SAF SÛRESİ

Kur’ân-ı Kerîm’in altmış birinci sûresi.

Müellif:

Medine döneminde Uhud Gazvesi’nden sonra inmiştir. Bazı rivayetlerde Mekke’de nâzil olduğu söyleniyorsa da (M. Tâhir İbn Âşûr, XXVIII, 153) sûre müfessirlerin çoğunluğunun kanaatini destekleyen bir içeriğe sahiptir. Adını müminlerin saf tutarak Allah yolunda savaştıklarını ifade eden 4. âyetteki “saff” kelimesinden alır. Havâriler sûresi olarak da isimlendirilmiştir. On dört âyet olup fâsılaları ص، م، ن harfleridir. Sûre bazı sahâbîlerin, amellerin hangisinin Allah katında daha değerli olduğunu bilmeleri halinde onu yerine getireceklerini söylemeleri üzerine nâzil olmuştur (Tirmizî, “Tefsîr”, 61/1). Bununla bağlantılı olarak, “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz?” meâlindeki 2. âyetin nüzûl sebebinin, Uhud Gazvesi sırasında müminler arasında yer alan bazı kimselerin bu konuda verdikleri sözde durmaması olduğu belirtilmiştir (Taberî, XXVIII, 106-107; Vâhidî, s. 334).

Müslümanlardan İslâmiyet’i yayma uğrunda daha çok fedakârlık isteyen ve gerçekleşmesi kesin olan zaferin yaklaştığını müjdeleyen sûrenin muhtevasını üç bölüm halinde özetlemek mümkündür. Kâinattaki her şeyin zât-ı ilâhiyyeyi yaratılmışlık özelliklerinden tenzih ettiğini, O’nun bütün emirleri ve işleri isabetli en yüce varlık olduğunu belirten girişten sonra birinci bölümde müminlere sözleriyle fiillerinin tam bir uyum içinde bulunmadığı hususunda uyarı yapılır. Nüzûlüyle ilgili rivayetlerden anlaşıldığına göre bunun sebebi münafıkların problem çıkardığı Uhud Gazvesi’nde müslümanların yılgınlık göstermesi ve bir kısmının savaş disiplinine uymamasıdır. Bu kısmın son âyetinde Hz. Mûsâ’ya kavmi tarafından yapılan eziyet anlatılarak müslümanların da kendi peygamberlerini üzmemeleri gerektiğine işaret edilir (âyet 2-5). İkinci bölümün ilk âyetinde, Meryem oğlu Îsâ’nın önceki ilâhî kitap olan Tevrat’ı tasdik ettiği ve kendisinden sonra gelecek olan Ahmed adındaki resulü müjdelediği belirtilerek üç semavî dinin sonuncusunun meşruiyeti vurgulanır. Ardından İslâm’a çağrıldığı halde olumlu cevap vermemekle kalmayıp Allah’ın hiçbir zaman sönmeyecek olan nurunu söndürmeye kalkışanların en büyük zalimler olduğu ifade edilir; bunlar istemese de Cenâb-ı Hakk’ın İslâmiyet’i bütün dinlerin üzerindeki yerini almasını sağlayacağı vurgulanır (âyet 6-9). Sûrenin üçüncü bölümünde müminler cihada teşvik edilir. Burada, bağımsızlıklarını elde ederek bir sosyal düzen kuran müslümanların malları ve canlarıyla cihad ettikleri takdirde uzun bir zaman geçmeden Mekke’yi fethedeceklerinin müjdesi verilmekte (Zemahşerî, VI, 107), ayrıca âhiret mutluluğu vaad edilmektedir. Sûrenin son âyetinde hak dini yaymak için büyük güçlüklerle karşılaşan Hz. Îsâ ile havârileri arasındaki mânevî bağ örnek gösterilerek müslümanların bütün imkân ve gayretleriyle Allah’ın dinine destek olmaları istenir (âyet 10-14).

Resûl-i Ekrem’in, önceki üç ilâhî kitaba karşılık gelen sûreleri açıkladıktan sonra Saf sûresinin de içinde bulunduğu “mufassal” grubundakilerin Kur’an’ın kendisini üstün konuma getiren kısmı olduğunu belirttiği, Abdullah b. Mes‘ûd’un mufassal grubunu Kur’an’ın özü olarak nitelediği, ayrıca Saf sûresinin “müsebbihat” diye bilinen yedi sûreden biri olup Hz. Peygamber tarafından gece uyumadan önce okunduğu (İbrâhim Ali, s. 313, 324-325) rivayet edilmektedir. Bazı tefsir kaynaklarında Resûlullah’a nisbet edilen, “Îsâ, Saf sûresini okuyan kimse için hayatta olduğu sürece hayır duada bulunup bağışlanmasını ister, kıyamet gününde de onun arkadaşı olur” şeklindeki rivayetin (Zemahşerî, VI, 109; Beyzâvî, III, 276) asılsız olduğu tesbit edilmiştir (Zemahşerî, I, 684; Muhammed et-Trablusî, II, 723). Saf sûresi hakkında yapılan çalışmalar arasında Kamerüzzamân İbrâhim Ali’nin Tefsîrü sûreti’ṣ-Ṣaf: Dirâse taḥlîliyye (Kahire 1992) ve Ca‘fer Sübhânî’nin Aḥmed Mevʿûd-i İncîl: Tefsîr-i Sûre-i Ṣaf (Kum 1982) adlı eserleri zikredilebilir.


BİBLİYOGRAFYA

Taberî, Câmiʿu’l-beyân (nşr. Sıdkī Cemîl el-Attâr), Beyrut 1415/1995, XXVIII, 106-107.

Vâhidî, Esbâbü’n-nüzûl (nşr. Eymen Sâlih Şa‘bân), Kahire 1424/2003, s. 334.

Zemahşerî, el-Keşşâf (nşr. Âdil Ahmed Abdülmevcûd v.dğr.), Riyad 1418/1998, I, 684; VI, 106-107, 109.

Beyzâvî, Envârü’t-tenzîl, Beyrut 1410/1990, III, 276.

Ebü’l-Fidâ İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾâni’l-ʿaẓîm (nşr. Mustafa Seyyid M. Fazl el-Acmâvî v.dğr.), Cîze 1421/2000, XIII, 538-552.

Muhammed et-Trablusî, el-Keşfü’l-ilâhî ʿan şedîdi’ż-żaʿf ve’l-mevżûʿ ve’l-vâhî (nşr. M. Mahmûd Ahmed Bekkâr), Mekke 1408/1987, II, 723.

M. Tâhir İbn Âşûr, et-Taḥrîr ve’t-tenvîr, Beyrut 1421/2000, XXVIII, 153.

İbrâhim Ali es-Seyyid Ali Îsâ, Feżâʾilü süveri’l-Ḳurʾâni’l-Kerîm, Kahire 1421/2001, s. 313-314, 324-327.

Seyyid M. Hüseynî – Mahbûbe Müezzin, “Sûre-i Ṣaf”, , IX, 391.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2008 yılında İstanbul’da basılan 35. cildinde, 436-437 numaralı sayfalarda yer almıştır.