Ebü’l-Abbâs Abdullāh b. el-Abbâs b. Abdilmuttalib el-Kureşî (ö. 68/687-88)
İbn Abbas diye de meşhur olan Abdullah, hicretten üç yıl kadar önce, müslümanlar Kureyş’in ablukası altındayken Mekke’de doğdu. Annesi, Hz. Hatice’den hemen sonra müslüman olan Ümmü’l-Fazl Lübâbe’dir. Doğduğu zaman babası tarafından Hz. Peygamber’e götürüldü ve duasına mazhar oldu. Hicretten muaf tutulanlardan (müstaz‘af) olan annesiyle Mekke’de kaldı. Bir süre sonra onunla birlikte Medine’ye göçtüğü şeklindeki rivayet yanında, babası Abbas’la birlikte fetih yılı (630) hicret ettiğine dair de rivayetler vardır. Hz. Peygamber’in fiil ve hareketlerini öğrenmek arzusuyla onun yanında kalmaya çalışır, Peygamber’in zevcelerinden olan Meymûne teyzesi olduğu için bazı geceler Peygamber evinde konuk edilirdi. Peygamber’e karşı olan sevgisi, bağlılığı ve samimi hizmetleri sebebiyle onun takdirini kazanmış ve “Allahım, ona Kitab’ı öğret ve dinde mütehassıs kıl!” tarzındaki duasına nâil olmuştur (Buhârî, “ʿİlim”, 17; “Vuḍûʾ”, 10).
Halife Osman devrinden itibaren çeşitli vesilelerle Arap Yarımadası’nın dışına çıktı. Bu esnada Kuzey Afrika’ya, Cürcân’a, Taberistan’a ve İstanbul’a gitti. 656 yılında Hz. Osman tarafından hac emîri tayin edildi. Daha sonra Hz. Ali’nin maiyetinde Cemel ve Sıffîn savaşlarına katıldı. Ona, Muâviye’yi Şam valiliğinden azletmemesini tavsiye ettiyse de sözünü dinletemedi. Hakem olayında da Ebû Mûsâ el-Eş‘arî’nin Ali’yi temsil etmesine karşı çıktı. Daha sonra Hâricîler’i ikna etmek üzere Ali tarafından görevlendirildi. Hâricîler karşısında tahkîmi savundu, bu olayı bahane ederek Ali’yi tekfir etmemeleri ve ona karşı gelmemelerinin gerektiğini âyetlerle isbata çalıştı. Hâricî-İbâdî ve Sünnî kaynaklar arasında, söz konusu görüşmenin seyri hakkında farklı ifadeler göze çarparsa da görüşmelerin oldukça çetin geçtiği, bazı Hâricîler’in fikir değiştirerek kendi gruplarından ayrıldığı müştereken belirtilmektedir (bk. E. R. Fığlalı, “Hâricîliğin Doğuşu”, s. 246-275). Daha sonra Hz. Ali onu Basra valiliğine tayin etti (39/659). Bu görevde iken hazineyi suistimal ettiği, Halife Hz. Ali’nin konuya eğilmesi üzerine istifa ederek devlet hazinesinden fazlaca bir meblağı da almak suretiyle yakınları ile birlikte şehri terkettiği yolunda bazı kaynaklarda (bk. Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 205; Taberî, Tarîḫ, V, 141-143; İbn Kesîr, el-Bidâye, VII, 323) yer alan çelişkili bilgiler, bazı Batılı yazarlar için ilgi çekici bulunmuş, sübûtu kesin bir iddia imiş gibi, -hem de Basra’ya vali olduktan sonra İbn Abbas hakkında ileri sürülen rivayetlerin ihtiyatla karşılanması gerektiğine işaret edilmesine rağmen- üzerinde hassasiyetle durulmuştur. Şu husus hemen belirtilmelidir ki, muteber cerh ve ta‘dîl kaynaklarından hiçbirinde yer verilmeye ve üzerinde durulmaya değer görülmeyen bu bilgilerin temelinde siyasî çekişmelerin ve Şiî-Sünnî ihtilâfının bulunduğu ilk bakışta anlaşılmaktadır. Zira Taberî’nin senediyle naklettiği bu haberin rivayet zincirinde yer alan isimlerden biri olan Ebû Mihnef Lût b. Yahyâ, bazı otoritelerce “güvenilmez”, “zayıftır”, “hiçbir değeri yoktur”, “aşırı bir Şiî’dir” gibi ifadelerle