- 1/2Müellif: MEHMET SARAYBölüme GitXVIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren Afgan kavminin idarî bakımdan ağırlık kazanmasıyla siyasî birlik haline geldi. Kuzeyinde Sovyetler Birliği’nin…
- 2/2Müellif: İLHAN BİLGÜBölüme GitIV. SOVYET İŞGALİ ve SONRASI Sovyetler Birliği yanlısı olmakla birlikte ılımlı bir lider kişiliğiyle tanınan Dâvud Han’ın komünistler tarafından kanlı…
XVIII. yüzyılın ilk yarısından itibaren Afgan kavminin idarî bakımdan ağırlık kazanmasıyla siyasî birlik haline geldi. Kuzeyinde Sovyetler Birliği’nin Türkmenistan, Özbekistan ve Tacikistan cumhuriyetleri, doğusunda Çin Türkistanı’nın küçük bir kısmı ve Pakistan, batısında İran bulunmakta, güneyini tamamen Pakistan sınırlandırmaktadır. Yüzölçümü 652.225 km2, nüfusu yaklaşık olarak 20.500.000’dir (Sovyetler Birliği’nin müdahalesinden sonra nüfusun 3 milyonu İran’a, 2 milyonu da Pakistan’a sığınmıştır). Başşehri Kâbil’dir. Afganistan yirmi yedi idarî bölgeye ayrılmıştır. Bunlar arasında en önemlileri Kâbil, Kandehar, Herat, Hezâristan, Sîstan, Nûristan (Kâfiristan), Vahan, Bedahşan ve Türkistan idarî bölgeleridir. En önemli şehirleri, Kâbil (1.373.572; 1984), Kandehar (277.508; 1984), Herat (140.323; 1984), Pencap, Bedahşan, Belh, Mezârışerif ve Devletâbâd’dır.
I. FİZİKÎ ve BEŞERİ COĞRAFYA
1. Fizikî Coğrafya. İran yaylasının kuzeydoğuya doğru bir devamı durumunda olan Afganistan, ortada yüksek dağlık alan, bunun kuzeyindeki ovalık alan, dağlık kütlenin güneybatısında bulunan plato görünümündeki alan olmak üzere üç farklı bölgeden oluşur.
Ülkenin orta kesimini kaplayan dağlar, jeolojik bakımdan İtalya’nın kuzeyinden başlayarak Himalayalar’a kadar uzanan ve “Alp kıvrımları” adı verilen dağ sisteminin bu ülke içinde kalan parçalarıdır. Doğuda Pamir yaylasına ulaşan bu yüksek dağlık kütle muhtelif kesimlerinde farklı adlarla anılır. Ülkenin kuzeydoğusunda Hindukuş (7697 m.) dağları adıyla bilinen dağlar Kâbil’in kuzeyinden itibaren batıya doğru yelpaze gibi açılarak Kûhibâbâ, Sefîdkûh (3500 m.) ve Bendibeyân gibi kollara ayrılırlar. Bunlardan başka güneyde Süleyman, kuzeyde Benditürkistan dağları yer alır. Afganistan’ın ortasındaki dağlık bölge doğuya doğru bir şerit biçiminde devam eder ve coğrafyacılar tarafından “Vahan Koridoru” olarak adlandırılan bir yüksek yöre ile Çin’e komşu olur. Bu yörede vadi tabanları bile 5000 m. yüksekliktedir. Dağlık alanlar kuzeye yani Amuderya vadisine doğru hızla artan bir meyille alçalarak Afganistan Türkistanı’nda yükseklikleri 250-300 m. civarında olan ovalık bir alan oluştururlar ki Afganistan’ın en alçak kesimi burasıdır. Ülkenin güneybatısındaki plato görünüşlü alan, Sîstan bölgesi adını taşır, çöl ve yarı çöllerle kaplıdır. Kaş, Mergo (ölüm çölü), Regastan, Pogdar ve Arbu bu çöllerin en önemlileridir.
Afganistan’da akarsu şebekesi oldukça sıktır. Kuzeyde 600 km. boyunca Sovyetler Birliği sınırını oluşturan Amuderya nehri, Kokça ve Kunduz adında önemli iki kolu ile ülkenin kuzeydoğusunda 250.000 km2’lik bir alanın sularını toplayarak Aral gölüne akıtmaktadır. Bunun gibi ülke akarsularının çoğu dışa akmayan, yani okyanuslara ulaşmayan sulardır. Bunların çoğu da çöllerde veya tuzlu göllerde kaybolurlar. Afganistan’ın dışa akışlı akarsuyu İndus’a karışan Kâbil’dir. Ülkenin önemli akarsularından biri olan 960 km. uzunluğundaki Hilmend ırmağı Sîstan bölgesindeki kapalı havzalarda son bulur. Göllere gelince, Vahan Koridoru ve Pamir yaylasında Sarıgöl ve Cakmaktın gölleri, Bedahşan’da Sıva gölü, ortadaki dağlık yörede Bendiemîr gölleri, Gazne ve Kandehar arasındaki bölgede Âb-ı İstâde, Herat’ta Namus gölleri bunların en önemlileridir.
Ülkenin iklimi genellikle sert ve az yağışlı bir iklim olarak nitelendirilebilirse de çeşitli yörelerde değişiklikler gösterir. Kış dağlık kesimlerde ulaşımı durduracak kadar şiddetli, fakat Sîstan’a doğru uzanan Hâmûn havzasında ve kuzeydeki Amuderya vadisinde yumuşak geçer. Yaz mevsimi sıcak ve çok kurak olup bazı vadilerde sıcaklık 45 dereceye kadar çıkabilmektedir. Fakat genellikle bir yayla ülkesi olan Afganistan’ın iklimi ilk ve sonbaharda ılık geçer ve bu sebeple ülkede “orta iklim” ürünlerinden olan üzüm, kavun, şeftali, erik, kayısı, ceviz ve fıstık yetişir. Yıllık yağış miktarı ortadaki dağlık eksenin kuzey ve güney yamaçlarında, ortalama olarak, 200-400 mm.dir. Sîstan bölgesinde 100 mm.nin altına düşen yağış, Hindukuş dağlarının doruklarında bir metreyi aşabilir. Ülkenin doğu sınırına yakın Celâlâbâd yöresinde farklı bir yağış tipi görülmekte, burası Hind musonlarının etki alanına girmekte ve bol yağış almaktadır. Bu sebeple de ülkenin başka kesimlerinde bulunmayan ya da az bulunan pirinç, turunçgiller ve hatta muz gibi ürünler bu yörede elde edilebilmektedir.
2. Beşerî Coğrafya. a) Nüfus. Bir tarım ve hayvancılık ülkesi olan Afganistan’da doğum oranı binde 48,1, ölüm oranı ise binde 22,3’tür. Nüfus artış oranı da binde 25 civarında bulunmaktadır. Dağlık ve yaylalık araziye sahip ülkede kilometrekareye düşen ortalama nüfus yirmi altı kişi olmakla birlikte verimli tarım arazilerinin bulunduğu bölgelerde ve şehir merkezlerinde bu oran çok daha yüksektir. Tarımla uğraşanlar toplam nüfusun yüzde 75’i kadardır. Ülkedeki nüfusun yaklaşık beşte birini oluşturan göçebe ve yarı göçebe halde yaşayan kitleler güney ve kuzey bölgelerinde yaşamakta olup genellikle hayvancılıkla uğraşmaktadırlar. Afganistan’da şehirleşme oranı düşüktür. Nüfusun yaklaşık yüzde 80’i kırsal alanlarda yaşamaktadır. Erkeklerin toplam nüfus içerisindeki oranı kadınlara göre daha yüksek olup nüfusun yüzde 51,42’sini erkekler, yüzde 48,58’ini de kadınlar oluşturmaktadır. Asya kıtasının okuma yazma oranı en düşük ülkesi olan Afganistan’da yetişkin nüfusun yüzde 76,3’ünün okuma yazma bilmediği tahmin edilmektedir.
b) Etnik Durum. Afganistan’ın nüfusunu meydana getiren ahaliyi Afganlar, Türkler ve Tacikler oluşturur.
Afganlar. Afganistan’da en kalabalık ve hâkim grubu teşkil eden Afganlar’ın ülkeye kuzeyden milâttan önce 480 civarında geldikleri ve Süleyman dağları etrafına yerleştikleri bilinmektedir. Kuzeyde yaşayan kabilelere Pehtûn, güneydekilere de Peştûn denilmektedir. Konuştukları dil bugün Afganistan’ın resmî dili olan Peştuca’dır. Pehtûn ve Peştûnlar 480’den sonra yine kuzeyden gelen Halaç (Ak Hun veya Eftalit) Türkleri’yle karıştıkları için halkın etnik yapısı değişerek bugünkü Afganlar meydana gelmiştir. Bu karışmaya rağmen Halaç Türkleri, Galzaylar adı ile kendi karakterlerini uzun zaman korumuşlar ve hatta bir ara Pehtûnlar ve Peştûnlar’dan ayrı olarak Kandehar yöresinde bağımsız bir devlet kurdukları gibi kısa bir süre de İran’ı ellerine geçirmişlerdir. Afganistan’da yaşayan Afganlar bugün 8.000.000 civarındadır.
