AKKÂ

Filistin’in batı kıyısında bulunan bir sahil şehri.

Müellif:

Bugün İsrail Devleti sınırları içinde yer alan Akkâ şehri, Hayfa koyunun (eskiden Akkâ koyu) kuzeyinde muhtemelen milâttan önce III. binyıl içinde kurulmuştur. Güneyinde bulunan Hayfa’ya 15 km. uzaklıktadır. 1982’de 139.100 kadar olan nüfusu, değişik din ve mezheplere mensup insanlardan oluşmaktadır.

Ahd-i Atîk’te Akkō adıyla geçen şehre eski Mısırlılar ‘kr, Grekler Ptolemais, Fransızlar Acre adını vermişlerdir. Akkâ Hz. Ömer zamanında 636’da Şürahbîl b. Hasene tarafından fethedildi. Daha sonra Bizanslılar’la yapılan savaşlar sırasında tahrip edildiyse de Halife Muâviye zamanında yeniden inşa edildi. Muâviye Suriye valisi iken (640), bölgede bulunan Bizans’tan kalma eski havuzları onartarak gemi inşasına uygun hale getirtti ve böylece Akkâ o devirde İskenderiye’den sonra gemi inşasına uygun ikinci büyük tersane oldu. Ayrıca Akkâ Limanı müslümanların Akdeniz’deki ilk deniz seferleri için donanma üssü olarak da kullanıldı. 649’da Kıbrıs’a, 654’te Rodos’a düzenlenen seferler Akkâ’dan başlatıldı. Emevîler devrinde önemli bir liman haline gelen şehirde Ahmed b. Tolun büyük dalgakıranlar yaptırttı. X. yüzyılın ortalarında İhşîdîler’in, 969’dan itibaren de Fâtımîler’in eline geçen şehir, Fâtımîler döneminde bölgede faaliyet göstermeye başlayan Türkmenler ve Selçuklular tarafından zorlandı. 1074’te Selçuklu emîrlerinden Şöklü burayı ele geçirdi. 1087’den sonra ise şehir yeniden Fâtımîler’in idaresine girdi.

Haçlı seferleri Akkâ’nın tarihinde yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bu önemli liman şehri 1104’te, I. Haçlı Seferi kumandanlarından Kudüs Haçlı Krallığı’nın kurucusu I. Baudouin (1100-1118) tarafından ele geçirilerek hıristiyanların hareket üssü haline getirildi. Bu dönemlerde sayısız çiftlikleri, büyük ve emniyetli limanı, kalabalık ve değişik menşeli halkı ile geniş bir şehir olarak tarif edilen ve bölgenin en büyük ticarî merkezi olan Akkâ, 9 Temmuz 1187’de Selâhaddîn-i Eyyûbî tarafından zaptedildi. Kudüs’ü geri alma yolunda hıristiyanlar için büyük bir engel teşkil eden stratejik öneme sahip Akkâ Kalesi III. Haçlı Seferi sırasında bir haçlı kuvveti tarafından kuşatıldı. Şiddetli çarpışmalar sonunda kaleyi müdafaa edenler teslim oldu ve şehir Henri de Champagne’in idaresine verildi (1191). Böylece uzun süre Filistin’deki Haçlı Krallığı’nın merkezi olan Akkâ, 1229’dan sonra büyük şövalye tarikatlarından bilhassa St. Jean şövalyelerinin karargâhı haline geldi ve bu sebeple St. Jean d’Acre adıyla anılmaya başladı. 1291’de Memlük Sultanı el-Melikü’l-Eşref Haçlılar’ın Filistin’deki hâkimiyetine son verince Akkâ’yı da zaptetti. Yavuz Sultan Selim zamanında Suriye ile birlikte Osmanlı topraklarına katılan Akkâ’da Kanûnî’nin izni ile Fransızlar bir ticaret merkezi kurdular.

