ATİNA

Yunanistan’ın başşehri ve en büyük yerleşim merkezi.

Bölümler İçin Önizleme
  • 1/2Müellif: MACHIEL KIELBölüme Git
    Deniz seviyesinden ortalama 80-100 m. yüksekliktedir. Eski şehir, Attikê düzlüğünde Akropolis (156 m.) ve Likavittos (227 m.) tepeleri arasında kurulm…
  • 2/2Müellif: SEMAVİ EYİCEBölüme Git
    Atina’da Türk Mimari Eserleri. Atina’nın Türk idaresinde kaldığı yaklaşık 350 yıla yakın bir süre boyunca burada bazı mimari eserler meydana getirilmi…

Müellif:

Deniz seviyesinden ortalama 80-100 m. yüksekliktedir. Eski şehir, Attikê düzlüğünde Akropolis (156 m.) ve Likavittos (227 m.) tepeleri arasında kurulmuştur. Kuzeyden Parnis (1413 m.) ve Pandeli (1089 m.), doğudan Imittos (1010 m.), batıdan Aigakon (460 m.) dağları ile çevrili 427 kilometrekarelik bir alanı kaplar ve 7 km. güneyinde liman şehri Pire ile birleşir.

Neolitik çağlardan beri bir yerleşim merkezi olan şehir, Akropolis’in üstünde etrafı surlarla çevrili müstahkem bir kale durumunda idi. Milâttan önce 1000’lerde kuzeybatı istikametinde genişlemeye başladı. Milâttan önce VI. yüzyıldan itibaren de büyük bir gelişme gösterdi; tapınaklar inşa edildi ve Akropolis bir kaleden çok kutsal bir yer haline geldi. Milâttan önce 480’de Persler tarafından tahrip edildi ise de Persler’le yapılan antlaşmadan sonra (m.ö. 449) tekrar bir kalkınma dönemine girdi ve baştan başa yeniden inşa edildi. İmar faaliyetleri Atina-Sparta savaşları sırasında bir müddet için durdu, fakat milâttan önce 338-322’de yeniden başladı ve bu dönemde mimarlık sanatı yanında fikir alanında da ilerlemeler kaydedildi, yeni felsefî akımlar ortaya çıktı ve bazı önemli filozoflar yetişti. Milâttan önce 86’da Romalılar’ın eline geçen şehir, gelişmesini sürdürerek Yunan dünyasının kültür merkezi olma özelliğini korudu. Milâttan önce IV. yüzyılda Pire hariç 60-70.000 kadar nüfusa sahip olan Antikçağ’ın bu büyük şehri, Bizans devrinin ilk dönemlerinden itibaren süratli bir gerileme içine girdi. İmparator Justinianus (527-565) zamanında felsefe okulları kapandı ve kültür hayatı söndü.

VI. yüzyılın sonlarında bir taşra kasabası hüviyetine bürünen Atina’nın İslâm ile ilk teması, müslüman denizcilerin burayı bir süre hâkimiyetleri altına aldıkları 896 tarihinde başlar. IX ve X. yüzyıllarda şehirde bir müslüman esnaf ve sanatkâr kolonisi ile muhtemelen iki mescid bulunuyordu. 1204’te Haçlılar tarafından ele geçirilen şehir, yeni kurulmuş olan Burgundiya (İng. Burgundian; Fr. Bourgogne) Dukalığı’na dahil edildi; 1311’den 1387’ye kadar Katalanlar’ın hâkimiyeti altında kaldı. 1387’de ise çevresindeki Attikê bölgesiyle birlikte Floransalı Korinthos (Gördüs) derebeyi Nerio Acciajuoli tarafından ele geçirildi. 1394’te Atina dükü unvanını alan Nerio’nun ölümünden sonra vasiyeti gereği şehir gelirlerinin, daha önce Ortodoks katedrali iken Burgundiyalılar’ın hâkimiyeti sırasında Katolik katedrali haline getirilen Parthenon Tapınağı’na tahsis edilmesi Ortodoks Yunan halkını kızdırdı. Yunan başpiskoposu Makarios Osmanlılar’ı fetih için davet ettiği sırada şehir Venedikliler’in işgaline uğradı. Bunun üzerine Yıldırım Bayezid Timurtaş Paşa’yı Mora’ya yolladı ve Atina muhtemelen 1397’de Osmanlılar’ın eline geçti; ancak bu hâkimiyet kısa sürdü ve şehri tekrar işgal eden Venedikliler 1402’de Nerio’nun oğlu Antonio tarafından geri alınmasına kadar ellerinde tuttular. Antonio, sürekli mücadeleler sonucu ıssızlaşan Attikê arazisine Arnavutlar’ı yerleştirerek bölgenin yeniden iskânını sağladı. Antonio (1402-1435) ve yerine geçen oğlu II. Nerio (1435-1455), Osmanlı Devleti’ne tâbi olarak hüküm sürdüler. II. Nerio’nun ölümünden sonra dukalığı, karısı Chiara ile Venedikli dostu Bartholomeo Contarini idare etmeye başladılar, fakat halk tepki gösterdi ve bu durumdan faydalanan Fâtih Sultan Mehmed’in gönderdiği Tırhala sancak beyi Turahan Bey, Mayıs 1456’da şehri ele geçirdi. Bunun üzerine Katolik başpiskoposu şehri terketti ve daha sonra Parthenon Katedrali camiye çevrildi. Bu tarihten 1875’e kadar Atina’da herhangi bir yüksek rütbeli Katolik din adamı bulunmamıştır. Fâtih, 1458’deki Mora harekâtı sırasında Atina’yı ziyaret ederek halka bazı imtiyazlar bahşetti. Şehir bir ara Osmanlı-Venedik savaşları sırasında Venedikliler’in yağma ve talanına uğradı ise de (1466) bundan sonraki 200 yılı aşkın sürede Osmanlı barışı (Pax Ottomanica) altında yeniden toparlandı ve ilk 150 yıl içinde büyük bir gelişmeye mazhar oldu.

