ESEKAPISI MESCİDİ ve MEDRESESİ

İstanbul’da Cerrahpaşa semtinde XVI. yüzyılda mescide çevrilen bir Bizans kilisesi ve yanındaki Mimar Sinan yapısı medrese.

Müellif:

Kocamustafapaşa’ya uzanan caddenin kenarında bulunmaktadır. Hadîkatü’l-cevâmi‘de Manastır Mescidi adı altında kayıtlı olan bu mescidin aslında bulunduğu yere nisbetle Îsâ Kapısı adıyla anıldığı, fakat bunun zamanla halk dilinde Esekapısı’na dönüştüğü genellikle kabul edilmektedir. Eski adı bilinmeyen küçük bir Bizans kilisesi (şapel) olan yapı herhalde çok harap bir durumda Türk dönemine intikal etmiştir. Duvar kalıntısındaki taş ve tuğla örgüsü ile tuğla süslemelerinden anlaşıldığına göre kilise Bizans’ın son döneminde ve XIV. yüzyılın ilk yarısında yapılmış olmalıdır. Evvelce etrafında bir manastır bulunduğunu gösteren herhangi bir ize rastlanmamaktadır. Ancak vaktiyle yakınında Bizans döneminden kalmış büyük bir kemerin (Îsâ Kapısı) bulunduğu bilinmektedir. İddia edildiğine göre bu kemer, IV. yüzyıl başlarında İmparator I. Konstantinos tarafından Haliç’ten Marmara’ya doğru uzatılan kara tarafı surlarının kapısı idi. Ancak bu faraziyeyi destekleyecek hiçbir inandırıcı bilgi bulunamamış ve bütün izleri silinen bu surun nereden geçtiği de öğrenilememiştir.

Rüstem Paşa Târihi de denilen vekāyi‘nâmede (Tevârîh-i Âl-i Osmân, vr. 153b) II. Bayezid zamanında 1509 yılında, kırk gün süre ile İstanbul’u sallayan ve “kıyâmet-i suğrâ” (küçük kıyamet) denilen zelzelede Îsâ Kapısı adlı mevzi ve nişangâhların yıkıldığı bildirilmektedir. Anonim Tevârîh-i Âl-i Osmân’da ise (vr. 106b) yıkılan yerlerin adları verilirken, “Merhum Dâvud Paşa hamamı kurbünde vâki olan Bâb-ı Îsâ demekle meşhur kâfirî kapı yıkılıp…” cümlesiyle bu kapı veya kemerin depremde çöktüğüne işaret edilmiştir. Bu civarda olan küçük kilise herhalde harabe halinde olduğundan devrin “şenlendirme” politikasına uyularak Silivrikapı’da da camii olan Hadım İbrâhim Paşa tarafından 1560’a doğru mescide çevrilmiştir. Bu işi Hassa mimarı Sinan’ın yaptığı eserlerinin adlarını veren listelerden açıkça anlaşılır. Sinan mescidin etrafına bir de medrese inşa etmek suretiyle yapıyı küçük bir külliye haline getirmiştir. Üzerinde tarih olmamakla beraber 1648 yılındaki şiddetli zelzele ile ilgili olduğu kabul edilen, zararları bildiren bir belgeden (TSMA, nr. D. 9567) caminin minaresiyle avlu duvarlarının depremde zarar gördüğü ve medresenin sekiz hücresinin bacalarının devrildiği öğrenilmektedir. Hadîkatü’l-cevâmi‘in verdiği bilgiye göre mescid, ruûs kaleminde tahvil kesedarı olan Sabîh Ali Efendi (ö. 1183/1769-70) tarafından minber koydurularak camiye çevrilmiştir.

Esekapısı Mescidi’nin mahallesi yoktur. Geçen yüzyıl sonlarına kadar ibadete açık olan mescid 1894 zelzelesinde büyük ölçüde zarar görmüş, iki duvarı tamamen yıkılmış, minaresinin şerefeden yukarısı da devrilmiştir. İstanbul medreselerinin durumuna dair rûmî 1330 (1914) ve 1334 (1918) tarihlerindeki kayıtlarda, “Hareket-i arzdan harap olduğu cihetle Evkaf tarafından seddedilerek anahtarı da Nezâret-i Evkaf’ta bulunduğundan dâhili görülememiş ise de hâriçten nazar olundukta ekser mahalleri münhedim ve mahalle arasında binalarla muhat ve arsası da pek o kadar vâsi olmadığından yeniden inşası da talebe için pek muvafık olmasa gerektir” denilerek kadro dışı bırakılmıştır.

Esekapısı Mescidi Mehmed Ziyâ, M. Alpatoff ve N. Brunoff gibi araştırmacılar tarafından incelenerek, yapının 1920’lerdeki durumunu anlatan makaleler yayımlanmıştır. 1930-1960 yıllarında mescid çok haraptı; yıkılmaya bırakılmış olan medrese ise son derece bakımsız halde fakir aileler tarafından işgal edilmiş bulunuyordu. Son yıllarda Cerrahpaşa Hastahanesi’nin genişletilmesi sırasında bu küçük külliyenin etrafı istimlâk edilerek temizlenmiş, bu esnada yapının restore ve ihya edilerek Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin Tıp Tarihi Enstitüsü’ne tahsisi düşünülmüştü. Ancak bu projeden vazgeçilmiş olmalı ki birkaç yıl önce Adlî Tıp bölümü bu tarihî eseri ihata duvarları içine almış, içini temizlemiş, çevresini düzenlemiş, ancak mescidle medresenin incelenmesini ve fotoğrafının çekilmesini de zorlaştırmıştır.