Osmanlı hâkimiyetinde Akkâ, Safed livâsına bağlı bir nahiye merkezi idi. XVI. yüzyıl tahrir defterlerine göre Akkâ nahiyesi sınırları içinde altmış kadar köy bulunuyordu. Defterlerde Akkâ köy olarak kaydedilmiş olup bölgenin idarî ve adlî işlerine bakan kadı da burada oturuyordu. XVI. yüzyıl başlarında Akkâ’nın merkez nüfusu tahminen 115-120 kişiden ibaretti (, nr. 427, s. 110-111); XVI. yüzyılın ikinci yarısında ise 280-300 arasında değişmekteydi (, nr. 300, s. 234-235; nr. 1038, s. 95; nr. 559, s. 277-278). Bu yüzyılda, zaman zaman isyan eden bazı Arap aşiretlerinin hücumlarına mâruz kalmakla birlikte Akkâ Limanı önemini muhafaza ederek ticarî özelliğini korudu. Nitekim iskele geliri XVI. yüzyıl başında 500 akçe iken bu yüzyılın ikinci yarısında 2000 akçeye yükseldi. Ayrıca şehrin çevresinde özellikle pamuk ziraatı, bunun sonucu olarak da pamuk sanayii ve ticareti önem kazandı. Akkâ’dan elde edilen vergi gelirlerinin yarı hissesi önceleri Halîlürrahman Vakfı’na ait iken daha sonra Kudüs’teki Ribâtülmansur Vakfı’na aktarıldı. Bu devirlerde şehir kalesi mâmur durumda olup civarındaki bazı köylerin vergi gelirleri, kale burçları ile toplarının tamiri ve eksikliklerin giderilmesi şartı ile kale muhafızlarına tahsis edilmişti.

XVII. yüzyılın ikinci yarısında şehre gelen Evliya Çelebi’ye göre, Safed sancağına bağlı olan Akkâ’da nâib, muhtesip, gümrük emini, kale muhafızları mevcuttu ve halkının çoğunluğunu gemicilerle tüccarlar oluşturuyordu. Şehrin asıl surları harap haldeydi ve kale muhafızları şehrin güney tarafında Lala Mustafa Paşa’nın yaptırdığı küçük bir kalede bulunuyordu. Kalenin içinde bir cami, zahire ambarı, limana dönük toplar vardı. Dış tarafında ise 1000 kadar ev mevcuttu. İskele başında Sinan Paşa’nın yaptırdığı mükemmel bir balyos hanı yer alıyor ve burada yedi devletin balyosu oturuyordu. Hanın hemen yanında da Sinan Paşa Camii bulunuyordu.

XVIII. yüzyıla kadar küçük bir kasaba halinde kalan şehir bu tarihten itibaren canlılık kazandı ve asrın ikinci yarısında bölgenin merkezi durumuna geldi. 1750’lerden beri bölgede faaliyet gösteren ve Osmanlılar’a isyan eden Zâhir el-Ömer, Akkâ’yı ele geçirip kendisine merkez yaptı. Harap durumdaki surlarını tamir ettirdi; şehri iskâna açarak ticareti canlandırmaya ve geliştirmeye çalıştı. Bu dönemde Akkâ’nın ticarî önemi daha da arttı; hatta Fransızlar burada yeni ticaret kolonileri kurmaya başladılar. Bu sırada Zâhir el-Ömer İsyanı’nı bastırmak isteyen Osmanlı Devleti Cezayirli Hasan Paşa’yı Akkâ üzerine gönderdi. Şehir 1775’te tekrar Osmanlılar’ın eline geçti ve buranın muhafızlığı Cezzâr Ahmed Paşa’ya verildi. Daha sonra Sayda ve Şam valisi olan Cezzâr Ahmed Paşa Akkâ’yı merkez yaparak rakiplerine karşı mevkiini kuvvetlendirdi. Bu sıralarda Mısır’a asker çıkaran Napolyon Bonapart Akkâ’yı kuşattı ise de (18 Mart 1799) başarısızlığa uğrayarak geri çekildi. Bundan sonra Cezzâr Ahmed Paşa’nın idaresindeki Akkâ yeniden inşa edildi ve büyük bir gelişme kaydetti. 1804’te burada vefat eden Cezzâr Ahmed Paşa’nın şehirde bir camisi, medresesi, çarşısı, birçok çeşme ve sebili bulunmaktadır.