değerlendirilmiştir. Ayrıca, yine bu senede göre haberi kendisinden duyanlar da belli değildir. Bu safhada haberin râvileri, isimleri meçhul bazı kişilerdir. Kaldı ki yolsuzluk iddiasının muhbiri olarak görülen Ebü’l-Esved ed-Düelî’ye İbn Abbas’ın tahkir edici sözler söylediği ve bu sebeple aralarında şahsî bir sürtüşmenin mevcut olduğu, Basra’dan ayrılırken hazineden aldığı malların ise birikmiş şahsî istihkakı ile feyden kendine düşen paydan ibaret bulunduğu da, bu iddia ile birlikte zikredilen bilgiler arasındadır. Hz. Peygamber başta olmak üzere Ömer, Osman, Ali gibi zevatın dua, övgü, güven ve iltifatlarına mazhar olan, gerek ashap, gerek tâbiîn devirlerinde bilhassa tefsir ve fıkıh meselelerinde otorite olarak tam bir itimatla kendisinden yararlanılan, tarihin hiçbir devrinde ve muhitinde bu seçkin kişiliğine gölge düşmeyen İbn Abbas hakkında böylesine dayanaksız iddialarla hüküm verilmeye kalkışılması ve cüretin “yalancı”, “namussuz”, “hilekâr”, “düzenbaz” gibi çirkin ifadeler kullanacak boyutlara kadar ulaşması (İA, I, 27), ilim adına bir talihsizlik olarak değerlendirilmelidir. F. Buhl’ün bu garazkârâne üslûbu müsteşriklerce de tepki ile karşılanmış olmalı ki, sözü edilen ansiklopedinin ikinci baskısında İbn Abbas’ın hayatını L. Veccia Vaglieri yeniden yazmış, İbn Abbas’ın Basra valiliğinden ayrılırken hazineye el koymuş olabileceğini, ancak müslüman toplum nazarında aleyhine hiçbir etki yapmadığına ve onun güvenilir kişiliğine gölge düşürmediğine göre bu konuda onu haklı gösterecek kuvvetli gerekçelerin bulunduğunu, bu sebeple bu tür iddiaların bir değer taşımayacağını belirtmiştir (EI2 [İng.], I, 40). Mürûcü’ẕ-ẕeheb’de (III, 60-62) yer alan ve İbn Abbas’ın, Hulefâ-yi Râşidîn ve özellikle Hz. Ali hakkındaki müsbet kanaatlerini Muâviye’ye karşı nasıl bir açıklıkla söylediğini gösteren rivayet, onun, Muâviye tarafına geçtiği tarzındaki iddiayı tereddüde yer bırakmayacak şekilde çürütmektedir.
Kaynaklar, mümtaz bir kişiliğe sahip olan Abdullah b. Abbas’ın siyasî ve sosyal olaylar karşısında ilmî otoritesini ve siyasî itidalini daima muhafaza ettiğini göstermektedir. Meselâ Muâviye’nin vefatından sonra Ali taraftarları Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye davet ettiği zaman, Abdullah Kûfeliler’e güvenilemeyeceğini, davetlerine icâbet etmemesi gerektiğini ona söylemiş ve mutlaka bir yere gidecekse bu yerin Yemen olabileceğini, aksi halde bazı tatsız olaylarla karşılaşabileceğini kendisine hatırlatmışsa da sözünü dinletememiştir. Kerbelâ faciasını haber alınca çok üzülmüş ve rivayete göre gözlerini kaybedecek derecede ağlamıştır. Abdullah b. Zübeyr’in halifeliğini ilân ederek Harem-i şerif’i kendisine karargâh edinmesi üzerine, hilâfete Emevîler’den daha lâyık olmasına rağmen Harem-i şerif’i karargâh yapmasına karşı çıkmış ve ona biat etmeyerek Tâif’e çekilmiştir. Hayatı boyunca müslümanların birlik ve beraberliğini savunan, bunun gerçekleşmesi için zaman zaman yetkilileri uyaran, gerektiğinde eleştiren ve kendisine yapılan halifelik tekliflerine iltifat etmeyen Abdullah b. Abbas, yetmiş yaşlarında iken Tâif’te vefat etmiş, cenaze namazını Hz. Ali’nin oğlu Muhammed b. Hanefiyye kıldırmıştır.
