ALTIN OLUK

Kâbe damına konulan ve Arapça’da mîzâbü’r-rahme, Farsça’da mîzâb-ı rahmet denilen oluk.

Müellif:

Arapça’da oluk karşılığı mes‘ab veya mîzâb kelimesi kullanılmakta olup mîzâbın Farsça’dan geçtiği veya “akmak” mânasına gelen “vzb” kökünden türemiş olduğu şeklindeki görüşler yanında bu kelimenin mes‘abın bozulmuş şekli olduğu da ileri sürülmüştür (bk. Jean Deny, s. 12). Türkçe’de altın oluk diye anılan Kâbe’nin oluğu için ise daha çok mîzâbü’l-Kâ‘be (mîzâb-ı Kâ‘be) ve mîzâbü’r-rahme (mîzâb-ı rahmet) tabiri kullanılmaktadır. Türkçe ve Farsça’da rahmet kelimesinin mecazen yağmur mânasını da ifade etmesi, bu tabire adı geçen dillerde ikili bir anlam kazandırmıştır.

Altın oluk Kâbe’nin Rükn-i Şâmî ile Rükn-i Garbî denilen köşeleri arasındaki kuzeybatı duvarının üstünde ve bu duvarın ortasına gelecek şekilde yerleştirilmiştir. Böylece Kâbe damında biriken yağmur suları bu duvara bakan Hicr’e akmaktadır. Altın oluğun ucunda, muhtemelen suyun aşağı doğru hafifçe akmasını sağlamak için yapılmış lihyetü’l-mîzâb (oluğun sakalı) veya zaknü’l-mîzâb (oluğun çenesi) denilen bir çıkıntı mevcuttur.

Hz. İbrâhim Kâbe’yi inşa ettiğinde üstünü örtmemişti. Daha sonra Kusay b. Kilâb tarafından yeniden yapılışında üstünün ağaç ve hurma dallarıyla örtüldüğü biliniyor. Hz. Peygamber otuz beş yaşında iken Kureyş tarafından inşa edilmesi sırasında da üstü açık olan Kâbe, iki sıra halinde altı direğe dayanan bir tavan ile örtüldü ve Hicr’e bakan kuzey duvarının üstüne de bir oluk yerleştirildi (bk. Ezrakī, I, 164). Kâbe damına konulan ilk oluk budur. Bundan sonra da gerek Kâbe’nin muhtelif zamanlarda yapılan tamirleri sırasında yıprandığı dikkate alınarak, gerekse bazı hükümdarlarca yeni olukların hediye edilmesi gibi vesilelerle Kâbe’nin oluğu tamir edilmiş veya değiştirilmiştir. Abdullah b. Zübeyr 64 (684) yılında Kâbe’yi yeniden inşa ettirdiğinde, tavanı bu defa üç direğe oturtuldu ve oluk da eski yerine yerleştirildi (bk. Ezrakī, I, 209). İbnü’z-Zübeyr’in Kâbe’yi genişletmek üzere Hicr istikametine kaydırdığı ve üzerinde mîzâbın bulunduğu duvar, 74 (693) yılında Haccâc tarafından tekrar içe çektirildiğinde oluk yine eski yerine konuldu.

Kâbe’nin oluğu ilk defa Emevî Halifesi Velîd b. Abdülmelik’in (705-715) emri ile Mekke Valisi Hâlid b. Abdullah tarafından altınla kaplatıldı. Altın oluk diye anılması da bundan sonradır. Bu oluk 4 zirâ uzunluğunda ve sekiz parmak eninde ve yüksekliğinde idi (bk. Ezrakī, I, 212, 291). Altın oluk, Mekke’de kendi adıyla anılan meşhur ribâtın sahibi ve Râmuşt lakabıyla meşhur Ebü’l-Kāsım İbrâhim b. Hüseyin el-Fârisî’nin yaptırdığı olukla 539 (1144-45) yılında yenilendi. 542’de (1147-48) bu oluğun yerine Abbâsî Halifesi Müktefî-Billâh’ın hediye ettiği oluk konuldu. Abbâsî Halifesi Nâsır’ın (1180-1225) koydurttuğu oluğun dıştan görünen kısmı ise gümüş kaplamaydı. 717 (1317-18) yılında el-Melikü’l-Müeyyed oluğu ahşaba çevirdi. 843’te (1439-40) Emîr Zeynüddin tarafından oluk yine ahşap olarak yenilendi ve altın yaldızla kaplatıldı.

Kanûnî Sultan Süleyman 960 (1553) yılında gümüş levhayla kaplı bir oluk gönderdi; eskisi de muhafaza edilmek üzere İstanbul’a getirildi (bunun için Mekke Emîri Şerif Şehâbeddin Ahmed’e gönderilen nâme-yi hümâyunun sûreti için bk. , I, 791-794). Bundan sonra Kâbe’nin oluğu bir süre gümüş oluk diye anıldı. 1612 yılında, Sultan I. Ahmed’in iyice yıpranan Kâbe duvarlarını takviye için hazırlattığı dışı gümüş, üzeri altın kaplı demir kuşaklarla birlikte Mekke’ye gönderilen gümüş üzerine altın kaplı oluk da yerine konularak eskisi İstanbul’a getirildi. Mîzâb-ı rahmet bundan sonra yine altın oluk diye anılmaya başlandı. 3 Nisan 1630 tarihinde meydana gelen selde Kâbe’nin bazı duvarlarının yıkılması üzerine yapılan onarım çalışmaları sırasında tavan ve onu tutan üç direk de tamir edilerek daha önce I. Ahmed tarafından koydurulan ve enkaz toplama çalışmaları sırasında bulunarak muhafaza edilen altın oluk, 1 Nisan 1631 tarihinde yerine konuldu. 1043 (1633-34) yılında IV. Murad bu oluğu yeniden altınla kaplattırdı. 1273’te (1856-57) Sultan Abdülmecid eskiyen bu oluğun yerine yeni bir altın oluk koydurttu. Şimdi mevcut olan altın oluk budur.