Türkler. Afganistan’ın ikinci kalabalık etnik grubunu teşkil eden Türk kabilelerinin nüfusunun, Halaçlar hariç, 5.500.000 kadar olduğu tahmin edilmektedir. Türk grupları içinde en kalabalık olanı, nüfusu 1.700.000’i geçen Özbekler’dir. Genellikle ticaret ve tarımla uğraşırlar ve Afgan Türkistanı denilen bölgede yaşarlar. Büyük çoğunluğu hayvancılıkla uğraşan ve otlak bulmak için sık sık yer değiştirmek mecburiyetinde kalan Türkmenler’in nüfuslarının 600.000 civarında olduğu sanılmaktadır. Türkmenler’in çoğunluğunu Alieli, Teke, Salur, Sarık, Çavdur ve bilhassa Ersarı boylarından oymaklar oluşturmaktadır. Nüfuslarının 700.000 civarında olduğu tahmin edilen, Büyük ve Küçük Pamir dağları bölgesinde yaşayan Kırgızlar, Kazaklar, Kıpçaklar, Karluklar, Celâlâbâd çevresindeki Karakalpaklar ile Çağataylar diğer etnik Türk gruplarıdır. Ayrıca Afganistan’ın merkezi ile Afgan Türkistanı arasında yaşayan ve nüfusları 200.000’i geçen Hezâreler ile Aymaklar da bu etnik grup içinde yer almaktadır.
Tacikler. Yaklaşık 4.500.000’e varan nüfuslarıyla üçüncü etnik grubu teşkil eden Tacikler ülkenin kuzey ve kuzeydoğu bölgelerinde yaşarlar. Hint-Avrupa ırklarının temel Akdeniz alt grubuna bağlı olup İran dillerinden Derî adı verilen bir dili konuşurlar. İlk çağlardan beri yerleşik hayat tarzına sahiptirler. Su kanalları yardımıyla yürüttükleri bahçe tarımıyla geçinirler. Halk edebiyatları zengindir. Ahşap oymacılığında gayet sanatkârdırlar. Bazı kabileleri İsmâilî olup ekseriyetle Sünnî’dirler.
Afganistan’ın güney kısımlarında sayıları 700.000’e yaklaşan Hintli ve Ârî topluluklara da rastlanmaktadır. Ülkede bulunan diğer etnik gruplar ise batı ve kuzeybatıda Belûcîler (300.000), Afgan-İran sınırında Farslılar (700.000), güneybatıda Brâhûîler (25.000), doğuda Nûristânîler (80.000), Kızılbaşlar (100.000) ve Paşaîler’dir (110.000).
c) Dil. Afganistan’da Peştu ve Derî dilleri resmî diller olarak kabul edilmiştir. Ülke nüfusunun yarısından çoğu (% 55-60) Peştu dilini, beşte biri de Derî dilini konuşmaktadır. Resmî dillerin dışında ülkede ayrıca beş millî dil ve yirmiden fazla mahallî dil konuşulmaktadır. 1980’den itibaren Belûcîce, Özbekçe, Türkmence, Paşaîce ve Nûristânîce millî dil olarak kabul edilmiştir. Bu dillerde ilk öğretim için ders kitapları hazırlandığı gibi radyo, gazete ve kitap yayınları da yapılmaktadır. Afganistan’da konuşulan diller, esas itibariyle İran dil ailesine mensup ise de bazıları Türk-Moğol ve Hint-Aryan dil grubuna aittir. Afganlılar’ın başlıca dilleri olan Peştu ve Derî dilleri İran karakterlidir. Yer yer Hintçe’nin de etkisinin görüldüğü Peştu dilinde Türkçe ve Arapça’dan geçen bazı kelimelere de rastlanır. Genellikle Afganîler tarafından konuşulan Peştu dilinin ülkenin kuzeybatı, güneybatı, kuzeydoğu ve güneydoğu bölgelerinde konuşulan farklı lehçeleri vardır. Farsça’nın bir lehçesini oluşturan Derî dilini daha çok Tacikler konuşmakta olup İran’daki Farsça’dan oldukça farklıdır. Paraçi ve Urmuri lehçeleri ülkenin güneydoğusunda konuşulur. Hint-Aryan dil grubundan olan Nûristânîce, çeşitli lehçeleriyle Hindistan’a yakın bölgelerde Hint kökenli etnik gruplar arasında konuşulmakta olup Hintçe’nin etkisi altındadır. Türk-Moğol dil ailesinden Özbekçe ve Türkmence ülkenin kuzeyinde, Kırgızca Pamir bölgesinde yaşayan Kırgızlar arasında, Uygurca Kâbil’de yaşayan Uygurlar’ca, Moğolca ise sadece Herat’taki bazı şehirlerde konuşulmaktadır. Bu dillerin dışında Batı Baktriya’da ve Mezârışerif’in batı bölgelerinde Arapça da konuşulmaktadır. Ayrıca Zargarî, Lâzemî, Brâhûî ve Jet gibi değişik dillerin bazı küçük gruplar arasında konuşulduğu görülmektedir.
d) Din. Bir İslâm ülkesi olan Afganistan’da nüfusun % 99’u müslüman olup ekseriyeti Hanefî mezhebine mensuptur. Sünnîler’in dışında Şîa’nın farklı kollarına mensup olanlar da % 15-20 gibi önemli bir oranı temsil etmektedir. Afganistan’da az sayıda Hindu, Sih ve yahudi de yaşamaktadır.
Afganistan toplumunun dinî hayatında tasavvuf ve tarikatların önemli yeri vardır. Tarihte olduğu gibi günümüzde de tasavvuf, dinî ve sosyal hayatı etkileyen temel unsurlardan biridir. İslâm dünyasının meşhur tasavvuf merkezlerinden olan Horasan bölgesinin bir kısmı, Gazne, Herat ve Belh gibi önemli şehirler bu ülkenin sınırları içerisinde bulunmaktadır. İbrâhim b. Edhem (ö. 161/777), Şakīk-ı Belhî (ö. 164/780), Ebü’l-Hasan el-Bûşencî (ö. 348/959) gibi sûfîler hep Belhli ve Afganistanlıdır. Tasavvufun temel kaynaklarından Keşfü’l-maḥcûb müellifi Hücvîrî (ö. 470/1077) ile Menâzilü’s-sâʾirîn ve Ṭabaḳātü’ṣ-ṣûfiyye müellifi Hâce Abdullah-ı Ensârî (ö. 481/1088) başta olmak üzere pek çok sûfî şair ve yazar buradan yetişmiş, fütüvvet hareketi de burada gelişme göstermiştir. Moğol istilâsı üzerine batıya göç eden Horasan erenlerinin bir kısmı bu bölgedendir. Bahâeddin Veled (ö. 628/1230), oğlu Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî (ö. 671/1273) Belh’ten Konya’ya gelmişlerdir. Afganistan’ın İslâmlaşmasında önemli tesirleri bulunan tarikatlar günümüzde de etkili olmaya devam etmektedirler. Burada Kübreviyye, Kādiriyye, Sühreverdiyye, Şettâriyye, Çiştiyye ve Nakşibendiyye gibi büyük tarikatların taraftarları vardır. Afganistan’ın belli başlı şehirlerinde çok sayıda zâviye, hankah, tekke, türbe ve yatırlara rastlamak mümkündür. Hint dinlerinin etkisi altında gelişen bazı tarikatlar Sünnî tarikatlardan büyük ölçüde sapmışlardır. Bâyezîd-i Ensârî’nin (ö. 993/1585) Revşeniyye tarikatı bunlara örnek gösterilebilir. Halkın eğitilmesinde, İslâmî ve geleneksel kültürün yeni nesillere aktarılmasında, kitlelerin harekete geçirilmesinde ve İslâm kültürü için bir tehlike oluşturan modernizme karşı durmada tasavvuf ve tarikatların önemli fonksiyonları olmuştur. İşgalci Sovyet birliklerine ve komünist yönetime karşı başlatılan mücadelede çeşitli tarikat şeyhleri ve onların müridleri fiilen cihada katılarak büyük rol oynamışlardır.
e) Ekonomik Durum. Afganistan ekonomisinin en önemli kaynaklarını tarım, hayvancılık, ticaret, endüstri ve madencilik teşkil etmektedir. Afganistan, bütün geri kalmışlığına rağmen İslâm ülkeleri içinde planlı kalkınma gayreti gösteren ilk ülkelerden biridir. 1956-1961 arasında ilk beş yıllık kalkınma planının uygulanmasına başlanmış ve bunu takip eden yıllarda yeni beş yıllık planlara devam edilmiştir. Memleketin büyük bir kısmı dağlık ve kayalık, iklimi de kurak olduğu halde, nehirlerden faydalanılarak meydana getirilen sulama kanalları sayesinde ziraat yapılan pek çok verimli arazi bulunmaktadır. Buralarda bol miktarda tahıl, sebze, meyve ve pamuk yetiştirmek mümkün olmaktadır. Hayvancılık da gelişmiş olup bilhassa hayvan ürünlerinden karakul kuzularının astragan kürk yapımında kullanılan postu, ihraç edilen malların başında gelmektedir.