Akkâ 1832’de, askerleriyle birlikte Suriye ve Anadolu’ya yürüyen Mısır Valisi Mehmed Ali Paşa’nın oğlu İbrâhim Paşa tarafından kuşatıldı. Şehir, altı ay süren bu kuşatma sonunda harap bir halde Osmanlı muhafızlarından teslim alındı. Mısır meselesiyle ilgili olarak 15 Temmuz 1840’ta yapılan Londra Kongresi’nde kaydıhayat şartı ile Mehmed Ali Paşa’ya teklif edilen Suriye şehirleri arasında Akkâ da yer alıyordu. Ancak anlaşma şartları kabul edilmeyince, İngiltere ve Avusturyalılar’ın yardımı ile Suriye sahilleri abluka altına alındı; Sur ve Sayda şehirlerinden sonra Mehmed Ali Paşa’nınbu bölgedeki son dayanak noktası olan Akkâ yeniden Osmanlı hâkimiyetine girdi. Bundan sonra bir sürgün yeri ve hapishane olarak şöhret kazandı.

1888’de idarî taksimat açısından vilâyet haline getirilen Beyrut’a bağlanan beş mutasarrıflıktan biri de Akkâ oldu. Burada I. Dünya Savaşı’ndan önce Hayfa-Akkâ demiryolu hattı kuruldu. Akkâ 1918’de İngilizler tarafından işgal edildi. II. Dünya Savaşı’ndan sonra ise bu bölge ile ilgili olarak Birleşmiş Milletler Komisyonu tarafından yeni bir plan ortaya atıldı (29 Kasım 1947). Ancak Mayıs 1948’de İngiliz himayesi sona erdiği sırada İsrail kuvvetleri şehri işgal ettiler.

Akkâ’da küçük el sanatları ve metalürji, dokuma, gıda endüstrileri gelişmiştir. Ayrıca turistik önemi de son yıllarda artmıştır.


BİBLİYOGRAFYA

, nr. 300, s. 234-235; nr. 427, s. 110-111; nr. 559, s. 277-278; nr. 1038, s. 95.

, s. 124-125.

, III, 162-163.

İbn Cübeyr, er-Riḥle, Beyrut 1384/1964, s. 276-277.

, III, 105-117.

Fr. Charles-Roux, Les Échelles de Syrie et de Palestine au XVIIIe siècle, Paris 1928, s. 133.

U. Heyd, Ottoman Documents on Palestine 1552-1615, Oxford 1960, s. 42, 60, 81-82, 84, 111, 129.

Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları Tarihi, Ankara 1983, s. 51-54, 133-134.

Ramazan Şeşen, Salâhaddîn Devrinde Eyyûbîler Devleti, İstanbul 1983, s. 76-95.

M. C. Şahabeddin Tekindağ, “Yeni Kaynak ve Vesîkalar Işığı Altında Bonaparte’in Akkâ Muhâsarası”, , sy. 20 (1965), s. 1-20.

H. Rhode, “The Geography of the Sixteenth Century Sancak of Safad”, , X (1987), s. 179-218.

, III, 290-306.

Cedric Norman Johns, “Acre”, , I, 102-103.

F. Buhl, “Akkâ”, , I, 250-251.

a.mlf., “ʿAkkā”, , I, 341.

Feridun Emecen, “Zâhir Ömer”, , XIII, 455-456.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1989 yılında İstanbul’da basılan 2. cildinde, 265-267 numaralı sayfalarda yer almıştır.