İlmî Şahsiyeti. İbn Abbas, Hz. Peygamber’in vefatında on üç yaşında bir gençti. Çok hadis rivayet eden sahâbîlerden (müksirûn) biri olarak naklettiği 1660 hadisin bir kısmını bizzat Peygamber’den duymuş, çoğunu ise Hz. Ömer, Ali, Muâz, babası Abbas, Abdurrahman b. Avf, Ebû Süfyân, Ebû Zer, Übey b. Kâ‘b, Zeyd b. Sâbit ve diğer sahâbîlerden öğrenmiştir. Muteber hadis âlimleri onun rivayet ettiği hadislere önem vermişlerdir. 75 hadisini Buhârî ve Müslim müştereken, 120 hadisini yalnız Buhârî, 9 hadisini de yalnızca Müslim tahrîc etmiştir. Ayrıca hadislerinin büyük bir bölümü Müsned’de (I, 214-374, V, 116-122) yer almıştır. Kendisinden de 197 kişi hadis nakletmiştir. Çok hadis rivayet etmiş olmanın yanında hadis öğretimine de önem vermiştir. “Din ilmini ancak şahitliğini kabul ettiğiniz kişilerden öğreniniz” demiş, bazı tâbiîler hakkında cerh anlamı taşıyan değerlendirmeler yapmıştır (bk. Tecrid Tercemesi, I, 52, dipnot 1). Ayrıca hadis öğretiminde “arz” veya “kıraat” denilen metodun geçerli olduğunu belirtmiş, kendisinden ders almak için gelen Tâifliler’e bir müddet hadis okuduktan sonra -yaşlılık ve yorgunluk sebebiyle- hadis metinlerini birbirine karıştırmaya başlayınca şöyle demiştir: “Ben artık yoruldum. Siz okuyun da ben dinleyeyim. Sizin okuduğunuzu benim dinleyip tasvip etmem, tıpkı benim okumam gibidir” (Tirmizî, Kitâbü’l-ʿİlel, V, 751-752).
İbn Abbas’ın, Ehl-i kitap’tan olup Müslümanlığı kabul etmiş bazı kişilerden rivayette bulunması da Goldziher ve F. Buhl gibi bazı müsteşriklerin üzerinde durduğu hususlar arasındadır. Gerek İbn Abbas’ın, gerekse diğer bazı sahâbîlerin bu çeşit haber ve rivayetleri az da olsa kullandıkları doğrudur. Ancak bu rivayetler hiçbir zaman verdikleri haberin ve bilginin doğruluğunu iddia edip inanmak için değil, bazı İslâmî görüş ve tezlerin izah ve teyidi maksadıyla kullanılmıştır ki, bunda bir sakıncanın bulunmadığı bizzat Hz. Peygamber’in izni ile sabittir (bk. Buhârî, “Enbiyâ, 50; Müslim, “Zühd”, 72). İsrâiliyat’tan sayılan bu tür rivayetleri üç gruba ayırıp değerlendirmek mümkündür: 1. Doğrulukları İslâmî delillerle sabit olanlar. 2. Yanlış oldukları bilinenler. 3. Haklarında İslâmî bilgi bulunmayan hususlar. Bu sonuncular ne kabul ne de reddedilir. Rivayet edilmelerinde de bir mahzur yoktur (bk. İbn Teymiyye, Muḳaddimetü’t-tefsîr, XIII, 365-367). İbn Abbas’tan gelen bu tür rivayetler bazı çevrelerce yapılan itirazlar, aslında kendisine ait olduğu kesin olan rivayetler sebebiyle değil, daha çok siyasî düşüncelerle ona izâfe edilen rivayetler dolayısıyladır. Nitekim F. Buhl de bir taraftan onu bu konuda tenkit ederken “kendisine atfen zikrolunan hadislerden bazıları, sonradan sahtekârlar tarafından ona isnat olunmuştur” demek suretiyle bu gerçeği itiraf etmiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in inceliklerini anlayıp yorumlaması için Hz. Peygamber’in özel olarak dua ettiği Abdullah b. Abbas’ın tefsir ilmindeki üstünlüğü, daha ilk devirlerden itibaren hemen herkes tarafından kabul edilmiştir. Âyetlerin nüzûl sebeplerini, nâsih ve mensuhunu çok iyi bildiği gibi Arap edebiyatına olan vukufu da mükemmeldi. Onun Nâfi‘ b. Ezrak’ın sorularına verdiği doyurucu cevaplar (aş.bk.), edebiyattaki üstün mevkiini göstermek için kâfidir. Bu sebeple ashap devrinden itibaren “Hibrü’l-ümme, Tercümânü’l-Kur’ân” unvanlarıyla anılagelmiştir. Nitekim Halife Ömer, Bedir ashabının da katıldığı ilim meclislerinde, yaşının küçük olmasına rağmen onu da bulundurur ve fikirlerine değer verirdi.
