ÂŞIK EDEBİYATI

Kendisinin veya başkalarının şiirlerini saz eşliğinde çalıp okuyan ya da halk hikâyeleri anlatan ve âşık adı verilen saz şairlerinin oluşturduğu edebiyat.

Müellif:

Âşık edebiyatını, sade bir dil kullanarak şiirlerini daha çok hece vezniyle yazan ve saz çalarak yurdu dolaşan âşıkların eserleri oluşturur. Beş yüzyılı aşan bir zamandan beri Anadolu, Rumeli ve Azerbaycan’da gelişip olgunlaşan âşık edebiyatı, çoğu manzum eserlerden, bazan da nazım-nesir karışımı hikâyelerden meydana gelmiştir. Geniş halk tabakalarının dil ve duygu inceliğine, heyecanlarına cevap veren bu edebiyatın adları bilinen şairleri için genellikle “saz şairi” veya “âşık” deyimi de kullanılmaktadır.

Bir topluluk ya da zümre edebiyatı olarak kabul edilen âşıkların eserleri uzun süre halk edebiyatı içinde değerlendirilmiş ve aydınlardan pek ilgi görmemiştir. Ancak II. Meşrutiyet’ten sonra diğer edebiyat ve kültür meseleleri gibi halk edebiyatı da daha fazla bir ilgiyle ele alınmaya başlanmıştır. İlk defa Rıza Tevfik 1911 yılında Peyâm gazetesinin edebî ilâvesinde “Folklor” başlığıyla yayımladığı makalede konuyla ilgili dikkate değer bazı bilgiler vermiş ve kendine göre bir de tasnif yapmıştır. Daha sonra M. Fuad Köprülü, Millî Tetebbûlar Mecmuası’nda (sy. 1, s. 5-46) “Türk Edebiyatında Âşık Tarzının Menşe’ ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe” adlı makalesinin mukaddimesinde bu konuya yer vermiştir. Köprülü, çok defa halk edebiyatı veya yüksek zümre edebiyatı ile karıştırılan âşık edebiyatının ayrı bir edebiyat olarak kabul edilmesi gerektiğini kaydetmiştir. Ziya Gökalp ise Türkçülüğün Esasları’nda halk edebiyatının çeşitli bölümlerini ele almış, tekke ve saz şairlerinin eserleriyle türkü, mâni, Şah İsmâil, Kerem ile Aslı hikâyelerini de halk edebiyatı genel adı altında toplamıştır. Sadeddin Nüzhet Ergun da bu edebiyatı sadece manzum eserler olarak kabul etmiş, âşık, tekke ve folklor edebiyatlarına da halk edebiyatı içinde yer vermiştir. Âşık edebiyatı konusunda ilk ciddi eser, Fuad Köprülü’nün Türk Saz Şairleri adlı antolojisidir. Beş ana bölümden oluşan bu antolojide XVI-XIX. yüzyıllarda Osmanlı Devleti sınırları içinde yetişen başlıca saz şairleri hakkında biyografik bilgilerle şiirlerinden örnekler vardır. Âşık edebiyatı üzerine günümüze kadar yapılan çalışmalarda genel olarak Fuad Köprülü’nün bu eserinde ileri sürdüğü görüşler esas alınmıştır.

Âşık edebiyatı hem sözlü hem yazılı kaynaklara dayanmaktadır. Sözlü kaynaklar daha çok âşıkların hâfızasıdır. Yazılı kaynaklar ise ya okuma yazması olan âşıkların ya da meraklılarının cönk denilen defterlerde topladıkları şiir, hikâye ve folklorik metinlerden ibarettir. Bu edebiyatta mûsikinin de önemli bir yeri vardır (bk. ÂŞIK MÛSİKİSİ). Âşıklar kendilerinden önce mevcut beste ve mûsiki üslûplarında bazan yeni makamlar, değişiklikler meydana getirdikleri gibi bazan da eski usul ve gelenekleri aynen sürdürmüşlerdir.