AFGANİSTAN’LA İLGİLİ EKONOMİK RAKAMLAR | |||
ZİRAAT VE HAYVANCILIK (1985) | |||
Ziraat Ürünleri | (Ton) | Hayvancılık | (Adet) |
Buğday | 2.850.000 | Koyun | 20.000.000 |
Arpa | 340.000 | Sığır | 3.750.000 |
Pirinç | 480.000 | Keçi | 3.000.000 |
Mısır | 800.000 | Eşek | 1.250.000 |
Üzüm | 510.000 | At | 110.000 |
Deve | 270.000 | ||
ENDÜSTRİ | |||
Doğalgaz (1984) 2.715.000.000 m3 Elektrik (1984) 1.045.000.000 (kw/sa) Kömür (1984) 170.000 ton Dokuma (1981-82) 2.770.000.000 (AF). | |||
DIŞ TİCARET | |||
İthalât (1981-82) 30.797.800.000 AF | İhracat (1981-82) 34.354.300.000 AF | ||
Başlıca ithal edilen ürünler | (%): | Başlıca ihraç edilen ürünler | (%): |
Taşıtlar, petrol ürünleri, dokuma ve kumaş | 48,6 | Doğalgaz | 39,2 |
Şeker, hayvansal-bitkisel yağ vb. | 16,3 | Kurutulmuş ve taze meyveler | 32,5 |
İthalât yapılan başlıca ülkeler | (%): | İhracat yapılan başlıca ülkeler | (%): |
Sovyetler Birliği | 58,6 | Sovyetler Birliği | 59,4 |
Japonya | 12,6 | Pakistan | 8,8 |
Honkong | 4,4 | Hindistan | 6,2 |
GSMH (1984): 2.800.000.000 Amerikan doları (Kişi başına 195 Amerikan doları) |
Afganistan’ın yer altı zenginlikleri yönünden büyük bir potansiyele sahip olduğu bilinmektedir. Ancak özellikle nakil güçlüklerinden dolayı madenler yeterince işletilememektedir. Hindukuş dağlarının kuzey yamaçlarında birçok kömür havzası bulunmakta ve yılda 118.700 ton civarında (1980-1981) kömür çıkarılmaktadır. Kuzey Afganistan’da (Şibergân ve Saripul) bulunan tabii gaz Sovyetler tarafından işletilmekte ve yılda 2.790.000 m3 (1980-1981) gaz elde edilmektedir. Bu doğal gaz bir boru hattıyla Sovyetler Birliği’ne taşınmakta, başka bir boru hattıyla da Mezârışerif’te kurulan termik santrala gönderilmektedir. Ayrıca demir, çinko, kurşun, petrol bulunmakta, ülkenin güneyinde dünyanın en zengin berilyum ve yakut yatakları yer almaktadır. Ülkenin kaya tuzu yatakları yeterli ölçüde olmakla birlikte ulaşımın yetersiz oluşu bu konudaki üretimi sınırlamaktadır.
Afgan endüstrisi yeni gelişmekte olup fabrikaların çoğu günlük hayatın ihtiyacı olan malları imal etmektedir. İngiliz, Sovyet, Alman ve Amerikan yardımı ile kurulan tekstil, deri, ayakkabı, plastik, bisiklet, cam ve şişe fabrikaları, başta Kâbil olmak üzere memleketin belli başlı yerleşme merkezlerinde toplanmıştır. Afgan ordusunun mühimmat ihtiyacını karşılayacak bazı askerî fabrikalar da kurulmuş bulunmaktadır. Muhtelif yerlerinde çimento, şeker ve gıda maddeleri fabrikaları ile çeşitli imalâthaneler mevcuttur.
Afganistan’da ulaşım alanında daha çok karayolları kullanılmakta, ülkenin dağlık olması demiryolu yapımını güçleştirmektedir. 1978’lerde bir Fransız firması Kâbil, Kandehar ve Herat’ı birbirine bağlayacak ve batıda İran’a, güneyde de Pakistan’a kadar uzanacak olan demiryolunun yapımını üzerine almışsa da tamamlayamamıştır. Karayollarının Kandehar-Çaman, Kâbil-Kandehar, Kâbil-Torham ve Herat-İslâmkale kısmını Amerikalılar, Kâbil-Kunduz-Kızılkale ile Pulihumri-Mezârışerif kısmını da Sovyetler yapmıştır. Ulaşımda, Amuderya üzerinde çalışan küçük deniz araçlarından da faydalanılmaktadır.
Afganistan’ın resmî para birimi afganî olup bir afganî yüz puliden ibarettir. Konvertibl bir para olmadığından milletlerarası para piyasalarında afganî, aranan bir para değildir.
II. TARİH
1. İslâmiyet’ten Önceki Devir. Asya kıtasının istilâ yollarından birinin üzerinde bulunan Afganistan, eski çağlardan beri çeşitli orduların gelip geçtiği bir yer olmuştur. Afganistan’ın bu stratejik konumundan ilk faydalananlar eski İranlılar’dır. Milâttan önce 500’de İran Hükümdarı Dârâ’nın (I. Darius) orduları Afganistan’ı işgal ederek güneydeki İndus vadisine inmeye çalıştılar ve ülke, iki yüzyıla yakın İranlılar’ın hâkimiyetinde kaldı. Batıdan gelen Büyük İskender, İranlılar’ı yendikten sonra Afganistan’ı işgal etti ve Hindukuş dağlarını aşarak Soğdlar ülkesine kadar ulaştı (m.ö. 331). İskender İmparatorluğu’nun parçalanmasından sonra Selevkid Krallığı topraklarında kalan Afganistan’a daha sonra yine Yunan menşeli Baktriana Devleti hâkim oldu (m.ö. 187). Fakat bu hâkimiyetin kurulmasından bir asır sonra Hindistan’da gelişen Çandragupta Devleti, Baktriana ile amansız bir mücadeleye girişti. Uzun süre devam eden bu mücadele sonunda Baktriana Devleti zayıf düşerek bu arada kuzeyden gelen baskılara dayanamayıp yıkıldı (m.s. 50). Afganistan, 50-125 arasında kuzeyden gelen Sakalar’ın (İskitler), 125-480 arasında Türk oldukları tahmin edilen Kuşanlar’ın hâkimiyetleri altında kaldı. 480’den sonra ise Afganistan’a Ak Hunlar olarak bilinen Halaç Türkleri gelip yerleştiler ve bir asır kadar devam eden bir devlet kurdular.
2. İslâmî Devir. İslâmiyet’in Afganistan’a ulaşması Halife Hz. Osman veya Muâviye devrinde, Basra valisinin Abdurrahman b. Semüre’yi bölgeye göndermesiyle başladı. Araplar’ın bu memlekette uzun zaman kalmamalarına rağmen İslâmiyet hızla yayılmaya devam etti. Bundan sonra Afganistan’da herhangi büyük bir kuvvetin hâkimiyet kuramadığı, halkın “şah” unvanı verilen kabile reisleri tarafından idare edildiği görülmektedir. Bu durum İran’da kurulan Sâmânî Devleti’nin IX. yüzyılın ikinci yarısında Afganistan’ın büyük bir kısmını işgal etmesine kadar devam etti. X. yüzyılın sonlarına doğru Sâmânî Devleti’nin zayıflaması üzerine ordunun büyük kısmını teşkil eden Türkler, Sebük Tegin önderliğinde, Gazne şehri merkez olmak üzere Gazneli Devleti’ni kurdular. Bilhassa Gazneli Mahmud zamanında (998-1030) müslüman Türk unsur Afganistan’a iyice yerleşti. Afganistan’daki Gazneli hâkimiyeti, Sultan Mesud’un (1030-1041) 1040’ta Selçuklular’a yenilmesiyle son buldu. Bunlardan sonra başlayan Selçuklu hâkimiyeti, ülkenin güneydoğusundan Hindistan’a doğru uzanan sahada yer alan Gurlular tarafından zaman zaman tehdit edilmekle beraber, XII. yüzyılın ortasına kadar devam etti. Son Selçuklu hükümdarı Sultan Sencer’in ölümünden (552/1157) sonra Gurlular Afganistan’ı kontrolleri altına almışlarsa da XII. yüzyılın sonlarına doğru Hârizmşahlar’a terketmek zorunda kaldılar. Gur Devleti’nin parçalanmasından sonra Afganistan Hârizmşah sultanı Alâeddin Muhammed tarafından işgal edildi. Alâeddin’in annesi Türkân Hatun yönetimindeki Hârizmşahlar bu devirde altın çağlarını yaşadılar; topraklarını doğuda Türkistan’a, batıda Irak’a kadar genişlettiler. Kısa bir süre sonra Moğollar bölgeyi istilâ ederek (1220) ülkeyi yüz elli yıl kadar ellerinde tuttular. Moğollar Timur tarafından yıkıldıktan sonra onun torunlarından Bâbür (1483-1530), Afganistan’da uzun zaman devam edecek yeni bir devlet kurmayı başardı. Bâbür’ün kurduğu devletin sınırları Hindistan içlerine kadar genişlemekle beraber devletin ağırlığını zamanla Hindistan’a kaydırması, kuzeyden Özbekler’in, kuzeybatıdan da Safevîler’in saldırmalarına ve ülkede huzursuzlukların baş göstermesine yol açtı; nitekim bu huzursuzluklar sebebiyle Afgan kabilelerinden Yusufzaylar güneye göç ederek Peşâver vadisine yerleştiler. Bunu, XVII. yüzyılın ortalarına doğru Abdâlî ve Galzay adlarını almış olan Halaçlar’ın dağlık bölgelerden inerek Kandehar ve Zemindâver’in daha verimli olan bölgeleri ile Tarnak ve Argandâb vadilerine yayılmaları takip etti. Bâbürlüler’de görülen zaafın XVIII. yüzyıl başlarında giderek artması, özellikle İranlılar ile Bâbürlüler arasında sık sık el değiştiren Batı Afganistan’da kuvvetli kabilelerin daha bağımsız davranmalarına sebep oldu. Öte yandan kabileler arasındaki rekabet, Galzaylar’ın Bâbürlüler’i, Abdâlîler’in de Safevîler’i desteklemeleriyle düşmanlık haline dönüşünce, Galzaylar’ın tam mânasıyla müstakil hareket etmeye başlamaları üzerine Abdâlîler de Herat’a hâkim oldular. 1709’da Vâiz Han’ın Kandehar’daki İran valisi Gurgın Han’a karşı giriştiği ayaklanma, Afganistan’da millî bir devletin uyanışının başlangıcı oldu. Bu olaydan cesaret alan Heratlılar da İranlılar’a karşı ayaklanarak bölgelerinde bağımsız bir yönetim kurmayı başardılar. Ancak başlangıçtaki bu hareketlerin başarısı uzun sürmedi. Nâdir Şah Kandehar ve Herat’ı tekrar ele geçirerek bütün Afganistan’ı yönetimi altına aldı (1738).
