ALAY KÖŞKÜ

Padişahların geçit yapan alayları seyretmesi için yapılmış köşk.

Müellif:

Sarây-ı Cedîd (Yeni Saray) diye adlandırılan ve bugün yanlış olarak Topkapı Sarayı adıyla anılan büyük saray manzumesini çeviren Sûr-ı Sultânî’nin Divanyolu caddesine bakan köşesindeki burcun üstünde inşa edilmiştir. Sirkeci Hocapaşa’daki Aydınoğlu Dergâhı önünden yukarı kıvrılan surun Alay Köşkü yakınında tamamen Türk klasik mimarisi üslûbunda sivri kemerli Sokullu Mehmed Paşa Kapısı bulunmaktadır. Karşı tarafında ise XVIII. yüzyıldan beri sadâret makamı olan Bâbıâli’nin evvelce yalnız sadrazamların girip çıkmalarına mahsus ve şimdiki biçimini XIX. yüzyılın ilk yarısında alan geniş saçaklı girişi, Paşa Kapısı bulunmaktadır. Alay Köşkü’nün az ilerisinde bugün Gülhane Parkı’nın girişi olan ve Soğukçeşme Kapısı olarak adlandırılan kapının iki yanındaki yayvan kemerli girişler ise 1913’te Operatör Cemil Paşa’nın şehreminliği zamanında açılmıştır.

XVI. yüzyıl sonlarında Alay Köşkü’nün yerinde ahşap bir köşk bulunuyordu. Fakat şehrin ana caddesi üzerinde saray surunun 90 derecelik bir dirsek teşkil ettiği yerde bulunan bu burcun diğer burçlardan daha değişik ve daha itinalı işlenmiş taş malzeme ile yapılması, daha Fâtih zamanından itibaren bir köşkü taşımak üzere tasarlandığını gösterir. Bugünkü bina, pencere kemerlerinde tunç harflerle yazılı manzum kitâbesinden öğrenildiğine göre, daha yüksek olan bir köşk veya kulenin yerine Sultan II. Mahmud tarafından 1225 (1810) veya 1235 (1819-20) yılında yaptırılmıştır. A. Şeref ve İ. Hakkı Konyalı, Keçecizâde İzzet Molla tarafından yazılan bu manzum tarihin ebcedini 1225 olarak hesaplarken, Z. Orgun noktalı harfleri toplamak suretiyle 1235 (1819-20) yılını elde etmiştir ki R. Ekrem Koçu da aynı rakamı benimsemiştir. Genellikle kabul edilen tarih budur. Kesin bir kayıt bulunmamakla beraber, köşkün mimari üslûbu bakımından, bu devirde sarayın pek gözde mimarlarını sağlayan Balyan ailesinden Krikor Amira Balyan’ın eseri olması muhtemeldir.

Sarây-ı Hümâyun’un şehirle doğrudan doğruya temas eden tek parçası olan Alay Köşkü en hareketli ana cadde üzerinde bulunduğundan, padişahların bu caddeden geçit yapan alayları seyretmesi için yapılmış ve adını da bu görevden dolayı almış ise de zaman zaman ilk yapısı bazı tarihî olaylara da sahne olmuştur. Alemdar Mustafa Paşa’nın 1223 Ramazanında (Kasım 1808) Bâbıâli’deki ölümü barut fıçısını ateşlemek suretiyle olduğuna ve yüzlerce âsinin de ölümüne sebep olan bir patlama vuku bulduğuna göre, Paşa Kapısı’na çok yakın bulunan Alay Köşkü’nün de bu sırada büyük ölçüde hasar görmüş olması muhtemeldir.

Alay Köşkü, köşe burcu üzerine oturan yuvarlak hünkâr salonu ile çeşitli büyüklükte hizmet odalarından meydana gelmiştir. Saray parkı (şimdi Gülhane Parkı) tarafından geniş bir rampa ile büyük bir sofaya ulaşılır. Parka bakan yarım yuvarlak cephesi sık pencereli ve ahşap olan bu sofanın iki tarafında küçük hizmet odaları ve bir helâ vardır. Padişaha mahsus yuvarlak esas salon burcun tam üstüne oturmakta ve bir dizi taş konsolla dışarı çıkıntı teşkil etmektedir. Geniş çıkıntılı saçağın üstünde ise soğan biçiminde dilimli bir külâh yükselir. Bu külâhın içinde salonun üstünü örten kubbe bulunmaktadır. Bu külâhla birlikte bütün binanın üstü kurşunla örtülüdür. Yuvarlak salon ve etrafı ahşap meşe direklerinden yapılmış olup cephe dıştan tamamen mermer kaplanmıştır. Aslında on iki köşeli olarak yapılan bu salon, yedi cephesinde açılmış yarım kavisli pencerelerden ışık alır. Bunların siyah mermerden kemerleri üstüne her birine bir beyit olmak üzere İzzet Molla’nın tarih kasidesi yazılmıştır. Pencerelerde evvelce altın yaldızlı olan demir dökme parmaklıklar vardır.