Osmanlı hâkimiyetinden hemen önce 5000-6000 dolayında nüfusa sahip olan Atina’da 1489 tarihli Cizye Defteri’ne göre yaklaşık 7000 kişi yaşıyordu ve bu nüfus daha sonra gittikçe artarak 1506’da 9700’e ulaşmıştı. O sıralarda şehirde müslüman nüfus bulunmuyor ve sadece yetmiş sekiz kişilik bir Osmanlı muhafız birliği Akropolis Kalesi’nde oturarak ibadet için camiye çevrilen Parthenon Tapınağı’nı kullanıyordu. Aşağı şehirde bulunan Fethiye Camii ise fetih ile ilgili olmayıp XVII. yüzyılda yapılmıştır. XVI. yüzyılın başlarından itibaren Türkler şehre yavaş yavaş yerleşmeye başladılar. 1521 tarihli Tahrir Defteri’ne göre, burada 2286 hâne (yaklaşık 11.000 kişi) hıristiyan nüfusa karşılık on bir hâne (elli beş kişi) müslüman nüfus ve seksen üç de kale muhafızı bulunuyordu. 1540’ta şehrin nüfusu daha da arttı, hıristiyan nüfus 3253 hâneye yükseldi. Bu sırada şehirde 114 muhafız ve kırk üç hâne müslüman nüfus vardı. Böylece şehrin nüfusu 1521’de 13.100 iken 1540’ta 18.700’e yükselmiş oldu. 1570’te ise şehirde 3150 hâne hıristiyan, elli yedi hâne müslüman nüfus ile kale muhafızları mevcut olup toplam nüfus yaklaşık 18.200 kadardı. Bu nüfus kayıtlarından anlaşılacağı üzere Atina XVI. yüzyılın ortalarında Edirne ve Selânik’ten sonra Balkanlar’ın üçüncü büyük şehri idi. Resmî Osmanlı arşiv kayıtlarının verdiği bu bilgiler, Osmanlı hâkimiyetinde şehrin gerilediği yolunda Batı literatüründe yer alan kayıtlardan (, I, 738-739) çok daha farklı ve sağlam bir tablo ortaya koymaktadır.

XVI. yüzyılda Atina’da Kale Camii’nin (Parthenon) yanı sıra aşağı şehirde de Yûnus ve Yûsuf Voyvoda Mescidi, Memi Çelebi b. Turhan Ağa Mescidi ve Mehmed Voyvoda Muallimhânesi (mektebi) bulunuyordu. Ayrıca bu yüzyılda artan nüfus ve ekonomik refah, aynı zamanda Atina ve çevresinde yeni kiliselerle manastırların inşasına ve mevcut manastırların genişletilmesine yol açtı. Özellikle bu dönemde yapılan hıristiyan dinî binalarının plan ve inşa tekniklerinde Osmanlı sivil ve dinî mimarisinin kuvvetli tesirleri görülür. Evliya Çelebi XVII. yüzyılda Atina’da 300, İngiliz konsolosu J. Giraud ise 350 kilisenin bulunduğunu yazmaktadırlar. Bu yüzyılda Atina’da ve Atina’ya bağlı köylerde bir çöküntü devri başladı. Bunda uzun süren Girit savaşları (1645-1669) etkili oldu. Bu savaşlar sırasında artan vergilerin köylüleri büyük bir yük altına sokması, korsan saldırıları, olumsuz iklim şartları ve mahsulün az olması, 1664, 1667 ve 1679 yıllarındaki veba salgınları sebebiyle halkın çoğu daha verimli kuzey bölgelere göç etti ve dolayısıyla nüfusta azalmalar meydana geldi. Ayrıca vergi gelirleri XVI. yüzyılın başlarında kadı timarına tahsis edilen Atina’nın 1520’lerde vezîriâzam İbrâhim Paşa haslarına, 1540 ve 1570’te padişah haslarına dahil iken 1610 yılı civarında Dârüssaâde ağasının kontrolü altında onun tarafından tayin edilen voyvodanın idaresinde bir vakıf (Haremeyn vakfı) statüsüne sokulması da bu gerilemenin bir başka sebebi oldu ve birçok suistimale yol açtı. 1675’te Konsolos Giraud’a göre şehirde 1300 Yunan, 600 Türk ve 150 Arnavut evi vardı ve burada tahminen 7000 kişi yaşamaktaydı. 1667’de şehri gezen Evliya Çelebi ise hâne sayısını mübalağalı şekilde 7000 olarak gösterir ve ayrıca dört cami, yedi mescid, bir medrese, üç mektep, iki tekke, üç hamam, iki de hanın bulunduğunu belirtir. 1675-1676’da şehri ziyaret eden Jacop Spon ve George Wheler de biri kale içinde, dördü şehirde olan beş camiden bahsetmektedirler. Kale dışındaki bu dört camiden bugüne yalnızca barok üslûbun izlerini taşıyan ve adını muhtemelen Girit’in 1669’da fethi dolayısıyla alan Fethiye Camii gelebilmiştir.