Âşık edebiyatı temsilcilerini düşünce şekli ve ifade özellikleri bakımından iki gruba ayırmak mümkündür. Birinci grup geniş halk kitlelerine daha yakın olmuş, ömürleri boyunca halktan kopmamışlardır. Bunlar köylülerle Yeniçeri ocaklarının duygu ve düşüncelerinin temsilcisi olan âşıklardır. XVII. yüzyılın ikinci yarısından önce Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Köroğlu ve Cezayir ocak şairleriyle XIX. yüzyılda Dadaloğlu bunlardan şöhretleri en yaygın olanlardır. Saz çalıp irticâlen şiir söyleyen bu âşıklar şiirlerini yalnız hece vezniyle ortaya koymuşlardır. XVII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren görülen diğer grup ise daha çok büyük yerleşim merkezlerinde yaşamış, kendilerini devlet erkânına sevdirmiş ve birçok imtiyazlar elde etmişlerdir. Bunların en önemli temsilcileri Âşık Ömer, Gevherî ve Kâtibî’dir. Aruz bildikleri gibi belli ölçülerde tahsil de görmüşlerdir. Aralarında az sayıda saz çalamayanlar bulunsa da genellikle saz çalarlar. Bu dönemde bazı divan şairlerinin hece vezni ile şiirler yazmalarına rağmen divan edebiyatının âşık edebiyatı üzerindeki etkisi daha fazla olmuştur. Nitekim sonraki yıllarda yetişen Erzurumlu Emrah, Âşık Dertli, Bayburtlu Zihni ve Şem‘î gibi saz şairlerinde bu etki açıkça görülür.

Tamamen millî ve köklü bir geleneği olan âşık edebiyatı XVI. yüzyıldan başlayarak yakın zamana kadar Osmanlı topraklarında yaşayan Ermeniler’i de etkilemiştir. Bunun sonucu, büyük şöhrete ulaşmış pek çok Ermeni “aşug”, âşık edebiyatımızın geleneklerini benimseyip başarıyla uygulamıştır. Özellikle XVIII. yüzyılda Türkçe şiirler söylemiş bu Ermeni aşuglardan Mecnûnî, Âşık Vartan ve Civan önemli isimlerdir.

XIX. yüzyıl, âşık edebiyatının İstanbul’da saray ve konaklara da girdiği bir devir olmuştur. Âşıkların yetişmesinde önemli bir yeri olan Yeniçeri Ocağı’nı kaldıran II. Mahmud âşıkları koruyarak saraya almıştır. II. Mahmud’dan Abdülaziz’in son zamanlarına kadar âşıkların düzenli teşkilâtı ve esnaf loncalarına benzer loncaları vardı. “Âşık fasılları”ndan (bk. ÂŞIK) hoşlanan II. Mahmud, Abdülmecid ve Abdülaziz devirlerinden sonra âşıklar ve âşık edebiyatı eski önemini kaybetmeye başlamıştır.

Eserleri bilinen âşıkların sayısı şimdiye kadar ciddi bir çalışmayla belirlenmiş değildir. Fuad Köprülü ve daha sonraki araştırmacıların vardıkları sonuçlardan hareketle âşık edebiyatı mensubu 400’den fazla saz şairi ve halk hikâyecisinin bulunduğunu söylemek mümkündür. Yüzyıllara göre ilk planda hatırlanması gerekli olan saz şairleri şöyle sıralanabilir:

XV. yüzyılda dinî-mistik halk edebiyatı, yüksek zümre edebiyatından henüz ayrılmamıştır. Bu bakımdan XV. yüzyıl, XIV. yüzyılın ve Yûnus Emre geleneğinin devamı sayılır.

XVI. yüzyılda özellikle din dışı âşık edebiyatı büyük bir gelişme göstermiştir. I. Ahmed devrinde vezirlik yapmış olan Mehmed Paşa (Kul Mehmed), Bahşî, Öksüz Dede, Köroğlu, Hayâlî, Kul Çulha, Çırpanlı, Armutlu, Gedâ Muslu, Oğuz Ali gibi birçok meşhur şair bu yüzyılda yetişmiştir.

XVII. yüzyılda Osmanlı ordusunun seferlerine katılan ve şiirlerinde bunun yankıları görülen şairlere “ocak şairleri” adı da verilmektedir. Kul Deveci, Tımışvarlı Âşık Hasan, Kâtibî, Kayıkçı Kul Mustafa, Âşık Gevherî, Âşık Ömer ve yetişme tarzı bakımından bunlardan ayrılan Karacaoğlan ile Ercişli Emrah bu yüzyılda yaşamışlardır.

XVIII. yüzyılda âşık edebiyatı bir önceki yüzyılın karakteriyle devam etmiş, fakat kuvvetli şahsiyetler yetişmemiştir. Başta Âşık Şem‘î olmak üzere Hocaoğlu, Derviş Mûsâ, Ravzî, Kabasakal Mehmed, Levnî, Şermî, Kıymetî, Mahtûmî, Derûnî, Âşık Süleyman ve Küşâdî bu yüzyılın önemli isimleridir.