Burcun devamını teşkil eden kâgir kaide taş ve tuğla dizileri halinde yapılmıştır. Parka açılan bir kapısı, yukarı kısımlarında bir dizi penceresi bulunmaktadır. Bu kaide kısmında kalın meşe direklere oturan ahşap bir kat bulunmaktadır. Buradan, ayrıca üstü tuğladan bir kubbe ile örtülü burcun içindeki mekâna geçilmektedir. Büyük sofanın tavanı çıtalı ve kalem işi tezyinatlıdır. Hünkâr salonunda üstteki külâhtan ayrı olan kubbe de dilimlidir. Bunun her bir diliminin içi, renkli kalem işi nakışlarla bezenmiştir. Tanzimat’tan sonra, Dolmabahçe Sarayı’nın önünden geçen cadde geçit alayı yolu karakterini aldığından Alay Köşkü artık eski fonksiyonunu kaybetmişti. Bunun yerine tamamen empire üslûbunda olan Dolmabahçe Sarayı’nın müştemilâtından Pembeköşk, yeni Alay Köşkü haline gelmiştir. Ayrıca Mimar Fossati’nin projesine göre Alay Köşkü ile Soğukçeşme Kapısı yanındaki burç arasına, sur duvarına bitişik olarak 1855’te ilk Telgrafhâne-i Âmire yapılmış ve Alay Köşkü de Telgrafhane nâzırlarına makam olarak tahsis edilmiştir. Telgrafhane buradan çıktıktan sonra uzun yıllar boş duran bina Cumhuriyet’in ilk yıllarında Güzel Sanatlar Birliği’ne verilmiş, bir süre ressam, heykeltıraş, yazar ve şairler burada toplantılar yapmışlardır. Bir ara Eminönü Halkevi tarafından oyun salonu olarak kullanılmış, 1945’te İstanbul Eski Eserleri Tescil Bürosu olmuştur. 1938’de Topkapı Sarayı Müdürlüğü’ne bağlanan Alay Köşkü, 1959-1960’ta büyük ölçüde bir tamir görmüş, bazı eklemeler, içindeki ahşap katlar, bitişiğindeki çok geç devre ait odalar kaldırılmıştır. Son yıllarda Topkapı Sarayı Müzesi’ne bağışlanan Kenan Özbel’in “Halk Sanatları Koleksiyonu”nu barındırmaktadır.

Alay Köşkü, sarayın en dış sınırında, bir vakitler sayıları pek çok olan köşkler ve kasırlardan son kalandır. XIX. yüzyılda Türk mimarisine hâkim olan yabancı empire üslûbunun kuvvetli tesirlerini taşımakla beraber görevine uygun zarif yapısıyla İstanbul’un tarihî bir bölgesini süslemektedir.


BİBLİYOGRAFYA

Topkapı Sarayı Müzesi Rehberi, İstanbul 1933, s. 19-20.

İ. Hakkı Konyalı, İstanbul Âbideleri, İstanbul 1941, s. 6-7.

R. Ekrem Koçu, Topkapı Sarayı, İstanbul, ts., s. 22-28.

Abdurrahman Şeref, “Topkapı Saray-ı Hümâyunu”, , I/5 (1326), s. 283.

Zarif Orgun, “Alay Köşkü”, Arkitekt, sy. 309 (1962), s. 153-162.

Semavi Eyice, “İstanbul’da İlk Telgrafhâne-i Âmire’nin Projesi (1855)”, , sy. 34 (1984), s. 61-72.

R. Ekrem Koçu, “Alay Köşkü”, , II, 582-584.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1989 yılında İstanbul’da basılan 2. cildinde, 349-350 numaralı sayfalarda yer almıştır.