İbn Abbas’a nisbet edilen tefsir rivayetleri sayıca pek çok olduğu gibi sağlamlık bakımından da farklılık arzetmektedir. Hemen her âyet hakkında ondan bir veya birkaç tefsir şekli rivayet edilmiştir. Bu rivayet karmaşasından dolayı İmam Şâfiî, İbn Abbas’tan tefsire dair 100 civarında hadisten başka bir şeyin sabit olmadığını söylemek mecburiyetinde kalmıştır. Münekkitler İbn Abbas’tan gelen tefsir yollarını (tarik), ona nisbetleri açısından tek tek inceleyerek değerlendirmişler ve bunların kimler tarafından hangi eserlerde kullanıldığını da ortaya koymuşlardır. Bu tefsir tarikleri şunlardır:
1. Muâviye b. Sâlih tariki. Ebû Sâlih Abdullah b. Sâlih – Ali b. Ebû Talha – İbn Abbas (yahut Mücâhid veya Saîd b. Cübeyr vasıtasıyla İbn Abbas). En sağlam tarik budur. Buhârî’de (ta‘lîkan zikrettiği tefsirlerde), Müslim’de ve sünenlerde bu tarikle rivayetler vardır. Ayrıca Taberî, İbn Ebû Hâtim ve İbnü’l-Münzir de bu yolu tercih etmişlerdir.
2. Kays b. Müslim el-Kûfî tariki. Atâ b. Sâib – Saîd b. Cübeyr – İbn Abbas. Buhârî ve Müslim’in şartlarını hâiz sağlam bir tarik olup Firyâbî ve el-Müstedrek sahibi Hâkim tarafından kullanılmıştır.
3. İbn İshak tariki. Muhammed b. Ebû Muhammed – İkrime veya Saîd b. Cübeyr – İbn Abbas. “Hasen” mertebesinde sağlam olup Taberî, İbn Ebû Hâtim ve Taberânî tarafından çokça kullanılmıştır.
4. Süddî (el-Kebîr) tariki. Ebû Mâlik veya Ebû Sâlih vasıtasıyla İbn Abbas’a varan bu tarik de makbul sayılmıştır. Müslim, sünen-i erbaa ve Taberî bu tarikle rivayette bulunmuşlardır.
5. İbn Cüreyc tariki. Aradaki râvileri atlayarak doğrudan doğruya İbn Abbas’tan nakiller yapan İbn Cüreyc, topladığı rivayetlerin sağlamlığına dikkat etmemiştir. Bu sebeple onun rivayetleri başka yollarla desteklenmediği takdirde makbul sayılmamıştır. Ancak, Haccâc b. Muhammed’in aynı tarikle İbn Abbas’tan rivayet ettiği tefsir cüzü ittifakla sahih kabul edilmiştir.
6. Dahhâk b. Müzâhim tariki. Rivayet zinciri içinde yer alan Saîd b. Cübeyr’i zikretmediği için sağlamlığına güvenilmez. Bu tarikin zayıf sayılan rivayetleriyle Taberî, İbn Ebû Hâtim, İbn Merdûye ve İbn Hibbân nakiller yapmışlardır.
7. Atıyye el-Avfî tariki. Aradaki râvileri atlayarak doğrudan doğruya İbn Abbas’tan rivayette bulunduğundan güvenilemez. Tirmizî, bu yolla gelen bazı hadisleri “hasen” saymıştır. Taberî ve İbn Ebû Hâtim de bu yolla pek çok rivayette bulunmuşlardır.