XIX. yüzyılda âşık şiirini temsil edenlerden bir kısmı doğrudan doğruya Bektaşî babalarıdır. Âgâhî, Türâbî ve Harâbî bunlardandır. Bu yüzyılda İstanbul âşık edebiyatının gelişmesi bakımından çok müsait bir çevre olmuştur. Bunda II. Mahmud’un âşıkları korumasının payı büyüktür. Böylece âşık geleneği yeniden canlanmıştır. Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihnî, Âşık Dertli, Dadaloğlu, Kayserili Seyrânî, Deliktaşlı Ruhsatî ve Ispartalı Seyrânî gibi oldukça büyük şöhretleri olan saz şairleriyle Sümmânî, Gedâyî, Sürûrî, Nigârî, Hikmetî, Sabrî, Nûrî, Celâlî, Gülzârî, Ferdî, Tıflî, Meslekî, Pinhânî, Deli Boran, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Nihânî, Devâmî, Bezmî, Kemâlî ve Âşık Şenlik gibi saz şairleri de bu yüzyılda yetişmiştir.

XIX. yüzyılın sonlarında, büyük yerleşim merkezleri ve özellikle İstanbul’daki kuvvetli âşık geleneği yerini bir başka geleneğe, “semâi kahveleri”ne bırakmıştır. Bu kahvelerde söz sahibi olan âşıklar artık bütün imparatorluğu gezen gezginci âşıklar değildir. “Meydan şairleri” de denen bu tarzın temsilcileri semâi kahvelerinde mâni, destan, koşma, divan, semâi, kalenderî gibi şiirler okur ve söylerlerdi. Ramazan, bayram ve cuma geceleri semâi kahvelerinde büyük toplantılar olurdu. Önce klarnet, darbuka ve zilli maşa gibi enstrümanlardan ibaret mızıka faslı yapılırdı. Alafranga bir marşla başlayan mızıka hareketli türküler, oyun havaları ve diğer çeşitli halk türküleriyle devam eder, en sonda da âşık şiirleri okunurdu. İstanbul’daki semâi kahvelerinde genellikle tulumbacı teşkilâtlarına bağlı çoğu İstanbullu olan şairler bulunurdu.

XX. yüzyılda saz şiiri geleneğini devam ettiren Posoflu Müdâmî, Kağızmanlı Hıfzı, Ardanuçlu Efkârî, Bayburtlu Celâlî, Şarkışlalı Âşık Veysel, Yusufelili Huzûrî ve Ali İzzet sayılabilir.

Günümüzde âşık edebiyatını canlı tutmak için gösterilen gayretlerin başında Konya Âşıklar Bayramı gelmektedir. Unutulmaya yüz tutmuş âşıklık geleneğini yeniden canlandırmak, âşıklara yeni bir güç ve imkân kazandırmak gayesiyle Konya Turizm Derneği tarafından ilki 1966’da düzenlenen bu bayrama çok sayıda âşık katılmaktadır. Her yıl ekim ayının son haftasında yapılan âşıklar bayramında âşık edebiyatının hemen bütün türlerinde “şiirli-sazlı atışma”, “en güzel memleket şiiri” ve “en güzel memleket türküsü” gibi dallarda ödüllü yarışmalar da düzenlenmektedir. Âşıklar bayramında dağıtılan ödüller, eski büyük âşıkların veya edebiyatçıların adı ile (Karacaoğlan ödülü, Yûnus Emre ödülü gibi) anılmaktadır. Yarışma jürisini ise ilim adamları, edebiyat tarihçileri ve ünlü âşıklar teşkil etmektedir. Bunlara ilâveten 1975 yılında düzenlenen X. Âşıklar Bayramı’nda yetmişe yakın yerli-yabancı ilim adamının katıldığı Milletlerarası Folklor ve Halk Edebiyatı Semineri de yapılmıştır.

Bu arada konuya eğilen üniversiteler içinde bu sahada yapılan araştırmalar ve Saz Şairleri Şöleni ile Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin faaliyetleri, son yıllarda Uluslararası İstanbul Festivali içinde yer alan Âşıklar Şöleni, âşık edebiyatını canlı tutmaya yönelik çalışmalardır.