Osmanlı kaynaklarında, Antikçağ’daki filozoflara atfen “hikmet sahiplerinin şehri” mânasına gelen Medînetü’l-hükemâ adıyla tanımlanan Atina’da bazı önemli Osmanlı aydınları da yetişmiştir. XVII. yüzyılın sonlarında Atina’da kadılık yapan ve Târîh-i Medînetü’l-hükemâ adıyla şehrin ayrıntılı bir tarihini yazan İstefeli Kadı Mahmud Efendi bunların başında gelmektedir. Ayrıca XIX. yüzyıl şairlerinden Sürûrî de buralıdır. XVII. yüzyılda Atina’yı gezen seyyahlar, müslüman ve hıristiyan ahalinin uyum içinde yaşadıklarını, birbirlerinin dinî bayramlarında hazır bulunduklarını ve istenmeyen bir voyvodanın uzaklaştırılması için birlikte devlet merkezine müracaat ettiklerini yazarlar. Hatta Atina’daki Türk ahalinin Rumca, Yunanlılar’ın da Türkçe bildiklerinden bahsedilir; ayrıca burada yaşayan hıristiyanların vergilerinin düşük olduğu ve diğer hıristiyanlara nisbetle daha iyi hayat sürdükleri de belirtilir. Bu yüzyılda hıristiyan eğitimi de ihmal edilmemişti. 1614-1619 yılları arasında ve 1645’ten sonra Atinalı Korydalleus felsefe öğretimini sürdürdü. 1647’de Venedik’te oturan zengin bir Atinalı, Venedik’te eğitim görmüş öğretmenlerin ders verdiği felsefe ve belâgat okutulan bir okul açtı. Birçok Yunanlı genç de 1658’de Atina’ya yerleşmiş olan Katolik Capucine rahiplerinden dersler gördü.

Osmanlı hâkimiyeti devrinde Atina iktisadî yönden gelişme gösterdi ve özellikle şarap, zeytinyağı ve bal üretimi ile koyun yetiştiriciliği başlıca ekonomik faaliyetleri teşkil etti. Şarap üretimi 1506’da 636.000 litre iken 1570’te 1.630.000 litreye yükseldi. Sabun yapımında da kullanılan zeytinyağı üretimi 1540’ta 170.000 kilogramdan 1570’te 220.500 kilograma çıktı. Ayrıca tekstil dalı da gelişme gösterdi. XVII. yüzyılda yüksek kaliteli zeytinyağı, Atina şehri ekonomisinin temeli olarak önemini korudu. 1671 senesi kayıtlarına göre, 50.000’i Atina’da olmak üzere Attikê bölgesinde 500.000 zeytin ağacı vardı. Zeytinyağının alıcıları arasında Venedikliler, Fransızlar ve İngilizler başta geliyordu. Ayrıca keten, peynir, sahtiyan, yağ, bal mumu, dericilikte kullanılan meşe palamudu ve ipek başlıca ihraç malları idi. Geniş araziye sahip Panteli Manastırı tarafından, İstanbul Eminönü’ndeki Yenicami Vâlide Sultan vakıfları için yılda 2500-3000 okka bal gönderilirdi.

Atina 1687’de kısa bir müddet için Venedik hâkimiyetine girdi. Venedik kuşatması sırasında şehir topa tutuldu; isabet alan Parthenon Camii, depolarındaki barutun infilâkı ile kısmen harap oldu. 560’ı asker 3000 Türk şehri terketti. Venedikliler mevcut üç camiyi kiliseye çevirdiler ve şehrin savunmasını kolaylaştırmak amacıyla halktan 6000 hıristiyanı Mora’ya sürdüler. Ancak bir süre sonra Venedikliler şehri terkettiklerinde sürülen halkın bir kısmı, Vezîriâzam Köprülüzâde Fâzıl Mustafa Paşa tarafından yeniden iskân edildi. XVIII. yüzyılda Osmanlı imar faaliyetleri sürdü ve bu dönemde Parthenon’daki harabeler içinde, 1842’de yıktırılan kubbeli cami (1700) ile Hacı Mehmed b. Osman tarafından bir medrese (1721), bir Bektaşî tekkesi (1743) ve bugüne kadar ulaşabilen kubbeli Mustafa Ağa Camii (1177/1763-64) yapıldı. Bunlardan başka dört tekke ile Softa Camii adını taşıyan bir mâbed daha inşa edildi. Bu yüzyılın en büyük mimari eseri ise 1778’de Atina voyvodası Hacı Ali Haseki tarafından, âsi Arnavutlar’a karşı şehri korumak maksadıyla inşa ettirilen surlardır. Ayrıca bu asırda manastır ve kilise gibi bazı hıristiyan yapıları da tamir ve yeniden inşa edildi. 1751-1755’te Atina 9000-10.000 civarında bir nüfusa sahipti ve bunun 1/3’ünü müslüman ahali oluşturuyordu. 1795’te ise meskûn halde 1600 ev bulunuyor ve 1797’de de 3000 Türk, 3000 Yunanlı ve 4000 hıristiyan Arnavut’un mevcut olduğu Atina’da sadece zeytinyağına dayalı bir ticarî faaliyet sürüyordu. İhraç ürünleri arasına 1749-1759 tarihlerinde buğday da girmişti.

