MİSK

Misk geyiğinden elde edilen güzel kokulu madde.

Müellif:

Kelimenin aslı Sanskritçe muşka (husye, testis, er bezi) olup Farsça aracılığıyla (müşg [müşk]) ve Farsça’da kazandığı bugünkü anlamla Grekçe’ye (moschos) ve Arapça’ya (misk), onlardan da diğer dillere geçmiştir. Türkçe’de Arapça’daki telaffuzuyla misk ve halk arasında daha çok mis şeklinde söylenir.

Misk, misk geyiği (moschus moschiferus) denilen ve Tibet, Moğolistan, Tonkin dağları dolaylarında yaşayan, âzami 60 cm. yüksekliğindeki boynuzsuz keçi (chevrotain) benzeri küçük bir memeli hayvanın erkeğinden elde edilir. Misk geyiğinin dişileri cezbetmek, ayrıca kendi hâkimiyet bölgesini belirlemek için kullandığı bir salgı olan misk, hayvanın husyelerinin önündeki özel bir bez tarafından üretilen, siyaha yakın parlak koyu esmer renkli ve kıvamlı, çok keskin kokulu bir maddedir. Eskiden güzel kokusunun yanı sıra yatıştırıcı, ağrı kesici, hâfıza, göz ve kalp kuvvetlendirici, ayrıca cinsî iktidar arttırıcı özelliklerinden dolayı tıpta da kullanılmıştır. Sâbit b. Kurre miski akrep sokmasına karşı iğnenin battığı yer üzerine konulabilecek maddeler arasında sayar (eẕ-Ẕaḫîre, s. 145). Kaynaklarda fazla alındığında baş ağrısına ve baş dönmesine, titreme, terleme ve uykuya yol açtığı, bunlardan başka kadınlarda âdet kanını arttırdığı belirtilir. Bugün miskten yalnız parfümeri sanayiinde faydalanılmaktadır. Çok pahalı bir madde olan misk piyasada genellikle bazı katkı maddeleriyle karıştırılarak satılır; ayrıca misk öküzü, misk kedisi ve misk sıçanı gibi hayvanların salgıları daha ekonomik olduğundan bu ad altında pazarlanmaktadır. Bazı kokulu bitkilere de bu ad verilir: Misk otu, çiçeği, gülü, orkidesi, kavunu gibi. Endülüslü ünlü botanikçi Ebü’l-Hayr el-İşbîlî misk-i Cidde, miskü’l-arz ve miskü’l-berden bahseder (ʿUmdetü’ṭ-ṭabîb, I, 177, 178, 496; II, 604, 670). Kokulu bir üzüm çeşidi İngilizce ve Fransızca’da “muskat”, Türkçe’de “misket” adıyla tanınır. Amber gibi miskin de sentetiği bulunmakta, fakat bu mâmul gerçek misk kadar kesif bir koku içermemektedir.

Câhiliye Arapları tarafından yaygın biçimde kullanılan misk en güzel koku olarak kabul ediliyordu. İmruülkays’ın muallakasından üst tabaka Arap kadınlarının yataklarına misk sürdükleri anlaşılmaktadır (Yedi Askı, s. 24). Misk İslâmî dönemde güzelliğin ve güzel kokunun sembolü haline gelmiştir. Kur’an’da cennet şarabı “rahîk”ın içildikten sonra bırakacağı güzel kokunun (hitâm) misk gibi olacağı belirtilir (el-Mutaffifîn 83/25-26). Hz. Peygamber de misk kokusunu kokuların en güzeli sayar (Müslim, “Elfâẓ fi’l-edeb”, 18-19; Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 33) ve cenneti tasvir eden hadislerinde sık sık bu kokuya atıfta bulunur; ayrıca dünyada iyi insanlarla düşüp kalkmayı misk satan kimse ile arkadaşlık yapmaya benzetir (Buhârî, “Büyûʿ”, 38; “Ẕebâʾiḥ”, 31). Kendisi ihrama girmeden ve kurban bayramı günü (ihramdan çıkınca) tavaftan önce misk sürünürdü (Müslim, “Ḥac”, 46). Şemâil hadislerinde Resûl-i Ekrem’in kokusu “miskten daha güzel” olarak nitelenmiştir (Buhârî, “Menâḳıb”, 23; Müslim, “Feżâʾil”, 81, 82). Ayrıca diğer güzel kokuların yanı sıra cenazenin defne hazırlanmasında da misk kullanılmıştır.

Ortadoğu’ya misk İpek yolu ve deniz bağlantılarıyla geliyordu. Kalkaşendî’nin sınıflandırmasından o dönemde miskin, geldiği veya üretildiği yerlere göre Tibetî (Tübetî), Soğdî, Sînî (Çin), Hindî, Kanbârî, Tuğur Gūzî (Dokuz Oğuz), Kasârî, Cezîrî, Cebelî (Sind) ve Asmârî denilen on çeşidinin bulunduğu anlaşılmaktadır. İslâm müellifleri genelde bunlardan Tibet miskini en kaliteli misk saymışlardır. Mes‘ûdî bunu hayvanın burada yetişen sümbül ve güzel kokulu otlardan yemesine bağlar. Ona göre Çin miskinin kalitesinin düşük olması Çin’de yetişen otların yeterince güzel kokmaması, içine bazı yabancı maddelerin karıştırılması ve uzun bir deniz yolculuğundan sonra alıcının eline geç ulaşması sebebiyledir. En kaliteli misk olgunlaşıp hayvanın kaşınması sonucu düşen kesecikten alınandır (aslında hayvanın karın derisinin altında ve limon büyüklüğünde olan misk kesesinin düşmesi söz konusu değildir; insanlar tarafından toplandığı söylenen kurumuş misk, ancak erkek geyiğin kendi bölgesini işaretlemek için kayalara ve çalılara sürdüğü miskin bir tabaka halinde kurumuş şekli olabilir). Misk doğrudan söz konusu hayvandan elde edildiği gibi bu şekilde düşüp kuruyan misk de toplanarak sıvılaştırıldıktan sonra satışa arzedilirdi (Mürûcü’ẕ-ẕeheb, I, 179-180).