3. Millî Afgan Devleti. Afgan kabilelerine dayanarak ilk millî Afgan Devleti’ni kuran Ahmed Şah Dürrânî oldu. XVII. yüzyıl sonlarına doğru Herat civarına gelip yerleşen Abdâlîler’in Sadozay kolunun reisi olan Muhammed Zaman Han’ın oğlu Ahmed Şah, gösterdiği cesaret, zekâ ve kabiliyet ile kısa zamanda Afganistan’ı ele geçiren İran Hükümdarı Nâdir Şah’ın gözüne girerek Mâzenderan valisi tayin edildi. Nâdir Şah’ın seferlerinin çoğuna katılarak kumandanlık tecrübesi edinen Ahmed Şah, 1747’de Nâdir Şah’ın öldürülmesinden sonra İran’ın içine düştüğü karışıklıktan faydalanarak Kandehar’ı ele geçirdi ve orada Abdâlî reisleri tarafından hükümdar ilân edildi. Bu arada kendisine biat eden kabile reislerinin aldığı bir kararla “inciler incisi” mânasına gelen “dürr-i dürrân” unvanı verilen Ahmed Şah, Kâbil ve çevresini de devletine kattıktan sonra sırasıyla Galzaylar’ı, Özbekler’i, Tacikler’i ve diğer kabileleri idaresi altına alarak Afganistan’ın yegâne hâkimi oldu. Kurduğu devletin sınırlarını genişletmek amacında olan Ahmed Şah Dürrânî, 1748-1760 yılları arasında Hindistan’a yaptığı dört seferde Bâbürlüler’e karşı başarılar elde etti ve daha sonra da İran’a karşı giriştiği fetih hareketleri ile Herat ve Meşhed’i ülkesine katmaya muvaffak oldu. Bu arada, İstanbul’a elçi gönderip Osmanlı Hükümdarı III. Mustafa’ya, birlikte hareket ederek İran Devleti’ni ortadan kaldırmayı teklif ettiyse de müsbet cevap alamadı. Ahmed Şah, Hindistan’da bir kuvvet haline gelen Sihler üzerine 1762 ve 1764’te iki sefer yaparak güney hudutlarını emniyet altına aldı.
Ahmed Şah’ın 1772’de ölümünden sonra yerine geçen oğlu Timur Şah zamanında (1772-1793), içte kabileler arasındaki çekişmeler hızlandı. Dışta ise Sihler’e karşı başarı sağlanamaması dolayısıyla Lahor elden çıktı (1775). Diğer taraftan Belûcîler’in daha müstakil hareket etmelerine göz yumuldu. Devletin başşehri Kâbil’e taşındı (1775). Timur Şah’ın ölümü üzerine (1793), yerine geçen oğlu Zaman Şah’ın yedi yılık iktidar döneminde iç karışıklıklar hânedanın yıkılmasına sebep olacak kadar büyüdü, ayrıca bu dönemde büyük toprak kayıpları da oldu. Zaman Şah’ın tutumu kardeşleri Mahmud ve Şücâülmülk’ün saltanat iddiasıyla isyan etmelerine ve daha önce babasını öldürttüğü Barakzaylar’ın (Muhammedzay) reisi Fetih Han’ın Mahmud ile birleşmesine sebep oldu; bu birleşik kuvvetlere mağlup olan Zaman Şah iktidardan uzaklaştırılarak yerine kardeşi Mahmud Şah geçti. Ancak Fetih Han’ın büyük kabile isyanlarını bastırmaya çalıştığı sırada Şücâülmülk Kâbil’i ele geçirip Mahmud Şah’ı hapsettirdi ve tahta çıktı. Fakat harekete geçen Fetih Han’ın önünde mağlûp olan Şücâülmülk Hindistan’a kaçıp hâkim durumdaki İngilizler’e sığınınca Mahmud Şah da ikinci defa tahta çıkma fırsatı buldu. Bu gelişmeler Barakzaylı Fetih Han ve kardeşlerinin büyük nüfuz kazanmalarına ve Mahmud Şah’ı tahakkümleri altına almalarına yol açtı. Mahmud Şah’ın rızasıyla Fetih Han’ın öldürülmesi (1818) üzerine, kardeşlerinden Dost Muhammed, Mahmud Şah’ın üzerine yürüdü ve onu bozguna uğratarak Sadozaylar’ın kontrolünde olan Herat’a kaçmak zorunda bıraktı (1819). Bu arada, daha önce İngilizler’e sığınmış olan Mahmud Şah’ın kardeşi Şücâülmülk, topladığı kuvvetlerle Kandehar’a hücum etti. Şücâülmülk’ü tekrar mağlûp eden Dost Muhammed, Kandehar’ı kardeşi Kühendil’e bırakarak kendisi Kâbil’de hükümdarlığını ilân etti (1819) ve böylece Afganistan’da hânedan değişmiş oldu. Bu iç karışıklıklar sırasında Sihler Peşâver’i ele geçirdiler. Kuzey Hindistan’daki eyaletlerin de elden çıkmasından sonra Dost Muhammed, Afgan Devleti’nin hükümdarı oldu. Ancak Ruslar’ın kışkırtması ile Herat’ı almaya kalkışan İran’ın saldırmasından çekinen İngilizler, 1839’da Sihler’le ittifak yaparak Afganistan’ı işgal ettiler. İngiliz işgalinin Afganistan üzerinde etkileri menfi oldu. Her ne kadar Dost Muhammed üç yıl içinde İngilizler’i ülkeden çıkardıysa da dağılan birliğin yeniden sağlanması yıllar aldı.
Dost Muhammed’in 1863’te ölümüyle oğulları arasında başlayan saltanat mücadelesi kanlı bir iç savaşa dönüşmüşse de, beş yıl sonra, büyük oğlu ve meşrû veliahdı Şîr Ali kardeşlerini yenerek tek başına tahta hâkim oldu (1868). Ancak Ruslar’ın Afganistan’a yaklaşma politikası takip etmeleri üzerine İngilizler ülkeyi 1878 sonlarında ikinci defa işgal ettiler. Bu duruma engel olamayan Şîr Ali Han kaçarak, Türkistan’ı işgal etmiş olan Ruslar’a sığındı ve orada öldü (1879). İngiliz işgalinin 1880’de sona ermesi üzerine, daha önce amcası Şîr Ali Han’a yenilip Türkistan’da Ruslar’a sığınmış olan Abdurrahman Han Afgan tahtına geçti (1880). Onun zamanında İngilizler’in bugünkü Güney Afganistan sınırını tesbit etmeleri ve Hayber Geçidi’nin Hindistan sınırları (şimdiki Pakistan) içinde bırakılması, pek çok Afganlı’nın anavatan dışında kalmasına yol açtı. İngiliz tekliflerini reddetmesi halinde ülkenin yeniden işgal edilmesinden korkan Abdurrahman Han, 12 Kasım 1893’te, “Durand Hattı” olarak bilinen antlaşmayı imzalamak mecburiyetinde kaldı ve bu parçalanma daha sonraları Afganistan’ın felâketine yol açan gelişmelerin başlangıcı oldu. Abdurrahman Han iç çekişmelerin ve dış istilâların altüst ettiği Afganistan’ı ve düşman kamplara bölünmüş olan Afgan halkını çok sert ve kanlı tedbirlerle kontrol altına aldıktan sonra, sağlığının bozulması sebebiyle, tahtını büyük oğlu Habîbullah Han’a bıraktı ve üç gün sonra da öldü (1901). Habîbullah Han ise, babasının döneminde sürgüne gönderilen birçok hânedan mensubunu geri çağırarak yeni görevlere tayin etti. Avrupa teknolojisi de Afganistan’da bu dönemde yayılmaya başladı.