XIX. yüzyıl başlarında çıkan Yunan isyanı sırasında Atina Kalesi âsiler tarafından işgal edildi ise de (1821) çok geçmeden Reşid Paşa tarafından kurtarıldı. Ancak çarpışmalar sırasında harap olan şehir 1833’te Yunanlılar’a bırakıldı, bir süre sonra da yeni devletin başşehri olarak ilân edildi. Atina XIX. yüzyılda gittikçe büyüdü. 1839’da 14.900 olan nüfus 1896’da 111.500’e, 1920’de 285.400’e, 1980’de de kendisi ile birleşmiş durumda bulunan Pire şehriyle birlikte 3.034.000 nüfusa ulaştı ve Yunanistan’ın en büyük kültür merkezi haline geldi. Bu müddet zarfında birçok İslâmî yapı, arkeolojik kazılar ve daha başka sebeplerle yıkıldı. Bugüne kadar sadece Fethiye Camii ile Hacı Mustafa Camii gelebilmiş ve her ikisi de tamir edildikten sonra müzelere bağlı olarak kültürel maksatlarla kullanılmaya başlanmıştır. XVII. yüzyıl yapısı olan Âbid Efendi Hamamı da 1986’da restore edildi. Eski şehir Plaka’da halen son devir Osmanlı havasını aksettiren evler mevcuttur. Lozan Antlaşması’ndan sonra Anadolu’dan Yunanistan’a göç eden ve bir kısmı sadece Türkçe konuşan 1,5 milyon Ortodoks hıristiyanın büyük kısmı buraya yerleştirildi. Bu Anadolu menşeli yerleşim hareketi, bir Batı şehri olan Atina’yı yeme içme, hayat tarzı ve müzik yönünden kuvvetli Doğu etkisinin hâkim olduğu bir metropol haline getirdi.


BİBLİYOGRAFYA

, VIII, 249-267.

J. Spon – G. Wheler, Voyage de Dalmatie, de Grèce et du Levant, Lyon 1678.

B. Randolph, The Present state of the Archipelago, Oxford 1687.

L. Comte de Laborde, Athène au XVe-XVIe et XVIIe siècle, Paris 1852, I-II.

D. G. Kabmuroglou, Istoria ton Athainon Tourkokratia, Athene 1889, I-III.

Sp. Lambros, I onomatologia tis Attikis, kai is tin choran epikisis ton Alvanon, Athene 1896.

Kadı Mahmud Efendi, Târîh-i Medînetü’l-hükemâ, TSMK, Emanet-Hazîne, nr. 1411.

J. Giraud, Relation de l’Attique (nşr. M. Collignon), Paris 1913.

G. Sotiriou, Arabic Remains in Athens in Byzantine Times, Athens 1929.

K. Biris, Arvanites, I Dorieis tou Neou Ellinismou, Athene 1960.

, s. 49-55.

Van der Vin, Travellers to Greece and Constantinople, Leiden 1980, I, 37-52; II, 614-618.

K. M. Setton, “On the Raids of the Moslems in the Aegean in the Ninth and Tenth Centuries and their Alleged Occupation of Athens”, American Journal of Archaelogy, LVIII (1954), s. 311-319.

Semavi Eyice, “Yunanistan’da Türk Mimarî Eserleri”, , XI (1954), s. 157-182.

G. Miles, “The Arab Mosque in Athens”, Hesperia, Journal of the American School of Classical Studies at Athens, XXXV, Athens 1956, s. 329-344.

Cengiz Orhonlu, “Bir Türk Kadısının Yazdığı Atina Tarihi”, , sy. 2-3 (1974), s. 119-136.

D. N. Karidis, “Town Development in the Balkans. The Case of Athens”, , sy. 2 (1982), s. 48-57.

a.mlf. – M. Kiel, “Santsaki tou Evripou, 15os-16os ai”, Tetramina, sy. 28-29, Amphissa 1985, s. 1859-1903.

M. Kiel, “Population Growth and Food Production in 16th Century Athens, and Attica, According to the Ottoman Tahrir Defteri”, Varia Turcica, IV, Comité International d’Études Pré-Ottomanes et Ottomanes, VIth Symposium, Cambridge 1-4 July 1984, İstanbul-Paris-Leiden 1986.

Fr. Babinger, “Atīna”, , I, 738-739.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 4. cildinde, 74-76 numaralı sayfalarda yer almıştır.

Müellif:


Atina’da Türk Mimari Eserleri. Atina’nın Türk idaresinde kaldığı yaklaşık 350 yıla yakın bir süre boyunca burada bazı mimari eserler meydana getirilmiştir. İlkçağ’da sarp kayalık bir tepenin üstünde kurulan Akropolis, Ortaçağ içlerinde bir kale haline getirilmişti. Türk devrinde bu iç kale tamir ve takviye edilerek bir de kule yapılmıştır. Kalenin tamiriyle ilgili çeşitli belgeler Topkapı Sarayı ve Başbakanlık arşivlerinde bulunmaktadır. XVIII. yüzyılda Atina voyvodası Mustafa Efendi tarafından yapılan büyük bir tamiri bildiren mermere işlenmiş dört beyitlik manzum bir kitâbe, 1953’te yere döşenmiş olarak görülmüştür. Kitâbenin son beytinde, “Kuruldu böyle bir hısn-ı hasîn kim kal‘a pâyında / Görenler bârekellah der mahallinde bu tabyaya” denilmektedir.

