DİCLE KÖPRÜSÜ

XII. yüzyılda Hasankeyf’te Dicle üzerinde yapılan köprü.

Müellif:

Türk mimarisinin Anadolu’da meydana getirdiği en muazzam eserlerden biri olan Dicle Köprüsü’nün yapılış tarihini açık olarak belirtecek kitâbesi bugün ortada yoktur. Böyle bir eserin kitâbesiz olamayacağı göz önünde tutularak bunun yıkılan kısımlarla birlikte akarsuyun içine düştüğüne ihtimal verilir. Diyarbakır ile (Âmid) Cizre arasında eski adı Hısnıkeyfâ olan Hasankeyf’teki bu köprünün İlkçağ’a ait bulunduğu ve büyük ihtimalle bir Roma yapısı olduğu yolundaki iddia asılsızdır.

Arap yazarlarından Yâkūt el-Hamevî (ö. 626/1229) Muʿcemü’l-büldân’ında, “Âmid ile Cizre arasında Dicle nehri üzerindedir; gördüğüm memleketlerde bu köprüden daha muhteşemi yoktur. Tek kemerli olup yanlarında iki küçük kemeri daha vardır” (II, 265) sözleriyle köprüyü tarif ederken yaşadığı yıllarda bu eserin mevcut olduğunu vurgular gibidir. Fakat Yâkūt’un bu eserinin bir derleme olduğu da göz önünde tutulmalıdır. Lehmann-Haupt ise köprünün Artukoğulları sülâlesinin Hısnıkeyfâ kolunun dördüncü hükümdarı Fahreddin Karaarslan tarafından yaptırıldığını yazar. Artuklular 495’ten (1101-1102) sonra Hasankeyf’e sahip olmuşlar; Fahreddin Karaarslan ise 543 (1148-49), 562 (1166-67) veya 570’e (1174-75) kadar hüküm sürmüştür.

Ünlü coğrafyacı C. Ritter (ö. 1859) Quatremère’den naklen köprünün, “Selçuklular’dan kalması muhtemeldir” diyerek Emîr Fahreddin tarafından 510 (1116-17) yılında (Ritter sehven milâdî karşılığı 1122 olarak gösterir) yapılmış olabileceğini yazar. Venedikli elçi Jiosafa Barbaro 1471 yılında İran’a giderken bu köprünün üzerinden geçmiş ve otuz adım genişliğinde bir akarsu üzerindeki yapının iki başında temelinin kayalara oturduğunu seyahatnâmesinde yazmıştır. Şeref Han’ın Şerefnâme’sindeki kısa nottan, onun yaşadığı yıllarda (1543-1603) köprünün henüz sağlam olduğu tahmin edilir. Şeref Han eserinde şehrin, üzerinde kalenin bulunduğu dağla bağlantısının bir köprü ile sağlandığını bildirir. F. B. Charmoy tarafından yapılan Şerefnâme tercümesi hâşiyelerinde de “Hiszn” maddesinde, Dicle üzerinde iki küçük gözle desteklenen büyük tek kemerden ibaret köprünün varlığına işaret edilir. Köprü XVII. yüzyıldan itibaren yıkılmaya başlamış olmalıdır.

H. von Moltke 1837’de buradan geçtiğinde köprü çoktan yıkılmıştı ve kullanılmaz halde bulunuyordu; seyahatnâmesinde şunları yazar: “Burada dikkate değer eserlerden biri, Dicle üzerine atılmış 80-100 kadem açıklıkta muazzam kemeri olduğu anlaşılan bir köprünün kalıntılarıdır. Bu cüretli eserin Ermeni krallarına mı, Bizans imparatorlarına mı veya daha çok halifeler zamanına mı atfedilmesi lâzım geldiğini bilemiyorum.”

Köprü 1932 yılında A. Gabriel tarafından incelenerek görülebilen kalıntı ve tesbit edilebilen bilgilerle yapının güzel bir restitüsyon resmi yayımlanmıştır. Gabriel, Anadolu’nun bu en büyük açıklıklı köprüsünün taşlarında rastlanan taşçı işaretlerinin benzerlerinin kaledeki sarayda da görülmesine dayanarak, … “bunlar, başka delillerin üstünde köprünün Artuklular devrine (1102-1408) ait olduğunu ispatlar gibidir” diyerek tarihlenmesi hususundaki görüşünü bildirir. Buna ilâve olarak da İbn Havkal’ın eserine hâşiye yazan adı bilinmeyen müellifin, metinde kullandığı “istahdese” fiili (Ṣûretü’l-arż, s. 224) her ne kadar bazılarınca “restore edildi, yeniden yapıldı” veya “inşa olundu” şeklinde sonuncu tercümenin en doğrusu olduğunu kabul eder ve söz konusu ifadenin devamında köprüyle ilgili bu hususun 510’da (1116-17) Artuklular’dan Fahreddin Karaarslan tarafından gerçekleştirildiği kaydını da buna bir destek sayar. Ancak bu tarihte Karaarslan’ın babası Dâvud iktidardadır. Herhalde onun zamanında (1109-1144) yapımına başlanmış ve oğlu Karaarslan döneminde (1144-1167) tamamlanmıştır. Gabriel, köprünün bir öncüsü olmaksızın tek kitlede inşa edildiğine kesin nazarı ile bakmaktadır. Bu hususta en önemli dayanağı bölgede Artuklular’ın büyük inşaat yaptırmış olmalarıdır.