Kâbe ve çevresinin kutsiyeti yanında bizzat Kâbe’nin belli başlı bazı yerlerine ayrı bir önem atfedilmiş olup bunlardan biri de mîzâbın bulunduğu yerdir. Kıble Kudüs’ten Kâbe yönüne doğru değiştirildiğinde, Medine’de Mescid-i Nebevî’nin kıblesi tam mîzâbın bulunduğu tarafa isabet etmişti. Böylece Resûlullah Medine’de iken hep bu tarafa namaz kılmış, Mekke’ye geldiğinde ise makām-ı İbrâhim’in bulunduğu taraftan Kâbe’ye yönelmeyi tercih etmiştir (bk. Ezrakī, I, 174; II, 31). Bununla birlikte Resûlullah’ın Kâbe etrafında muhtelif cihetlere yönelerek namaz kıldığı da olmuştur (bk. Fâsî, I, 81-82). Abdullah b. Amr b. Âs, “Kâbe bütünüyle kıbledir, kendi kıblesi ise yüzüdür (yani Kâbe kapısı ve makām-ı İbrâhim’in bulunduğu doğu tarafı); eğer bu tarafa yönelerek namaz kılamazsan Hz. Peygamber’in kıblesine yönel” demiştir ki bu da Rükn-i Şâmî ile altın oluk arasında kalan yerdir (bk. Ezrakī, I, 351; II, 19). “Hayırlı insanların içeceğinden için, seçkinlerin namazgâhında namaz kılın” diyen İbn Abbas’a bunların ne olduğu sorulduğunda, “Hayırlıların içeceği zemzem, seçkinlerin namazgâhı da mîzâbın altıdır” diye cevap vermiştir (bk. Ezrakī, I, 318; II, 53). Eskiden Kâbe’de her mezhep imamı ayrı ayrı namaz kıldırırken Hanefî makamı da bu tarafta bulunuyordu.

Hz. Peygamber’in tavaf esnasında mîzâbın altına geldiğinde, “Allahım! Senden ölüm anında rahat, hesap anında da af dilerim” (اللهمّ إنّي أسألك الراحة عند الموت والعفو عند الحساب) diye dua ettiği bilinmektedir (bk. Ezrakī, I, 319). Hac ile ilgili bazı kitaplarda, “Mîzâb altında dua eden hiçbir kimse yoktur ki duası kabul edilmesin” meâlinde bir hadis de zikredilmektedir (bk. Muhibbüddin et-Taberî, s. 310). Atâ b. Ebû Rebâh şöyle der: “Kim Kâbe’nin oluğu altında durur da dua ederse duası kabul olunur ve anasından doğduğu günkü gibi günahlarından arınır” (bk. Ezrakī, I, 318; Fâsî, I, 80).


BİBLİYOGRAFYA

, I, 164, 174, 209, 212, 291, 318-319, 351; II, 19, 31, 53.

Muhibbüddin et-Taberî, el-Ḳırâ li-ḳāṣıdi Ümmi’l-ḳurâ, Kahire 1390/1970, s. 310, 319, 351.

el-İstibṣâr fî ʿacâʾibi’l-emṣâr (nşr. Sa‘d Zağlûl Abdülhamîd), Dârülbeyzâ 1985, s. 19, 21.

Fâsî, el-ʿİḳdü’s̱-s̱emîn, Kahire 1378-88/1958-69, I, 51, 75, 80-82.

Abdülkerîm el-Kutbî, İʿlâmü’l-ʿulemâʾi’l-aʿlâm bi-binâʾi’l-Mescidi’l-Ḥarâm (nşr. Ahmed Muhammed Cemâl v.dğr.), Riyad 1403/1983, s. 40, 47, 52-53, 57.

, IX, 747.

: Mir’ât-ı Mekke, I, 503, vd., 543-544, 676, 790-794, 797-798, 927, 940, 958.

, I, 275.

Ali Hüsni el-Harbutlî, Târîḫu Kâʿbe, Beyrut 1344/1925, s. 186.

Ahmed es-Sibâî, Târîḫu Mekke, Mekke 1399/1979, s. 28, 127-128, 219, 476, 592.

Hüseyin Abdullah Bâselâme, Târîḫu’l-Kâʿbeti’l-muʿaẓẓama, Cidde 1402/1982, s. 37, 42, 47-48, 57-58, 65, 83, 88-89, 114-115, 190-193.

Abdülkuddûs el-Ensârî, et-Târîḫu’l-mufaṣṣal li’l-Kâʿbe ḳable’l-İslâm, Cidde 1403/1982, s. 88-89.

Jean Deny, “La Gouttière d’or (Mizab) de la Kaba et le Sultan Ottoman Ahmed I”, , VI (1959-61), s. 1-12.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1989 yılında İstanbul’da basılan 2. cildinde, 537-538 numaralı sayfalarda yer almıştır.