Âşıkların dinleyici çevrelere naklettikleri eserleri şiir ve hikâye olarak iki bölüme ayırmak mümkündür:

1. Şiir. Âşık edebiyatı nazım şekilleri, en çok tercih edilenlere göre şöyle sıralanabilir: Koşma: Daha çok 11’li ve 8’li hece ölçüleriyle kurulur. Dörtlüklerden oluşan koşmanın özel bir kafiye örgüsü vardır. Saz şairlerinin en güzel ve en güçlü eserleri bu türdendir. Yapılarına göre düz koşma, yedekli koşma, musammat koşma; ezgilerine göre de Ankara koşması, Bayındır koşması, Acem koşması, bülbül koşması gibi isimlerle anılırlar. Cinaslı kafiyelerle kurulmuş olan koşmalara “tecnis” denir. Tecnisler çoğunlukla Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgelerindeki âşıkların söylediği koşmalardır. Musammat koşma: 6+5 olarak duraklanan on bir heceli koşmanın mısralarının durak yerlerinde de kafiyelenmesiyle meydana gelen koşma şeklidir. Ayaklı koşma: Yine 6+5 duraklı musammat koşmanın ilk kıtasında ikinci ve dördüncü mısralardan sonra, diğer kıtalarda ise dördüncü mısradan sonra beş heceli bir mısra ilâvesiyle meydana gelen koşmadır. Zincirleme koşma: Her kıtasının son mısraındaki ayağın (bk. AYAK) daha sonraki kıtaların ilk mısraının başında tekrarlanmasıyla söylenen koşmadır. Bu koşmanın ayaklı şekli de vardır. Türkü: Türk kelimesinden gelen türkü nazım şekli olarak koşmaya benzer. Koşmadan ayrıldığı en önemli nokta ezgisidir. Ezgi bakımından usullü olanlar kırık hava, usulsüz olanlar uzun hava adını alırlar. Divan veya Divanî: Saz şairlerinin aruz vezniyle yazdıkları şiirlerin çoğu bu şekildedir. Aruzun “Fâilâtün fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılan şiirlere âşıklar tarafından bu ad verilir. Divanlar özel bir ezgiyle okunduklarından bu adlandırma ezgiyle de ilgilidir. Selis: Saz şairlerinin aruzun “Feilâtün feilâtün feilâtün feilün” kalıbına uyan genellikle gazeli andıran şiirleridir. Semâi: Hem aruzla hem heceyle yazılır. Aruzla söylenen semâilerin vezni dört “mefâîlün” şeklindedir. Hece ile yazılanlar ise koşmadan farklı değildir. Kalenderî: Aruzun “Mefûlü mefâîlü mefâîlü feûlün” kalıbıyla yazılan kalenderîler özel bir ezgiyle söylenirler. Ezgileri bakımından Acem kalenderîsi, Emrah kalenderîsi ve düz kalenderî gibi çeşitleri vardır. Satranç: Saz şairlerinin aruzun dört “müfteilün” kalıbına uyan, gazel biçiminde özel ezgiyle okudukları şiirlerdir. Vezn-i âher: Saz şairlerinin dört “müstef‘ilâtün” kalıbına uyan şiirlerine denir. Kıtalardan oluşmaktadır.

Âşık edebiyatı şiiri konu bakımından da şöyle tasnif edilebilir: Destanlar: Büyük olaylar üzerine 7’li, 8’li, 11’li hece vezniyle koşma tarzında söylenmiş uzunca manzumelerdir. Tarihî olaylar yanında âşıkların çevresi için üzerinde durulmaya değer sel, yangın, salgın hastalıklar da destanların konusunu teşkil etmiştir. Güzellemeler: Aşk şiirleri, tabiat tasvirleri ve övgüler bu ad altında toplanabilir. Taşlamalar: Daha çok yergi ve toplumsal tenkit şiirleridir. Ağıtlar: Ölüm üzerine söylenmiş şiirlerdir (bk. AĞIT). Muammalar: Çözülmesi belli bir kültür ve bilgi seviyesi gerektirir. Bilmeceye benzeyen muammalar, sorularla bunların cevaplarından meydana gelirler. Ayrıca nasihat, tenkit, şikâyet, iyilik telkini gibi ahlâkî konuları işleyen manzumelerden de söz etmek mümkündür.

2. Hikâye. Saz şairlerinin anlattıkları hikâyelere Türk folklor incelemelerinde genellikle “halk hikâyesi” denmiştir. Bunların normal hikâyelerden farkı, nazım-nesir bir arada olmaları ve manzum kısımlarının saz eşliğinde söylenmesidir. Yeni bazı hikâyelerin müellifi bilinirken yüz yıldan daha eski olanların müellifleri belli değildir. Halk hikâyelerini kahramanlık hikâyeleri, aşk hikâyeleri ve belli halk şairlerinin hayatlarını, maceralarını anlatan hikâyeler teşkil eder. Destanlarda görülen dışa dönük mücadele halk hikâyelerinde cemiyet içine yönelmiştir.

