadığı halde kâfirlere birer azap aracı olmak üzere cehenneme gönderilmelerinin mümkün olduğunu iddia etmesidir. Hz. Ali Hz. Peygamber’den sonra insanların en üstünü olmakla birlikte en faziletli varken daha az faziletli birinin halife seçilmesi meşrûdur. Nitekim Hz. Peygamber ensar ve muhacirlerin ileri gelen faziletlileri varken Zâtüsselâsil seriyyesinde Amr b. Âs’ı reis tayin etmiştir. Hz. Osman’ın katillerinden teberrî etmek gerekir. Hz. Ali muhaliflerine karşı haklıdır. Talha b. Ubeydullah, Zübeyr b. Avvâm ve Hz. Âişe, Ali ve taraftarlarıyla savaştıkları için tövbe etmişlerdir.

Temel itikadî konularda Mu‘tezile’nin görüşlerine uyan Ca‘fer b. Harb, Allah’ın zâtı yanında sıfatlarının da bulunduğu noktasında Ehl-i sünnet’e yakın bir görüş benimsemiş, lutuf nazariyesinde olduğu gibi bazan Basra ve Bağdat Mu‘tezilesi’nin görüşlerini uzlaştırmaya çalışmıştır. İmâmet konusunda ise Zeydiyye’den Süleyman b. Cerîr’in görüşünü paylaşmıştır. Abdülkāhir el-Bağdâdî Ca‘fer’in kelâmî görüşlerini el-Ḥarb ʿalâ İbn Ḥarb adlı eserinde tenkit etmiştir (el-Farḳ, s. 169). Ebü’l-Hüseyin el-Hayyât Ca‘fer’in görüşlerinden etkilenmekle birlikte Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’ı tenkit ettiği için zaman zaman onu yermiştir (el-İntiṣâr, s. 82). Kādî Abdülcebbâr da Ca‘fer’in görüşlerini tenkit edenlerdendir (bk. Şerḥu’l-Uṣûli’l-ḫamse, s. 634).

Ca‘fer b. Harb’in fıkıh ve dinler tarihine dair kendine has bazı görüşleri bulunduğu nakledilirse de (Malatî, s. 38) kaynaklarda bu görüşlerine dair bilgi mevcut değildir. Onun ve Ca‘fer b. Mübeşşir’in görüşlerini benimseyenlere Ca‘feriyye adı verilmiş, fakat sonraki devirlerde müntesipleri bulunmadığı için bu fırkanın sadece onun talebelerinden ibaret olduğu ileri sürülmüştür.

Ca‘fer b. Harb’in, kaynaklarda kendisine atfedilen, ancak hiçbiri günümüze ulaşmayan eserleri şunlardır: Müteşâbihü’l-Ḳurʾân, el-İstiḳṣâ, el-Uṣûl, el-Mesâʾil fi’n-naʿîm, Tevbîḫu Ebi’l-Hüẕeyl (son iki eserde Ebü’l-Hüzeyl el-Allâf’ın görüşlerini tenkit etmiştir), Fî Tekfîri’n-Naẓẓâm (cevher teorisini kabul etmeyen Nazzâm’ı tekfir amacıyla yazılmıştır). Bunların dışında er-Red ʿalâ aṣḥâbi’ṭ-ṭabâʾi, el-Îżâḥ, el-Müsterşid, el-Müteʿallim, ed-Diyâne de ona nisbet edilen eserlerdir.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 63, 74, 82, 91.

, s. 40-41, 157, 173, 191, 192, 201, 203, 230, 232, 240, 246-248, 254, 334, 337, 345, 370, 486, 513, 573, 599, 753.

, VII, 231.

, s. 34-35, 38.

, s. 213.

, s. 634, 777.

a.mlf., el-Muġnî, VI/2, s. 4, 6; XIII, 5, 173, 184.

a.mlf., Fażlü’l-iʿtizâl ve Ṭabaḳātü’l-Muʿtezile (nşr. Fuâd Seyyid), Tunus 1393/1974, s. 73, 255, 296, 386.

, s. 256, 258.

a.mlf., el-Farḳ (Abdülhamîd), s. 122, 133, 168, 169, 200.

, II, 309; III, 178; IV, 197.

, s. 55.

, VI, 162.

Ebü’l-Yüsr el-Pezdevî, Uṣûlü’d-dîn (nşr. Hans Peter Linss), Kahire 1383/1963, s. 113.

Nesefî, Tebṣıratü’l-edille, Kayseri Râşid Efendi Ktp., nr. 496, vr. 80b.

, I, 31, 68, 69, 160.

Ebû Abdullah İbnü’l-Vezîr, Îs̱ârü’l-ḥaḳ ʿale’l-ḫalḳ, Beyrut 1403/1983, s. 20.

, s. 74-75, 78, 79, 85.

a.mlf., el-Münye ve’l-emel, Rabat 1912, s. 41-43.

, II, 113.

W. Madelung, “Frühe Muʿtazilitische Häresiographie: das Kitāb al-Uṣūl des Čaʿfar b. Ḥarb”, , LVII (1980), s. 220-236.

M. Watt, İslâm Düşüncesinin Teşekkül Devri (trc. E. Ruhi Fığlalı), Ankara 1981, s. 1, 20, 242-243, 281.

A. N. Nader, “D̲j̲aʿfar b. Ḥarb”, , II, 373.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1992 yılında İstanbul’da basılan 6. cildinde, 549-551 numaralı sayfalarda yer almıştır.