8. Mukātil b. Süleyman tariki. Güvenilemez.
9. Muhammed b. Sâib el-Kelbî tariki. Ebû Sâlih Bâzân yoluyla İbn Abbas’tan gelen bu tarik son derece zayıftır. Hele Süddî (es-Sağîr) yoluyla gelmişse asla güvenilemez. Bununla birlikte Sa‘lebî ile Vâhidî bu tarikle pek çok rivayette bulunmuşlardır. Fîrûzâbâdî tarafından derlenip İbn Abbas’a nisbet edilen Tenvîrü’l-miḳbâs adlı tefsir bu tarikle rivayet edilmiştir.
Abdullah b. Abbas fıkıh ilminde de önemli bir yere sahiptir. Dört Abdullah’tan (abâdile) biri sıfatıyla devrinde Mekke’nin fıkıh otoritesi kabul edilmiştir ve fetvalarının çokluğuyla meşhurdur. İbn Hazm onu, fetvası en çok olan sahâbî olarak kabul eder (Hacvî, el-Fikrü’s-sâmî, I, 272). Bu fetvaların Ebû Bekir Muhammed b. Mûsâ b. Ya‘kūb tarafından yirmi cilt halinde toplandığı rivayet edilmekte ise de (İbn Kayyim el-Cevziyye, İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, I, 12), eser bugün elimizde mevcut değildir. Özellikle İslâm miras hukuku (ferâiz) alanındaki fetvaları müracaat kaynağı olmuştur. Onun en çok tartışılan fıkhî görüşlerinden biri, Hz. Peygamber tarafından belirli bir süre için izin verilen ve sonra yasaklanan müt‘a nikâhı konusundaki fikirlerdir. İbn Abbas’tan gelen rivayetlerin bazılarında onun müt‘ayı tecviz ettiğini, diğer bazılarında ise bu cevazın İslâm’ın ilk yıllarına ait olduğundan ve daha sonra müt‘anın yasaklandığından söz ettiğini görüyoruz. Anlaşılan İbn Abbas, Tirmizî’nin de belirttiği gibi yasaklamadan habersiz olması sebebiyledir ki, önceleri müt‘anın câiz olduğunu söylemiş, işin doğrusunu öğrendikten sonra bu görüşünden rücû ederek onun haram olduğunu ifade etmiştir (Tirmizî, “Nikâḥ”, 29; Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, VII, 205-206).
İbn Abbas’ın talebeleri arasında birçok büyük fakih bulunmaktadır. İkrime, Mücâhid, Atâ, Saîd b. Cübeyr, Tâvûs, Saîd b. Müseyyeb bunlardan bazılarıdır. Ayrıca, Mekke muhitinde yetişen fakihlerden bir müddet ilim tahsil eden İmam Şâfiî’ye de gerek fıkıh, gerek tefsir ve edebiyatta dolaylı olarak tesir ettiği söylenebilir. İbn Abbas tefsir, fıkıh ve hadisten başka, Arap edebiyatı ve ensâb ilmi (geneloji) alanlarında da derin bilgiye sahipti. Aynı zamanda da derin bilgiye sahipti. Aynı zamanda kudretli bir hatipti; namazlardan sonra tesirli konuşmalar yapar, dinleyicileri arasında Arapça bilmeyenler varsa, sözlerinin onlar tarafından da anlaşılması için tercüman kullanırdı.
Eserleri. 1. Tefsîru İbn ʿAbbâs. Kendisinden nakledilen ve çeşitli tefsir ve hadis kitaplarında yer alan metinler. Dr. Abdülazîz b. Abdullah, on beş hadis kitabında (Kütüb-i Sitte ile el-Muvaṭṭaʾ, Ahmed b. Hanbel, Tayâlisî, Şâfiî, Humeydî’nin Müsned’i, Abdürrezzâk’ın Muṣannef’i, İbn Cârûd’un Münteḳā’sı, Dârekutnî ve Dârimî’nin Sünen’leri), yer alan İbn Abbas’a ait tefsir rivayetlerini Tefsîru İbn ʿAbbas ve merviyyâtüh… adıyla iki cilt halinde toplamış, bu rivayetlerden Buhârî ile Müslim’de bulunmayanların isnadını sağlamlık açısından tenkide tâbi tutarak değerlendirmiştir. Tefsîru İbn ʿAbbâs ayrıca Fîrûzâbâdî tarafından toplanan tefsir metinlerini de ihtiva etmektedir.