19 Şubat 1919’da öldürülen Habîbullah Han’ın yerine, yenilik taraftarı bir kişi olan oğlu Emânullah Han geçti. Kayınpederi Mahmud Beg Tarzî’nin yardımı ile Afgan Devleti’nin iç teşkilâtını yeniden düzenleyen Emânullah Han, Afganistan’ın istiklâlinin tanınması çalışmalarına da girişti. Mahmud Beg Tarzî Afganistan’ı tanıtmak için Mahmud Velî Han başkanlığında bir heyeti Rusya ve Avrupa devletlerine göndermekle işe başladı. Emânullah Han’ın bu bağımsız siyaseti ve bilhassa Sovyet rejimi ile münasebetlerini geliştirmeye çalışması, İngilizler’le arasının açılmasına sebep oldu ve bu anlaşmazlık kısa zamanda savaşa dönüştüyse de çok geçmeden 8 Ağustos 1919’da Ravalpindi Antlaşması imzalanarak savaşa son verildi. Daha sonra Sovyetler Birliği ile 28 Şubat 1921’de bir antlaşma imzalandı, ertesi gün Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti ile yapılan 1 Mart 1921 tarihli antlaşmayla da Türkiye’den uzman öğretmen ve subay gönderme taahhüdü alındı. Emânullah Han’ın çıktığı Hindistan, Avrupa, Sovyetler Birliği ve Türkiye gezisinde (1927-1928) döndükten sonra, daha önce giriştiği sosyal reformlara hız vermesi halk arasında tepki ile karşılandı. Bu tepkiler bir süre sonra isyanlara dönüşünce sonuçta Emânullah Han ülkesini terketmek zorunda kaldı (1929).
Başşehir Kâbil’in isyancıların eline geçmesi üzerine, daha önce Emânullah Han tarafından Fransa’ya sürgüne gönderilmiş olan ordu kumandanı Nâdir Han ve kardeşleri derhal geri dönerek Peşâver üzerinden Afganistan’a girdiler ve topladıkları kuvvetlerle kısa zamanda Kâbil’i kurtardılar (12 Ekim 1929). Bu başarı halk tarafından memnuniyetle karşılandı ve kabile reislerinin iştirak ettiği bir mecliste, hânedanın kurucusu Dost Muhammed Han’ın kardeşinin torunu olan Nâdir Han Afganistan hükümdarı ilân edildi (16 Ekim 1929). “Şah” unvanını alarak Afganistan tahtına çıkan Nâdir Han, halkın benimsemediği reformlardan mümkün olduğu kadar uzak kalıp din adamlarının da fikirlerini alarak İslâmî esaslara dayalı bir idare kurdu ve kısa sürede sükûneti temin etmeye muvaffak oldu. 31 Ekim 1931 tarihinde yürürlüğe giren anayasa, küçük ilâvelerle 1964 yılına kadar geçerliliğini korudu. Eğitim ve öğretime önem veren Nâdir Şah Afgan ordusunu da yeniden ve modern bir şekilde teşkilâtlandırdı. Mevcudu 40.000 civarında olan orduya devamlı subay yetiştirmek için askerî okullar ve akademiler açtı. Nâdir Şah ayrıca memleketin bütün bölgelerini başşehir Kâbil’e bağlayacak şekilde yol yapımına girişti. Kasım 1933’te şahsî bir düşmanı tarafından öldürülen Nâdir Şah’ın yerine, ülkede kargaşalık çıkmasına fırsat vermeyen kardeşlerinin desteğiyle, oğlu Zâhir Şah geçti. Zâhir Şah devrinde Afganistan’ın dış politikası tarafsızlıkla yürütülmeye çalışıldı. 1937’de Türkiye, İran ve Irak ile birlikte Sâdâbâd Paktı’na giren Afganistan, II. Dünya Savaşı’nda da bu tutumunu devam ettirdi. İngilizler’in Hindistan’dan çekilmesi üzerine, 1947’de Pakistan ve Hindistan adı altında iki ayrı devlet kuruldu; ancak daha önce Durand Hattı ile Hindistan’a bırakılmış olan Afganlar’la meskûn yerleri Afganistan’ın istemesi Pakistan ile ihtilâfa yol açtı. İngiltere’nin yeni silâhlar vererek Pakistan ordusunu modernize etme çabaları Afganistan’ı Sovyetler Birliği’ne yaklaşmaya sevketti. İki ülke arasında başlayan siyasî dostluk 1954-1961 arasında karşılıklı ziyaretlerle ve imzalanan ekonomik, kültürel anlaşmalarla takviye edildi. Yeni yollar, fabrikalar ve elektrik santralleri inşası ile Afganistan’da etkisini göstermeye başlayan Sovyetler Birliği’nin içteki taraftarları Başbakan Dâvud Han ile Dışişleri Bakanı Nâdir Han oldu.
Zâhir Şah ülkede gittikçe artmakta olan Sovyet nüfuzunu önlemek için Dâvud Han’ı başbakanlıktan azledince, bu durum birtakım yeni gelişmelere yol açtı. Sovyetler, Dâvud Han’ı destekleyerek 1973’te Zâhir Şah’ı kansız bir darbe ile devirmeyi başardılar ve arkasından, kendi ülkelerindeki okullarda yetişmiş olan sivil ve askerî personeli devletin önemli idarî kadrolarına yerleştirmeye ve Afganistan’ı hızla kontrolleri altına almaya başladılar. Bu durum karşısında Dâvud Han, ülkesinin Sovyet hâkimiyetine girmekte olduğunu anladı ve tedbir olarak, Muhammed Nur Terekî ile Babrak Karmal başta olmak üzere, önemli Marksist liderleri tutuklattı. Fakat geç alınan bu tedbir fayda yerine zarar getirdi ve Afgan ordusundaki Marksist subaylar, diğer subayları etkisiz bıraktıktan sonra kumandaları altındaki birliklerle başkanlık sarayını ele geçirerek bütün aile fertleriyle birlikte Dâvud Han’ı öldürdüler ve Muhammed Nur Terekî’yi devlet başkanı yaptılar. Aynı zamanda başbakanlık vazifesini de üzerine alan Terekî’nin ilk işi, üyelerinin çoğunluğunu Sovyet taraftarlarının teşkil ettiği yeni Afgan hükümetini ilân etmek oldu (Nisan 1978).
Terekî’nin Afganistan’da kurmak istediği Sovyet taraftarı iktidar ülkede büyük tepkilere yol açtı ve halkın silâhlanıp direnişe geçmesine sebep oldu. Terekî’nin sert tutumuna, Hafîzullah Emin ve taraftarları başta olmak üzere bazı çalışma arkadaşları karşı çıktılar ve Eylül 1979 başlarında Terekî’yi devirmeyi başardılar; böylece Hafîzullah Emin Sovyetler’in arzusu hilâfına, Afganistan’daki Marksist rejimin başına geçmiş oldu. Bunun üzerine Sovyetler, doğrudan askerî müdahalede bulunarak Hafîzullah Emin’i öldürdüler ve yerine Babrak Karmal’ı geçirdiler. Bu müdahaleye karşı halkın mukavemete başlaması üzerine Karmal ve iktidarını korumak amacıyla ordu göndererek ülkeyi milletlerarası hukuka aykırı şekilde işgal ettiler. Ancak bu işgal üzerine halkın direnişi, Sovyetler’le birleşen hükümet kuvvetlerine karşı bir iç savaşa dönüştü. Hizb-i İslâmî adı altında birleşen mücahidlere karşı Sovyet ve Afgan hükümet kuvvetlerinin başarı kazanamamaları üzerine, 1986’da Sovyetler hükümete yine müdahale ederek Babrak Karmal’ı görevden uzaklaştırdılar ve yerine Muhammed Necîbullah’ı geçirdiler.
III. EĞİTİM ve KÜLTÜR
1. Edebiyat ve Sanat. Afganistan’da dil ve edebiyat, komşu dil ve edebiyatların etkisi altında gelişme göstermiştir. Peştu dili ve edebiyatı üzerinde Hintçe’nin, Derî dili üzerinde ise Farsça’nın etkisi büyüktür. Ülkenin kuzey bölgelerinde konuşulan çok sayıda mahallî dil üzerinde de Orta Asya dilleri ve kültürlerinin etkisi görülür. Birkaç farklı lehçesi bulunan Peştu dilinde yazılmış çok sayıda edebî ve dinî kitap vardır. XVI. yüzyıla kadar bir geçmişe sahip bulunan Peştu edebiyatının en önemli eserleri Âhund Derveze’nin Maḫzen-i Peştu ve Maḫzen-i İslâm adlı eserleriyle Efdal Han Hatak’ın Târîḫ-i Muraṣṣaʿ adlı kitabıdır. Afganistan’ın yetiştirdiği büyük edip ve şairler arasında, devletin kurucusu olan Ahmed Şah Dürrânî ile oğlu Timur Şah ve Şah Şûca’ sayılabilir. Bu hükümdarların birer Farsça divanı vardır. XIX. yüzyıl Kandehar valilerinden olan Mihridil Han da büyük bir şair olduğu gibi etrafına topladığı şair ve ediplerle Edebistân-ı Kandehar adı altında yeni bir edebiyat ve şiir ekolü kurarak Afgan edebiyatında bir çığır açmıştır. Edebistân-ı Kandehar ekolünden yetişen edebiyatçıların en meşhuru Gulâm Muhammed Han Tarzî’dir. Emîr Abdurrahman Han ile arasının açılması üzerine Türkiye’ye yerleşen Gulâm Muhammed Han Tarzî’nin Türkiye’de yetişip öğrenim gören oğlu Mahmud Beg Tarzî (ö. 1933), Afgan edebiyatında yeni bir çığır açmıştır. Devrin diğer tanınmış şairleri ise Abdülgafur Nedim (ö. 1926), Abdülgafur Müstağnî (ö. 1933), Abdürresul Han (ö. 1934) ve Abdullah Kārî’dir (ö. 1943).
