AKRABA

Kişiye nesep bakımından yakın olan kimseler.

Müellif:

Arapça’da “yakın” anlamına gelen karîb kelimesi, bu genel mânası yanında, özellikle “biriyle aynı soydan olan kimse”yi de ifade etmekte olup bunun çoğulu olan akribâ’ Türkçe’de akraba şeklinde ve daha geniş anlamda kullanılmaktadır.

Arapça’da “akrabalık” mânasına isim olarak kullanılan karâbe, kurbe veya kurbâ masdarlarıyla yapılan zü’l-karâbe, zü’l-kurbâ (çoğulu zevü’l-kurbâ) vb. terkipler de “akraba” mânasına gelmekte olup Kur’ân-ı Kerîm’de akrabayı ifade etmek üzere daha çok zü’l-kurbâ (bk. el-Bakara 2/83, 177; en-Nahl 16/90 vb.), ülü’l-kurbâ (bk. en-Nisâ 4/8) ve el-akrabûn (bk. el-Bakara 2/180, 215; en-Nisâ 4/7, 33) gibi tabirler zikredilmektedir. Bunun gibi, nesebe dayalı kan hısımlığını ifade eden rahm, rihm veya rahim (çoğulu erhâm) kelimeleriyle yapılan ülü’l-erhâm (bk. el-Enfâl 8/75; el-Ahzâb 33/6), zevü’l-erhâm (tekili zü’r-rahim) terkipleri de “akraba” mânasınadır. Ancak zevü’l-erhâm bu genel mânası yanında miras hukukunda ashâbü’l-ferâiz ve asabe olmayan akrabayı da ifade etmektedir. Kendisiyle evlenilmesi ebediyen haram olan akrabaya zû rahim mahrem (muharrem), diğerlerine de zû rahim gayru mahrem (Türkçe’de nâmahrem), kişinin neslinden geldiği baba, dede, ana, nine… gibi yakınlarına usûl, onun neslini sürdüren oğul, kız ve bunların çocuklarına da fürû denir. Bununla birlikte ana, baba ve çocuklar için örfen akraba tabiri kullanılmaz. Kan akrabalığından ayrı olarak evlilikten doğan akrabalık karâbetü’l-müsâhere, süt akrabalığı da karâbetü’r-radâ‘ ile ifade edilir. Ayrıca âl, ehl ve aşiret kelimeleri de Arapça’da “akraba” mânasına gelmektedir.

Akrabalık bu vasfı taşıyanlara karşılıklı birtakım hak ve vazifeler yükler. Bu durum, ahlâkî vazifeleri de içine alacak şekilde “akrabalık hukuku” tabiriyle ifade edilir. Kur’ân-ı Kerîm ve hadislerde akrabalık bağlarının karşılıklı ziyaret, haberleşme, maddî ve mânevî yardımlaşma gibi çeşitli yollarla korunması ve güçlendirilmesi üzerinde hassasiyetle durulur. Akraba arasındaki bu ilişkiye dinî-ahlâkî bir tabir olarak sıla-i rahim denir. Bir âyette, “Kendisi adına birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık -bağlarını koparmak-tan sakının” (en-Nisâ 4/1) buyrulur. Hz. Peygamber de, “Allah’a ve âhiret gününe iman eden kimse misafirine ikram etsin; Allah’a ve âhiret gününe iman eden sıla-i rahimde bulunsun” (Buhârî, “Edeb”, 31, 85) hadisi ile bunun önemine işaret etmiştir. Bu bakımdan akraba ile bağları ve münasebetleri kesmek bütün fakihlere göre haram kabul edilmiştir. Diğer taraftan İslâm, akrabalığı yalnız kan bağıyla sınırlamamış, evlilik ve süt emzirmeyi de birtakım dinî ve hukukî sonuçlar doğuracak şekilde akrabalık bağı oluşturan unsurlar kabul etmiştir.

Dinî yönden akrabalık bağı ölünün yıkanması, namazının kıldırılması ve defni konusunda bir öncelik sebebidir. Zekâtın ödenmesi konusunda da nafakası zekât mükellefine ait olan akraba ile diğerleri farklı hükümlere tâbidirler (bk. ZEKÂT). Kendisiyle evlenilmesi ebediyen haram olan kadın akrabanın yüzüne, saçlarına, boyun ve gerdanına, dirsekten aşağı kollarına ve bacağının dizden aşağı kısmına bakmak veya dokunmak dinen câiz olduğu gibi bunlarla halvet de câizdir. Ancak herhangi bir şehvet duygusunun söz konusu olması halinde bu davranışlar haram sayılır.