Günümüzde daha çok Doğu Anadolu’da, özellikle Erzurum ve Kars yörelerinde uzun kış gecelerinde, bilhassa ramazanlarda, düğünlerde ve diğer toplantılarda âşıkların bu tür hikâyeler anlattıkları görülmektedir. Âşıklar bu sanatlarıyla bir bakıma diğer bir hikâyecilik geleneğinin temsilcisi olan meddahın gördüğü işe benzer bir iş de görürler.

Âşık edebiyatı dil ve üslûp bakımından divan edebiyatından farklı özellikler gösterir. Bu edebiyatın beslendiği ve geliştiği çevrelerin dili ile yazı dili arasında büyük bir farklılığın olduğu muhakkaktır. Sürekli halka yakın kalan ve halkın günlük konuşma dilinden hareketle eserlerini terennüm eden saz şairlerinin en belirgin özelliklerinden biri de anlaşılır olmalarıdır. Böylece bu edebiyatta yüzyıllar boyu folklorla el ele Türk dilinin tabii gelişmesinde şaire düşen görev en iyi şekilde yapılmıştır. Ortak İslâm kültürü çerçevesi içinde bulunduklarından dilde Arap-Fars etkilerinden kendilerini tamamen kurtaramayan âşıkların bilhassa yabancı öğeleri millîleştirmede oldukça büyük hizmetler gördükleri de söylenebilir.


BİBLİYOGRAFYA

Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları [Ankara 1339] İstanbul 1976, s. 30-31, 134, 135, 137-138.

İgnacz Kunoş, Türk Halk Edebiyatı [İstanbul 1343/1925] (haz. Tuncer Gülensoy), İstanbul 1978.

, s. 949.

a.mlf., Edebiyat Araştırmaları, s. 195-235, 239-269.

a.mlf., Türk Edebiyatı Tarihi, s. 272-274, 325.

a.mlf., “Türk Edebiyatında Âşık Tarzının Menşe‘ ve Tekâmülü Hakkında Bir Tecrübe”, , sy. 1 (1331), s. 5-46.

S. Nüzhet Ergun, Halk Şairleri, İstanbul 1926.

Murat [Uraz], Halk Edebiyatı Şiir ve Dil Örnekleri, İstanbul 1933, s. 6, 7 vd.

İhsan Ozanoğlu, Âşık Edebiyatı, Medhal, Kastamonu 1940.

Eflâtun Cem Güney, Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul 1947.

a.mlf., Folklor ve Halk Edebiyatı, İstanbul 1971, s. 39, 252.

Hikmet İlaydın, Türk Edebiyatında Nazım, İstanbul 1951, s. 73-82.

Hasan Eren, Türk Saz Şairleri Hakkında Araştırmalar, Ankara 1952.

Cahit Öztelli, Halk Şiiri XIV-XVII. Yüzyıllar, İstanbul 1955.

M. İlhan Başgöz, İzahlı Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1956.

M. Halit Bayrı, Halk Şiiri: XIX. Yüzyıl, İstanbul 1956.

a.mlf., Halk Şiiri: XX. Yüzyıl, İstanbul 1957.

Refik Ahmet Sevengil, Yüzyıllar Boyunca Halk Şairleri, İstanbul 1965.

Hikmet Dizdaroğlu, Halk Şiirinde Türler, Ankara 1969, s. 54, 68, 102, 123, 131.

Pertev Naili Boratav, 100 Soruda Türk Halk Edebiyatı, İstanbul 1969, s. 21.

a.mlf., Folklor ve Edebiyat I, İstanbul 1982, s. 25.

a.mlf., Folklor ve Edebiyat II, İstanbul 1983, s. 19.

a.mlf., “Âşık Edebiyatı” (trc. Bilge Karasu), , XIX/207 (1968), s. 340-357.

a.mlf. – Halil Vedat Fıratlı, İzahlı Halk Şiiri Antolojisi, İstanbul 1947.

Cemil Yener, Türk Halk Edebiyatı Antolojisi, İstanbul 1973.

Şükrü Elçin, Halk Edebiyatına Giriş, Ankara 1981, s. 14, 15, 16.

Cem Dilçin, Örneklerle Türk Şiir Bilgisi, Ankara 1983, s. 305.

Fikret Türkmen, Tahir ile Zühre, Ankara 1983, s. 9.

Umay Günay, Âşık Tarzı Şiir Geleneği ve Rüya Motifi, Ankara 1986, s. 22, 44, 90, 179-180.

M. Şakir Ülkütaşır, “Âşık Edebiyatı”, , I, 594, 595.

, IV, 51, 52, 53; XXVIII, 407.

D. Mehmet Doğan, “Âşık Edebiyatı”, , I, 188-192.

Bu madde TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 3. cildinde, 550-552 numaralı sayfalarda yer almıştır.