XX. yüzyılın başlarında görülmeye başlayan gazetecilik alanında Sirâcü’l-aḫbâr, Emîn-i Afġān, Enîs ve Iṣlâḥ gibi gazetelerin adlarını anmak gerekir. 1978’deki Marksist hükümet darbesinden sonra radyo, televizyon ve gazetecilik alanlarındaki yayınlar Sovyet işgal güçlerinin ve komünist yönetimin etkisine girmiştir.
Farklı etnik gruplara mensup kitlelerin yaşadığı Afganistan’da zengin bir müzik kültürünün varlığı gözlenmektedir. Ülkede dil ve kültürleri az çok farklı halkların yaşamaları ve kendilerine has müzik kültürlerine sahip bulunmaları, Afgan müziğinin karma ve zengin bir yapıda olmasını sağlamıştır. Çeşitli nefesli, vurmalı ve yaylı müzik araçları Hint, İran ve Orta Asya kültürlerinin etkisini yansıtır. Komşu ülkelerin ve kültürlerin tesiri, edebiyat ve dil alanında olduğu gibi müzik alanında da görülmektedir.
Afganistan’daki zengin tarihî ve mimari eserler, ülkenin kültür mirasını yaşatan önemli yapılardır. Milâttan önce üç bin yıllarına kadar giden tarihî eserler Helenistik döneme aittir. Ülkenin çeşitli yerlerinde Budist tapınaklarına rastlanır. Ortaçağ’dan kalan çeşitli kaleler, camiler, türbeler ve zâviyelerin dışında özellikle Gazneliler’den kalma çok sayıda dinî eser vardır. Cam Minaresi (XII. yüzyıl), Herat yakınlarında Kilise Camii (XIII-XIV. yüzyıl). Herat Camii (XV. yüzyıl), Gevher Şah Türbesi, Belh’te Hoca Ebû Nâsır Paşa Camii ve Türbesi (XV. yüzyıl) bu dönemden kalan önemli eserlerdir. Ülkenin kuzeyinde Mezârışerif şehrinde bulunan Mezârışerif Camii (XV-XVII. yüzyıl) ile Gazne’de bulunan Gazneli Mahmud’un diktirdiği zafer âbidesi, İslâm sanatının en güzel örneklerindendir. Herat mektebi tarafından temsil edilen Ortaçağ’daki güzel sanatlardan halı, seramik ve el sanatlarının örnekleri günümüze kadar intikal etmiştir. Modern dönemde, bilhassa ülkenin başşehri Kâbil’de inşa edilen Kâbil Üniversitesi kompleksi, bir otel ve havaalanı, belli başlı mimari yapılar olarak anılmağa değer.
2. Eğitim ve Öğretim. Afganistan, ilim ve kültür faaliyetleri bakımından bugün sesini fazla duyurabilen bir ülke değilse de tarihte İslâm dünyasının önemli ilim ve kültür merkezlerinin gelişmesine sahne olmuştur. Gazneliler zamanında Gazne, Timurlular zamanında Herat şehirleri, dönemin çok sayıda ilim adamı yetiştiren en önemli ilim ve kültür merkezleri idiler. Savaşçılığının yanı sıra ilim, edebiyat ve kültüre verdiği önemle de dikkati çeken Gazneli Mahmud’un sarayında büyük matematikçi, coğrafyacı, filozof, astronom ve edipler yetişmiştir. Bunlardan Bîrûnî, Beyhakī, Utbî ve Firdevsî en meşhur olanlardır. İran edebiyatının Unsurî, Ferruhî, Ascedî, Cezâirî gibi tanınmış şairleri de ondan büyük himaye ve yardım görmüşlerdir.
İktisâdî ve sosyal bakımdan az gelişmiş bir ülke olan Afganistan’da eğitim ve öğretim kurumları yeterli seviyeye ulaşamamıştır. Nüfusun büyük çoğunluğunun kırsal kesimde yaşadığı ülkede okuma yazma oranı çok düşüktür. Kırsal alanlarda geleneksel öğretim ve eğitim kurumu olarak cami ve medreselerin yanında tarikatların etkisi büyüktür. Dinî ilimler alanında eğitim ve öğretim yapılan bu kültür ve eğitim kurumlarının bir kısmı devletin denetiminde, bir kısmı ise özel olarak faaliyet göstermektedir. İlk öğrenim dışında orta ve yüksek öğrenimin de parasız olduğu Afganistan’da modern anlamda ilk lise, ancak 1903 yılında açılabilmiştir. Modern eğitim kurumlarının gelişmesi, 1921 yılında Eğitim Bakanlığı’nın kurulması ve dışarıdan alınan yardımlarla başlamıştır. 1920’lerden itibaren Türkiye’den getirilen pek çok Türk eğitimcisinin okulların kurulmasında ve geliştirilmesinde büyük hizmetleri olmuştur. Önceleri Batı’nın ve özellikle İngiltere’nin, II. Dünya Savaşı’ndan sonra da Sovyetler Birliği’nin nüfuzu altına giren ülkede eğitim sistemi bu durumdan en çok etkilenen alan olmuştur. Meslekî, teknik ve genel nitelikli öğrenim veren orta öğretim kurumları ülke kalkınmasında önemli bir rol oynamıştır. Yüksek öğretim kurumları sadece ülkenin Kâbil, Kandehar ve Herat gibi büyük şehirlerinde toplanmıştır. On üç fakülteyi ve çeşitli ilmî araştırma ve inceleme kurumlarını bünyesinde toplayan ve ülkenin ilk üniversitesi olan Kâbil Üniversitesi (1932) ile Celâlâbâd Üniversitesi (1963) ülkenin en önemli yüksek öğretim kurumlarıdır. Afganistan’da gerçekleştirilen ilmî yayınların çoğu Kâbil Üniversitesi tarafından yapılmaktadır. 1920 yılında kurulan Kâbil Halk Kütüphanesi, Afganistan’ın en önemli ve en zengin kütüphanesidir. Önemli tarih ve sanat eserlerinin, yazmaların, minyatür ve benzeri çalışmaların sergilendiği Kâbil Tarih ve Etnografya Müzesi, başlıca kültür kurumları arasında yer almaktadır.
BİBLİYOGRAFYA
V. Eyre, The Military Operations at Kabul, London 1843.
J. P. Ferrier, History of the Afghans, London 1858.
H. W. Bellew, Journal of a Political Mission to Afghansitan in 1857, London 1862.
H. H. Durand, Causes of the First Afghan War, London 1879.
The Cambridge History of India, Cambridge 1929-37, IV-V, tür.yer.
S. İ. Ali Shah, Modern Afghanistan, London 1938.
Zeki Velidi Togan, Bugünkü Türkili Türkistan ve Yakın Tarihi, İstanbul 1942-47.
Bayur, Hindistan Tarihi, III, tür.yer.
W. K. Fraser-Tytler, Afghanistan A Study of Political Developments in Central Asia, London 1950.
L. Lockhart, The Fall of the Safavid Dynasty and the Afghan Occupation of Persia, Cambridge 1958, tür.yer.
M. G. Pikulin, Razvitie ekonomiki kultury Afghanistana 1955-1960, Taşkent 1961.
C. E. Bosworth, The Ghaznevids, Their Empire in Afghanistan and Eeastern Iran 994-1040, Edinburgh 1963.
M. Anwar-Khan, England, Russia and Central Asia, Peşâver 1963.
V. Gregorian, The Emergence of Modern Afghanistan, Stanford 1969.
L. B. Poullada, Reform and Rebellion in Afghanistan 1919-1929, Ithaca 1973.
Harvey H. Smith, Area Handbook for Afghanistan, Washington 1973.
L. W. Adamec, Afghanistan’s Foreign Affairs to the Mid-Twentieth Century, Tucson 1974.
a.mlf., Afghanistan 1900-1923, Los Angles 1976.
Anthony Hyman, Afghanistan under Soviet Domination 1964-1983, London 1984.
The Middle East and North Africa 1984-1985, London 1984, I, 219-239.
Mehmet Saray, Türk-Afgan Münasebetleri, İstanbul 1984.
Muslim Peoples, s. 822.
Muhammed Abdülkādir Ahmed, el-Müslimûn fî Afġānistân, Peşâver 1404/1984, s. 217-313.
T. Davletshin, “Soviet Cultural and Economic Penetration in Afghanistan”, Bulletin: Institute for the Study of the USSR, Münih 1962.
N. Snider, “Mosque education in Afghanistan”, The Muslim World, LVIII/1, New York 1968, s. 24-35.
M. Longworth Dames – Abdülvehhâb Tarzî, “Efganistan”, İA, IV, 133-178.
V. Minorsky, “Nâdir”, İA, IX, 21-31.
“Afg̲h̲anistān”, EI2 (İng.), I, 221-233.
“Afġānistân”, UDMİ, II, 939-1013.
“Afg̲h̲ānistān”, GSE, II, 29-40.
“Afghanistan”, EIr., I, 486-566.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1988 yılında İstanbul’da basılan 1. cildinde, 401-408 numaralı sayfalarda yer almıştır.