Esekapısı Külliyesi, dışarıdan yüksekçe bir duvarla ayrılmış bir avlunun içinde bir mescidle bir medreseden oluşmuştu. Avlu kapısının dışında duvara bitişik, 1154’te (1741) Kapıağası Ahmed Ağa tarafından yaptırılmış klasik üslûpta bir de çeşmesi bulunmaktadır. Tek sahnlı (nefli) ince uzun bir yapı biçiminde olan binanın güney duvarının ortasına Sinan bir mihrap yaparak kilisenin aksını doksan derece döndürmüş, hiçbir izi kalmayan kuzey duvarına, mihrabın karşısına da esas girişi yerleştirmişti. 1940’lı yıllara kadar bu girişin yan dikmeleri henüz durmaktaydı. Doğuda esas apsis çıkıntısı düz bir duvarla kapatılmış, soldaki (kuzey) yan apsisin üstüne de kısa gövdeli bir minare oturtulmuştu. Esekapısı Mescidi’nin bu şekliyle 1877’deki mâmur halini gösteren gravürü Paspatis’in kitabında mevcuttur. Minaresi ise eski bir fotoğraftan anlaşıldığına göre gövdesinin büyük bir bölümü ve şerefe kısmı ile Sinan’ın üslûbunda değildir.

Külliyenin medresesi, İstanbul’un sokak dokusuna uyacak biçimde avlunun bir kenarına ve mescidin dışında inşa edilmiştir. Vakıflar başmimarı Ali Saim Ülgen tarafından çizilen rölövesine göre medrese, ortada büyük kubbeli bir dershaneden başka önlerinde kubbeli revaklar bulunan, her biri kubbeli ve ocaklı, biri küçük on bir hücreden ibarettir. Küçük hücrenin yanındaki göz, önündeki revak bölümü duvarlarla kapatılmak suretiyle sonraları su haznesine dönüştürülmüştü. Dershane tam mescidin karşısında bulunuyordu. Avluda girişin önünde de bir su kuyusu vardır. Muntazam bir işçilikle taş ve tuğla dizileri halinde yapılan medrese revaklarındaki mermer sütun başlıkları baklavalı tipte olup bunların aralarında değişik tiplerde güller (rozetler) işlenmişti. Dershanenin mermer kapı kemeri çift renkli taşlardan geçmeli olarak yapılmış, içeride duvarlarda yerden 1-1,20 m. kadar yükseklikte mekânı çepeçevre dolanan, bir parçası halen İstanbul Vakıflar Müzesi’nde bulunan sıva üzerine baskı olarak yapılmış bir tezyinat şeridi uzanıyordu.

İstanbul’a dair bütün yayınlarda yer alan ve hakkında Almanya’da bir de doktora tezi hazırlanan Mimar Sinan yapısı bu eserin, bir üniversite arazisi içinde olmakla birlikte aslî hüviyetine uygun şekilde değerlendirilmemesi üzüntü vericidir.


BİBLİYOGRAFYA

TSMA, nr. D. 9567.

Rüstem Paşa, Tevârîh-i Âl-i Osmân, İÜ Ktp., TY, nr. 2438, vr. 153b.

Tevârîh-i Âl-i Osmân, TSMK, Revan Köşkü, nr. 1099, vr. 106b.

, I, 203; a.e.: Camilerimiz Ansiklopedisi: Hadîkatü’l-cevâmi‘ (haz. İhsan Erzi), İstanbul 1987, II, 53.

A. G. Paspatis, Byzantinai Meletai, İstanbul 1877, s. 361-363.

Mehmed Ziyâ, İstanbul ve Boğaziçi, İstanbul 1336, I, 44; II (1928), s. 80.

A. M. Schneider, “Die Esekapısı (oder Isa Kapı) Mescidi”, Byzanz, Berlin 1935, s. 5-7.

, I, 166.

R. Janin, Églises et monastères, Paris 1953, s. 264.

Semavi Eyice, Istanbul, Petit guide à travers les monuments byzantins et turcs, İstanbul 1955, s. 90, nr. 134.

a.mlf., Son Devir Bizans Mimârisi, İstanbul 1980, s. 39-42, lv. 62-70.

a.mlf., “Mimar Sinan’ın Külliyeleri”, VI. Vakıf Haftası Kitabı, İstanbul 1989, s. 173, 175-176.

Rıfkı Melûl Meriç, Sinan, Hayatı, Eseri, Ankara 1965, s. 30, 34, 86, 96.

S. Yıldız Ötüken, Isa Kapı Mescidi und Medresesi in Istanbul (doktora tezi), Bonn 1974.

T. F. Mathews, The Byzantine Churches of Istanbul, Pennsylvania-London 1976, s. 168-170.

W. Müller-Wiener, Bildlexikon zur Topographie Istanbuls, Tübingen 1977, s. 118-119.

Aptullah Kuran, Mimar Sinan, İstanbul 1986, s. 311, 338.

Fâtih Câmileri ve Diğer Târihî Eserler (haz. Fatih Müftülüğü), İstanbul 1991, s. 159-160.

Ali Saim Ülgen, Mimar Sinan’ın Eserleri Çizimleri, Ankara, ts., II, lv. 199.

Mübahat S. Kütükoğlu, “1869’da Faal İstanbul Medreseleri”, , VII-VIII (1977), s. 65, nr. 86.

a.mlf., “Dârü’l-hilâfeti’l-‘aliyye Medresesi ve Kuruluşu Arefesinde İstanbul Medreseleri”, , VII (1978), s. 166, nr. 166.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1995 yılında İstanbul’da basılan 11. cildinde, 371-372 numaralı sayfalarda yer almıştır.