Eski Akropolis’teki bu çok kuvvetli iç kalenin dışında, aşağıda düzlükte olan esas şehri çeviren ve Türk devrinde 1780’lerde yetmiş beş günde yapılmış 3 m. kadar yükseklikte bir sur duvarı da vardı. Atina’yı ziyaret eden seyyahların çok zayıf ve alçak olduğunu, hatta âdeta bir çit duvarına benzediğini yazdıkları bu sur hiçbir iz bırakmadan ortadan kalkmıştır. Bu surun sadece A. Mommsen’in haritasında sınırları bellidir. Atina’nın bir Türk kasabası görünümünü, 1801-1805 yılları arasında şehirdeki Osmanlı idaresi sona ermeden burayı gören E. Dodwell’in Atina Çarşısı’nı tasvir eden renkli resminde bulmak mümkündür. Burada ön planda önleri ahşap direkli sundurmalara sahip dükkânlarla arkada iki caminin minareleri yer alır. Dükkânların önleri ve cadde kadınlı erkekli halkla doludur.

Camiler. Atina’yı 1669’da ziyaret eden Evliya Çelebi, iç kale olan Akropolis’teki camiden başka aşağı şehirde üç cami ile yedi mahalle mescidinin varlığından bahsederek Eskicami’nin, “kâgir bina kubbeli, metîn ve mâmur câmi-i pür-nûr” olarak tarif ettiği Bey Camii ile “üç kâgir kubbeli ve kiremit örtülü” dediği Hacı Ali Camii’nin adlarını verir. A. Mommsen’in Athenae Christianae (Hıristiyan Atina) adıyla 1868’de basılan kitabının haritasında ise Yenicami, Softa Camii, Direk Camii ve Küçük Cami olarak adlandırılan dört caminin yerleri işaretlenmiştir. Ekrem Hakkı Ayverdi bunların dışında, Kule mahallesinde 1085 (1674-75) tarihli bir defterde adı geçen Hasan Bey Camii ile Başbakanlık Arşivi’ndeki 1189 (1775) tarihli bir kayıtta anılan Memi Çelebi Camii’nin adlarını vermektedir. O. M. Graf von Stackelberg’in 1810’da çizdiği Atina manzaralarında yalnız aşağı şehirde beş minare gayet açık şekilde belli olmaktadır ki aynı husus Atina’da Benaki Müzesi’ndeki sulu boya bir resimle de desteklenmektedir.

İçkale Camii. Milâttan önce 447-438 yılları arasında bir putperest mâbedi olarak inşa edilen Parthenon, Hıristiyanlık yasaklardan kurtulduktan sonra kilise haline getirilmiş ve bütün Bizans devri boyunca bu amaçla kullanılmıştı. Atina 1208’de Latinler’in işgalinde bulunduğu sıralarda burası Katolik kilisesine çevrildiğinden Türkler burayı o halde buldular. Atina’nın fethinin hemen arkasından camiye çevrilen bu eski mâbedin kenarına bir minare inşa edilmişti. Tabanda eni 31 m., uzunluğu ise 70 metreye yakın olan, Dor nizamında 8 × 17 sütunla çevrili bu caminin pencere alınlıklarında ilk yapımından kalan kabartma süsler bulunuyordu. Cami, Türk devrinde iç kaleyi teşkil eden Akropolis’in ortasında bulunduğundan bir iç kale camii idi. Yanındaki Erektheion da kale dizdarının ikametgâhı olmuştu. Evliya Çelebi, “Dünyanın bütün camilerini gördük, ancak bunun gibisini görmedik” diyerek cami mimari geleneğine hiç uymayan bu ibadet yerini uzun uzadıya tarif eder. Önceleri tanrı heykelinin durduğu bölmeden mihrap ile minber arasında “dört adet kırmızı sütun daha vardır…” diyerek bahseden Evliya Çelebi, bu sütunlar üzerinde öd ağacından oymalı bir kubbe bulunduğunu da sözlerine ekler. Ayrıca sütunları, muntazam işlenmiş taşların güzelliğini anlattıktan sonra heykel karakterinde olan kabartmalara ait çeşitli hurafeler anlatarak sonunda, “Bunlar anlatılmakla anlaşılmaz, benim gibi gidip görmek gerekir” der. İçkale Camii bu biçimi ile, Bonn’da bulunan 1670 tarihli akuarel bir resimde, F. Babin’in 1674’te yayımlanan gravüründe ve 1686’da Coronelli tarafından yapılan gravürde görülmektedir.

21 Eylül 1687’de Francesco Morosini idaresindeki Venedikliler Atina’yı kuşattıklarında, İsveçli Kont Koenigsmark’ın ateşlediği bir top güllesini, bir kaçak tarafından içinde cephane depolandığı ihbar edilen camiye isabet ettirmesi sonunda meydana gelen patlamada caminin orta kısmının tamamen yıkılarak harap olduğu bilinmektedir. M. Verneda ile Fanelli’nin gravürlerinde görülen caminin, bu dehşetli patlamaya rağmen, M. Verneda’nın çizdiği resimden anlaşıldığına göre sadece minaresi ayakta kalabilmiştir. Yirmi yıl sonra Türkler Atina’ya yeniden sahip olduklarında İçkale Camii’nin orta bölümü tamamen yıkılmış halde idi. Mâbedin etrafını çeviren kırk altı sütundan on dördü yıkıldıktan başka, esas cami mekânını teşkil eden selladaki (cella) sütunların hemen hepsi devrilmiş, parçalanmış ve binanın üstü de açılmıştı.