Köprü sağlam biçimiyle ortada büyük bir ana kemerle doğuda bir ve batıda iki küçük kemerli gözden oluşmuştu. Büyük kemer iki tarafından bir çift ana ayakla desteklenmişti. Küçük kemerlerin üstünde köprü döşemesinin altında tonozlu bir geçit bulunuyordu ve ayakların içlerinde Batman suyu köprüsünde olduğu gibi odalar vardı. Bu mekânlara herhalde köprü döşemesindeki menfezlerden iniliyordu. Gabriel’in işaret ettiği bir kaynak olan İbn Şeddâd’ın XIII. yüzyılda verdiği bilgiden anlaşıldığına göre (Oxford-Bodleian Ktp., Marsh, nr. 333, vr. 126) taştan olan bu köprünün ortasında ahşap bir kısım bulunuyordu; böylece düşman geldiğinde köprü kesilirdi. Aynı bilgi XV. yüzyılda buradan geçen Barbaro tarafından da tekrarlanır. Fakat şehrin güvenliğine çok yararı olan bu özellik köprünün sağlamlığı bakımından zararlı olmuş ve önce büyük kemerin, arkasından da küçük kemerlerin yıkılmasına yol açmıştır. Batıdaki ilk ayağın başı yıkılmış ve malzemesi çevredeki evlerin yapımında kullanılmıştır. Buradaki birinci mahmuzun sel yaranı sivri, aksi tarafı yarım yuvarlaktır. Üstünden geçen tabliyenin genişliği 6,50 m. olarak ölçülmüştür. Bundan 15,10 m. uzakta olan ikinci ayak iyice yıkılmıştır. Bu iki pâye arasında bulunan sivri kemerli gözün tuğla ile evvelce tamir edildiği tesbit olunmuştur. Tuğlaların bazılarında açık mavi renkte sır kalıntılarının görülmesi bu tamirin geç bir dönemde yapıldığına işaret sayılır.

Bir tarafında sivri, bir tarafında yarım yuvarlak sel yaranı olan ikinci pâyenin içinden üstü tonozlu bir dehliz uzanıyordu. Pâyenin sel yaranlarının üstlerinde küçük odalar vardır. Karşı yakadaki köprü başlangıcı ise tepenin yamacına oturtulmuş ve burada kayalar köprü genişliğince yontulmuştur. Kalan parçalar üzerinde, kemerlerin yapımında kullanılan ahşap iskele ve kalıp kirişlerinin delikleri görülebilir. Köprünün bütün uzunluğunun 100 m. kadar olduğu ve orta gözün açıklığının 40 metreyi bulduğu bir tahmin olarak ileri sürülmüştür. Akıntının hızlılığı ve kalıntıların azlığı yüzünden eksiksiz ve doğru ölçüler alınamamıştır. Bugün mevcut olan ayakların yüzlerindeki taşların bazılarında kabartma olarak işlenmiş tasvirler bulunmaktadır. Gabriel esasında bunların tamamının on iki olduğunu, fakat beşinin artık mevcut olmadığını ve kalan yedi taneden ancak beşinin teşhis edilebildiğini yazar. Çok aşınmış durumdaki bu kabartmalarda birtakım insan tasvirleri farkedilmekteyse de tam olarak mâna verilemez. Gabriel bunların belki de burç sembolleri olabileceğine işaret eder.

Bugün Dicle üzerinde sadece pâye kalıntıları görülen bu köprü, baraj projesi gerçekleştiği takdirde gölün suları altında kalacağından tamamen kaybolacaktır. Türk köprü mimarisinin muazzam ölçülerde olduğu anlaşılan bu eserinin böylece kaybedilmesine karşı çıkanlar mücadelelerini sürdürmektedir.


BİBLİYOGRAFYA

, s. 224.

, II, 265.

J. Barbao, Viaggio di Barbaro alla Tana e nella Persia (trc. W. Thomas Taraf), London 1873, s. 1-101 [görülemedi].

Şeref Han, Chèref-Nâmeh ou fastes de la Nation Kourde par Chèref-ou’ddîne (trc. F. B. Charmoy), St. Petersbourg 1868, I/1, s. 144, 450, not 208.

a.mlf., Şerefnâme (trc. M. Emin Bozarslan), İstanbul 1971 (eserin Farsça aslından çevrildiği ve Charmoy tarafından geniş açıklamalarla zenginleştirildiği için Fransızca baskı daha iyidir).

H. von Moltke, Briefe über Zustände in der Türkei aus den Jahren 1835 bis 1839, Berlin 1891, s. 235.

a.mlf., Moltke’nin Türkiye Mektupları (trc. Hayrullah Örs), İstanbul 1969, s. 167-168.

C. Ritter, Die Erdkunde, XI/3.

West-Asien, Berlin 1844, VIII/2, s. 88-89.

M. van Berchem – J. Strzygowski, Amida, Heidelberg 1910, s. 74, not 3.

, I, 70-79; II, lv. 39-41.

Cevdet Çulpan, Türk Taş Köprüleri, Ankara 1975, s. 37-40.

Gülgün Tunç, Taş Köprülerimiz, Ankara 1978, s. 95-96.

J. G. Taylor, “Travels in Kurdistan”, , XXXV (1865), s. 33.

Nuri Akyurt, “Hasankeyf ve Tarihî Köprü”, Karayolları Belleteni, sy. 172, Ankara 1964, s. 15-24.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1994 yılında İstanbul’da basılan 9. cildinde, 283-284 numaralı sayfalarda yer almıştır.