Misk İslâm kültürüne hoş kokunun ve temizliğin sembolü, güzelliğin ve buna ait çeşitli unsurların benzetileni olarak girmiş, müslüman milletlerin kültür ve edebiyatında bu hususiyetleriyle yer almıştır. Misk hakkında mahallî unsur ve şartların katılmasıyla folklorik özellikleri güçlü bir rivayetler zinciri ortaya çıkmış, bu rivayetlerle muhtevası zenginleşerek önemli bir kavram ve sembol haline gelmiştir. Edebiyatta miskin sağlandığı gazâl türü hayvan (âhû) güzelliği, narin yapısı ve vücudunun zarafeti gibi özellikleriyle sevgilinin genel bir benzetileni olurken misk de renginin siyahlığıyla onun saçlarını, kaşlarını ve benlerini ifade eder. Divan şiirinin sevgili için şekillendirdiği güzellik anlayışında öne çıkan unsurlardan saç siyah rengi ve güzel kokusuyla miskin ilk akla gelen benzetilenidir. Miskin hilye ve na‘tlardaki kullanılışından anlaşıldığına göre saça yüklenen bu özellikler, İslâm kültüründe kâinattaki güzelliğin kaynağı ve timsali sayılan Hz. Peygamber’in saçından kaynaklanmaktadır. Resûl-i Ekrem’in kabrinin bulunduğu Ravza-i Mutahhara’nın tabii olarak gül, reyhan ve sümbül yanında misk ve amber de koktuğuna inanılır

BİBLİYOGRAFYA
Steingass, Dictionary, s. 1247; Webster’s Third, s. 1491; Buhârî, “Ṣalât”, 1, “Ṣavm”, 53, “Büyûʿ”, 38, “Libâs”, 76, “Ẕebâʾiḥ”, 31, “Menâḳıb”, 23, “Tevḥîd”, 37; Müslim, “Ḥac”, 46, “Feżâʾil”, 81, 82, “Elfâẓ fi’l-edeb”, 18-19, “Fiten”, 92, 93; Ebû Dâvûd, “Cenâʾiz”, 33; İmruülkays v.dğr., Yedi Askı: el-Muʿallaḳatü’s-sebʿa (nşr. ve trc. Şerefeddin Yaltkaya), İstanbul 1985, s. 19, 24; İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳāt, I, 399; Sâbit b. Kurre, eẕ-Ẕaḫîre fî ʿilmi’ṭ-ṭıb, Kahire 1928, s. 24, 87, 145; Taberî, Câmiʿu’l-beyân, XXX, 106-107; Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), I, 179-180; Ebü’l-Hayr el-İşbîlî, ʿUmdetü’ṭ-ṭabîb fî maʿrifeti’n-nebât (nşr. Muhammed el-Arabî el-Hattâbî), Rabat 1990, I, 177, 178, 496; II, 604, 670; İbnü’l-Baytâr, el-Câmiʿ li-müfredâti’l-edviye ve’l-aġẕiye, Kahire, ts. (Mektebetü’l-Mütenebbî), s. 155-157; Nüveyrî, Nihâyetü’l-ereb, XII, 1-15; Zehebî, eṭ-Ṭıbbü’n-nebevî (nşr. Ahmed Rif‘at el-Bedrâvî), Beyrut 1410/1990, s. 192; İbn Kayyim el-Cevziyye, eṭ-Ṭıbbü’n-nebevî (nşr. Âdil Ezherî – Mahmûd Ferec el-Ukde), Kahire 1410/1990, s. 308-309; Kalkaşendî, Ṣubḥu’l-aʿşâ (Şemseddin), II, 126-130; Aynî, ʿUmdetü’l-ḳārî, Kahire 1392/1972, XVII, 254; Dâvûd-i Antâkî, Teẕkiretü üli’l-elbâb li’l-ʿacebi’l-ʿucâb (nşr. Fuat Sezgin), 1997, I, 414-415; İbn Âbidîn, Reddü’l-muḥtâr (Kahire), I, 209; Akil Muhtar, Tıp Müfredatı Farmakodinami ve Tedavi, İstanbul 1935, s. 365; A. Süheyl Ünver, Tıp Tarihimiz Yıllığı, İstanbul 1966, s. 51; Turhan Baytop, Farmakognozi Ders Kitabı, İstanbul 1974, II, 325; Abdülhay el-Kettânî, et-Terâtîbü’l-idâriyye (Özel), II, 265, 267, 268; Ahmet Talât Onay, Eski Türk Edebiyatında Mazmunlar ve İzahı (nşr. Cemâl Kurnaz), Ankara 1992, s. 30-31; Emine Yeniterzi, Dîvan Şiirinde Na‘t, Ankara 1993, s. 209-211; A. Dietrich, “Misk”, EI2 (İng.), VII, 142-143; Dihhûdâ, Luġatnâme, XXV/B, s. 507-514.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 2005 yılında İstanbul’da basılan 30. cildinde, 181-182 numaralı sayfalarda yer almıştır.