Atina’da yeniden kurulan Türk idaresi Parthenon’u ihya etmemiş, yıkık mâbedin içine küçük bir cami yapmayı tercih etmiştir. Kasnaklı tek kubbesi kiremit kaplı ve herhalde üç kubbeli bölümlü bir son cemaat yeri olan bu caminin bir resmi J. Stuart ve N. Revett tarafından yapılarak yayımlanmıştır. E. Dodwell ve S. Pomerdi tarafından çizilerek Ch. Hearth’ın 1819’da hakkettiği resimde caminin son cemaat yeri görülmektedir. Bunun iki köşesi pâyeli olup bunların arasında iki sütun vardır. 1755’te Le Roy tarafından yapılan resimde caminin sağ yan cephesi de görülmektedir. Bu ikinci caminin hiçbir vakit bir minaresi olmadığı anlaşılmaktadır. Yunan Devleti kurulduktan sonra Akropolis’te kazı, araştırma ve restorasyon çalışmalarının başlaması üzerine İçkale Camii tamamen yıktırılarak ortadan kaldırıldı. Bu caminin J. Travlos tarafından yapılan bir maketi, Agora’daki kazı müzesinde görülmektedir.

Propilelerdeki Mescid. Akropolis’in girişini teşkil eden propilelerde nöbetçiler için bir mescid bulunduğunu Evliya Çelebi bildirmektedir. Herhalde kapı kulelerinin içindeki bir mekândan faydalanmak suretiyle yapılan bu mescidden de hiçbir iz kalmamıştır.

Mustafa Ağa Camii. Altı Fıskiye Camii denilen bu eser Monastıraki Meydanı’nda, Hadrianus revakları denilen Roma devri kalıntısının bitişiğindedir. Türkler’in elinden çıktıktan sonra uzun süre boş ve harap bir halde kalmış, daha sonra tamir edilerek İşlemeler ve Halk Sanatları Müzesi olmuştur. Dört beyitlik manzum kitâbesi, caminin Atina’nın Venedik işgalinden çok sonra 1177’de (1763-64) Mustafa Ağa tarafından yaptırıldığını bildirmektedir. San Felice tarafından 1687’de çizilen Atina planında aynı yerde bir cami gösterildiğine göre, belki Evliya Çelebi’nin bahsettiği camilerden birinin yerinde bulunan Mustafa Ağa Camii, o devirde yaygın olan barok üslûbun izlerine sahiptir. Tek kubbeli ve fevkanî olan binanın altında tonozlu dükkânlar ve mahzen bulunmaktadır. Yan taraftan bir merdivenle çıkılan üç bölümlü ve üç kubbeli son cemaat yerindeki dört mermer sütunun başlıkları sadedir. Cümle kapısının kemerli üst sövesine barok motifli kabartma bir süsleme işlenmiştir, kitâbe bunun üstünde bulunur. Cami dört köşe planlı olup cephelerde iki sıra halinde açılmış pencerelerden ışık alır. Kubbeye geçiş, üst üste bindirilmiş iki sıra sivri kemerli tromp ile sağlanmıştır. Kubbenin göbeği barok üslûpta alçı işlemelerle bezenmiştir. Her bir cephesinde birer pencere bulunan sekiz köşeli yüksek bir kasnağa oturan kubbe kiremit kaplıdır. Mustafa Ağa Camii’nin eski resimleri Forbin, Dupré ve T. du Moncel’in seyahatnâmelerindeki gravürlerde mevcuttur. Heydeck’in 1835’te yaptığı sulu boya bir resimde cami, altındaki kemerli dükkânlarla önündeki bugün artık izi kalmayan şadırvanı ile mükemmel bir şekilde tasvir edilmiştir. Şehir Yunan idaresine geçtikten sonra minaresi yıktırılmıştır. Bugün ne durumda olduğu ve ne işe tahsis edildiği bilinmemektedir.

Fethiye Camii. İlkçağ’daki Agora’nın kenarında, Mustafa Ağa Camii’nin az ilerisinde bulunan Fethiye Camii uzun süre etrafı askerî binalarla sarılı iken, Agora’da arkeolojik kazıların yapılması için harap binalar yıkıldığında meydana çıkmıştır. Önce bu caminin de yıktırılması tasarlanmış, üzerinde hayli tartışmalar yapılmış, fakat sonunda kurtulmuş ve tamir edilmiştir. Bir söylentiye göre, 1950’li yıllarda yine cami olarak kullanılmak üzere Mısır hükümetine devredilmesi de düşünülmüştür. Fethiye Camii’nin aslında Panaghia Sotiriou tou Stavropazarou adında bir kilise olduğu yolundaki dayanaksız iddia, A. Sotiriou, A. Orlandos gibi eski eserleri iyi tanıyan uzmanlar tarafından da reddedilmiş, Fethiye Camii’nin tamamen bir Türk yapısı olduğu kabul edilmiştir. Evliya Çelebi bu ad ile bir cami bildirmediğine göre kitâbesi bulunmayan bu mâbedin tarihini tesbit zordur. Buraya genellikle Fethiye Camii denildiğine göre, bu cami fetih ve Fâtih Sultan Mehmed ile ilgili görülebilir. Fakat Atina’nın Venedikliler’den geri alınışı, yani ikinci fethinin hâtırası ile de bağlantılı olabilir.