2. Ġarîbü’l-Ḳurʾân. Atâ b. Ebû Rebâh’ın düzenlediği bu cüz, Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Atıf Efendi, nr. 2815/8, vr. 102a-107a) bulunmaktadır. Eser, Kur’an’daki “garîb” kelimelerin hangi Arap kabilesinin lehçesinden alınmış olduğunu göstermek suretiyle âyetlere açıklık kazandırmaktadır (bk. İ. Cerrahoğlu, AÜİFD, XXII, 23).
3. Mesâʾilü Nâfiʿ b. el-Ezraḳ. Kur’an’da geçen anlaşılması güç 200 kadar kelime hakkında Hâricîler’in reislerinden Nâfi‘ b. Ezrak’ın sorduğu sorulara İbn Abbas tarafından verilen cevapları ihtiva etmektedir. Eserin nüshaları Zâhiriyye (umumi, nr. 3849, vr. 108a-119b), Dârü’l-kütüb (Mecmûa, nr. 166, vr. 132a– 143b) ve Berlin (nr. 683, 93-101, Ġarîbü’l-Ḳurʾân adıyla) kütüphanelerinde bulunmaktadır. Süyûtî eserin bir bölümünü el-İtḳān’a aynen almış (II, 56-88), M. Fuâd Abdülbâkī de bu kelimeleri alfabetik sıraya koyarak Muʿcemü ġarîbi’l-Ḳurʾân ile birlikte neşretmiştir (Kahire 1950, s. 234-292). Âişe Abdurrahman, daha geniş bir çalışma ile aynı eseri, el-İʿcâzü’l-beyânî li’l-Ḳurʾân ve Mesâʾilü İbni’l-Ezraḳ adıyla yeniden neşretmiştir (Kahire 1391/1971, s. 267-507).
4. el-Luġat fi’l-Ḳurʾân. Abdullah b. Hüseyin b. Hasnûn el-Mukrî’nin rivayeti olan ve bir yazması Süleymaniye Kütüphanesi’nde (Esad Efendi, nr. 91/3, vr. 104a-112b) bulunan eser, Selâhaddin el-Müneccid tarafından Luġatü’l-Ḳurʾân adıyla neşredilmiştir (Kahire 1946). İ. Cerrahoğlu, Ġarîbü’l-Ḳurʾân ve Luġātü’l-Ḳurʾân ile Ebû Ubeyd’in Luġatü ḳabâʾili’l-ʿArab adlı eserini karşılaştırarak bu eserlerin aynı kaynaktan geldiğini göstermiştir (AÜİFD, XXII, 17-104).
5. Ḳaṣîdetü medḥ. Dört halife ile babası Abbas’ın menâkıbı hakkında olan bu kasidesini halife Muâviye’nin huzurunda okumuştur.
Bu eserlerden başka ona izâfe edilen Müsned, Ḫavâṣṣu baʿżı’l-edʿiyye ve Ḥadîs̱ü’l-Miʿrâc gibi bazı risâleler de bulunmaktadır (bk. GAS, I, 28). Taberî’nin Tehẕîbü’l-âs̱âr’ında İbn Abbas’tan nakledilen hadisler, Mahmud Muhammed Şâkir tarafından iki cilt halinde Câmiatü’l-İmâm Muhammed b. Suûd el-İslâmiyye yayınları arasında neşredilmiştir (Taberî, Tehẕîbü’l-âs̱âr: Müsnedü ʿAbdillâh b. ʿAbbâs, Kahire 1402/1982).
BİBLİYOGRAFYA
Vâkıdî, el-Meġāzî, bk. Fihrist.
İbn Sa‘d, eṭ-Ṭabaḳātü’l-kübrâ (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1388/1968, II, 365-372.
Müsned, I, 214-374; V, 116-122.
Buharî, “ʿİlim”, 17, “Vuḍûʾ”, 10.
Müslim, “Zühd”, 72.
Tirmizî, “Nikâḥ”, 29.
a.mlf., Kitâbü’l-ʿİlel (el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ sonunda), V, 751-752.
Müberred, Bâbü’l-Ḫavâric (el-Kâmil’den ayrı basım), Dımaşk, ts., s. 9.
Ya‘kūbî, Târîḫ, II, 205.
Taberî, Târîḫ (Ebü’l-Fazl), III, 546; IV, 108, 125; V, 141-143.
Mes‘ûdî, Mürûcü’ẕ-ẕeheb (Abdülhamîd), II, 364; III, 60-62.
Beyhakī, es-Sünenü’l-kübrâ, VII, 205-206.