Akrabalık hukuku kendisini en çok medenî hukuk alanında gösterir. Şahsın hukuku alanında hukukî temsil çeşitlerinden velâyet ve vesâyet, öncelik bakımından akraba arasında farklılık olmakla birlikte, akrabalığın ortaya çıkardığı haklardandır. Vakfiyelerde geçen “akraba” tabiri hem vakıf yapıldığı sırada hayatta olan hem de gelecek nesillerdeki yakınları içine alır. Bu ifade mutlak olarak zikredildiği takdirde din farkı gözetilmez. Akrabalık bağı, âzat imkânı sağlaması dolayısıyla kölelik konusunda da bazı özel hükümler ortaya çıkarır (bk. KÖLE). Aile hukuku alanında akrabalık bağı evlenme mânilerinin en başta gelenidir. Akraba ile evlenme yasağı kan hısımları, evlilik hısımları ve süt hısımlarını kapsamakla birlikte, yasak sınırları kişiye ve akrabalık nevine bağlı olarak farklılık arzeder (bk. MUHARREMÂT; RAD‘; SIHRİYET). Aile hukuku alanında akrabalık bağının doğurduğu diğer başlıca hak ve vazifeler de nafaka ve hidâne konusundadır. Temelde akrabalık bağına dayanan miras hukuku alanında da hısımlar ashâbü’l-ferâiz, asabe ve zevi’l-erhâm şeklinde sınıflandırılırlar. İslâm’a göre akrabalığın daha çok erkek unsura dayandığı ve dolayısıyla ana bir kardeşlerin aileden sayılmadıkları gibi mirasta da hak sahibi olmadıkları şeklinde bazı müelliflerce (bk. , IV, 595-596) ileri sürülen iddianın gerçekle ilgisi yoktur. İslâm miras hukukunda, ana bir kardeşler mirasta payları belirlenen ashâbü’l-ferâizden sayılırlar. Hatta burada kız ve erkek kardeşler arasında fark olmayıp bunlar mirasta eşit hak sahibidirler. Ancak derece bakımından kendilerinden önce başka mirasçıların bulunması halinde, ana baba bir veya baba bir kardeşlerde olduğu gibi onların da mirastan mahrum kalmaları söz konusudur. Diğer taraftan, mirasçı olmayan akrabaya vasiyet yapılabilirken mirasçıya yapılan vasiyet ancak diğer mirasçıların rızasıyla geçerlilik kazanabilir. Borçlar hukuku alanında da kişinin fürûu dışında kalan akrabasına yaptığı hibeden teslimden sonra dönemeyeceği hususunda İslâm hukukçuları görüş birliği içindedirler. Fürûa yapılan hibeden dönüş konusunda ise farklı görüşler mevcuttur.

Usul hukukuna gelince, bir hâkim kendi davasına olduğu gibi usulü, fürûu ve karısının davasına da bakamaz. Ayrıca usul ve fürûun, karı ve kocanın birbirleri lehine şahitlikleri de geçerli değildir. Ceza hukuku alanında akrabalık, İslâm hukukçuları arasında bazı görüş ayrılıkları bulunmakla birlikte, bazı cezaların ağırlaştırılması, bazılarının da hafifletilmesi veya kaldırılmasının sebebidir (bk. HIRSIZLIK; KAZF; KISAS; ZİNA). Diğer taraftan, şibh-i amd veya hata yoluyla öldürme ve yaralama suçlarında diyetin ödenmesine suçlunun âkılesini oluşturan akrabası da iştirak eder. Bu konuda suçlunun erkek veya kadın olmasında fark yoktur. Bir kadının mirası çocuklarına ve kocasına kaldığı halde söz konusu suçları işlediğinde diyet borcunun kendi erkek akrabasına yüklendiğini ileri sürerek bundan İslâm’a göre akrabalık konusunda erkek unsurun daha ağır bastığı sonucunu çıkarmak da (bk. a.y.) yanlış bir değerlendirmedir. Kadının mirasında en büyük pay sahibi olan erkek çocukları onun diyetini ödeyen âkılesinin başında geldikleri gibi, buna iştirak eden diğer erkek akrabası da mirasında en çok hak sahibi olan kimselerdir. Bu konuyu daha çok erkek unsurun sosyal ve ekonomik fonksiyonuna bağlı görmek gerekir. Nitekim miras konusunda da nesepte yakınlık asıl unsur olmakla beraber kadın erkek arasındaki farklılık tamamen erkeğin sosyal ve ekonomik yükümlülüklerinden kaynaklanmaktadır.

İslâm, akrabalık konusunda tabii olarak kan bağını esas almakla birlikte, evlilik ve emzirmeden doğan akrabalığa da aynı şekilde önem vermiş, gerek dinî gerekse hukukî konularda, bazı durumlarda kişiye daha yakın olma hali bir tarafa, kadın ve erkek akraba arasında fark gözetmemiştir.


BİBLİYOGRAFYA

, “ḳrb” ve “rḥm” md.leri.

, “krb” md.

Buhârî, “Edeb”, 31, 85.

, II, 215-216.

, I, 304-306; V, 120-125; VI, 123; VII, 60, 75, 320.

Cürcânî, Şerḥu’s-Sirâciyye, Kahire 1363, s. 79-80, 163.

, IV, 472.

Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıḳhü’l-İslâmî ve edilletüh, Dımaşk 1984, VI, 31, 79, 267, 274, 333; VII, 199, 201-208; VIII, 41, 211-212, 261.

J. Chelhod, “Ḳarāba”, , IV, 595-596.

“Erḥâm”, , V, 5-33.

“Erḥâm”, , III, 81-91.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1989 yılında İstanbul’da basılan 2. cildinde, 285-287 numaralı sayfalarda yer almıştır.