Fethiye Camii beş kubbeli bir son cemaat yerini takip eden kare bir mekân halindedir. Ancak bu mekân dört sütuna binen kemerlerle ayrılmış olup ortada basık kasnaklı bir kubbe vardır. Bu orta kubbe dört taraftan dört yarım kubbe ile desteklenmiştir. Köşelerde ise dört küçük kubbe bulunur. Bu örtü sistemi ile Fethiye Camii, Osmanlı devri Türk mimarisindeki “dört yarım kubbeli” cami tipinin bir örneğini teşkil eder. Eğer gerçekten Fâtih devrine, yani XV. yüzyılın ortalarına ait ise Türk mimarlık tarihi bakımından çok değerli bir eserdir. Ancak pencere kemerlerinin biçimleriyle bilhassa içerideki kubbe ve yarım kubbeleri taşıyan sütunların dilimli bir süslemeye sahip başlıkları XVIII. yüzyıla işaret etmektedir. Fethiye Camii tuğla ve kırma taştan yapılmış olup bütün kubbe ve yarım kubbeleri kiremit örtülüdür. Bu caminin de minaresi yıktırılmıştır. Fauvel’in 1782’de kara kalemle çizdiği resimdeki minareli caminin burası olduğunu söylemek mümkündür. T. du Moncel ile A. Chenavard’ın seyahatnâmelerindeki gravürlerde eski hali görülebilir. Planı ve kesiti ise A. Orlandos tarafından çizilerek yayımlanmıştır.

Yenicami. Atina’nın içinde olan Yenicami hakkında ise herhangi bir bilgi yoktur. Yalnız bir gravürü Dupré’nin 1825’te neşredilen seyahatnâmesinde yayımlanmıştır. Bu resimden anlaşıldığına göre dış mimarisi Fethiye Camii’ne çok benzeyen bu eser, kubbeli bir son cemaat yerini takip eden kare biçimli bir mekân halinde idi. Ortada sekizgen yüksekçe bir kasnak üstünü ana kubbe örtüyordu. Dört tarafta dört yarım kubbe, köşelerde de dört basık küçük kubbe vardı. İki sıra pencere içini aydınlatıyordu. Resimden anlaşıldığına göre etrafında Türk mezar taşları ile dolu geniş bir hazîre vardı. Dupré’nin gravürünün Fethiye Camii’ni tasvir etmesi ihtimali akla gelirse de bugün artık durumu kontrol ederek kesin bir açıklamaya kavuşturma imkânı kalmamıştır.

Kephisias Camii. Atina’nın bir mahallesi olan Kephisias’ta da küçük bir cami harabesi vaktiyle A. Orlandos tarafından tesbit edilerek yayımlanmıştı. Üç kubbeli bölümlü bir son cemaat yerini takip eden tek kubbe ile örtülü kare bir mekândan ibaret olan bu caminin 1930’larda sadece minare kürsüsünün bir parçası ile yan duvarından küçük bir kalıntı hâlâ duruyordu. Bunun Evliya Çelebi’nin yazdığı Eskicami veya Bey Camii ile aynı olması mümkündür.

Tekkeler. Evliya Çelebi Atina’da iki tekkenin varlığından bahseder. Bunlardan birisi Akropolis’in girişinin tam karşısında olan Hüseyin Efendi Tekkesi’dir. Hiçbir iz bırakmaksızın kaybolan bu tekkeden sonra tekke sayısı artarak en az beşe yükselmiştir. Bunlardan Fethiye Camii’nin karşısında olanı, Atina Türk idaresinden çıktıktan sonra uzun süre Katolik kilisesi olarak kullanılmış ve Agora kazısı yapılırken yıktırılmıştır. Bedesten Meydanı ile Akropolis’in güney yamacı dibinde olan diğer üç tekke de hiçbir iz bırakmadan ortadan kaldırılmıştır. İbrâhim Efendi Tekkesi olarak adlandırılan bir tekke ise Roma devri agorasının yerinde ve Rüzgâr Kulesi denilen İlkçağ eseri mermer yapının etrafında bulunuyordu. Milâttan önce I. yüzyılda yapılan bu hidrolik saat, Evliya Çelebi tarafından Eskicami yakınında “Eflâtun çadırı” diye adlandırılarak, dışındaki kabartmalar ayrıntılı biçimde tarif edilmiştir. Ancak Evliya Çelebi buranın tekke olarak kullanıldığını bildirmez ve hatta, “…bu çadır kubbe içine adam girse midesi bulanıp istifra eder…” diyerek bu eski tarihî eserin kullanılmadığını ima eder. Ancak sonraları buranın bir Mevlevî tekkesi olduğu ve Rüzgâr Kulesi’nin de semâhâne olarak kullanıldığı bilinmektedir. Hatta burada Mevlevî dervişlerinin semâ yaptığını gösteren iki de gravür vardır. 1801-1805 yıllarında Yunanistan’ı dolaşan İngiliz E. Dodwell, 1819’da bu semâhânenin renkli iki resmini yayımlamıştır. Bunlardan birinde kapıdan içinin görünüşü, diğerinde ise doğrudan doğruya semâhânenin içi tasvir edilmiştir.

Medrese. Evliya Çelebi Atina’da iki sıbyan mektebi ile bir medreseden bahseder. Bugün Roma agorası yakınında bir medresenin kalıntısı hâlâ durmaktadır. Kapısı üstündeki uzun kitâbe okunmaz halde olmakla beraber bu medresenin 1133’te (1721) Hacı Mehmed adında bir kişi tarafından yaptırıldığı bilinmektedir. İkinci kat ilâvesi ile bir süre hapishane olarak kullanılan medrese 1914’te kısmen yıktırılmış, sadece cümle kapısı korunmuştur. Du Moncel’in yayımladığı gravürde aslına pek uymayan bazı ayrıntılarla gösterilen medrese o sıralarda henüz tamam durumda idi. Pek muntazam bir planı olmayan medresenin kubbeli ve bacalı hücreleri L biçiminde bir avlu etrafında sıralanıyordu. Hücrelerin önlerinde de kubbeli ve sütunlu revaklar vardı. Revakların sütun başlıkları yapının XVIII. yüzyıla ait olduğunu gösteriyordu. Tamamı kesme taştan yapılan cümle kapısı ince köşe sütunları, rozetler, burmalı silmeler ve kabartma olarak işlenmiş kandil ve servi motifleriyle süslenmiştir.