İbn Teymiyye, Muḳaddimetü’t-tefsîr (Mecmûʿu fetâvâ içinde, neşreden Abdurrahman en-Necdî), Riyad 1382, XIII, 365-367.
İbn Kayyim el-Cevziyye, İʿlâmü’l-muvaḳḳıʿîn, I, 12.
İbnü’l-Esîr, Üsdü’l-ġābe (Bennâ), III, 290-294.
İbn Kesîr, el-Bidâye, Beyrut 1401/1981, VII, 323; VIII, 295-307.
Zehebî, Teẕkiretü’l-ḥuffâẓ, I, 40.
a.mlf., Mîzânü’l-iʿtidâl (nşr. Ali Muhammed el-Bicâvî), Kahire, ts. (Dâru ihyâi’l-kütübi’l-Arabiyye), III, 419-420.
a.mlf., Aʿlâmü’n-nübelâʾ, III, 331-359.
a.mlf., Maʿrifetü’l-ḳurrâʾ (nşr. M. Seyyid Câdelhak), Kahire 1969, I, 41-42.
İbn Hacer, el-İṣâbe, II, 330-334.
a.mlf., Tehẕîbü’t-Tehẕîb, V, 276-279.
Süyûtî, el-İtḳān (Ebü’l-Fazl), II, 56-88.
Taşköprizâde, Miftâḥu’s-saʿâde, II, 64-66.
Keşfü’ẓ-ẓunûn, I, 429.
Zürkānî, Menâhilü’l-ʿirfân, Kahire 1362/1943, I, 483-484.
Sezgin, GAS, I, 25-28; II, 275.
Aʿyânü’ş-Şîʿa, VIII, 55-57.
Tecrid Tercemesi, I, 52.
Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük Tefsir Tarihi, İstanbul 1973-74, I, 241-247.
Hüseyin ez-Zehebî, et-Tefsîr ve’l-müfessirûn, Kahire 1381/1961-62, I, 65-83.
Hacvî, el-Fikrü’s-sâmî, I, 272-273.
Emîr Abdülaziz, el-Enkiḥatü’l-fâside, Amman 1402-1403/1982-83, II, 646-651.
M. Ebû Zehre, eş-Şâfiʿî, Kahire 1367/1948 ⟶ Kahire, ts. (Dârü’l-fikri’l-Arabî), s. 44-45.
Abdülazîz b. Abdullah el-Humeydî, Tefsîru İbn ʿAbbâs ve merviyyâtühû fi’t-tefsîr min kütübi’s-sünne, Riyad, ts. (Câmiatü Ümmi’l-kurâ yayını), I, 17-18, 21, 25-29.
İsmail Cerrahoğlu, Kur’ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller, Ankara 1968, s. 97-104.
a.mlf., “Tefsirde Atâ b. Ebî Rabâh ve İbn Abbâs’dan Rivâyet Ettiği Garibu’l-Kur’anı”, AÜİFD, XXII (1978), s. 17-104.
J. Schacht, The Origins of Muhammadan Jurispuridence, Oxford 1975, s. 249-252.
E. Ruhi Fığlalı, “Hâricîliğin Doğuşu ve Fırkalara Ayrılışı”, AÜİFD, XXII (1978), s. 246-275.
Von Isaiah Goldfeld, “The Tafsīr of ʿAbdallāh b. ʿAbbās”, Isl., LVIII (1981), s. 125-135.
A. Rippin, “İbn ʿAbbās’s Al-Lughāt fi’l-Qur’ān”, BSOAS, XLIV (1981), s. 15-25.
Mustafa Çetin, “Abdullah b. Abbas ve Tefsîri”, Dokuz Eylül Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, İzmir 1983, I, 227-238.
Eşref Edip – M. Ali Aynî, “Abdullah b. Abbas”, İTA, II, 213-218.
F. Buhl, “Abdullah”, İA, I, 26-27.
L. Veccia Vaglieri, “ʿAbd Allāh b. al-ʿAbbās”, EI2 (İng.), I, 40-41.
a.mlf., “ʿAbdullah b. el-ʿAbbâs”, UDMİ, XII, 790-794.
Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1988 yılında İstanbul’da basılan 1. cildinde, 76-79 numaralı sayfalarda “ABDULLAH b. ABBAS b. ABDÜLMUTTALİB” başlığıyla yer almıştır.