IV. SOVYET İŞGALİ ve SONRASI
Sovyetler Birliği yanlısı olmakla birlikte ılımlı bir lider kişiliğiyle tanınan Dâvud Han’ın komünistler tarafından kanlı bir darbe ile devrilmesinden sonra Afganistan Demokratik Cumhuriyeti kuruldu (1978) ve Devrim Konseyi’nin başkanlığına, başbakanlığa ve Afganistan Demokratik Halk Partisi (Cem’iyet-i Demokratik-i Halk-ı Afganistan) genel sekreterliğine Nur Muhammed Terekî getirildi. Komünist liderlerden Hafîzullah Emin ile Babrak Karmal da başkan yardımcılıklarına tayin edildiler; ancak kısa zamanda aralarında bir iktidar mücadelesi başladı. Terekî, Babrak Karmal’ı Çekoslovakya’ya elçi olarak gönderirken güçlü komünistlerden Nur Muhammed Nur, Anahita Ratıbzad ve Muhammed Necîbullah’ı da değişik ülkelere elçi tayin etti. Komünist liderleri ülke dışına çıkaran Terekî, Sovyetler çizgisinde radikal reformlar yapmaya başlayınca geleneklerine ve dinî inançlarına bağlı Afgan halkının şiddetli tepkisiyle karşılaştı. Yönetime karşı başlayan halk ayaklanması kısa zamanda ülkeye yayılırken yurt dışında elçilik göreviyle bulunan ve birbirini ihanetle suçlama yarışına giren komünist liderler görevlerinden alınarak partiden ihraç edildiler. Bu olay komünistler arasındaki iktidar çatışmasını açıkça ortaya koydu. Büyükelçilik görevinden alınan Babrak Karmal Moskova’ya sığındı.
Sovyet yanlısı Afgan yönetimine karşı mücahidlerin organize ettikleri silâhlı halk hareketleriyle baş edemeyen Terekî, Hafîzullah Emin’i Mart 1979’da başbakanlığa getirdi. Ayaklanmaları durduramayan yönetim Moskova’dan silâh ve cephanenin yanı sıra askerî ve sivil görevli yardımı da aldı. Buna rağmen siyasî kargaşa durmadı ve Hafîzullah Emin’i CIA ajanlığıyla suçlayan Terekî’nin Moskova’dan dönerken Kâbil havaalanında vurulması (14 Eylül 1979) üzerine Hafîzullah Emin başa geçti.
Afganistan’ın yeni lideri Hafîzullah Emin, ülkedeki ayaklanmaları ve karışıklığı durdurmak için Amerika Birleşik Devletleri ve Pakistan’dan yardım yolları aramaya teşebbüs edince Sovyetler’in ve komünistlerin harekete geçmesine sebep oldu. Siyasî ve sosyal karışıklıklar sürerken Sovyetler Birliği 24 Aralık 1979’da Kâbil’e asker indirerek ülkeyi işgale başladı. Üç gün sonra da Hafîzullah Emin öldürüldü ve radyodan Moskova’da bulunan Babrak Karmal’ın başbakanlığa, Devrim Konseyi başkanlığına ve Afganistan Demokratik Halk Partisi genel sekreterliğine getirildiği ilân edildi. 28 Aralıkta, Sovyetler’in 5 Aralık 1978 tarihli Dostluk, İyi Komşuluk ve İşbirliği Antlaşması’na istinaden Afganistan hükümetinin daveti üzerine bu ülkeye yardım için girdikleri açıklandı; oysa Sovyet birlikleri 24 Aralıkta Afganistan’a girerek fiilen bu ülkeyi işgal etmiş oldukları gibi 28 Aralıkta ülkede böyle bir davette bulunacak meşrû siyasî otorite de yoktu. Karmal 1 Ocak 1980’de Moskova’dan Afganistan’a döndü ve yönetimin başına geçti.
Afganistan’ın Sovyetler Birliği tarafından işgal edilmesi milletlerarası camiada büyük yankı uyandırdı. Sovyet yöneticilerin Afganistan hükümetinin daveti üzerine yardım için bu ülkeye girdiklerini açıklamalarını kimse ciddiye almadı ve işgalden dolayı Sovyetler Birliği çok sert eleştirilere muhatap oldu. İşgalle birlikte Babrak Karmal tarafından kurulan komünist yönetim içte ve dışta büyük problemlerle karşı karşıya geldi. Gelir düşüklüğü, fakirlik, adaletsiz gelir dağılımı gibi sosyo-ekonomik problemlerin yanı sıra en önemli problem, yönetime karşı ayaklanarak silâha sarılan müslümanları etkisiz hale getirmekti. Karmal yönetimi mücahidlerle mücadelede başarılı olamadı. İşgalden hemen sonra Karmal ülkede güçlendiyse de Afganistan Demokratik Halk Partisi’nin Halk ve Perçem kanatları arasındaki iktidar mücadelesine ve mücahidlerle olan çatışmalara son veremedi. Hükümet ülkenin şehir merkezlerine hâkim olurken kırsal alanlar mücahidlerin hâkimiyetinde kaldı. Ordunun ve güvenlik güçlerinin büyük kısmı mücahidlerin saflarına geçince ülkede kamu düzenini sağlama işi Sovyet askerlerine kaldı. Afganistan’da komünist yönetime karşı savaşma imkânı bulamayan mücahidler ülkeyi terkedip mücadeleyi yurt dışından yönlendirdiler. Çoğu Pakistan ve İran’a göç eden milyonlarca Afganlı çok zor şartlarda hayatlarını sürdürmeye çalışırlarken Afgan yönetimine ve işgal güçlerine karşı yürütülen silâhlı mücadeleye de katıldılar. İslâm dünyasından ve bazı Batı ülkelerinden yardım gören mücahidler yönetime âdeta nefes aldırmadılar; yolları, askerî birlikleri, stratejik noktaları havaya uçurdular. Mücahidlerle mücadelede başarısız kalan yönetim, milletlerarası camiada da sık sık eleştirildi. İslâm Konferansı Teşkilâtı İslâmâbâd’daki olağan üstü toplantısında (1980) Sovyetler’in Afganistan’dan çekilmesini istedi ve Sovyetler Birliği’ni açıkça işgalci olarak ilân etti. Bu toplantıda Karmal yönetiminin tanınmaması ve Afganistan’ın İslâm Konferansı Teşkilâtı üyeliğinin askıya alınması da kararlaştırıldı. 1984 yılında ise Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Afganistan’dan yabancı askerlerin çekilmesi kararı aldı (2 Ocak), fakat Sovyetler Birliği bu kararın uygulamasına yanaşmadı.
Sovyetler Birliği’nin yeni lideri Mihail Gorbaçov, iktidara geldikten sonra Afganistan’ın kanayan bir yara olduğunu söyleyerek buradaki yenilgilerini kabul etmek zorunda kaldı ve mücadelede başarılı olamayan Babrak Karmal’ı gözden çıkardığını belli etti. 4 Mart 1986’da sağlık durumunun bozulduğu gerekçesiyle görevden ayrıldığı bildirilen Babrak Karmal’ın yerine, Afgan gizli istihbarat teşkilâtı başkanı Muhammed Necîbullah, Afganistan Demokratik Halk Partisi genel sekreterliğine ve Devrim Komuta Konseyi başkanlığına getirilirken Karmal, devlet başkanı olarak kaldı. Fakat Karmal, aralık ayında bu görevinden alınıp yerine Hacı Muhammed Çamkani getirildi.
İktidarı ele alan Necîbullah, Babrak Karmal’ın taraftarlarını iş başından uzaklaştırdı ve arkasından, ülkede işgalden bu yana devam eden iç savaşı durdurmak için tek taraflı ateşkes ilân etti; ancak mücahidler bunu reddettiler ve mücadeleyi sürdürdüler. Necîbullah, ateşkes çabalarının başarısızlığa uğraması üzerine rejimin İslâmî olduğunu söylemeye ve her konuşmasına besmele ile başlayıp sözlerini dinî motiflerle süslemeye gayret gösterdi. Yeni camiler inşa ettirdi ve din görevlilerine maaş bağlattı. Fakat komünist rejime müslüman halk nazarında meşruiyet kazandırmaya yönelik bu çalışmalar başarısızlıkla sonuçlandı. Eylül 1986’da yapılan Afganistan Demokratik Halk Partisi Kongresi’nde Karmal taraftarlarıyla Necîbullah taraftarları arasında kanlı kavgaların çıkması ve Karmal’ın yakınlarından Mahmud Beryali ile Anahita Ratıbzad’ın yaralanmaları, partinin yönetiminde bir iktidar mücadelesinin olduğunu ortaya koydu. Beryali ile Ratıbzad partiden ihraç edildiler ve Karmal da Mayıs 1987’de tedavi gerekçesiyle Sovyetler Birliği’ne gitti. Temmuz 1987’de devletin adı Afganistan Cumhuriyeti olarak değiştirildi.
Muhammed Necîbullah 1988 başlarında yönetimde bazı değişiklikler yaparak başbakanlığa ılımlı olarak bilinen Hasan Şark’ı getirdi. Öte yandan, Sovyet birliklerinin geri çekilmesine ve işgalden sonra ülkelerini terkedip Pakistan ve İran’a göç etmek zorunda kalan milyonlarca göçmenin ortaya çıkardığı Afganistan meselesine barışçı bir çözüm getirmek için, Birleşmiş Milletler genel sekreterinin özel temsilcisi Diego Cordovez tarafından Afganistan ve Pakistan arasında sürdürülen dolaylı görüşmeler olumlu şekilde sonuçlandı ve 14 Nisan 1988’de Cenevre Antlaşması imzalandı. Amerika Birleşik Devletleri ve Sovyetler Birliği’nin garantör olarak imza koydukları bu antlaşmaya göre, Sovyet birliklerinin Afganistan’dan çekilmeleri 1989 yılının ilk aylarında tamamlandı ve ülke, yurt dışında bulunan Afganlı göçmen ve mücahidlerin dönmelerinden sonra yeni bir siyasî yapıya kavuşmuş olacaktı.