Hamamlar. Evliya Çelebi Atina’da üç hamamın adlarını verir. Bunlar Bey, Hacı Ali ve Âbid Efendi hamamlarıdır. Bunlardan İbrâhim Efendi Tekkesi yanında olanı Agora kazısı sırasında 1890’da yıktırılmış, Filote-Nikodemu sokakları köşesinde olanı ise bilinmeyen bir tarihte kaybolmuştur. Üçüncü hamamın çok değişmiş bir halde Kyrristou sokağında hâlâ çalışmakta olduğunu 1959’da görmüştük.

Çeşmeler. Evliya Çelebi Atina’da Türk devrinde yapılmış çeşmelerden bahsetmez. Bu çeşit hayır tesislerinin Atina’nın ikinci defa fethinden sonra, yani XVIII. yüzyıl boyunca yapıldığı anlaşılmaktadır. Nitekim Atina voyvodası Hacı Ali Haseki tarafından vakfedilen ve 1960’larda mevcut olan mermerden cephe çeşmesi çok sade mimarili olmakla beraber kemer biçimi ile açık surette Türk sanatında XVIII. yüzyıl ortalarından itibaren hâkim olan barok üslûbuna işaret eder. A. Orlandos Atina’da bir de Ali Ağa Çeşmesi’nin bulunduğunu belirtir. Dodwell’in bir gravüründe aşağı şehir sur duvarında geçit veren kapının karşısında bir Türk çeşmesi gösterilmiştir. J. Thürmer’in 1819’da çizdiği, Atina’da bir sokağı tasvir eden gravürde de Agora kapısına bitişik evin duvarına yapıştırılmış bir çeşme vardır. Aynı çeşme Stuart ve Revett’in 1751’de çizdikleri resimde de görülmektedir. Bu sokak günümüzde de pek değişmeden durmakla beraber çeşmeden bir iz kalmamıştır.

Voyvodalık. Atina’da şehrin içinde Hadrianus Stoası’nın hemen yanında Türk devrinde yapılmış bir de voyvodalık makamı bulunuyordu. Bunun kare planlı yüksek bir kulesi vardı. Thürmer’in 1823, Wordsworth’ın 1841’de yayımlanan seyahatnâmelerinde voyvodalığın kulesini gösteren resimler vardır. 1930’lara kadar bu binanın bazı izleri hâlâ görülüyordu. Voyvodalık sarayının iç mimarisini de 1819’da Dupré tarafından çizilen ve voyvoda ağasını tasvir eden bazı eski resimlerden tanımak mümkün olmaktadır.


BİBLİYOGRAFYA

, VIII, 249.

Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi Kılavuzu, İstanbul 1938, I, 45.

O. M. von Stackelberg, Der Entdecker der Griechischen Landschaft (nşr. G. Rodenwaldt), Berlin 1957.

J. Stuart – N. Revett, Antiquities of Athens, London 1762-1816.

L. N. A. de Forbin, Voyage dans le Levant, Paris 1819.

E. Doddwell, A Classical and Topographical Tour through Greece during the Years 1801, 1805 and 1806, London 1819, I-II.

L. Dupré, Voyage à Athènes, Paris 1825.

Th. du Moncel, De Venise à Constantinople, Paris 1846.

A. Chenavard, Voyage Pittoresque en Grèce fait en 1843-1844, Lyon 1849.

A. Mommsen, Athenae Christianae, Leipzig 1868 (Türk eserlerinin yerlerini gösteren haritası var).

A. Michaelis, Der Parthenon, Leipzig 1871, I.

H. Omont, Athènes au XVII ème siècle, Paris 1898.

A. Xyngopoulos, “Ta byzantina kai tourkika mnemeia ton Athenon”, Eurzeterion ton mesaionikon mnemeion tes Hellados, Atina 1929, s. 116-122.

A. Orlandos, “Mesaionika mnemeia”, a.e., Atina 1933, s. 227-230.

G. Rodenwaldt, Akropolis, Berlin 1937.

H. H. Russack, Deutsche Bauen in Athen, Berlin 1942.

R. Matton, Athènes et ses Monuments du XVIIe siècle à nos Jours, Atina 1963.

, s. 49-55.

a.mlf., Avrupa’da Osmanlı Mimârî Eserleri IV, s. 182-185.

A. Philadelphos, “Une mosquée dans l’Agora d’Athènes”, , sy. 5 (1934), s. 27-30.

Th. W. Mommsen, “The Venetians in Athens and the destruction of the Parthenon in 1687”, American Journal of Archaeology, XLV, Boston 1941, s. 544-556.

Muzaffer Erdoğan, “Osmanlı Mimarî Tarihinin Arşiv Kaynakları”, , II (1953), s. 105, 111, 117.

G. Th. Malteso, “Das Fethiye Dschami in Athen”, Proceedings of the Twenty Second Congress of Orientalists (haz. Zeki Velidi Togan), İstanbul 1953, I, 198.

Semavi Eyice, “Yunanistan’da Türk Mimari Eserleri”, , XI (1954), s. 157-164.

G. C. Miles, “The Arab Mosque in Athens”, Hesperia-Journal of the American School of Classical Studies at Athens, XXV, Atina 1956, s. 329-334.

Maddenin bu bölümü TDV İslâm Ansiklopedisi’nin 1991 yılında İstanbul’da basılan 4. cildinde, 76-79 numaralı sayfalarda yer almıştır.