Mücahid Teşekkülleri. Sovyetler Birliği fiilen Afganistan’a askerî müdahalede bulunmadan önce, Sovyet yanlısı yönetimle mücadele etmek için teşkilâtlanmaya başlayan müslüman halkın bir kısmını bünyesinde toplayan ilk mücahid grupları, Gülbeddin Hikmetyar’ın liderliğindeki Hizb-i İslâmî ile Burhâneddin Rabbânî’nin liderliğindeki Cem‘iyyet-i İslâmî’dir. İşgal öncesinde yönetime karşı mücadele veren mücahidler, işgalden sonra hem Sovyet işgal güçleriyle hem de işgalcilerin desteğindeki gayri İslâmî komünist yönetimle savaşmak zorunda kaldılar. Afgan halkı ülkede uygulanan politika ve şiddet eylemlerine karşı mücahidlerin yanında yer alarak onlarla birlikte savaşmaya başladı. Çeşitli şekilde teşkilâtlanan mücahidlerle halk, komünist yönetim ve işgal güçlerinin baskı ve zulmü karşısında ülkelerinden hicret ederek Pakistan ve İran’daki göçmen kamplarında zor şartlar altında hayatlarını sürdürmeye ve bağımsızlık için mücadele vermeye çalıştılar.
1978 yılından sonra askerî müdahaleye ve rejime karşı Afgan halkını teşkilâtlandıran çok sayıda grup kuruldu. Bunların en önemlileri şu anda Afgan Mücahidleri İslâm İttihadı (İttihâd-i İslâmî-i Afgan Mücâhidîn) adlı birliği oluşturan yedi teşkilâttır ve bunların ikisi dışında kalanlar 1978 yılından sonra kurulmuştur.
Hizb-i İslâmî. İşgalden önce kurulan ilk mücahid grubudur. Liderliğini Gülbeddin Hikmetyar’ın yaptığı, ülkedeki gençlerin büyük bölümünü bünyesinde toplamış bulunan bu teşkilât, mücahid gruplarının en güçlüsü kabul edilmektedir. Yaklaşık olarak kırk beş bin kişilik organize mücahid gücüne sahip bulunan Hizb-i İslâmî, bilhassa Paktiya, Kandehar, Logar, Gazne, Kunar, Nengrehar, Kunduz, Samangan, Mezârışerif ve Kâbil eyaletlerinde etkili olmaktadır.
Cem‘iyyet-i İslâmî. İşgalden önce kurulan ikinci teşkilâttır. Hizb-i İslâmî’den sonra en güçlü durumda bulunan bu grubun liderliğini tanınmış ilim adamlarından Prof. Burhâneddin Rabbânî yapmaktadır. Ülkenin her yerinde etkinliği olan Cem‘iyyet-i İslâmî yirmi beş bin kadar mücahide ve ayrıca altmış beş bin kişilik savaşcı bir güce sahip bulunmaktadır. Bedahşan, Tohar ve Herat eyaletlerinde daha güçlüdür.
İttihâd-ı İslâm-ı Afganistan. İşgalden sonra, 1982’de Babrak Karmal’ın hapisten çıkardığı Prof. Abdürresul Seyyaf tarafından kuruldu. Kâbil ve Paktiya eyaletlerinde daha faaldir ve gücü liderinin kişiliğinden gelmektedir. Az sayıda mücahidi bulunmasına rağmen gruplar arasında önemli bir yere sahiptir.
Hareket-i İnkılâb-ı İslâmî. Mevlevî Muhammed Nebî’nin liderliğini yaptığı bu teşkilât, ılımlı karakteriyle tanınmaktadır. Afganistan’ın daha çok güney ve doğu eyaletlerinde etkilidir ve savaşçı gücü on bin kişi kadardır.
Hizb-i İslâmî. Hikmetyar’ın liderliğindeki Hizb-i İslâmî’den bazı görüş farklılıkları sebebiyle ayrılan Yûnus Hâlis’in kurduğu bu ikinci Hizb-i İslâmî teşkilâtı beş bin kadar mücahide sahip olup Nengrehar, Kâbil ve Paktiya eyaletlerinde etkilidir.
Me’haz-ı Millî-i İslâmî. 1978’den sonra kurulan en önemli mücahid grubudur ve on bin kadar savaşçıya sahiptir. Lideri, halk arasında itibarlı bir yeri bulunan Geylânî ailesinden Seyyid Ahmed-i Geylânî’dir. Abdülkādir-i Geylânî’nin torunlarından olan Ahmed-i Geylânî’nin güçlü bir tarikat ailesinden gelmesi, teşkilâtın halk arasındaki nüfuzunu arttırmaktadır.
Cephe-i Necât-ı Millî. Sıbgatullah Müceddidî’nin liderliğindeki bu grup ılımlı karakterde olup on bin kişilik bir savaşçı gücüne sahiptir. Müceddidî bir süre Libya’da kalmış, Libya’nın yardımı ile Danimarka’da bir İslâm merkezi açarak başkanlığını yapmıştır. İşgalden sonra da Pakistan’a dönüp cihada katılmıştır.
Yukarıdaki yedi teşekkül Sünnî müslümanlara ait olup ayrıca, ülkedeki müslüman nüfus içerisinde azımsanmayacak bir nisbeti temsil eden Şiî müslümanların da Sovyet işgaline ve yönetime karşı mücadele vermek üzere teşkil ettikleri çeşitli gruplar bulunmaktadır. Özellikle Afganistan’ın orta kesimlerinde yaşayan Şiîler’in Seyyid Ali Bihiştî’nin liderliğindeki Şûrâ-yı İttifâk-ı İslâmî ve Şeyh Âsaf Muhsinî’nin liderliğindeki Hareket-i İnkılâb-ı İslâmî adlarını taşıyanlar önemlidir ve bunlar Peşâver’deki mücahid gruplarıyla birlikte hareket etmektedirler. Bu ikisinden başka İran’la yakın münasebeti olan Şarman-ı Nasr teşkilâtı da önemlidir.
Çeşitli gruplara dağılmış olan Afgan mücahidleri, işgalcilere ve komünist yönetime karşı daha etkili mücadele vermek için, 1982 yılında bütün teşekküllerin gayretiyle Afgan Mücahidleri İslâm İttihadı adıyla bir birlik oluşturdular. Fakat bu teşekküller kendi gruplarının feshine yanaşmadıkları için birlik kısa zaman sonra dağılmak zorunda kaldı. 1985 yılında ikinci bir anlaşma ile yine aynı adı taşıyan yeni bir birlik kuruldu ve başına ilk başkan olarak Abdürresul Seyyaf’ın yardımcısı Ahmed Şah getirildi. Varılan anlaşmaya göre başkanlığa, üç aylık sürelerle dönüşümlü olarak yedi mücahid grubunun temsilcileri geleceklerdi. Sovyet işgal birliklerine ve onların desteğiyle ayakta duran yönetime karşı mücadele veren yedi mücahid grubun birleşerek ortak hareket etmeleri, güçlerini arttırdığı gibi faaliyetlerin koordineli yürütülmesine de yardımcı oldu. Muhammed Necîbullah’ın uzlaşma tekliflerini reddeden Afgan Mücahitleri İslâm İttihadı, Sovyet birliklerinin Cenevre Antlaşması uyarınca 15 Mayıs 1988’de Afganistan’dan çekilmeye başlamalarından sonra Haziran 1988’de sürgünde bir hükümet kurup başkanlığına Ahmed Şah’ı getirdi.
15 Şubat 1989’da Sovyet birliklerinin Afganistan’dan tamamen çekilmeleri üzerine ortaya çıkan yeni durumu görüşmek amacıyla, Tahran yanlısı Şiî mücahid grupların katılmamalarına rağmen Sünnî mücahid teşkilâtların iştirakiyle Afgan Mücahidleri Danışma Meclisi Pakistan’ın Ravalpindi şehrinde toplandı. Şûra adı verilen bu meclis takip edilecek yeni stratejileri belirledi ve bütün grupların temsil edildikleri bir mücahid hükûmeti kurdu. Şûra, devlet başkanlığına Sıbgatullah Müceddidî’yi, başbakanlığa Abdürresul Seyyaf’ı ve dış işleri bakanlığına da Gülbeddin Hikmetyar’ı getirdi. Mücahidlerin kurdukları bu hükümeti Suudi Arabistan, Sudan ve Bahreyn tanıdı. Hikmetyar, XVIII. İslâm Ülkeleri Dış İşleri Bakanları Konferansı’nda (13-14 Mart, 1989 Riyad) mücahid hükümetini temsil etti.
BİBLİYOGRAFYA
Syed Shabbir Hussain v.dğr., Afghanistan under Soviet Occupation, Islamabad 1980, s. 176-205.
Tahir Amin, Afghanistan Crisis: Implications and Options for Muslim World, Iran and Pakistan, Islamabad 1982, s. 67-110.
Anthony Arnold, Afghanistan’s Two-Party Communism: Parcham and Khalq, California 1983, s. 79 vd.
Anthony Hyman, Afghanistan under Soviet Domination 1964-1983, London 1984, s. 75 vd.
Malcolm E. Yapp, “Afghanistan (History)”, The Far East and Australasia 1988, London 1987, s. 155-156.
Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1988 yılında İstanbul’da basılan 1. cildinde, 408-411 numaralı sayfalarda yer almıştır.